1. YAZARLAR

  2. Hülya Şekerci

  3. Özgür-Der Neden Kapatılmak İsteniyor?

Özgür-Der Neden Kapatılmak İsteniyor?

Mart 2009A+A-

28 Şubat sürecinin önde gelen aktörlerinden Hüseyin Kıvrıkoğlu siyasete ve topluma yönelik yakın markaj politikalarının daha ne kadar süreceğine dair bir soruya “bin yıl” şeklinde cevap vermişti. Yani hiç bitmeyecek demek istiyordu, Sayın General. Bizatihi şiddet içerdiği rahatlıkla söylenebilecek bu cevap aynı zamanda sahibinin hiddetini de yansıtmaktaydı.

Gerçekten de Türkiye hiddet dolu yıllar yaşadı ve bugünlere gelindi. Malum sürece nazaran bugün şartların epey değiştiği genel kabul görmekte. Devletin farklı fikir ve kimliklere karşı tahakkümcü, otoriter yaklaşımının değiştiğine, muhalifler de dâhil olmak üzere toplumun farklı kesimlerinin kendisini daha rahat ifade etmesi önündeki engellerin kalktığına ilişkin gözlem ve değerlendirmeler yaygın bir biçimde paylaşılmakta. Bu yüzden Başbakan ve bakanlar meydanlarda, ekranlarda, hükümet yanlısı basın mensupları gazetelerinin manşetlerinde ve köşelerinde bu tepe tepe kullandığımız özgürlük ortamının sürekli biçimde altını çizmekteler. Ah keşke arada bir o tatsız istisnai vakalar da yaşanmasa!   

Bu zaviyeden bakıldığında Özgür-Der hakkında açılan kapatma davası da aynı çevrelerce bu tarz istisnai durumlardan biri sayılacaktır herhalde. Konu tahammülsüz bir bürokratın işgüzarlığı olarak görülecek ve “Bir şey çıkmaz bundan!” denilecektir. Ve muhtemelen dönüp “Kardeşim, siz de bu kadar keskin sözler sarfetmeseydiniz, zaten ortam gergin, ne gerek var bu kadar sertliğe!” diye de ekleyeceklerdir.

Acaba hakikaten öyle mi? Sorun yeni filizlenen özgürlük ortamını yeterince kavrayamayan, işgüzar bir bürokratın hamlığından mı kaynaklanıyor?

Doğrusu hiç sanmıyoruz! Özgür-Der hakkında açılan kapatma davası özü itibariyle resmi ideolojinin korunması ve sürdürülmesine yönelik dayatmacı-şabloncu tutumun somut bir tezahürüdür. Böylece resmi ideolojinin değişmezleri ilgilisine bir kez daha hatırlatılmakta; “Değiştik, değişiyoruz, özgürlük alanını genişletiyoruz!” söyleminin sınırı yeniden vurgulanmaktadır.

Atilla Yayla’nın Atatürk hakkında kullandığı bir ifadeyle “TC’nin kurucusunu sıradan bir insana benzetme suçu” işlemesi; İLKAV’ın eğitimde resmi ideoloji dayatmasının terk edilmesine yönelik etkinliği; Ahmet Türk’ün Meclis’te Kürtçe konuşması ve benzeri gündemler vesilesiyle yapılan şey Özgür-Der’in resmi tören dayatmasına yönelik tavır alma çağrısı için de tekrarlanmaktadır: “Tartışabilirsiniz ama çizdiğimiz çerçevede! Talep edebilirsiniz ama kabul edeceğimiz şeyleri!”

Bildiride Dillendirilen Görüşler Temel Taleplerimizin Bir Parçası

Yani kısacası sorun Özgür-Der’in, çağrısının hukuki boyutunun farkında olmamasından ya da aşırı taleplerde bulunmasından kaynaklanmıyor. Sorun Özgür-Der’in durduğu yerin, sahip olduğu anlayışın ve savunduğu görüşlerin sistemin çerçevesiyle uyuşmazlığından doğuyor. Kışla tipi eğitim anlayışını ve Atatürkçülük dayatmasını varlığının zorunlu şartı kabul eden sistemin “Bu kadarı da fazla!” dediği nokta Özgür-Der açısından en temel hak kategorisinde algılanan ve savunulması zorunluluk arzeden temel bir talep.

Nitekim kapatma davasına konu olan çağrının spontane gelişen bir tepki olmadığı, Özgür-Der’in bu yöndeki talebini sürekli biçimde dillendirdiği, gündemleştirme çabası içinde olduğu biliniyor. Özgür-Der tanıtım broşüründe temel tanımlar ve taleplerin sıralandığı maddelerden birini “Kışla Tipi Eğitime Hayır!” başlığı teşkil ediyor. Bu başlık altında eğitim alanında süregelen ulusçu, laik dayatmacı anlayışın terk edilmesi ve resmi ideolojik kalıpların esareti altında tutulan beyinlerin özgürleştirilmesi için eğitim sisteminin baştan aşağıya yenilenmesi gerektiği savunuluyor. Acilen atılması gereken adımlar bağlamında militarist şartlandırma araçları olarak kullanılan ulusal marş, ant, tören ve benzeri ritüellerin terk edilmesi talep ediliyor.

Aynı çerçevede gerek doğrudan eğitim konulu, gerekse de farklı bağlamlarda düzenlenen pek çok etkinlikte okulların kışlalaştırılmasına ve öğrencilerin askerleştirilmesine yönelik uygulamaların sona erdirilmesi talebinin sürekli dillendirildiği, kamuoyunun gündemine taşınmaya çalışıldığı biliniyor.

7 Kasım 2008 tarihinde Özgür-Der Genel Merkezince hazırlanan ve bazı İslami kuruluşların da imzaları alınarak deklare edilen bildiri ile verilmek istenen mesaj, gündemleştirilmek istenen çağrı da aynı minvaldedir. Söz konusu bildiride, bilhassa okullarda resmi tören adı altında icra edilen uygulamalar vesilesiyle inancımızın ve kimliğimizin aşağılandığına dikkat çekilmiş, bu tiyatroda figüranlık yapmak zorunda olmadığımız hatırlatılmıştır.

Prosedür Yasal Ama Zihniyet Yasakçı

Söz konusu bildirinin basında yer almasının ardından uzunca bir soruşturma süreci yaşanmıştır. İçişleri Bakanlığı’nın talimatıyla konu hakkında açılan soruşturma kapsamında bildiriye imza atan Özgür-Der şubeleri ve diğer imzacı kuruluşlar valiliklere bağlı dernekler şubelerince denetlenmişlerdir. 1 Aralık 2008 tarihinde dernek genel merkezine de gelinerek hem dernek defterleri denetlenmiş, hem de bildirinin mahiyetine ilişkin bilgi alınmıştır.

Özgür-Der yöneticileri olarak söz konusu görüşmede kimliğimizin gerektirdiği tarzda düşüncelerimiz, yaklaşımlarımız açık biçimde ortaya konulmuş, sorulan sorulara net cevaplar verilmiştir. Konunun riskli olduğu, siyasi konjonktürün gerginliği düşünüldüğünde savunduğumuz kesimin bu tarz çıkışlardan olumsuz etkilenebileceği hatırlatmalarına karşı da sözlerimizi tevil etme yoluna gitmeyip, haklı taleplerimizde ısrarlı olacağımızın altı çizilmiştir.

Bu denetleme ve görüşmenin ardından İstanbul Valiliği Dernekler Müdürlüğü 19 Ocak 2009 tarihinde hazırladığı bir raporla Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı’na müracaatla Özgür-Der’in kapatılması isteminde bulunmuştur. Fatih Savcılığı da Özgür-Der Başkanı’nın konuyla ilgili ifadesine başvurmuş ve ardından bir davanameyle Asliye Mahkemesi’nde dava açmıştır.

Davanın gelişimine dair bu sürecin genel manada yasal prosedüre uygun olduğu söylenebilir. Derneklerin denetiminden sorumlu bir birim kendilerince suç unsuru olduğu tespit edilen bir konuyla ilgili olarak yasal merciye gereğinin yapılması için müracaat etmiş ve bunun sonucunda kapatma davası açılmıştır.

Burada tartışılması gereken şey “suç” sayılan fiilin niteliğidir. Gerçekten nedir suç olan şey? Resmi törenlerde karşılaşılan birtakım dayatmalara sessiz kalınmaması, aşağılanmanın sineye çekilmemesi ve bu tarz törenlere katılınmamasına yönelik bir çağrı acaba neden suç sayılmaktadır? Bu çağrı ne tür bir bölücülük ve yıkıcılık içermektedir?

Düşünce Polisliği mi?

Valilik ilgili birimince hazırlanan raporda bu konunun geniş biçimde ele alındığını görüyoruz. Önce bildiriden alıntılar yapılan rapor, bilahare dernek yöneticileriyle gerçekleştirilen görüşmede edinilen bilgilere yer vermekte ve ardından dernek mevzuatının ilgili maddeleri hatırlatılarak dernek yöneticilerinin cezalandırılması, derneğin de kapatılması talep edilmektedir.

Raporda geçen şu cümle ilginçtir: “...Dernek Başkanı Hülya Şekerci ve Yönetim Kurulu üyesi Kenan Alpay isimli şahıslarla yapılan mülakatta... Özgür-Der olarak bütün resmi törenlerin ve hatta törenlerde okunan İstiklal Marşı, Gençliğe Hitabe’nin okunmasının, Atatürk ile ilgili saygı duruşuna bulunulmasının dahi boykot edilmesi yönünde düşüncelerinin olduğunun belirtildiği...”

Neymiş? İlgili vatandaşlar “hatta bu yönde düşüncelerimiz olduğunu” tespit etmişler! İyi de, bu durum düşünce polisliği olmuyor mu? Düşüncelerimizden dolayı kapatılmak mı isteniyoruz?

Öte yandan Valilik birimince Savcılığa sunulan dosya münderecatı da çok ilginç bilgiler ihtiva etmekte. Haksöz ve İLKAV sitelerinde söz konusu bildiri haberiyle ilgili yayınlanmış okuyucu yorumları ve konu çerçevesinde yazılmış yazılar suç vasfını kavileştirmek üzere dosyaya eklenmiş. Özgür-Der’in kapatılması için izlenen yola ve elde edilen belgeye bakın! Bir haberle ilgili okuyucu yorumları ne zamandan beri o haberin suç içerdiğinin delili kabul ediliyor?

Daha ilginci de var. Dosyaya Özgür-Der’in muhtelif zamanlarda ordudan “irtica” suçlamasıyla atılan subaylara ilişkin açıklamalarının yer aldığı gazete küpürleri de eklenmiş. Peki, bununla ne amaçlanıyor? Bu dernek zaten orduya dil uzatan bir dernektir mi denilmek istenmiş? Yoksa amacı dışına çıkmayı alışkanlık edinmiş denilmek mi isteniyor?

Sonuçta dernekler kanununun birtakım maddeleri sayılıp, “Söz konusu derneğin amacının dışına çıkarak vatandaşı ayrımcılığa, kutuplaşmaya ve bölücülüğe sevk ettiği, halkı Cumhuriyetin ilke ve presnsiplerine karşı kışkırtmaya yönelik eylem ve açıklamalarda bulunduğu, bu faaliyetleri ile de kuruluş amaç ve gayesinin dışına çıktığı, dolayısıyla dernek kurma gayesinin kanuna ve ahlaka aykırı hale geldiği tespit edilen Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları Derneği’nin feshi” talep edilmektedir.

Önümüzde uzun süreceğini tahmin ettiğimiz bir muhakeme süreci var. Bugüne kadar olduğu üzere yargılama sürecinde de kimliğimizi savunacağız, taleplerimizi yineleyeceğiz. Amaç dışına çıkıldığı iddiasını komik buluyoruz. Başka ne amacımız olabilirdi ki zaten! Amacımız düşünceyi, kimliğimizi, eğitimi, bir bütün olarak hayatı özgürleştirmek! Resmi ideolojinin daraltıcı, dayatmacı kalıplarından azade kılmak. Kimsenin kuşkusu olmasın, bunu yapmaya devam edeceğiz!  

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR