1. YAZARLAR

  2. Serdar Bülent Yılmaz

  3. "Özgür Kürdistan"ın Tutsağı Kürdistan Halkı

Serdar Bülent Yılmaz

Yazarın Tüm Yazıları >

"Özgür Kürdistan"ın Tutsağı Kürdistan Halkı

Ekim 2007A+A-

Irak'ta Kürt federe hükümetinin kurulması, bir anda tüm Ortadoğu'nun dikkatinin bu bölgeye çevrilmesine neden oldu. Bir yandan başta Türkiye kaynaklı olmak üzere yoğunlaşan ırkçı tehditlerle yüz yüze gelen bu bölge, diğer yandan yeni bir ulusal devlet heyecanı içindeki kimi çevrelerce adeta kutsanır olmuştu. Geçmişinde büyük acılar çekmiş bir halkın insancıl ve adil bir yönetime kavuşacağı beklentisi yaygındı. Ancak gelinen noktada işgal altında kan gölüne çevrilmiş Irak'ın bu parçasının da güvenlik-özgürlük dengesini kurabilmenin çok uzağında olduğu açıkça görülmekte.

Irak'ın genelinde görülen şiddet ortamından görece uzak olan bu bölgede en büyük sorun güvenlik kaygısının adalet ve özgürlüğün önüne geçmesi. Ülkede neredeyse herkesin şüpheli görülmesine, şüphenin çoğu kez hukuksuz gözaltı ve işkencelerle sonuçlanmasına ve özgürlüklerin kısıtlanmasına "terör konsepti"ne dayanılarak hep aynı kavram gerekçe gösterilmekte: Ulusal güvenlik. Konu ulusal güvenlik olunca hak aramanız bile şüpheyle, hatta tepkiyle karşılanıyor. Çoğu kez terörizmle ilişkilendirilen bu kavram, ihlallerin araştırılmasının önündeki en büyük engel. Bu kavramın arkasında her türlü hukuksuzluk işleniyor. Irak Kürdistanı tam bir polis devleti mantığıyla yönetilmekte.

Metin Demir ve arkadaşları Kürdistan'a gittiklerinde birkaç günlük ziyaretle ülkeyi tanıyıp geri dönmeyi umuyorlardı. Ancak Metin Demir daha sınırdan girer girmez gözaltına alındı. Bir isim benzerliği ile başlayan süreç, yardımcı olmak için giden Mustafa Eğilli ve Hasip Yokuş'u da içine alarak hiç ummadığımız bir noktaya geldi. Kürdistan'da gözaltının inkar edilmesine ilk defa bu olayla tanık olduk.1 Metin Demir ve arkadaşları on beş ay boyunca ne mahkemeye çıkarıldılar ne de ne ile suçlandıklarına dair bir fikir edinebildiler.

Bu süreçte Kürdistan'daki güvenlik, adalet ve yargı sistemini daha yakından tanıma fırsatı bulduk. Daha önceki duyumlarımız ile bu süreçte yaşadıklarımız ve öğrendiklerimiz arasında dağlar kadar fark vardı. Özgür Kürdistan ile birlikte Kürt halkı gerçekten ne kadar özgürleşmişti. Baştan söyleyelim dile getirdiklerimiz ulusal duygularıyla hareket edenlerin canını fazlasıyla sıkacaktır ancak bunları herkesin özellikle de mazlum Kürt halkının bilmesi gerektiğine inanıyoruz.

Kürdistan'da Otorite Mücadelesinde Ezilen Halk Oluyor

Bölgede siyasal olarak iki büyük parti var: KDP ve Yekiti (KYB). KDP bir aile partisi. Partinin tüm önemli noktalarında Barzani ailesi var. Şimdi bölgesel hükümette de aynı tabloyu görmek mümkün. Yekiti ise bir aile partisi olmamakla birlikte Ortadoğu demokrasilerine uygun bir şekilde Talabani'nin emrinde. Bu iki parti Kürdistan'da yıllarca otorite mücadelesinde kan döktüler. Halkın dilinde 'brakuji' diye adlandırılan bu hadiseler ABD'nin müdahalesi ile son yıllarda maskelenmiş görünmekle birlikte kan dökmeden, örtük bir şekilde devam ediyor. Ülkede nüfuz alanlarını korumak ve geliştirmek için her türlü yöntemi kullanıyorlar. Bir yandan da ABD'nin tavsiyeleri doğrultusunda enerjilerini muhalifleri sindirmek için birleştiriyorlar. Amerikalı yazar Solomon Moore, 10 Nisan 2006 tarihli Los Angeles Times'da "Kürdistan'da Güvenlik Özgürlüğün Üstünde" başlıklı yazısında iki büyük partinin muhalif siyasî görüşlere hiçbir alan bırakmadığı tespitinde bulunuyor.2

KDP ve Yekiti'den sonra en güçlü grup ve partiler İslami grup ve partiler. İşgal öncesinde geniş toplumsal destekleri, askeri güçleri olan bu İslami oluşumlar, işgal ile birlikte ABD ve bölgesel yönetimin hedefi haline geldi. Özellikle yolsuzluk ve baskılardan yılan toplum, İslami partileri KDP ve Yekiti'ye alternatif olarak görüyor. Bölgesel yönetim ise bu partilere giderek artan toplumsal teveccühü pek hoş karşılamıyor. Taraftarları giderek artan İslami partiler ve özellikle de Yekgırto (Kürdistan İslami Birlik Partisi - KİB), işgalle birlikte yönetimi ve petrol gelirlerini paylaşan ve ABD'nin İslamcılara karşı başlattığı sürek avına katılan KDP ve Yekiti'nin sindirme politikası ile karşı karşıya kalıyor.3 Kendi bölgelerindeki egemenliklerini sürdürmek ve garanti altına almak isteyen iki büyük parti de muhalif parti ve grupları sindirmeye çalışıyor.

İşgalin ilk günlerinde, o dönemde KDP ve Yekiti gibi meşru kabul edilen bir siyasal parti ve hareket olan Ensar el-İslam'ın etkin olduğu köylerin ABD tarafından bombalanması ile muhalefeti sindirme süreci başlamış oluyordu. Bombalanan köylerin Yekiti tarafından ihbar edildiği / hedef gösterildiği o dönemde çeşitli kesimlerce dile getirilmişti.

Bombardımanın ardından canını kurtaran birçok kişi İran'a gitmiş ve bir müddet sonra geri dönmeleri durumunda kendilerine dokunulmayacağı yönünde hükümet tarafından taahhüt verilmişti. Geri döndüklerinde bu söz yerine getirilmediği gibi hepsi cezaevinde çeşitli işkencelerden geçirildiler ve hâlâ cezaevinde tutulmaktadırlar.

Bu olay ile startı verilen baskı ve sindirme politikası, Kürdistan'da yönetimi belirleyecek olan genel seçimlerde diğer bir İslami parti olan Yekgırto'ya yöneldi. 15 Aralık 2005 tarihinde, Behdinan bölgesinde yaşanan bu olayda, KDP taraftarları tarafından Yekgırto büroları ateşe verildi ve aralarında milletvekili adaylarının da olduğu birçok kişi öldürüldü. Bu olayın KDP'nin bilgisi dâhilinde olduğu iddiaları yabana atılacak iddialar değildi. Bu saldırılara partilerin emrinde hareket eden polisin sessiz kalması vahim olmanın yanında bu iddiayı doğrular nitelikte. Belki de daha vahim olanı, Erbil Valisi Nevzat Hadi Mevlud'ün, 15 Aralık seçimlerinden önce Kürt ittifakından desteğini çekmesinden dolayı KİB'i suçlaması. Mevlud, bunun Kürdistan'ın Bağdat'taki pazarlık gücünü kıracağını söylüyordu.4 Bu sözler Kürdistan'da ulusal çıkarların nelere kadir olduğuna dair sadece bir gösterge.

Bölgesel hükümetin baskıları, yolsuzlukları, kötü yönetimi ve ajanlıkları belgelenen üst düzey bazı partililere yönetimde görev vermeleri nedeniyle halkın giderek daha çok teveccüh gösterdiği Yekgırto, seçimden sonra da petrol gelirlerini paylaşan ve ABD'nin İslamcılara karşı başlattığı sürek avına katılan KDP ve Yekiti'nin sindirme politikası ile karşı karşıya kalıyor.5 Kendi bölgelerindeki egemenliklerini sürdürmek ve garanti altına almak isteyen iki büyük partinin otoritelerini korumak ve pekiştirmek için uyguladığı yöntemlerden en fazla mazlum Kürdistan halkı etkileniyor ve yine zulmün nesnesi Kürdistan halkı oluyor.

Muhalefete dönük baskı ve sindirme politikası çoğu kez 'terörle mücadele' adı altında, baskı altına alınmak istenen karşıt siyasi grup ve kişilerin terörizmle ilişkilendirilmesiyle yaygınlaşmakta ve çeşitli halk kesimlerini içine alarak genişlemekte. Kimi zaman sıradan insanlara yönelen baskılar çoğu kez de KDP karşıtı bilinçli muhaliflere ve onların ailelerine karşı gerçekleştirilmekte.

Kürdistan'da6 zulmün kendisine yöneldiği topluluk, etnik veya düşünsel olarak homojen olmamakla birlikte genel olarak Kürdistan halkıdır. Ezici çoğunluğunu Müslüman Kürtlerin oluşturduğu bu kitlenin en temel vasfı 'hoşnutsuz' olmaları. Diğer bir değişle yönetsel aktivasyonu beğenmeyen, yolsuzluklar karşısındaki rahatsızlığını belli eden, paranoya derecesine varan bunaltıcı güvenlik mekanizmasından şikayetçi olan her kişi, aktif veya pasif her 'hoşnutsuz', işkencelere, yıllar süren tecride uğrayabilmekte ya da gözaltında kaybedilebilmekte. Hükümet veya parti (KDP) için tehlike olarak görülen her kişi veya topluluk (cemaat, parti vs) cezalandırılacaklar listesine alınmakta. KDP'nin en küçük eleştiriye bile tahammülü yok. Dr. Kemal Said Kadir'in düşüncelerinden dolayı jet yargılamayla 30 yıl cezaya çarptırılması7 gibi örnekler burada zikredilebilir.

Çeşitli insan hakları kuruluşlarının tepkisine neden olan ve raporlara yansıyan bu durum artık gizlenemeyecek duruma geldi. Kızılhaç, Af Örgütü, UNAMI, İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi uluslararası kuruluşlar ile çeşitli yayın kuruluşları ve yazarlar tarafından Kürdistan'daki bu vahim durum dile getirilmekte.

İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün Raporundan Yansıyanlar:

İnsan Hakları İzleme Örgütü Ortadoğu Yönetmeni Sarah Leah Whitson'un direktörlüğünde, "Girdaba Yakalananlar: Kürdistan Güvenlik Güçlerinin İşkence ve Adil Yargılama Hakkını inkar Uygulamaları" başlıklı 58 sayfalık bir rapor yayınladı.8 Bu rapor Kürdistan'daki cezaevleri ve yargılama sistemi hakkındaki en detaylı rapordur.

Raporda, KDP ve Yekiti'nin bölgesel yönetime bağlı İçişleri Bakanlığı'ndan bağımsız kendi özel güvenlik güçleri ve hapishaneleri olduğunun altı çizilerek, bu güçlerin elinde çoğu terör suçlarıyla ilişkilendirilerek gözaltına alınan yüzlerce kişi bulunduğu ve kişilerin ağır, sistemli işkencelerden geçirildiği ve işkencenin bir sorgu yöntemi olarak kullanıldığı anlatılmakta.

İşkence vakalarında en yaygın yöntemlerin, daha çok demir çubuk ve diğer araçlarla gerçekleştirilen kaba dayak, elektrik verme, vücutta sigara söndürme, sıcak ütü basma, bazen yıllar süren gözü bağlı ve ellerin arkadan kelepçeli bir şekilde tutulması şeklinde olduğu biliniyor.

Rapor, adalet mekanizmasıyla ilgili çok yaygın bir başka keyfiliği de doğruluyor. İzleme Örgütüne göre gözaltına alınan kişilere yönelik herhangi bir suç isnadında bulunmadan ve yakınlarıyla veya avukatlarıyla görüşmesine izin verilmeden yıllarca sorgu merkezlerinde tutuluyorlar. Kürt yetkilileri ise konuyla ilgili girişimde bulunan herkese sorunun 'ulusal güvenlik' ile ilgili olduğunu ve uzak durmaları gerektiğini söyleyerek, ilgili makamlar nezdinde olası girişimlerin önünü kesiyorlar.

Israrcı olan aileler gözaltına alınmakla tehdit ediliyor ve Kürdistan'da gözaltının anlamını bilen aileler için bu tehdit yeterince caydırıcı olabiliyor.9

Bununla birlikte tutsaklar ne sorgu yargıcının önüne çıkarılıyor ne de makul bir süre içinde yargılanıyor. Tutsakların bu uygulamalara itiraz edebilecekleri bir merci ve mekanizma da bulunmuyor.

Raporda öne çıkarılan bir diğer husus da tecrit olayı. İnfiradı olarak adlandırılan tecritte yıllarca tutulan insanların olduğu çeşitli kaynaklarca da doğrulanıyor. Bu şartlarda çıldıran tutsaklardan bahsediliyor.

Kürdistan'da çok yaygın bir şekilde uygulanan diğer bir baskı ve yıldırma yöntemi de 'bedel'. Bedel yöntemiyle suçlanan ve aranan kişilerin yerine yakınları rehin olarak yıllarca gözaltında tutuluyor.

Raporda tespit edilen keyfi uygulamalardan bir diğeri de cezası kesinleşmiş mahkûmların mahkûmiyet süresi bitmesine karşın hâlâ cezaevinde tutulmaları.10 Bu uygulama tam anlamıyla keyfiliğin zirvesi.

Irak'ın genelinde yaşanan gözaltında ölüm ve kayıplardan Kürdistan halkı da nasibini fazlasıyla almış durumda. Gözaltına alınanların bir kısmı ağır işkencelere dayanamayarak yaşamını yitiriyor. Bu tarzda ölen insanların sayısı bilinmemekle birlikte, kuruluş ve darbe yılları Türkiyesi'nde ve dünyanın başka yerlerinde edindiğimiz tecrübelerden hareketle sayının kabarık olacağını kolaylıkla tahmin edebiliriz. Biz biliyoruz ki adalet mekanizmasının işlemediği her yerde bu gibi vakalar yaşanmaktadır.

Gözaltında kayıpların bir kısmının artık öldüğü varsayılıyor. Ancak önemli bir kısmının Sicna Sırri-Bange Terör denilen gizli sorgu merkezlerinde tutulduğu sanılıyor. Her türlü girişimin geri püskürtüldüğü bir sistem içerisinde aileler yakınlarından yıllarca haber alamıyorlar.

Keyfi gözaltı11 vakalarında ilginç olduğu kadar vahim diğer bir uygulama olarak da 'kişisel haciz'den de bahsedilmektedir. Haczedene bir imtiyaz olarak karşımıza çıkan kişisel haciz, partide üst düzey görevlerde bulunan herhangi bir kişinin rahatsız olduğu (rahatsızlığın boyutları değişebilir) kimseyi 'bu benim hacizlimdir' diyerek cezaevine göndermesi olayıdır. Haczedilen kişi mahkemeye çıkarılmamakta ve haczeden izin vermedikçe serbest bırakılmamaktadır.

Bu konuyu daha önce de BM Irak İçin Yardım Misyonu (UNAMI) 7 Mayıs 2007 tarihli raporunda dile getirmişti. Terörizm şüphesiyle yakalananlar başta olmak üzere mahkumların durumunun endişe verici olduğu, tutuklulara işkence ve kötü muamele yapıldığı ve birçok mahkumun yargılanmaksızın uzun yıllar cezaevinde tutulduğu bu raporda da belirtiliyor.13

Başlı Başına Bir Baskı Nedeni: Müslümanlık

ABD emperyalizminin Müslümanlara baskı kurmak amacıyla üretip yaygınlaştırdığı İslamofobi ve küresel terör konsepti Kürdistan'da da Müslümanlara dönük baskı aracına dönüyor. Bölgesel yönetimin desteklediği dejenere edilmiş İslami anlayışı benimsemeyip kendi İslami anlayışlarını yaşamaya çalışan herkes yönetim için potansiyel suçlu. Gözaltına alınanlara sorulan ilk sorulardan biri namaz kılıp kılmadığı, eşinin başının örtülü olup olmadığı, Kur'an ezberinin olup olmadığı şeklinde. Tabi bu soruları cezaevinde seccade vermek ve Kur'an hediye etmek için sormuyorlar. Cezaevlerinde cemaatle namaz yasak. Bayram ve Cuma namazları bu nedenle kılınamıyor. Tecritte Kur'an yasak. Koğuşlarda son aylarda 'Kızılhaç'ın baskısıyla ikişer adet Kur'an-ı Kerim bulundurulabiliyor. Tabi ki tüm hapishanelerde değil. Moore, bu gerçeği de yazısına taşıyor ve insanların terörist olmakla suçlanacakları korkusuyla Müslümanlıklarının gereğini özgürce yerine getiremediklerinden şikâyet ettiklerini halkın tanıklığına dayanarak anlatıyor. Baskılar bunlarla sınırlı değil. Son olarak Federal Kürdistan Eğitim Bakanlığı'nın okul belgelerinde kız öğrencilerin başörtülü resim kullanmalarını yasaklaması bu işin nereye varacağı ve bu konularda kimlerin örnek alındığı konusunda bize yeterince ipucu veriyor.

Yaşananlar Neden Gizli Kalıyor?

Metin Demir hadisesi ile birlikte karşılaştığımız bu tabloya ilk başta inanmak güç geliyor. Özellikle olayların bir kısmını yaşamamış, bir kısmını uluslararası kurumların raporlarında okumamış ve tutsaklığı yaşayan arkadaşlarımızdan duymamış olsa idik herhalde biz de pek inanmazdık. Çünkü Kürdistan hakkında medya vasıtasıyla yansıyanlar, Kürdistan'ın bir özgürlükler cenneti, Kürtlerin yaşadığı diğer parçalardaki baskı ortamlarından farklı olarak herkesin kendini gerçekleştirebildiği bir adalet ülkesi olduğu yönündeydi. Peki, tüm bu yaşananlar nasıl oluyor da şu iletişim çağında gizli kalabiliyor?

Aslında biraz dikkatli bakınca anlaşılabilir bir durumla karşı karşıya olduğumuzu görebiliyoruz. Kısaca nedenleri sıralayacak olursak: Birincisi, Kürdistan dışında kalan Irak'ın diğer bölgelerinin insan hakları ihlallerini örtecek bir biçimde kan gölüne dönmüş olması. Bu manzara Irak'ta yaşanan diğer olayları maskeliyor. İkincisi, zulmün ve vahşetin her çeşidine maruz kalmış Kürtlerden bu tür haksızlıkların, beklenmemesi. Orada insanların yaşananlardan ders çıkararak daha adil olacağı yönündeki ön kabul. Üçüncüsü, Kürdistan üzerinde dolaşan, güvenlik paranoyasına dayalı koyu baskı havası. Bu baskı, yaşananlara Kürt halkının tepki vermesini zorlaştırıyor. Ayrıca her gözaltına alınan kişi hakkında terörist yaftalaması yapıldığından, halk bu zulme maruz kalanlara sahip çıkmakta ya tereddüt yaşıyor ya da cesaret edemiyor. Dördüncü ve belki en önemlisi ise, bu zulme maruz kalıp da bir şekilde serbest bırakılan insanların ve yakınlarının yaşanılanları anlatmamaları konusunda tehdit edilmesi, bu konuda aile yakınlarına kefaletname imzalatılması, bununla da yetinilmeyerek gayrimenkullerinin ipotek altına alınması. Hal böyle olunca da zulme maruz kalanlar ve yakınları yaşananları kimseye anlatamıyor ve bu böyle sürüp gidiyor. Diğer bir etken de Kürdistan yönetimi ve ülkesi ile bir şekilde ilişkisi olan insanların bunları bilmesine rağmen girdikleri çıkar ilişkisi ya da ulusalcı bağnazlıklarından kaynaklanan görmezden gelme veya körlük içinde olmaları.

Çarpık Tablonun Sebebi Nedir?

Bölgesel yönetimde etkili görevlere getirilenlerin çoğunun soyadı Barzani. Bilmeyenler için Kürdistan'ın Barzani ailesinden mevcut olduğu sanılır. Oysa Kürdistan'da çok daha büyük aşiretler var. Ancak ülkede oligarşik bir yapılanma şeklinde KDP ile Barzani ailesi, Yekiti ile Talabani çevresi ve bunlar ile hükümet, yargı, devlet kurumları birbirine karışmış durumda. Kürt İçişleri Bakanlığı'na bağlı eğitimli polislerde partizanlığın hâkim olduğunu ifade eden Solomon Moore da bu gerçeğin altını çiziyor.13 Aynı yazıda Kürdistan İslam Birliği Partisi'nden Adalet Bakanı Hadi Ali'nin "Güvenlik güçleri partilerin etinde birer siyasi araç gibi. Her iki partinin de kendi gizli örgütleri ve mahkemeleri var." sözleri aktarılıyor.14 İnsan haklan aktivistleri ve bazı hükümet yetkililerine göre, kendilerine ait gizli cezaevleri olan istihbarat örgütleri Parastin ile Zanyari, gizli izleme ve gözaltı faaliyetleri yürütüyor, medyayı kontrol ediyor ve yargıçları etkiliyor.15

Yekgırto lideri Selahaddin Muhammed Bahaddin'in Rojakurdistan sitesine verdiği röportajda söyledikleri, Kürdistan'da yaşanan zulümlerin kaynaklandığı sistemi adeta özetliyor. S. Muhammed Bahaddin, yetki ve sorumluluklar bakımından parti ile hükümetin birbirine karıştığını, ülkede militerliğin hüküm sürdüğünü ve vatandaşlarının hak ve hukukunda belirsizlikler olduğu ifade ediyor. Cezalandırmalarda adaletsizliğin olduğunu ve de mahkemelerin bağımsız olmadığını ifade eden Bahaddin, ülkede cari olan Baas kanunlarının dahi uygulanmadığının, ve keyfi yargılamalar sonucunda cezalandırmaların yaşandığının altını çiziyor.16

Netice-i Kelam

Kürt aydınlarının Kürdistan'daki insan hakları ihlallerine sessiz kalması olsa olsa insan hakları ve adaletin bir araç olarak görülmesiyle açıklanabilir. Ulusal güvenlik, ulusal çıkar, ulusal birlik gibi ulusalcı argümanlar hukuksuzluğun gerekçesi olamaz, olmamalıdır. Adaletsizliğe yol açan bir tarafgirlik ne kötüdür! Tüm bunlar TC ulus devletinin güvenlik ve devletin bekası adına işlediği zulümleri hatırlatıyor. Aracın amaçlaşmasını, kutsallaşmasını, insan için olması gereken insanların feda edilmesini anlatan "devlet ebed müddet" anlayışından en çok Kürtler çekmedi mi? Şimdi Kürdistan bu ulus devlet anlayışı üzerine mi inşâ edilecek? Unutmamak lazım ki adalet herkese ve her zaman lazım.

Görülen o ki Kürdistan devletleşme süreci ile Türkiye'nin devletleşme süreci aynı kulvarda işliyor. Her ikisinde de aydınlar oligarşinin aydınları, her iki­sinde de yönetici elit zengin ve müreffeh, halk sefil ve perişan. Üstelik her ikisinde de başını kaldıranın başı kesiliyor. Egemenler mazlum bir halkın kurtuluş umutlarını istismar ederek kendileri için yeni ikbal kanalları açıyor.

Zulmün her çeşidine maruz kalan, mazlumiyeti tüm kesimlerce kabul edilmiş Kürtlerin, şimdilerde adının zulümlerle anılmasını arızi bir durum olarak mı yoksa ulusalcılığın ortaya çıkardığı bir sapma olarak mı görmek gerekir? Bu kadar zulüm görmüş bir halkın, insan haklarını ve adaleti bu kadar gündemde tutan Kürt aydınların, bu değerlerin ulusal çıkarlar karşısında askıya alınması karşısında susmasını, adalet duygularının ulusalcı saikler altında ezilip kaybolmasını neyle açıklamalı? Sık sık dile getirilen "Kürtlerin kazanımlarını koruma" anlayışına daha hangi değerler feda edilecek? Kürtlerin kazanımları olarak gösterilenlerin aslında Barzani ve Talabani'nin ekonomik ve siyasi kazanımları olduğu ve Kürdistan halkının bu kazanımlardan yararlandırılmadığı ne zaman anlaşılacak?!

Dipnotlar:

1- 19 Ağustos 2OO6'da Diyarbakır'dan giden Mazlumder-İHD heyetinin bu kişilerle ilk teması sağlamasıyla, gözaltı ilk defa resmi olarak kabul edilmiş, sağlıkları ve yerleri hakkında spekülasyonlara son verilmiş oldu. Heyetin raporunda, adil yargılanmadan suçsuzluk karinesine varıncaya kadar birçok konuda insan hakları ihlali tespit edildi. Gözaltına ilişkin cevaplanması gereken hususlar sıralandı ama hiçbir cevap alınamadı. (Bkz. Mazlumder-İHD Raporu, Ocak 2007)

2- Solomon Moore, L Times, http://www.gelawej.org/modules.php?name=News&file=article&sid=2O54

3- http//www.gundemimiz.com/haber.asp7haberid=25 798

4- agy

5- http://www.gundemimiz.com/haber.asp?haberid=2S798

6- Burada anlatılanlar KDP bölgesi için geçerlidir. Zira elimizdeki veriler daha çok bu bölge ile ilgilidir.

7- Bu konuda İbrahim Güçlü'nün 22.12.2005 tarihli basıp açıklamasına bakılabilir, http://turkish.rizgari.com/modules.php?name-News&file=print&5id=3070

8- http://hrw.org/tutkish/docs/2007/07/03/iraq16332.htm

9- İlginç bir noktayı ifade etmekte fayda var. Tutsak yakınları can havliyle konuyu bağlı oldukları aşiret yetkililerini taşımakta, aşiret reisleri de aşiretin baskısı ile konuyu Barzani ailesine iletmektedirler. Aşiret yetkililerinin terörizm konseptinden kaynaklanan bir mahcubiyet içinde ricada bulunmaları ve bunu zaman zaman yinelemeleri bu aşiretlerin Barzani ailesine karşı ellerini zayıflatmakta. Barzani ailesinin ise aşiretleri kontrolü altında tutabilmek için bu 'minnet', ve 'muhtaçlık' ilişkisinden faydalandığı dile getirilmekte.

10- 58 sayfalık raporun tam metni için bkz. http://hrw.org/reports/2007/kurdistan0707/

11- Uzun yıllardır cezaevlerinde bulunan insanların durumu için de genellikle "gözaltı" dememizin nedeni, cezaevlerinde bulunanların hukuki durumunun "gözaltı" kavramına tekabül etmesidir. Zira geçen uzun zamana rağmen ki, kimi zaman bu aylara kimi zaman da yıllara karşılık geliyor, mahkemeye çıkarılmayan insanların sayısı cezaevlerinde bulunanların kahir ekseriyetini teşkil etmektedir.

12- http://www.ipsinternational.org/tr/news.asp?idnews=29

13- Solomon Moore, LTimes, http://www.gelawej.org/modules.php?name-News&file-article&5id=2054

14- agy

15- agy

16- http//www.rojakurdistan.com/hevpeyvin%20selah.html

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR