1. YAZARLAR

  2. Fırat Toprak

  3. Önemli Ama Halk Ayağı Eksik Bir Açılım

Önemli Ama Halk Ayağı Eksik Bir Açılım

Ocak 2010A+A-

Umut Işığı Derneği, Van

Sorular:

1- Kürt açılımı konusunun gündeme gelme yöntemini ve ardındaki saikleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

2- Konunun gündemleşmesinden bu yana yaşanan gelişmeleri ve konuya muhatap olan çevrelerin tutumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

3- Sürecin bundan sonraki gelişimine yönelik beklentileriniz nelerdir? Yapılması gerekenlere ilişkin ne öneriyorsunuz?

4- Genelde Türkiye’de ve hassaten de bölgede faaliyet yürüten İslami çevrelerin “Kürt açılımı” tartışmalarına yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konu çerçevesinde nasıl bir tutum takınılması gerektiğini ve nelere öncelik verilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?

 

1- Demokratik açılım sürecini çok boyutlu kanayan bir yaranın sağaltılması çabası şeklinde okumak, tüm eksik ve yanlışlarına rağmen olumluluklarını öncelemek durumundayız. Yakın geçmişimizin sağlıklı tahlili, 90’lara dönülmemesini salık vermektedir. Küresel aktör olmanın yolunun iç sorunlarla tüketilen enerjinin tasarrufu için yüzleşmeden geçtiği görülmektedir.

Destekleyenlerinin heyecanının ve karşıtlarının tedirginliğinin boyutu “demokratik-Kürt açılımı” olarak ifade edilen sürecin önemini ortaya koymaktadır.

Her bir hadisenin tahlili yerine genel-geçer tespitler yapmanın daha yararlı olacağı gerçeğinden hareketle açılım sürecini millet ayağı eksik bir devlet projesi olarak okumak gerekir. Her ne kadar geniş kesimlerde sorunun tartışılır olması önemli bir aşamayı ifade etse de sessiz çoğunluk gelişmeleri sadece izlemekle yetinmektedir. Böylesi önemli ve çok boyutlu bir projede toplumun tüm kesimlerinin katılımının sağlanması uygulanabilirliğini arttıracağı gibi olası yol kazaları içinde sigorta işlevi görecektir. Bölgedeki ve bölge dışındaki hatırı sayılır âlimlerin, kanaat önderlerin, STK’ların denklem dışına itilmesi soruna yönelik şaşı bir bakışın neticesi olarak gündeme getirilme yöntemini baştan tartışılır kılmaktadır. Çabaların seküler Kürtler üzerinden yürütülmesi ulusalcı hareketin Kürtlerin tek meşru temsilcisi olduğu iddiasını da zımnen teyittir. Oysa ki örgütlülüğüne ve sempatizan kitlesine rağmen Kürtlerin kahir ekseriyetinin ulusalcı harekete mesafeli olduğu aşikârdır.

AK Parti’nin iyi niyetli olduğunu sorgulamak durumunda değiliz. Kaldı ki bırakın niyetleri söylenen sözlerin bile pratik karşılıkları üzerinden değer gördüğü müsellemdir. Her koşulda akan kanın durması, hak ve özgürlüklerin genişletilmesi, sosyo-ekonomik iyileştirmeler açısından müspet netice vereceğine dair ipuçlarını gördüğümüz bir sürecin hangi gerekçelerle işletiliyorsa olumlu olduğu ortadadır. Açılımın Amerikan projesi olduğu eleştirisi bile bu vasatta anlamını yitirmektedir. İç ve dış konjonktürün uygunluğu açılım hakkında şüphe oluşturmak, süreci ipotek altına almak için yeterli bir neden değildir. Yalnız coğrafyamızın jeopolitik konumu siyasi aktörlere ve halklarımıza ihtiyatı elden bırakmama gibi bir sorumluluk yüklemektedir.

KCK-Ergenekon örgütlerinin işbirliği ile açılım şiddet sarmalında boşa çıkarılmaya çalışılmaktadır. Tokat-Dolapdere-Muş hadiseleri son derece anlamlı olup; 93 Erzincan’ını hatırlatmaktadır. PKK çevrelerinin Kürtlerin taleplerini İmralı’ya endekslemeleri manidardır. Her şey İmralı için, İmralı sonrası tufan mantığı lider fetişizmi ile izah edilebileceği gibi Kürt hak ve özgürlükleri için mücadele ettiği iddiasındaki bir örgüt için de samimiyet testi olarak okunabilir. Öcalan faktörü tabiidir ki görmezden gelinemez. Fakat bu faktöre yüklenen aşırı anlam gerçekleştirilmek istenen Kürt modernleşmesi içerisinde bir Atakürt olarak Kürt ulusunu yoktan var eden Öcalan fetişizmi inşa edilmektedir, tezini haklı kılmaktadır. Türk ve Kürt modernleşmelerinin mukayesesi İbni Haldun’dan iktibasen söyleyecek olursak zayıfın güçlüyü taklidinden başka bir şey değildir. Gerçekten de suyun suya benzediği gibi bugün düne benzemektedir.

AK Parti’nin gelişmelerdeki pasif tutumu, aşırı ihtiyatlı duruşu tribünlere oynadığı izlenimini vermektedir. Kararlılık tablosu silikleşmekte zihinlerdeki tereddütler artmaktadır. Yeterli bir altyapı çalışması yapılmadan sürecin işletildiği ve karşılaşılan sorunların büyüklüğü açısından kriz yönetiminin becerilemediği görülmektedir. Geri dönüşü olmadığına inandığımız bu sürecin siyasi iktidarın kararlılığı ve aklıselim sahibi tüm kesimlerin aktif çabasıyla daha çabuk ve daha az hasarla tamamlanacağı gerçeğinin altını çizmek gerekir.

Tüm önemli meselelerde olduğu gibi çözümün değil her daim sorunun bir parçası olmuştur CHP-MHP muhalefeti. Yıkıcı, savaş taraftarı, faşizan söylemleri toplum kesimlerinde ciddi bir muhalefetle karşılık görmektedir. Bu mantaliteyi tasfiye olmaya mahkûm bir kader beklemektedir. Ki bütün hırçınlıklarını yaklaşan sonu geciktirme gayreti olarak okuyabiliriz. Kavmiyetçilikler sadece bu coğrafyaya değil bütün dünyaya yalnızca kan ve gözyaşı getirmiştir. Etnisite Âdemoğlunun en yumuşak karnı olarak egemenlerin etkili bir yöntemi olagelmiştir.

Türk ve Kürt ulusalcılıkları kapanına sıkıştırılan demokratik açılımın doğal mecrasında seyri için İslami inisiyatifin acilen rol alması gerekiyor. İslami inisiyatifin şekillenmesinin nasıllığı ise her kesimden Müslümanların ciddi ve planlı hedef ve çabalarını ortaklaştırmalarının sonucu mümkün olabilecektir. Meşhur tabir ile ortak aklı işletmektir aslolan. Ümmet zemininde bir arada yaşama iradesinin tahkimi temel hedeflerden biridir. Var oluş gerekçemiz olan adalet düsturu bütün ilişkilerde ve bütün boyutlarıyla uygulanabilmelidir. Her hak sahibine hakkının teslimi olmazsa olmazdır.

Siyasi irade hak ve özgürlükler alanını genişletme çabalarında kararlı olmalı ve somut adımlar atmalıdır. Bu çabaları iktisadi ve sosyal iyileştirmelerle beraber yürütmelidir. Çünkü sorun salt ekonomik geri kalmışlık sorunu olmamakla beraber sorunun önemli bir ayağını iktisadi ilişkiler belirlemektedir. Anadilde eğitim, yerleşim yerlerinin eski adlarının iadesi gibi somut adımlar bir an önce atılmalıdır. PKK’nin dağdan indirilmesi de bu adımlarla birlikte gerçekleşecektir. Dağdakileri indirirsek sorun çözülmüş olur, yollu ucuz yaklaşımlara prim verilmemelidir. Palyatif ara çözümler çözümsüzlüktür. Köktenci bakış ve davranıştan başka çözüm yoktur. Etnik sorunların panzehiri tersinden üretilen etnik ilkellikler değil; ırk, dil ve renk farklılıklarını Allah’ın kudret nişaneleri olarak salt tanışma vesilesi kabul eden mütekâmil İslam düşünce sistemidir.

İslamcıların birçok meselede olduğu gibi Kürt sorununda da vasat olma misyonunu ifa edemedikleri gözlenmektedir. Kimi cemaat ve tarikatlara göre böyle bir sorun fiilen yok hükmündedir. Kimi çevreler Kürt meselesi nadiren de olsa gündeme geldiğinde sağcı, muhafazakâr ve misak-ı millici reflekslerle hareket etme ifratındadırlar. Bu ifrat soruna duyarlı kimi çevrelerde ise ümmetçilik sınırlarını zorlayan bir tefrit olarak karşılık bulmaktadır. Ümmetçilik sabitelerimizdendir. Lakin pratik karşılığı olmayan salt söylem düzeyinde kalan bir ümmetçiliğin yabancılaştırıcılığı da önemli bir hakikattir. Bununla beraber ulus-devlete karşı olmak, bırakın yeni sınırlar icat etmek mevcut sınırları izafileştirmek sorumluluklarımız arasındadır. İslami çevreler meşru her hak talebinin takipçisi olarak teorik ve pratik cehd içerisinde olmak durumundadırlar. Nispi olumlulukların hakkını teslim etmekle beraber şimdiye kadar iyi bir imtihan verilemediğini ifade etmek adaletin gereğidir. Örneğin siyasi anlamda soruna ilgisiz kalarak hayatın kabul etmediği boşluğu Kürtçü-solcu kadrolara terk etmek bir yana İncil’in bile çevrildiği Kürtçeye İslam klasiklerinin hâlâ tercüme edilememiş olması Müslümanlar için bir kültür ayıbıdır. Keza yüzyıllardır coğrafyamızın eğitim temellerini teşkil eden Kürt medreselerine ıslah-ihya-inşa bağlamında sahip çıkmak bir yana bu medreselerden ve eğitim yöntem ve müfredatlarından bahseden sadra şifa bir eserin olmamasının izahı mümkün müdür? Tarihi misyon sahibi mümin şahsiyetler olarak İdris-i Bitlisi, Ahmed-i Hani, Şeyh Said vb. sembol isimler ve ilmi-siyasi mirasları hakkındaki yetersizliğimizi nasıl açıklayabiliriz?

Hayat her şeye rağmen devam ettiği gibi imtihan bilincine sahip biz Müslümanlar için sorumluluklar da devam ediyor. Samimiyet, dayanışma ve çabaların ortaklaştırılarak sürekliliğinin sağlanması bizleri umulanın ötesine taşıyacaktır. Bu toprakların temel değeri İslam’dır. Müslümanlar ise bu toprakların gerçek sahibidir. Sahiplik makamında davranma zamanıdır. Yeryüzünün varisleri olan salih kulların ilahi hilafet misyonları böylesi yakıcı meselelere, en basit sayılabilecek haksızlıklara karşı müdahil olmayı zorunlu kılmaktadır.

Netice-i kelam, müminleri sorumluluklarını bihakkın ifa etmeye davettir.

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR