1. YAZARLAR

  2. Ahmet Faruk Ünsal

  3. Muhammed(s)’in İlk Yol Arkadaşları Kaybettikleri Hafızalarına Yeniden Kavuşuyorlar

Ahmet Faruk Ünsal

Yazarın Tüm Yazıları >

Muhammed(s)’in İlk Yol Arkadaşları Kaybettikleri Hafızalarına Yeniden Kavuşuyorlar

Eylül 2011A+A-

1-Ayaklanmaların başlamasında hangi saikler etkili olmuştur? Yerel dinamikler mi, küresel etki ve yönlendirmeler mi?

2-İslami hareketlerin ayaklanmalardaki rolü ve etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

3-Yaşanan gelişmeler dikkate alındığında Ortadoğu’yu nasıl bir geleceğin beklediği söylenebilir?

1- Ayaklanmaların hangi saikle yapıldığını anlamak için gösterilerde hangi sloganların atıldığına bakmak gerek. Ayrıca gösterilere katılanların profili de taleplerin ne olduğuna dair ipucu verir.

Bütün bunları değerlendirmeden önce komplo teorisyenlerinin çokça ifade ettikleri bir bakış açısını; “Yine bir yerlerde düğmeye basıldı!” ya da “Ne oldu da herkes şimdi harekete geçti?” yaklaşımını öncelikle değerlendirmek isterim. Ben de diyorum ki, “Daha ne olsun?” ya da “Neden şimdi sokağa çıktılar diye sormak yerine neden şimdiye kadar sokağa çıkmadılar?” diye sormak gerek. “Bir yerlerde düğmeye bastılar!” yaklaşımı insan emeğinin ve fedakârlığının tarihi değiştirecek asli unsur olduğu inancını taşımayanların yaklaşımıdır.  Sıradan insanların bir şeylere inanmasının ve bir şeylerin değişimi yönünde çabalarının insanlık serüveninde fark yaratan ana etken olduğuna kuvvetle inanıyorum. “Zerre miskal de olsa hayır yapanın ve zerre miskal de olsa şer yapanın karşılığını bulması” değişimin asli unsurunun insan çabası olduğunu ortaya koyan inancı ifade eder. İnsanın bir anlamı varsa ve yaptıklarının bir karşılığı olacaksa başka türlü inanmak bence mümkün değildir. Tarihin etkin dönüştürücüsü olarak insan sürekli etki altında ve tepki içinde olarak değişimi gerçekleştirmektedir. Cenab-ı Allah’ın “sürekli yaratma” halinde olması da bu olsa gerek.   

“Neden şimdiye kadar sokaklara çıkmadılar da şimdi çıktılar?” sorusuna dönersek, “Sokağa çıkmak için daha ne olmalıydı?” diye sormak istiyorum. Bir ülkenin bütün siyasi, ekonomik ve bürokratik imkânlarının sadece bir aile tarafından kullanılmasının, bu imkânlara erişimin rekabete açık olmayan yollarla keyfi olarak bu küçük kesim tarafından yönetilmesinin, hiçbir itiraz kanalının açık olmamasının ya da bütün itiraz seslerinin haklılığına bakılmaksızın acımasızca bastırılmasının büyük bir öfke biriktirmesine neden şaşılıyor? “Onur, özgürlük ve ekmek” talebi bütün gösterilerin ortak sloganı olarak kitlelerin neye itiraz ettiğini en iyi ortaya koyan formülasyon değil mi?     

İlk müminin bir kadın ve ilk inanların da gençler olduğuna dikkat edilirse, tarihin değiştirici aktörünün toplumun hangi kesimleri olduğu görülür. Bu iki kesim geleneksel toplumların daha çok tüketen ve kararlara uyan, edilgen kısmını oluşturur. Arap baharı denilen fırtınanın koptuğu bölgelere bakarsak toplumun bu iki edilgen kesiminin değişimin ana aktörü olarak sahnede yerini aldığını görürüz. Bir anlamda kadının ve gençlerin özgürleşmesine şahit oluyoruz ya da tarihin en büyük dönüştürücü önderi Muhammed (s)’in ilk yol arkadaşları kaybettikleri hafızalarına yeniden kavuşuyorlar da denilebilir. Burada Batılı anlamda emansipasyondan bahsetmediğim açık; tabii ki değişimi yönetenlerin becerisine bağlı olmak koşuluyla.

Bölgede büyük bir tarihî alt üst oluş yaşanırken hem değişimin aktörleri hem de değişimden etkilenecek olan yerel ve küresel aktörler yeni pozisyonlarını kendilerince avantajlı kılabilmek için elbette çaba sarf edeceklerdir. Bölgenin doğal kaynaklar ve stratejik açıdan konumu, İsrail ile yakınlığı, devam edegelen tek kutuplu küresel dengedeki ittifakları ve işbirlikleri mücadeleyi yürütenleri daha uyanık olmaya zorlamalıdır. Zira olumsuz etkilerine ulusal ölçekte itiraz ettikleri statükonun esasında uluslararası dengenin bir gereği ve sonucu olduğu ve onayı ile yürüdüğünü unutmamalıdırlar. Uluslararası dengenin şimdiye dek yürütücüsü olan güç odakları, kapıdan kovuldukları yerlere hükümet dışı kurumlar, sivil toplum kurumları, fonlar vs gibi çeşitli imkânlarla tekrar girerek devrimleri kirletmek ve dönüştürmek isteyeceklerdir.

2- İlk dönem vahiyle ortaya konulan İslam’ın talepleri ile “Arap Baharı” talepleri arasında büyük bir benzerlik olduğunu düşünüyorum. “Yetim hakkı yenilmesine itiraz, sadece kız olarak dünyaya geldiği için mağdur edilen insan türünün trajedisi, köleliğe itiraz ve özgürlük talebi, hırsızlığa ve haksızlığa itiraz, adalet talebi vs.” Hayatın ve insanın kalbine dokunan bütün bu temel insani taleplerin İslami talepler olduğunun en büyük kanıtı Kur’an’ın kendisidir. Resul’ün yola çıkarken öncelikli olarak bu konulardan bahsetmesi manidardır.  

Kendilerine İslamcı diyen insanların, ülkeler arası siyasetin ve ideolojik tartışmaların sınırlarına hapsolmuş yüksek siyasetin dışına ne kadar çıkıp hayatın ve insanın kalbine dokunan bu taleplere ne kadar yönelebildiğini ve değişime önderlik edebildiğini bilmiyorum. Bunu yapamamışlarsa bir eksikliktir, çabalarını devrimlerinin kirletilmemesine yoğunlaştırmalıdırlar. Yapabilmişlerse sorun yok.   

3- Ortadoğu’da bundan böyle otoriter rejimlere yer olmayacağı anlaşılıyor. Değişimin ne kadar süreceğini kestirmek kolay değil. Yeni dönemde ülkeler ölçeğinde düşünülürse bastırılmış siyasi akımların ve aktörlerin daha görünür olacağını söyleyebiliriz. Ekonomik kaynakların bir ailenin tekelinden çıkacağı ve daha fazla insana ama ne kadar eşitlik ölçeğinde olacağını bilemediğimiz şekilde daha yaygın olarak ulaşacağını da söyleyebiliriz. Her halükarda halkların daha fazla dikkate alınacağından şüphe duymuyorum. Siyasi süreçlere yeni katılan aktörler ülkeler arası yeni ittifakları da zorunlu kılacaktır.

Ülkeler arası siyaset açısından asıl tedirgin olması gerekenin İsrail olduğunu düşünüyorum. İsrail için belirsiz bir süreç söz konusu. Yeni komşuların ve yeni aktörlerin nasıl davranacağı, nereye kadar esneyebileceği kendisi açısından muammadır. İtidalli olabilirlerse, Filistin devletine rıza gösterebilirlerse yeni durumu az hasarla kapatmış olurlar; bizim de Ortadoğu’da yeni bir “devletimiz” olur. Yanlış anlaşılmamak için şu açıklamayı yapmama izin verin: Kişisel olarak Filistin topraklarının İsrail ve Filistin diye ikiye bölünmesine karşıyım. Yahudiler için İsrail devleti ve Araplar için de Filistin devleti istemek, Filistin toprağının ırk temelli bölünmesidir, ırkçılık demektir. Her ikisine de karşıyım! Kompartımanlara ayrılmış ülke yapısı Filistin topraklarının tarihî tecrübesine de aykırıdır. Filistin vatanı her üç dinin mensuplarının barış içinde yaşayabildiği tek bir yer olmalı, bölünmemelidir! 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR