1. YAZARLAR

  2. Rania Al Malky

  3. Rabia, Mısır’ın Hiç Unutmayacağı, Masumların Katliamıydı

Rabia, Mısır’ın Hiç Unutmayacağı, Masumların Katliamıydı

Eylül 2017A+A-

Mısır’ın darbe öncesi propaganda makinesinin, alternatif bir gerçekliği sunmak için nasıl fazladan mesai yaptığını ben ve diğerleri hatırlıyor.

Katliam Nasıl Hatırlanıyor?

Mısır polisi ve ordusu, Rabia Meydanı'ndaki göstericilere 14 Ağustos 2013'te vahşice saldırdıktan birkaç hafta sonra, NPR Kahire bürosundaki bir gazeteci bir röportaj yaptı. Şimdi adını hatırlayamıyorum ancak onun 1989'da Pekin'deki Tiananmen Meydanı'ndan bilinen bir fotoğrafçı hakkında paylaştığı bir hikâyeyi asla unutmayacağım.

Fotoğrafçı, tüfek ve tanklar ile birliklerin bir demokrasi hareketini nasıl bastırdığına ve yüzlerce protestocuyu nasıl öldürdüğüne tanıklık etmiş ve olanları belgelemişti. Ve mucize eseri tutuklanmamıştı. Daha sonra, yeni fotoğraflar çekmek için meydana geri döndüğünde katliam izlerinin tamamen silinmiş olduğunu gördü.

Bu sırada televizyon yayınları olağan günlük hikâyeleri vermeye devam ediyordu. Öyle ki bir noktada o, fotoğrafların kendisi tarafından çekilip çekilmediğini ya da hükümetin yaptığı vahşi saldırının yaşanıp yaşanmadığını sorguladı, hatta olayların gerçekten başına gelip gelmediğini bile düşündü.

İnsanlar travmaya karşı gelmekte eşsiz yollara sahiptirler. Katliamdan birkaç gün önce, Müslüman Kardeşler tarafından 2013’te Kahire’de düzenlenen iki darbe karşıtı protestonun merkezi olan Rabia ve Nahda meydanlarını ziyaret ettim.

Çok sıcak günlerdi. Ayrıca Ramazan ayıydı ve protestocular oruç tutuyorlardı.

Devletin ve özel medyanın söylemlerinde meydanı "istila ettiği" iddia edilen silahlı haydutları bulmak için çadırların çevresinde dolaştım. Tesadüfen bir araya gelerek, birkaç asker ve polis idari binasına 30 metreden daha kısa bir mesafede, insanları katlederek binaların altına cesetleri sakladıkları iddia ediliyordu.

Hiçbiri doğru değildi.

Benim gördüğüm olağanüstü şeyler yapan olağan insanlardı. Onlar olanca tehlikeye rağmen, 2011 yılında Tahrir Meydanı’nda kazandıkları hakların ihlal edilmesine karşı vazgeçilmez bir hak olan protesto hakkını kusursuz bir şekilde uyguluyorlardı.

Bu, topraklarını gasp eden ve gençliklerini sonsuza dek yoksulluk ve cehalet döngüsü içinde köleleştiren 30 yıllık bir diktatörü ortadan kaldırmakla ilgili değildi.

Bu, oy sandığına saygı duyan ve birkaç yılda bir sivil güçlerin barışçıl bir şekilde geçişini sağlayan bir süreç başlatmak hakkında idi.

Günler sonra, devlet televizyonu tarafından hazırlanan iddiaları -silahsız erkek, kadın ve çocukların, onlara protesto alanına güvenli geçiş teklif eden polis ve ordu kuvvetlerine yaptığı saldırıları içeren- teyit etmek için Al-Jazeera'nın yayınını izlemeyi denedim.

Yetkililer bu sırada uydu istasyonunu bozdular, sadece bazı canlı görüntüleri izleyebildim.

Bu yeterli olmadı ancak YouTube birkaç saat içerisinde tamamen farklı bir hikâyeyi anlatan videolarla doldu. Polisin buldozerlerle üzerlerinden geçtiği kanla kaplı cesetler, Rabia camisinde kurulan geçici hastanede ölüme terk edilen gençler ve yaralılar hâlâ içeride iken ateşe verilen cami.

20 Ağustos'ta son yazımı yayınladıktan sonra bir yıl boyunca yazmayı bıraktım. Düşünürlere ve aktivistlere musallat olan askerin iyi yağlanmış propaganda makinesi olan sözde liberal medyayı izledim ve dinledim. O gün olanlar hakkında gerçeği çarpıtmak için sürekli yayın yaptı.

Sistematik sürecin, barışçıl protestocuların Kahire’de Cumhuriyet Muhafızları Kulübü binasının önünde vurulduğu ve Müslüman Kardeşler üyelerinin desteklediği Mısır’ın ilk seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin tutuklandığı 5 Temmuz’da başladığını fark ettim.

Üç gün sonra aynı yerde daha büyük katliam yaşandı ve bu, Uluslararası Af Örgütü tarafından belgelendi. Örgütün raporuna göre yetkililer 5-8 Temmuz tarihleri ​​arasında en az 88 kişiyi öldürdüler.

Katliamın hiçbir kısmı yerel medyada yer almadı. O zamana kadar, propaganda makinesi, tüm yabancı medyalara (Ofisleri basılan Al-Jazeera gibi) karşı paralel bir kampanya izledi ve sahte tanık videoları ile sahte haberler üretti ve bunları dolaşıma sokacak bir sosyal medya ordusunu harekete geçirdi. Kampanyada “şeytani teröristler” ve "sempatizanları" kavramları öne sürüldü.

Bu sempatizan kategorisi, insan hakları örgütleriyle çalışan veya kişisel olarak tecrübe ettikleri bir zulme karşı çıkan veya kendi çevresinde birinin etkilendiğini bilen ve lafını sakınmayan herhangi bir eleştirmeni içerebiliyordu.

New York Times, 6 Temmuz’da erken saatlerde bir haber yayınladı. Habere göre bir gazetedeki bir muhabir, editörünün çalışanlarına “Mursi yanlısı gösteriler hakkında rapor sunmamak” için açık talimatlar verdiğini ve “Makale ve haberlerde şiddet faillerinin her zaman İslamcılar olması gerektiğini” salık verdiğini söylüyordu.

Günlük söyleşi programları (talk show) Müslüman Kardeşler’in başlatmak istediği bir iç savaş korkusunu pompalıyordu. Eğer resmi söylemi tamamen kabul etmediyseniz, ya öldürülür ya tutuklanırdınız ya da ofisiniz kapatılırdı.

Büyük bir örtbas hareketi harfi harfine uygulanmıştı. Meydan temizlenmiş ve bir aydan daha kısa bir sürede yeniden açılmıştı. Cami yeniden inşa edilmiş ve tümü beyaza boyanmıştı.

Katliamın ikinci yıldönümünde, hükümet Rabia Meydanı’na 2015 Haziranında bombalı bir saldırıda öldürülen ve Kahire’de kötü bir şöhrete sahip olan savcı Hişam Berekat’ın adını verdi.

Berekat, ordu Mursi’ye darbe yaptıktan birkaç gün sonra, 10 Temmuz 2013'te yemin etti. Tartışmalı görevi, uluslararası insan hakları örgütlerinin kanguru mahkemeleri olarak nitelendirdikleri olaylarda, Müslüman Kardeşler üyelerine verilen idam cezalarının rekor sayıda olmasını içeriyordu.

Berekat ayrıca Tahrir ayaklanmasına karıştıkları bilinen gazetecilerin ve İslamcı olmayan muhalif eylemcilerin kovuşturmalarına da öncülük ediyordu.

Hitler’in Mein Kampf'ta yazdığı gibi: “Propaganda, bir doktrini tüm insanlara kabul ettirmeye çalışır. Propaganda, bir fikrin bakış açısından genel halk üzerinde çalışır ve onları bu fikrin galibiyetine hazır hale getirir.”

Onun stratejisi nihayetinde Nazi Almanya’sının toplama kamplarına yol açtı. Mısır'da ise 40 binden fazla kişinin hapsedilmesine, yüzlerce insanın kaybına ve nihayetinde yaygın bir sessizlik ve ilgisizlik kültürünün güçlenmesine yol açtı.

Abdulfattah es-Sisi, Nazi ve ona komşu diğer diktatör mevkidaşlarından (Nasır gibi) ve diğer askerî diktatörlerden farklı olmayarak, İslamcılara karşı şiddete tolerans gösteren bir ortam oluşturdu.

Aynı zamanda hükümet, Mısırlıları refaha ulaştırabilecek tek istikrarlı güç olarak askerî liderlik için "popüler irade ve destek" cephesini genişletti.

İronik olan ise Mısırlıların, son dört yıldır, aşırı şişirilmiş yakıt fiyatları ve hizmet kayıpları nedeniyle geçim kaynaklarının kötüye gitmelerinden mustarip olması. Dört yıl önceki ölüleri bir kenara bırakırsak, onların yüreklerinde adaletsizliği düşünmek için hiçbir empati kalmamıştır.

Yükselen Korku

Bana göre her şeyi özetleyen bir anekdot ile bitiriyorum.

Temmuz 2015, darbenin ikinci yıldönümü zamanları... Alev alev yanan Kahire güneşi bembeyaz kıyafetlerimi delip geçiyordu.

Kahire'de tırmanan sokak taciziyle yüzleşirken kendini savunan 21 yaşındaki bir kişiyi konu alan bir belgesel film projesinde çalışıyordum. Ramses Meydanı’nda bir yeraltı metro istasyonunda, birkaç saniye boyunca bir adamı çekmek zorunda kaldım.

Bir iPhone'dan başka bir şey olmadan, metro çıkışında durdum ve filme başladım. Ancak birkaç dakika geçmeden, birden ortaya çıkan kalabalık bir erkek grubuna karıştım. Genç bir kadın -hâlâ yüzünü hatırlıyorum- akciğerlerini yırtarcasına çığlık atmaya başladı ve beni Al-Jazeera için çalışan bir casus olarak suçladı.

Beni polis karakoluna götürmek konusunda ısrar etti. Korkunç, bir devriye memuruna başvurdum, yaşlı bir adam beni bu beladan çıkarmanın tek yolunun telefonumu ve kimliğimi alıp metro polisine bildirmek olduğunu söyledi. İşe de yaradı. Bir sivil polis, cüzdanımdaki her öğeyi, telefonumdaki her resmi kontrol etti ve hatta bazı kişisel sesli notlarımı dinledi.

Kararı beklerken, neredeyse gözyaşları içinde, zayıf ve korkmuş yaşlı bir adam, raylar üzerinde yürürken gördüğü iki "şüpheli görünümlü" adamı raporlamak için içeri girdi.

Adamlar, ihtiyarın gözünde terörist olmalılar.

Mısır bu hale geldi işte: Korkmuş yaşlı bir adam ve öfkeli bir çete.

Rabia 25 yıl önce Tiananmen Meydanı değildi. Ancak, birkaç yılda, hegemonik devlet mesajına (geçici) bir alternatif sunan iletişim devrimine rağmen, tam olarak aynı yere dönüşmek olağanüstü bir şey herhalde.

-------

* Rania Al Malky, International Herald Tribune'in yerel yayıncı ortağı olan Daily News Egypt'in (2006-2012) eski yazı işleri müdürüdür. Halen çeşitli yayınlar için serbest çalışmaktadır.

Middle East Eye / 14.07.2017 / Çeviren: Gökhan Ergöçün

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR