1. YAZARLAR

  2. Rıdvan Kaya

  3. ÖSS Vesilesiyle Bir Kere Daha; Tabana Vuran İnsanlık ve Tavan Yapan Canavarlık

ÖSS Vesilesiyle Bir Kere Daha; Tabana Vuran İnsanlık ve Tavan Yapan Canavarlık

Temmuz 2008A+A-

 

 

On yıllardır yaşana yaşana artık kanıksanmış zulümler ülkesi bu ülke. Neredeyse her gün karşılaşıyor olmamızdan dolayı yaşanan saçmalıkları gerçek boyutlarıyla idrak edemez hale geliyoruz. Gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında şahitlik ettiğimiz manzaralar sadece mantığımızı küflendirmekle kalmıyor, vicdanımızı da karartıyor adeta. Faşizm sıradanlaşıp, günlük hayatımızın olağan bir boyutuna mı dönüşüyor ne? Öyle ki, fark etmemeye, hissetmemeye başlıyoruz bir müddet sonra. Oysa bu ülke her gün, her saat sistematik bir biçimde ve devlet eliyle tarihin şahit olduğu en ilkel, en çirkin uygulamalara sahne olmakta.

Şapka kanunundan üç yıl önce yazdığı kitabından ötürü “şapka kanununa muhalefet” suçlamasıyla halkın itibar ettiği bir İslam aliminin idam edildiği; mahkemelerinde “sanıkların idamına, şahitlerin bilahare dinlenmesine” diye kararlar verildiği; sokaklarda ana dillerini konuştukları için insanlara kelime başına para cezası verildiği günlerden bu yana değişen çok şey oldu mu acaba? Baksanıza yüksek yargı organının en tepelerinde gezinen şahıslar açıkça darbe özlemlerini dile getirebiliyorlar. Ülkenin seçilmiş hükümetinin silah zoruyla devrildiği ve başbakanın asıldığı bir süreci “Ah, ne güzel günlerdi, coşkuyla karşılamıştık!” ifadeleriyle kutsamaktan çekinmiyorlar.

İşte böylesine bir kirli zihniyetin pençesinde kıvranan bir ülke Türkiye! Her gün o kadar çok hukuksuzlukla, mantıksızlıkla, vicdansızlıkla karşılaşıyoruz ki, çetelesini tutmak bir yana, bir müddet sonra hatırlamakta bile zorlanıyoruz. Kim bilir, belki de ruh sağlığımızın daha fazla bozulmaması, yıpranmaması için hatırlamak dahi istemiyoruz! Ama biz insanız. Vicdanımız var. İnancımız bizi sorumlu kılıyor ve gerçekten de ötemizde berimizde unutmamamız gereken manzaralar yaşanıyor mütemadiyen.

Bir Azgınlık Sembolü Olarak Başörtüsü Düşmanlığı

15 Haziran Pazar günü yapılan ÖSS’ye İstanbul Üniversitesi Beyazıt kampusunda girmek isteyen Safiye Nur ve annesi Elif Öner’in yaşadıkları da muhtemelen gazete sayfalarında unutulmaya terk edilmiş haberlerden bir haber olacak gibi görünüyor. Oysa hiç de sıradan bir zalimlik örneği sayılabilecek boyutta bir vahşilik değil Safiye Nur ve annesinin karşılaştıkları. Başörtüsü yasağı adı verilen ilkel ve çirkin saldırganlığın giderek kendisini aştığının ve sembolü olduğu iğrenç zihin ve ruh yapısının nasıl büyük bir kudurganlık boyutuna vardırıldığının taze bir örneği var karşımızda.

Doğuştan gelen hastalığı nedeniyle 18 yıllık ömrünün büyük bölümünü hastanelerde geçiren genç bir kız Safiye Nur. Vücudunun ancak % 25’ini kullanabiliyor ve bütünüyle annesinin yardımına muhtaç. Buna rağmen Anadolu lisesini bitirmeyi başarmış ve eğitimine devam edip eczacı olmayı hayal ediyor. Ne var ki, sınav günü İstanbul Üniversitesi’nin kapısında yaşananlar Safiye Nur’u sarsıyor ve bu ülkede geleceğe dair hayaller kurmanın ne denli anlamsız olduğunu, insanlar üzerinde ilahlaşma iddiasındaki otoriter kafa yapısının önümüze çıkardığı engelleri aşmanın bedensel engelleri aşmaktan kat be kat zor olduğunu ona da öğretiyor!

Yanlış anlaşılmasın bu kez sorun üniversite çağına gelmiş kızların başörtüsü yüzünden eğitim haklarının gasp edilmesi hukuksuzluğu değil. Safiye Nur’un başı örtülü değil zaten. Ama kendisini sınav salonuna taşıyacak annesi başörtülü ve bu yüzden kapıdan içeri sokulmuyor. Anne Elif Hanım’a üniversitenin giriş kapısında başörtüsüyle turnikeden geçemeyeceği, kızını bir başkasının içeri taşıması gerektiği söyleniyor. Buranın bir üniversite olduğu hatırlatılıyor! Öyle ya burası kamusal alan, uzatmaya, ısrara ne gerek var? Laik kurallar geçerli burada, yani anlayacağınız, insanlığın gereği yok!

 Ne ilginç değil mi? ÖSS’yle ilgili olarak her sene tekrarlandığı üzere, günler öncesinden başlayarak “sınavda rahat bir psikoloji içinde olabilmek için neler yapılması gerektiği” üzerine medya yine bir dizi yayın yaptı. Valilikler okul çevrelerinde sürücülerin klakson çalarak öğrencileri rahatsız etmemeleri için tedbirler aldılar. Uzmanlar sınav öncesinde hangi yiyeceklerin tüketilip, hangilerinin tüketilmemesi gerektiğine varıncaya kadar çeşitli tavsiyelerde bulundular. Manzara ne kadar da müşfikti: Büyüklerimiz biricik gençlerimizin başarıları için hiçbir tedbiri elden bırakmıyor, en ince ayrıntıları dahi değerlendiriyorlardı!

Şüphesiz gayet çarpıcı ve bir o kadar da öğretici bir tablo var karşımızda: Bir yanda gençlerin sınava gelirken kahvaltıda tüketeceklerinden rahatsız olması, klakson sesinden dikkatinin dağılması ihtimallerini dahi dikkate alıp, öğrencilerin rahat olacağı bir psikolojik ortam sunma gayretinde bir kamu otoritesi var. Öte yandan aynı güç on binlerce genç kızın günler, aylar öncesinden başlayarak başörtüsü dolayısıyla müthiş bir gerilim yaşamalarından, psikolojilerinin yıpranmasından adeta sadistçe bir zevk almakta. Sınav saati yaklaştıkça zulüm şebekesi daha bir bilenip, binlerce genç kızın kişiliğini, özgüvenini, geleceğe dair hayallerini vahşice öğütmeye girişiyor.

Kanıksamak Suça Ortak Olmaktır!

Yine sayısız genç kızın başörtülerinden dolayı haksızlığa, zulme, zorbalığa maruz kaldığı bir sınav daha geçti. Bir kimlik, bir onur sembolü olarak taşıdıkları başörtülerini çıkarmadıkları için binlerce kızın sınav salonuna dahi alınmadığı; muhtemelen çok daha fazlasının peruk denilen o ucube nesneyi kafalarına geçirmeye zorlandığı; sınava girse de girmese de tümünün aşağılandığı, zulmedildiği, kendilerini kötü hissettiği bir kumpas bu aslında!

Ve yeter demeyen, doymayan, tatmin olmayan bu çirkinlik acımasızca, vahşice yoluna devam ediyor. Safiye Nur’un annesinin maruz kaldığı muamele bu doymak bilmez canavarlığın bir yansımasıydı sadece.

Öğrencilere yönelik uyguladıkları zulmü kanıksattılar. Dikkat ediyorsanız, bu yıl ÖSS ile ilgili haberlerde başörtüsü yasağı pek fazla konuşulmadı. Sıradan bir haber, prosedürsel bir konu gibi geçiştirildi. Konuya duyarlı basın yayın organları ise ancak Safiye Nur’un annesi olayında olduğu üzere hukuksuzluğun zirveye çıktığı hususlarla ilgili olarak konuyu görebildiler ve “Bu kadarı da olmaz!” dediler.

Oysa oldu! Ve muhtemelen bundan sonraki süreçte bizlerden bunlara da alışmamız istenecek! Alışmak istemeyenler; zulmü, çirkinliği, vahşiliği kanıksamak, onlarla uyum içinde bir arada yaşamak istemeyenler silkinmeli artık! “İnsanım” diyenler bu zulmü boş gözlerle seyretmemeli daha fazla! İtirazlarını içlerine gömmekten vazgeçip, seslerini yükseltmeli! Ve vakit kaybetmeksizin bu zulüm düzenine duyulan nefret dillendirilmeli en yüksek perdeden!

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR