1. YAZARLAR

  2. Dünya ve İslam Dergisi

  3. Seçimler ve Konumumuz

Dünya ve İslam Dergisi

Yazarın Tüm Yazıları >

Seçimler ve Konumumuz

Eylül 1991A+A-

Erken seçim kararı ile siyasi faaliyetlerin yoğunlaştığı bir sürece girmiş bulunuyoruz. Düzen partilerinin her biri halkın gözünü boyayıp oyunu kapma yarışma girmiş durumdalar. Erken seçim kararı sistemin tıkandığım gösteriyor. Ekonomiden sosyal konulara, iç politikadan dış ilişkilere her sahada zorlanan sistem, sorunlarını aşmak için erken seçime başvuruyor. Erken seçimle nefes almak, gücünü tazelemek ve tüm sıkıntılarının faturasını çıkarttığı halka, "bir dört-beş sene daha bekle" diyebilmek istiyor.

12 Eylül darbesinin sivilleştirilmesi sürecinde Amerikan destekli demokrasi operasyonuyla iktidarı devralan ANAP, iktidarı sürdürecek gücünü yitirmiş durumdadır. Yorulmuş ve yıpranmıştır. Emperyalistlerle dostluğu her şeyden üstün tutup, ülkeyi Bush'un hizmetine sunmalarına; ülkenin kaynaklarını, halkın emeğini-alın terini çok güçlü gördükleri bir avuç azgına peşkeş çekmelerine rağmen, tıkanan işleyişi açma imkanlarının kalmadığını kendileri de görmüş durumdalar.

Türkiye'deki hakim sistemin müdafii diğer siyasi gruplar da, iktidardan daha fazla pay almalarına şans tanıyacak bir seçim için, uzun zamandır iktidara baskı yapıyorlardı, iktidarı ile muhalefeti ile siyasi partiler, sistemi yaşatmak ve tıkanıklığı aşmak için üzerlerine düşeni yapmaya soyunmuş durumdalar. Siyasi parti liderlerinin, emperyalist tekellerin uzantısı yerli sömürücüleri bünyesinde toplayan TÜSİAD önünde birbirleri peşi sıra adeta resmi geçit telaşına kapılmaları bize bu seçimlerin en somut tablosunu sunmaktadır. Halka hizmet ve halkın sorunlarını çözmeye talip olmak kılıfına gizledikleri iktidar hırsları ve ülkenin imkanlarını kendi destekçilerine paylaştırma özlemleri, siyasilerde akıl ve iz'an bırakmamış olmalı ki her biri kısa bir süre önce yaptıklarını, söylediklerini unutmuş; ittifaklar, iltihaklar, vaadler ve komik adaylarla bu yarışta kendilerine avantaj sağlama gayreti içerisindeler.

Biliyoruz ki: Seçim çözüm değildir. Adil olmayan sistemlerde seçim bir aldatmacadır. Sistem olarak demokrasinin kendisi ne kadar adildir ki, halkına rağmen kurulmuş bir düzenin yaşatılması için uygulamaya konmuş, on yılda bir darbelerle by-pass edilen kötü bir kopyası adil olsun? Bu düzende yapılacak seçimlerde, iktidarın halkın yararına değişebilmesi beklenemez. Bu seçimlerin ifade ettiği anlam, en fazla, düzen muhafızları arasında bir nöbet değişimidir. İktidar yarışı düzen partileri arasındadır. Bu yarış emperyalizme boyun eğenler arasındadır. Bu yarış müstekbirlere çarklarının işleyeceğini taahhüt edenler arasındadır.

Seçimler ve Müslümanlar

Bu seçim hengamesinde müslümanların konumu nedir? Düzenin çarkını kırabilecek en güçlü alternatif olan İslam'ı benimseyenlerin siyasi konulara yaklaşımı nelerdir?

Özellikle seçime katılan partiler arasında, 'düzen partisi değil, inananların partisi' olduğu iddiası ile müslümanlardan oy isteyen Refah Partisi (RP)'nin konumu, müslümanların gündemlerinin en önemli maddelerinden biri durumundadır. Ayrıca, yakın zamanlara kadar siyasal parti mücadelesini İslami olarak görmeyerek, RP'ni eleştiren bazı müslümanların tavırlarında belirgin bir farklılaşmanın görülmesi, bu konunun tartışılmasını daha bir önemli kılıyor.

Bugün, çevremizdeki müslümanların siyasal parti çerçevesinde mücadeleye ilişkin yaklaşımları iki ekstremde odaklaşmaktadır. Bunlardan birinci grup, daha önceki radikal görüş ve tutumlarından vazgeçerek, bundan böyle siyasi mücadelelerini, müslümanların en büyük ve mevcut sistem içerisinde iktidardan pay alabilecekleri yegane siyasi kuruluşları olarak gördükleri RP çatısı altında yürütme yolunu tercih ederek, bu tercih savunusu ve diğer müslümanların görüş ve tavırlarını da aynı istikamette değiştirebilme çabası içerisinde olanlardır. Bizce, bu tavır değişikliğinin temelinde sistem üstü mücadele yürütmenin zorluğu, yakın vadede somut basan veya herhangi bir şekilde sistemin nimetlerinden yararlanma imkanının bulunmayışı yatmaktadır. Radikal bir tavırla sistem üstü mücadelenin pratiklerini oluşturmanın ve bu istikamette mücadeleyi sürdürmenin sürekli olarak zorluklarla karşılaşacağı ve sürekli bir fedakarlık gerektireceği ortadadır. Bu fedakarlık, hem İslami siyasi mücadelenin başarıya ulaşması ve hem de bu mücadele içerisindeki müslüman bireylerin İslami kişiliklerinin, sistemin işleyişi ve kurumlan arasında erozyona uğrayarak silikleşmesi ve yok olması tehlikesinin bertaraf edilerek, net ve diri bir İslami kişiliğin yaşatılması ve yetişen insanlara örneklik ve önderlik edebilmesi için kaçınılmazdır.

Diğer grup ise, İslam dışı bir yöntemi benimsemenin şirk olduğu esasından yola çıkarak demokrasiyi reddederken, bu sistem içerisinde siyasi parti örgütlenmesiyle faaliyet yürütmeyi tercih eden müslümanları, müşrik olarak değerlendirmeye kadar varan bir tavır içerisine girebilmektedirler. Bu değerlendirmelerle siyasi parti örgütlenmesi ve mücadelesini reddedip dışladıktan sonra, bu konuyu tamamen kendilerinin dışında ve kendileriyle hiç ilgisi olmayan bir konu gibi algılayarak gündemlerini bu konuya kapamakta, bu sahadaki gelişmelere, olumlu veya olumsuz değişimlere karşı sağır bir tutum takınmaktadırlar.

Öncelikle, siyasi partili mücadeleyi tercih etmenin mutlaka demokrasiyi ve laik demokratik rejimi benimsemek anlamına gelmediğini belirterek, yöntem olarak bu tercihin yanlışlığını vurgulamakla birlikte bu tercih içerisindeki müslümanları genel anlamıyla İslami hareketin bir parçası olarak gördüğümüzü ifade etmeliyiz. İkinci olarak; bizim tasvip etmediğimiz bir yöntem ve kurum çerçevesinde dahi olsa, Türkiye'de İslam adına ortaya konan her türlü yaklaşıma, her türlü faaliyete karşı ilgisiz kalamayacağımızı, olumlu veya olumsuz tesbitlerimiz ve değerlendirmelerimizle doğru ve yararlı olarak gördüklerimizi sahiplenerek diğer müslümanlara yaymak, yanlış olarak gördüklerimizin yanlışlığını ve zararlarını işleyerek hem diğer müslümanların bu yanlıştan sakınmalarını ve hem de bu yanlışı işleyen müslümanların da yanlışlarından vazgeçebilmelerinin zeminini sağlayabilmek için- konuyu gündemimize alıp işlemeyi İslami sorumluluğumuzun bir gereği olarak gördüğümüzü ifade etmek İstiyoruz. Bu, dinimize ciddi bir şekilde sahip çıkmanın vazgeçilmez sonucudur.

Meselelerin izahı ve müslümanların siyasi konulara yaklaşımlarının daha iyi anlaşılabilmesi için, ülkemizde müslümanların geçirdikleri siyasi ve fikri sürece kısaca değinmek istiyoruz.

Cumhuriyet devrimi ile birlikte Türkiye insanının hayatından İslam tümüyle dışlanmaya çalışılmıştır. Sistemin kurumları oluşturulurken İslam'a kesinlikle yer vermeyecek, hayat hakkı tanımayacak, hatta izlerini yok ederek İslamî değerleri köreltecek bir hassasiyet gösterilmiş. İslam'a bağlılığı ve İslami değerleri -hiç olmazsa kendi dünyalarında- yaşatmaya çalışanlar; aşağılanmış, küçümsenmiş, siyasi ve idari kademelerden uzak tutulmuşlardır.

Çok partili döneme geçiş ile birlikte, müslüman halkın hayati istekleri, özlemleri, siyasi gündemlerde yer almaya başlamıştır. Demokrat Parti ve Adalet Partisi, müslümanları dolayısı ile Halk Partisi'nden bizar olan kesimleri kuşatacak politikalar izlemeye çalışmışlardır. Mevcut sağ politikaların, milliyetçi-müslüman kesimleri tatmin edememesi, MNP ile başlayıp MSP ile devam eden hareketin ortaya çıkıp gelişmesinin zeminini oluşturmuştur. Kısa süreli MNP ve onu takip eden MSP'nin kuruluşları salt İslam i endişe ve amaçlarla olmamış, gelişen İslami bir faaliyetin bilinçli bir aşaması olarak ortaya çıkmamıştır. Dolayısı ile ortaya çıkan kimlik; sağcı, milliyetçi ve muhafazakar bir kimliktir.

İslam dünyasında, 70'li yıllarda, -Türkiye'de ancak çok cılız yansımalarının görüldüğü- yoğun bir fikri gelişme yaşanıyordu. Güçlü İslami akımlar, müslümanların gayri İslami sistemler içindeki yeri, İslam dışı siyasi ve sosyal kurumlara bakışlarının ne olması gerektiği, müslümanların siyasetlerinin İslam, siyasi yöntemlerinin Kur'an ve Sürınet'ten kaynaklanan yöntemler olmak zorunluluğu vb. gibi önemli konulan işliyordu. Türkiye'de ise henüz bu fikri gelişmelerden haberdar olup, MNP-MSP hareketini bu noktalardan değerlendirebilecek insan sayısı oldukça azdı. Fakat bu az sayıdaki insanların gayretleri ve Allah'ın yardımı ile dünyadaki sürece paralel olarak ülkemizde de İslami gelişmede büyük mesafeler alınmıştır. 70'lerin sonlarına gelindiğinde MSP tabanında yer alan müslümanların bir kısmı da partinin kimliğinden, misyonundan, politikalarından tatmin olmayarak daha köktenci bir arayış ve faaliyetin içine girmişler ve partiyi, sistemin sacayağı, emniyet sübabı, müslümanları düzene entegre eden bir kurum olarak değerlendirerek ve müşrik düzenin izni ve yasalarının çatısı altında siyasi faaliyetin hem İslam'a uygun olmadığı ve hem de müslümanları risk altına soktuğu gibi noktalardan eleştiriler yöneltmeye başlamışlardır. İran İslam Devrimi, müslümanlara, sistemle hesaplaşmada devrimci bir yöntemi göstererek bu düşünceleri kuvvetlendirirken; 12 Eylül darbesinin, mevcut siyasi kadrolarla birlikte, MSP'lileri de silip süpürmesi; salt düzenin izin ve çatısı altında yürütülecek faaliyetin ömrünün düzen tarafından belirleneceği, kurulacak müesseselerin zayıf olacağı şeklindeki eleştirilerin canlı ve acı bir örneğini göstermiş oldu.

12 Eylül sonrasında müslümanların gündemlerinin İslam'ı anlamada ve hayata hakim kılma mücadelesinde izlenecek yol gibi konular üzerinde yoğunlaşması sonucunda müslümanlar, eskiye oranla oldukça net tanımlarla kendilerini ifade etmeye başladılar. Ölçü Kur'an ve Sünnet, yöntem Hz. Peygamber'in pratiği olarak formüle edildi. Kesinlikle sistem üstü kalınması ve sistem karşıtlığının sürekli olarak güçlü bir şekilde İfade edilmesi gerekli görüldü. Böylelikle, daha önce zaman zaman iç içe geçen iki kesim, 12 Eylül sonrasında net olarak birbirinden ayrışmış; müslümanların, parti dışında kendini ifade edebilen ve belirli bir etkinliği olan, daha radikal bir kesimi ortaya çıkmış oldu.

MSP'li üst kadrolar; kendi dışlarındaki bu gelişmelere 'Yahudi Oyunu" şablonu ile bakmaya, tabanındaki genç kesimi bu ifsad edici(!) akımdan korumanın yollarını aramaya çalıştılar. Fakat Türkiyeli müslümanların bilinçleri, MNP-MSP kuruluş yıllarından ve hala o dönemin anlayışlarım İslam olarak savunanlardan çok ileri noktalara ulaşmıştı. İran İslam Devrimi, Afganistan işgaline karşı müslümanların direnişi ve İslam dünyasında meydana gelen bir çok gelişme ve bu gelişmelerin haber olarak, bilgi ve birikim olarak Türkiye'ye aktarılması ile müslümanların ufukları açılmış, ümmet bilinci yükselmişti.

Parti örgütlemesine oranla nicel olarak çok zayıf ve azınlık sayılabilecek radikal grupların yoğun faaliyetleri ile 10-15 yılda büyük bir kültür hamlesi gerçekleştirilmiş ve ülkemiz insanının İslam anlayışını geliştirici, bilinçlendirici, yol gösterici bir çok eser düşünce ve siyaset sahasına kazandırılmış oldu. Slogan ve kulaktan dolma bilgiler yerine kaynağından okuyarak, tartışarak öğrenen insanların sayısı hızla arttı. Ülke siyaseti, dünya siyaseti, emperyalizm, emperyalistlerle işbirliği, İslam dünyasının bölünmüşlüğü, müslüman halkların kendilerini Allah hükümleri ile idare etme haklarını gasbetmiş kukla rejimler, krallar, şahlar, sultanlar; müslüman tebasına şedid, kafirlere karşı pısırık, şerefsiz yöneticiler... Müslümanlar artık her şeyi görmeye, her şeyden haberdar olmaya ve dahası kendinin olan şeylere sahip çıkmaya başladı. 12 Eylül cuntasının doğrudan baskıcı pratiğinin, yerini, dolaylı denetime bırakması akabinde siyasi atmosferin yeniden yumuşaması ile birlikte eski MNP-MSP kadroları RP adı ile yeniden örgütlenirken Türkiye'nin İslami zemini oldukça değişmiş ve gelişmiş durumdaydı.

Düzen, Refah Partisi ve Müslümanlar

Türkiye'deki müslümanları tercih ettikleri siyasi mücadele yöntemi açısından iki ana gruba ayırabiliriz. Birinci grup, faaliyetini sistemin belirlediği çerçevede ve izin verdiği yöntem ve kurumlarla yürütmeyi tercih edenler. Diğer grup ise, sistemi aşabilmenin ancak sistemin belirlediği çerçevenin dışında bir yöntem izleyebilmekle mümkün olduğu düşüncesiyle, sistem üstü kalmaya gayret edenlerdir. Üzerinde net bir tanımlama İttifakı olmamakla birlikte, günlük konuşmalarımızda geleneksel-radikal, muhafazakar-devrimci vb. gibi ayrımlarla ifadesini bulan bu iki kesim, kendi içerisinde de, siyasal tercih ve pratikleri açısından belirli farklılıklar göstermektedir.

Muhafazakar kesimin popüler cemaatleri, şu veya bu efendiciler istikrarlı(!) bir biçimde, sistemin büyük sağ partisinin çatısı altında politika yapmayı tercih ederlerken, kendilerine bağlı insanların düşünce ve kişiliklerinin gelişmeleri, sistem hakkında sağlıklı değerlendirmelere ulaşmaları ve müslüman olarak kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesi doğrultusunda hareket edebilmelerini de büyük ölçüde engellemiş oluyorlar.

RP ise, sistem içerisinde bir yöntemi tercih etmiş olması ve daha sonra tartışacağımız bir çok zaafı ile birlikte, müslümanların kendi siyasi örgütleri olarak siyaset sahnesin dedir. Bu çatı altında yer alan insanların, müslüman birey olarak kendilerini geliştirme ve sistemin eritici mekanizmalarına karşı koyabilme şansları muhafazakar tercihlerde bulunanlara göre daha fazladır.

Bu özellik dolayısı iledir ki, milliyetçi ve muhafazakar bir kimlikle ortaya çıkan MSP'nin kitlesi her geçen gün daha olumlu ve köktenci bir çizgide politize olmaktadır. Yukarıda kısaca özetlediğimiz sürecin sonucunda, İslami gelişmenin en yoğun olarak yaşandığı ve net bir İslami kimliğin; sistem hakkında, dünya hakkında, ümmet hakkında ve müslüman olmanın gerekleri hakkında sağlıklı düşüncelerin geliştiği zemin de genel olarak bu zemindir. O halde Türkiye insanının İslami inanç ve özlemlerini, İslami bir harekete dönüştürme mücadelesini veren devrimci müslümanların yapmaları gereken, ilk elde bu potansiyele sahip çıkmaktır.

Bununla birlikte bu kitleyi geliştiren, politize eden, İslamcı kılan unsurların parti örgütlenmesinin dışındaki unsurlar olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Bu nedenle daha net bir çizgiden vazgeçerek, siyasi parti örgütlenmelerinde yer almak, bu gelişmeyi olumsuz etkileyebilir. Hele bu geri adım tercihini yapan insanlar, bulundukları konumlarda, olumlu bir fonksiyon görerek parti tabanının ve kadrolarının anlayışlarını geliştirici-netleştirici bir misyon üstlenmek yerine, mevcut parti pratiğine tam entegre olarak, devrimci çizgiyi sürdüren arkadaşlarını bu çizgiden saptırma faaliyetine girerlerse, Allah katındaki veballeri daha büyük olur.

Tabiidir ki, devrimci müslümanların, RP çatısı altındaki müslümanlara, olumsuz bir tavırla, mahkum ve tahkir edici düşünce ve üslupla yaklaşmaları İslami değildir. Bu insanların kendilerini ifade edebilecekleri, fiilen mutmain olacakları somut pratikler üretmeden, RP'ni desteklemelerini, seçimlerde oy kullanmalarını mahkum etmek ve 'RP'ye oy vermeme' kampanyasına girişmek, tek başına pek de doğru ve haklı bir tavır değildir. Bu olumlu pratikleri üretmek her türlü güçlüğe ve zorluklara rağmen, bu ihtiyacın bilincine ulaşmış olanların sorumluluğudur. Bu bilince ulaşanlardan kimilerinin, zorluklar karşısında yılmaları, sağlıklı pratikler-örnekler üretebilmek için çalışmak yerine, düzenin oluşturduğu şablon içerisindeki kolay pratiği tercih etmeleri gerçekten üzücü ve düşündürücüdür. Yapılması gereken, RP'ye oy veren insanları, salt siyasi parti içerisinde yer almakla İslami sorumluluğun yerine getirilmiş olmayacağı, oy vermekle bu işin bitmeyeceği bilincine ulaştırmaktır. Sistemi ıslaha soyunmanın müslümanların işi olmadığını, bu sistemin varlığının İslam'ın aleyhine olduğunu, sistemin kural ve kurumları içerisine hapsolarak, sistemi alt etmenin mümkün olmadığını, henüz çok taze .olan Cezayir tecrübesini, Türkiyeli işbirlikçi asker-sivil kadroların Cezayir'dekilerden hiç de geri olmadığını anlatabilmektir. Varsın bu insanlar parti üyesi olsunlar, varsın seçimlerde oy kullanıyor olsunlar, bu davranışları insanın dinini belirleyen pratikler olarak değerlendirmemeliyiz.

RP Politikaları ve RP Tabanı

RP ideolojik kimliği bulanık bir milliyetçi-muhafazakar geleneği hala sürdürüyor. Programından, yöneticilerinin konuşma ve demeçlerine kadar bir çok konuda bu durum kendini hissettiriyor. İslami kimlik ve talepler halen net bir şekilde ifade edilmemektedir. Program düzeyinde bu kimliğin ifadesinin sistemin baskıcı karakteri dolayısı ile bugün bile oldukça güç olduğunun bilincindeyiz, fakat, sisteme ilişkin eleştiri ve değerlendirmeler hala sistemin bizatihi kendisine, özüne değil, uygulamalarınadır. Doğrudan değil, dolaylıdır. Ve özendirilen, övülen, vurgulanan değerler, İslami olmaktan ziyade millidir. 1000 yıllık tarih içindedir.

Propaganda ve faaliyetler siyasal ve sosyal konulardan ziyade ekonomi ve sanayi üzerine yoğunlaştırılmıştır. Parti içi örgütlenmede ve dışa dönük siyasi faaliyetlerde belirleyici olan, İslami hassasiyet yerine, -yöneticilerin anlayışı çerçevesinde- pratik fayda sağlamak yaklaşımıdır.

RP yöneticileri, 12 Eylül'le birlikte ANAP'a transfer olan ve hali hazırda devletin en üst kademesinden aşağılara kadar bir çok mevkide düzenin çarkını kuran ve işleten eski kadrolarını görmüyorlar mı? Nasıl oluyor da hala kendinin malı olarak gördüğü oylarla, politika pazarında transfer pazarlığı yapan, en küçük fırsatta beraber olduklarını satabilecek şahsiyetsiz, kimliksiz insanları aday listelerine yerleştirirken; partiyi 'inananların partisi' olarak gördüğü için, partinin yükünü sırtlamış, hamallığını yapan insanlar geri plana itilebiliyor. Allah'a inananların partisinde menfaat ve çıkarlarına tapanların ödüllendirilmesi, temsilci olarak seçilmesi hangi akla, hangi izaha sığar? Mesela ırkçılığı ile ünlenmiş bir Şerafettin Elçi nasıl oluyor da parti bünyesine kabul edilebiliyor ve dahası milletvekili adaylığı veya adaylıkları kopartabiliyor?

Bütün bunlara rağmen, RP'nin gelişme sürecini MNP-MSP çizgisinden farklı değerlendirmek istiyoruz. Bu fark, parti kurucuları ve partinin programındaki fark değildir. Yukarıda özetlemeye çalıştığımız gelişim sürecini yaşayan ya da bu süreçten ilk elde etkilenen RP tabanının farkındadır. Tabanın bu farklılaşması yönetici kadroların tercihlerini ve politikalarını zorlamaktadır ve daha da zorlayacaktır. Bunun önemli bir örneğini Körfez Krizi esnasında yaşadık. Parti yönetici kadroları süregelen mevcut ilişkileri ve siyasi-ideolojik netlikten yoksun olmaları dolayısı ile politika belirlemekte bocalarken (telgraf tartışmasını hatırlayalım), Allah'tan başka hiç kimseye borcu ve hesabı olmayan müslümanlar emperyalistleri ve işbirlikçilerini lanetlemekte çekingenlik göstermemişlerdir.

Yine seçim arefesindeki ittifak arayışları, tabanın sert tepkisiyle karşılaşmıştır. Oysa MSP geleneği koalisyonlarıyla meşhurdur. Sistem içerisinde yer alıp iş yapalım da... mantığıyla CHP ile birlikte hükümet olmuş, daha sonra liberaller ve milliyetçilerle 1. MC ve 2. MC koalisyonları kurmuş, akabinde liberaller hükümetini kerhen(!) desteklemişti. Yöneticiler, aynı alışkanlık ve rahatlıkla yeni hesaplar yapıp yeni ittifaklar düşünerek önce Kürt ırkçılarının partisi HEP ile flört etmeye kalkışmış; ardından da aynı ilkesizlik doğrultusunda bu kez tam tersi bir yöne savrularak Türk ırkçısı MÇP ile somut ittifak arayışlarına girişebilmiştir. Bir takım pratik çıkarlar karşılığında sicilli bazı faşistlerin palazlandırılması sonucunu doğuracak bu girişimler RP'nin dinamik tabanından mutlaka gerekli tepkiyi görecektir. Bu kişiliksiz oyunların; tabanı, parti üst yönetiminin yapısı ve zihniyetini yeniden sorgulamaya iteceğini umuyoruz.

RP yöneticileri ve kadroları şunu bilmelidirler ki, düzen partisi olup olmama parti kadrolarının kişisel anlayışları veya belirsiz bir geleceğe ertelenmiş vaatlere göre belirlenebilecek bir ayrım değildir. Ortada somut sorunlar durmaktadır ve müslüman halk somut pratiklerin beklentisi içerisindedir.

RP ülkemizin emperyalistlerin çiftliğine dönüştürülmesine ve topraklarımızda konuşlandırılmış bulunan emperyalist askeri güç ve üslere karşı; iflasın eşiğine gelmiş ırkçı rejimin Kürtler'e yönelik sosyo-kültürel ve askerî baskılarına karşı; müstezaf kitlelerin -yalnız uluslararası tekeller değil- yerli sömürücüler tarafından da iliklerine kadar sömürülmesine karşı; halkın değerlerine karşı savaş içinde olan, kültürel ve ahlakî dejenerasyonu hızlandırma yolunda her geçen gün daha ileri atılımlar gerçekleştiren yazılı, görsel, işitsel iletişim tekellerinin azgınlıklarına karşı ve buna benzer daha nice konularda neler yaptığını, neler önerdiğini göstermelidir.

Bu konularda somut tavırlar almak için 'ancak iktidarda olmak gerekir' anlayışı mücadeleden kaçmak dışında bir anlam taşımaz. Arkasında yüzbinlerin desteği bulunan bir örgüt, bugün örneğin, 'emperyalist üslerin kapatılması' için etkili bir kampanya açmayı göze alamıyorsa iktidara geldiğinde fiilen bu üsleri söküp atacağına kimsenin inanmasını bekleyemez.

Evet, RP düzen partisi olmama iddiasında samimi ise, önce düzen karşıtı parti gibi davranmalı, bunun pratiklerini sergilemelidir. Bunu yapmadan yalnızca güvenli ev toplantılarında hamasi nutuklar atmak belki bir kısım insanın oyunu getirir; fakat kitlelerin güvenini sağlamaz.

Parti yöneticileri; geçmiş deneyimlerden gereken dersi çıkararak, mevcut anlayış ve politikalarını gözden geçirmeli, parti faaliyeti dışındaki müslümanları, İslam düşmanlarının bilinçli veya bilinçsiz ajanları gibi görüp göstermekten vazgeçmeli ve hiç olmazsa parti tabanındaki samimi insanların fikri gelişme düzeyine ayak uydurmaya gayret etmelidirler.

Bizlere düşen de, her zaman ve zeminde sahih İslam anlayışını hakim kılma mücadelemizi sürdürmektir. Bu mücadelede hedefimiz sistemin efendileri ve onların ağababası emperyalist kafirler olmalıdır. Bütün müslümanlara, sistemi unutturucu, rahatlatıcı politikalara karşı durma; gelinen İslami seviyeyi geriletici olumsuz tavır ve pratiklerden uzak durma hassasiyeti kazandırmaktır.

Bizler bu bilinç ve duyarlılıkta olursak, Yüce Allah, nice kötülükleri hayra tebdil eylediği gibi, demokrasi oyununu da -müslümanların elleriyle- kafirlerin ayaklarına dolayacaktır.

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR