1. YAZARLAR

  2. M. Masum Hocaoğlu

  3. “Rabbimizle İş Tutmak”

M. Masum Hocaoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

“Rabbimizle İş Tutmak”

Şubat 2005A+A-

Yeryüzünde varoluş gayesini doğru tespit etmeyen/edemeyen insanlığın, hangi beşeri değerlere sarılırsa sarılsın, süreç içerisinde "çuvallayacağı" tarihi bir hakikattir. İnsanlığın bir bölümü, bugün esamisi okunmayan sınıfların çatışması üzerine inşa edilen değerlere sarıldı. Bu değerlerin, o insanları nereye kadar taşıdığı ve nerede bıraktığı gün gibi ortadadır. Sonuç tam bir hayal kırıklığı oldu.

Batı'nın "zihin dünyası"nın üzerine inşa edildiği değerlerin de insanlık alemini selamete çıkarmayacağı, çıkaramayacağı yeryüzünde uygulamaya koydukları tahripkar projelerinden anlaşılmıştır. Mevcut uygulamalarından dolayıdır ki "tarihin sonu" senaryoları, yine kendi akıl babaları tarafından dillendirilmektedir. Güya insanları kurtarmak için projelerini faaliyete koyan Batı'nın, geriye kan, gözyaşı ve enkaz bıraktığı, görmek isteyen gözler için ortadadır. Bu projelerini uygulamaya koyarken, zihnini üzerine inşa ettiği değerlerden bağımsız hareket ettiği boş bir iddia olacaktır. Başka bir deyişle, sahip olduğu değerler; dünya çapındaki zulüm ve katliamlara imza atmasına dayanak olmaktadır. Irak'ta uygulanan vahşete bütün dünya şahittir.

Şu sonuç, net olarak ortaya çıkmıştır ki, maddi gelişmelerin dışında insanlığa önder olabilmek için bir "kabiliyet" gerekmektedir. Bu kabiliyet, insanlığa maddi gelişmelerin sonuçlarını koruma imkanı sağlayan ve insanın maddi gelişme arzusunun yanı sıra, fıtri ihtiyaçlarına da cevap veren bir düşünce sisteminin gözetimi altında faaliyet icra etmesini temin eden inanç ve o inancın kendine has uygulamalarından başkası olamaz.

Nankör insan, tarih boyunca hem dünya hem ahiret saadetini esas alan bir duruşu muhafaza edememiş, sarkaç hep bir tarafa sarkmıştır.

Bugünkü Avrupa, insan hayatının gayesini sadece zevk ve eğlenceden ibaret sayar. Ömrü, hayatta kullanacağı araçları üretmekle geçer. Çağdaş medeniyet öylesine gayesiz, öylesine dünyevi bir hale düşmüştür ki, neredeyse yeni bir İsa bekler durumdadır.

Bu çerçevede İslam, dengeli bir medeniyet kurmuş; ancak süreç içerisinde bu hakimiyetini kaybetmiştir. Fakat bu durum, İslam'ın "yegane kurtarıcı" olduğu hakikatini değiştirmemektedir. Rabbimiz şöyle buyurmuştur:

"Siz, insanlar için çıkarılmış ümmetlerin en hayırlısısınız. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarsınız ve Allah'a inanırsınız." (Al-i İmran, 143)

Yine Bakara 143. ayette: "İşte böylece sizi vasat bir ümmet kıldık ki, insanlara şahitler olasınız ve Peygamber de sizlere şahit olsun diye…"  buyurmuştur.

Bugün insanlık, "bilincini" yitirmiştir. Nasıl, neden ve niçin sorularını doğru cevaplayamayan insanlığın, bu "bilinç kaybı" devam etmektedir. Başka bir deyişle, "Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum?" soruları doğru yanıtlanmadıkça felaketler insanlığın peşini bırakmayacaktır. Rabbimiz bu soruların cevabını açık ve net bir şekilde vermiştir:

"Ben insanları ve cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zariyat, 56)

"İnsanın yeryüzünün halifesi olduğu" (Neml, 62) (Bunun anlamı: İnsanın sahip olduğu akıl ve iradeyle; yaratılış amacına uygun bir hayatı yeryüzünde inşa etme sorumluluğuna sahip olduğudur.)

"İnsan benliğinin yaratılış amacına uygun şekillendirildiği..." (Şems, 7) buyurulmuştur.

İnsanlığın içinde bulunduğu buhranın temel nedeni, varoluş amacını doğru tespit edememesidir. İnsanlık; Allah'ı gereği gibi takdir edemediğinden, sahte ilahlar türetme yoluna gitmişlerdir. İnsan onur ve haysiyetinin ayaklar altında çiğnenmesi, hak ve hürriyetlerinin heba edilmesi yaratılan ortamın doğal bir sonucudur.

Tarihi, insanlıkla yaşıt olan risalet kurumu, çözümün nasıl ve nerede olduğunu öğretmiş olmalıdır. Müslümanların insana/insanlığa dair bütün sorunların çözümünde bu örnekliği esas alması kaçınılmazdır. İslam'ın gerek çözüm önerileri, gerekse çözüm yolları kendine özgüdür. Müslümanların, insan hak ve hürriyeti ve ihlaller ile ilgili yaklaşımı da bu esaslar çerçevesinde belirlenmelidir. İslam'ın, zulüm, hak, adalet, özgürlük vb. kavramlara yaklaşımı, Batılı değerlerle inşa edilen "zihin dünyası"nın yaklaşımından, elbette çok farklı olacak/olmalıdır. Örnek olarak Rabbimiz: "Şirk, en büyük zulümdür." buyurmuştur. Bunun doğal sonucu olarak şirk koşan insan kendi nefsine en büyük zulmü yapmış olmaktadır. İslam'ın öngördüğü mantıkla düşünüldüğünde kendi nefsine karşı zulmü ortadan kaldıramayan insanın başkalarına yapılan zulmü kaldırması beklenemez.

Kısaca özetlersek, şirkin olduğu yerde zulüm var olmaya devam edecektir. Bundan dolayıdır ki peygamberler, her türlü zulüm ve ifsadın karşısına "tevhid bayrağıyla" çıkmışlardır. Müslümanlar isteseler de zulme seyirci kalamazlar. Bu mücadele kulluklarının bir gereğidir. Peygamber'in dilinde tepkisizliğin adı, zulme ortak olmaktır. Ancak bu tepkimizi doğru yer, zaman ve referanslarla ortaya koymamızın gerektiği açıktır. Dinimiz "niyet" ve "amel" bütünlüğü öngörmektedir.

İnsanlık aleminin, insan hakları ihlallerini önleme konusunda, bazı doğru tecrübelere ulaşmış olması, Müslümanların ne niyetlerini ne de referanslarını görmezlikten gelmelerini gerektirmez. Hele bu konuda Batı'ya hayranlık duymak büyük bir zillettir.

Sonuç olarak insanlar, Rableriyle iş tutmadıkları sürece zulümle baş edemeyeceklerdir. Rabbimizle iş tutmamak başlı başına bir zulümdür. Müslümanların bu duyarlılıklarını korumaları ve saflarını sıklaştırmaları gerekmektedir. Rabbim bize acısın ve yardımını esirgemesin.

Diyarbakır

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR