1. YAZARLAR

  2. Rıdvan Kaya

  3. Savaş Karşıtı Çabalar mı Gitti?

Savaş Karşıtı Çabalar mı Gitti?

Mayıs 2003A+A-

Aylardır dünya gündeminin bir numaralı maddesini oluşturan ve "muhtemel" sıfatıyla anılan savaş 20 Mart sabahı "fiili"ye dönüştü. Kimilerinin korku ve endişeyle, kimilerininse sabırsızlık ve iştahla bekledikleri an gelip çattı ve Irak'ı istilaya yönelik ABD saldırısı resmen başladı. Oysa bu savaş uluslar arası meşruiyet ve hukukilik açısından çok ciddi eleştirilere konu olduğu gibi, dünya ülkeleri arasında da çok az destekçiye sahipti. Aynı şekilde tarihte hiç görülmemiş ölçüde daha başlamadan önce bir savaş hazırlığı ilk defa bu ölçekte yaygın protestolarla karşılaşmış, dünyanın her yerinde ve bizzat savaşı başlatan ülkelerde dahi büyük kitleler aktif biçimde savaşı önlemeye yönelik eylemler sergilemişlerdi.

İlk defa bu savaş dolayısıyla dünyanın bir ucundan diğerine ortak bir tepkiyi dillendirmek için aynı gün tertiplenen organizasyonlarla farklı inanç ve kimliklerden insanlar sokakları doldurmuş ve farklı dillerde "Irak'ta Savaşa Hayır!" demişlerdi. Daha önce birbirleriyle yan yana gelmesi asla düşünülemeyecek kesimler azgınlaşan ABD'nin hesaplarına dur demek için bir araya gelmişlerdi. Ne var ki, ne BM çatısı altında sürdürülen engelleme çabaları, ne de dünyada yükselen tepkiler ABD'yi saldırganlık planlarından vazgeçirmeye yetmedi. Tek başına da kalsa bu savaşı mutlaka başlatacağını ilan eden ABD İngiltere ile oluşturduğu koalisyona alelacele bir takım ülkeleri de destekçi kılarak meşruiyet sorununu kendince izale etme yoluna gitti.

Peki, gelinen bu noktada savaş karşıtı tepkiler boşa mı gitmişti? ABD saldırısı engellenemediğine göre harcanan onca çaba, eylem ve protestolar sonuçsuz mu kalmıştı?

Başından beri savaşa karşı çıkanları eleştirenlere ya da savaş karşıtı çabaları küçümseyenlere göre kesinlikle sonuç buydu. Olmayacak duaya amin denilmiş, boşa kürek çekilmişti! Aslında savaşın başlamasıyla birlikte protestoların azalmayıp, bilakis şiddetlenerek artması bu tarz eleştirilerin pek ciddiye alınmadığını ve savaş karşıtı cephede etkili olmadığını ortaya koymakta. Mamafih, yine de zihinsel berraklık açısından bu tarz soru ve eleştirilerin cevaplanması önem arzetmekte.

Neden Savaş Karşıtlığı?

Öncelikle kısaca "savaş karşıtlığı" şeklinde tanımlanan tutumun tek bir kaygı ve anlayışı yansıtmayıp bilakis birbirinden çok farklı ideolojik-siyasi-ahlaki öncüllerden hareketle oluşturulmuş bir arka plana dayandığının altını çizmekte yarar var. Farklı anlayış ve tutumların Irak halkını hedef alan Amerikan saldırganlığına karşı çıkma ortak paydasında temsil edildiği göz önünde tutulmalı. Dolayısıyla bu arka planı yansıtacak şekilde en genelde savaş karşıtlığının iki temel unsurunun ön plana çıktığı söylenebilir: insani erdemlilik ve/veya ideolojik-akidevi tavır alma sorumluluğu.

Savaşa karşı çıkanların bir kısmının ABD saldırganlığına sadece insani kaygıyla ve zulme, haksızlığa, azgınlık, tekebbür ve barbarlığa duyulan öfke nedeniyle karşı çıktıklarını biliyoruz. Diğer kategoride ise ilk kategoride tanımlanan kaygıları paylaşmakla birlikte veya ondan tamamen bağımsız bir biçimde, sahip oldukları İdeolojik-siyasi kimliğin bir gereği olarak anti emperyalist anlayış ve tavırlarının bir sonucu olarak harekete geçen kesimler bulunmakta.

Müslümanların Amerikan saldırganlığına karşı çıkışlarının temelinde ise her şeyden önce ibadi kaygı bulunmaktadır. İslami kimliklerinin gereği olarak zulme ve saldırganlığa karşı tavır alma sorumluluğu ile hareket eden insanlar eylemlerinin sonucunu dünyevi kayıp ya da kazanımlarla ölçmezler. Çünkü zaferden değil, seferden sorumlu olduklarının bilinciyle dünyevi planda karşılaştıkları sonuç ne olursa olsun, Rab'leri katında ödüllendirileceklerine iman etmişlerdir. Dolayısıyla bir zulüm ve tuğyan eylemi olarak addettikleri bu savaşa karşı gösterilen çabaların, sarfedilen emeklerin asla zayi olmadığını, olmayacağını bilirler.

Elbette bu tepkilerin, eylemliliklerin sağladığı kazanımlar sadece ahirete dönük değildir. Zulme karşı sessiz kalmayarak muhatap olunan insanlara, topluma İslami kimliğin sahih, net biçimde sunulması, tebliğin sosyalleştirilmesi ve somutlaştırılması açısından somut kazanımlar olmuştur. Özellikle hükümet kadrolarının "biz"den birileri tarafından işgal edildiğinin düşünüldüğü bir vasatta pek çoklarının şike yaparcasına sessizliğe bürünmesi ya da kimseyi kırmadan, kızdırmadan sadece soyut mesajlarla yetinmek suretiyle bir tür "majestelerinin muhalefeti" rolünü oynamayı tercih etmesi karşısında ısrarla ve tavizsiz biçimde tepkinin ortaya konulması gerçek değeri belki ancak yarınlarda anlaşılabilecek önemde büyük bir kazanım olmuştur.

Konuya daha geniş perspektiften baktığımızda ise savaşa karşı küresel çapta ortaya konulan tepkilerin Irak'a yönelik Amerikan saldırganlığını engelleme hususunda başarısız da kalsa en azından hem saldırganlığın boyutlarını etkileme, hem de ona karşı çıkışları cesaretlendirme noktasında gayet etkili ve başarılı olduğunu söylemek mümkün.

Tepkiler ABD Dayatmasına Karşı Direnmeyi Kolaylaştırdı!

ABD'nin savaş hazırlıklarına başladığı andan itibaren ortaya konulan geniş kitlelerin süreklilik taşıyan eylemleri ABD'nin planlarının istediği gibi gitmemesinde belirleyici rol oynamıştır. Savaşa önceleri daha kısık seslerle karşı çıkan pek çok ülke sürecin ilerlemesiyle kendi halklarından ve bir ölçüde de "dünya kamuoyu"ndan yükselen tepkilerle daha net tutumlar almışlardır. Bu durum hem bazı Ortadoğu ülkelerinin, hem de Avrupa Birliği üyesi kimi ülkelerin tutumlarında açığa çıkmıştır. ABD'nin ağır ve bunaltıcı baskıları karşısında zor duruma düşen pek çok yönetim diğer gerekçelerle birlikte bu tepkileri de gerekçe göstererek direnme tutumunu sürdürebilmiştir.

Nitekim genelde dünyadaki tepkilerle kıyaslandığında cılız sayılabilecek bir profil izlemesine ve sistemin katı işbirlikçi kimliğine rağmen Türkiye'deki savaş karşıtı tepkilerden hükümetin etkilendiği bizzat resmi makamlarca yapılan çeşitli açıklamalarla da ortaya konulmuştur.

Öte yandan Irak'a yönelik saldırganlığa karşı gösterilen tepkilerin Irak'ta savaşı önleme hususunda başarısız kaldığı kabul edilecek olsa bile dünyanın geleceği açısından paha biçilmez bir katkı sağladığı kabul edilmelidir. Şöyle ki, bu savaşın sadece Irak'ı hedef alan ve Irak ile sınırlı kalacak bir savaş olmadığı; ABD'nin dünyayı emperyalist hedefleri ve çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn etmeye yönelik uzun soluklu planlarının bir parçasını, ilk aşamasını teşkil ettiği dünyada pek çok kişi tarafından paylaşılan bir görüştür. Aynı şekilde daha sonraki aşamalarda ABD'nin İran'ı, Suriye'yi, Lübnan'ı, Kuzey Kore'yi, hatta Suudi Arabistan'ı, Pakistan'ı dahi kapsayacak bir saldırganlığa girişeceğinden söz edilmektedir. Nitekim bunlar sadece kimi anti Amerikancı analistlerin komplo teorileri sayılabilecek iddialar olmayıp, bizzat bugün Amerikan yönetiminde etkili şahısların değişik vesilelerle medyaya yansıyan planları, en azından temennileri olarak dikkati çekmektedir.

Amerikan Yayılmacılığına Tepkiler Dünden Daha Güçlü!

Tam da bu noktada savaş karşıtı tepkilerin ABD'nin saldırgan ve yayılmacı hesaplarını zora soktuğu söylenebilir. ABD yönetimi, rejimi dolayısıyla dünyada çok az sempatiye sahip, dostundan çok düşmanı bulunan Irak gibi bir ülkeyi hedef aldığında dahi bu ölçüde yaygın ve kitlesel tepkilerle karşılanabiliyorsa, sanırız bir başka ülkeye saldırmaya kalktığında dünya genelinde ne kadar büyük bir muhalefetle karşılaşacağını hesaplayacaktır.

Şurası gayet açık ki, savaş karşıtlığı şeklinde tanımlanan tutumun omurgasını emperyalizm karşıtlığı oluşturuyor. Amerikan emperyalizminin giderek dizginsizleşmesi karşıcında geniş kitlelerin biriken öfkesi adeta savaş karşıtlığı çerçevesi içinde kendini dışa vurmuş oldu. Saldırganlığın, istikbarın küreselleşmesi buna karşı tepkinin de küreselleşmesini beraberinde getirdi. İletişim imkanlarının ve seçeneklerinin yaygınlaşmasının sağladığı kolaylıklar da süreci hızlandırdı. Sonuçta Amerikan sömürgeciliği, yayılmacılığı, hukuksuzluk ve sınır tanımazlığı adeta bir yeryüzü intifadası doğurdu.

Bu yönüyle bakıldığında savaş karşıtlığı hiç de öyle bazılarının sandığı gibi hayatın konforundan vazgeçmek istemeyen kitlelerin vicdanlarını rahatlatmak için başvurdukları eğlenceli bir meşgale değildir. Elbette konuya bu tarz yaklaşanlar da olmuştur ama genelde bakıldığında görülecek olan şey savaş karşıtlığı adı altında ortaya konuların kitlelerin adaletsizliğe ve ikiyüzlülüğe karşı isyanı olgusudur. Kısacası insanlar emperyalist saldırganlığı temsil eden savaşa karşı savaşmış ve savaşmayı da sürdürmektedirler.

Neredeyse tüm yeryüzü coğrafyasını kapsayan savaş karşıtı tepkilerin homojen bir nitelik taşımadığı, farklı temellerden kaynaklandığı ve farklı amaçlar içerdiği bir olgu olmakla birlikte tüm bu hareketliliğin, duyarlılığın odağında adalet arayışının bulunduğu görülmekte. "Adalet" farklı inanç ve pratiklere sahip kesimlerce farklı tanımlanan bir kavram olmakla birlikte insanın özüne dönük bir yönelimi, fıtri bir arayışı içermekte ve bu yönüyle de en azından yöneliş itibariyle sahih bir çabayı yansıtmakta. Bu çabayı Kur'an'ın bildirdiği yöne sevketmek ise öncelikle İslami kimliğin güzel ve yaygın bir biçimde örneklendirilmesi, somutlaştırılması ile mümkün olacaktır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR