1. YAZARLAR

  2. Hülya Şekerci

  3. Muhaliflere Karşı Uygulanan Bir Sindirme-Yok Etme Aracı Olarak Tecrit

Muhaliflere Karşı Uygulanan Bir Sindirme-Yok Etme Aracı Olarak Tecrit

Temmuz 2005A+A-

Uluslararası Tecritle Mücadele Platformu ve TAYAD'ın işbirliğiyle 25-26 Haziran 2005 tarihinde İstanbul'da Muammer Karaca Tiyatrosu'nda tertiplenen "Tecrit ve Tecride Karşı Mücadele Sempozyumu"nda Özgür-Der Genel Başkanı Hülya Şekerci'nin yaptığı konuşmanın metnini sunuyoruz.

Toplumsal düzeni ve güvenliği sağlama, modern devletin önemli görevlerinden biri olarak zikredilmektedir. Düzeni korumak için kullanılan en başat yöntemlerden biri cezalandırma sistemidir. Cezanın kim ya da kimlere uygulandığı ve de cezalandırma yöntemi, adaletin uygulanması gibi faktörler sistemi tahlil etmemize yarayan önemli göstergelerdir. Bu anlamda hapishaneler bu bütünün bir parçasıdır. Örneğin yaşadığımız ülkenin cezaevleri özellikle de F tipi tabutlukları adalet anlayışı ve insan onurunun darağacı olarak varlığını sürdürmektedir. Adalet uygulayacağı yerde zulüm üreten sistemlerin elinde hapishaneler insan hakları ihlallerinin yaygın ve sistematik bir tarzda yaşandığı, insan onurunun hiçe sayıldığı mekanlar olarak hep sorun kaynağıdır.

Cezaevlerinin yalnızca yoksul ve az gelişmiş olarak isimlendirilen ülkelerde ihlal konusu olduğu zannı temelsizdir. Örneğin ABD'de nüfusun %1'ini oluşturan tutuklu ve mahkumların büyük bölümünün özelleştirilmiş hapishanelerde zorunlu olarak çalıştırıldığını ve çalışmayı reddedenlerin ağır tecrit koşullarında bırakıldığını biliyoruz. Çoğunluğunu zenci ve Latin Amerikalıların oluşturduğu mahkumlar, köle mantığıyla vahşi kapitalizme hizmet ettirilmekteler. Avrupa'da ise izolasyon hücrelerinin yaygın olarak kullanıldığını biliyoruz. Bu konuyla ilgili olarak Sessiz Ölüm adlı çalışmayı okuyanlar söz konusu hücrelerde Avrupalı muhaliflere uygulanan tecrit zulmünün tüyler ürpertici boyutlarıyla karşılaşacaklardır.

Dolayısıyla dünyadaki tüm cezaevleri incelendiğinde bazı farklılıklara rağmen cezalandırma mantığı açısından sömürgeci sistemin ortak paydası ve emperyalizmin çirkin yüzü ortaya çıkıyor. Doğu-Batı, Kuzey-Güney ayrımını ortadan kaldıran gerçek şudur ki; işgale, sömürüye, yoksulluğa karşı sözü, duruşu, direnişi olan -hangi ideoloji tarafından beslenirse beslensin- muhalifler çeşitli biçimlerde tecride tabi tutulmaktadırlar.

Tecrit ve Muhalefet

Öncelikle direnişçi ile terörist kavramının çarpıtıldığı, birbirinin yerine kullanıldığı çağımızda sistemin yürütücüleri muhaliflere karşı hiç de müşfik değiller! Yargılama sürecinden tutuklamaya, gözaltına alınmaya, cezaevlerindeki uygulamaya ve işkenceye kadar her aşamada muhaliflerin maruz kaldıkları insanlık dışı uygulamalar uluslararası pek çok sözleşmeye ve bu alanda çalışan pek çok STK'ya rağmen devam etmektedir.

Direnişçilerin, özgürlük talep edenlerin, insan hakları savunucularının terörist sıfatıyla yaftalandığı bir dünyada yaşıyoruz. Gücü elinde bulunduranın meşru kabul edildiği, bu sınırsız zalim güçle mücadele edenlerin terörist ilan edildiği bir çağ. En başta da kavramlar çarpıtılarak halk yığınları karşısında direniş, zihinsel bir tecride tabi tutulmaktadır.

Öyle ki, hapishanelerde katliam gerçekleştirenler kahraman ilan edilirken, katledilenler terörist olarak suçlanabilmekte. Bu çarpıklık 19 Aralık 2000'de yirmi cezaevine eş zamanlı yapılan saldırılarda 30'dan fazla insanın ölümüne yol açan operasyona trajik bir şekilde "Hayata Dönüş" adı verilmesinde gayet iyi görülebiliyor.

Tecrit sadece cezaevlerinde değil. Tecridi bir bütün olarak, zulüm düzeninin bir siyaset aracı, bir yok etme yöntemi olarak görmek gerekiyor. İslami kimliğe sahip bizler de çoğunluğu Müslüman olduğu söylenen bu ülkede zihinsel tecride tabi tutuluyoruz. Yaşadığımız ülkede ve dünyada cereyan eden zulme karşı başkaldırışımızdan dolayı fundamentalist, İslamcı, siyasal İslamcı, radikal İslamcı gibi kavramlarla tanımlanıyoruz. Bu tanımlarla amaçlanan şey şüphesiz halktan yalıtılmak, kitlelerle aramıza mesafe koymak ve kimliğimizi ve taleplerimizi tecrit etmektir.Yine dünya halkları da ılımlı İslam projeleriyle İslam'ın zulme karşı direnişi emreden inkılapçı yönünden mahrum bırakılmaya çalışılmaktadır.

Tecrit yalnızca kişilere ya da örgütlere değil muhalif olarak görülen ülkelere de uygulanmaktadır. Afganistan'a, Irak'a, İran'a yönelik olarak dünya çapında ABD tarafından uygulanan tecrit siyaseti bilinmekte. Guantanamo ve Ebu Gureyb tecrit politikalarının en vahşi örnekleri olarak tarihe kaydoldu.

F Tipi Öldüren Bir Tecrit Yöntemidir

Tecrit ülkemizde zaten başlı başına sorunlar yumağı olan cezaevlerinde insan hakları ihlallerini zirveye çıkartmıştır.

Tecridin pek çok boyutu olduğunu biliyoruz ancak özellikle de cezaevlerindeki izolasyon, kelimenin tam anlamıyla gayri insani ve gayri ahlaki bir uygulamadır. Türkiye, cezaevleri konusunda zaten sicili bozuk bir ülke. Zindancı devlet geleneği özellikle 12 Eylül darbesiyle daha da sistematik ve kanlı bir şekle bürünürken, ülkeyi bir cezaevine, cezaevlerini de mezara dönüştüren 28 Şubat süreciyle bu zulüm daha da ivme kazandı.

Cezaevinin kendisi zaten tecrit, soyutlama iken ceza üzerine ceza olarak uygulamaya konan F tipi cezaevleri hiçbir şekilde kabul edilemeyecek insanlık dışı ve onur kırıcı bir sistemdir. Bu sistem tecrit üstüne tecrit, ceza üzerine cezadır. Ülkemizde zaten türlü baskılarla, işkencelerle karşı karşıya olan, adaletten uzak, ideolojik yargılanmalar neticesinde ağır cezalara çarptırılan muhaliflerin cezaevlerinde tutulması başlı başına bir haksızlık iken, güvenlik bahanesiyle bir de F tipi adı verilen tecrit cezaevlerine mahkum edilmeleri açık bir insan hakkı ihlalidir. F tipi cezaevlerine karşı tepkileri duymazlıktan gelen düzen bir yandan da hızını alamamışçasına D tipi cezaevleri yapımına da girişmiştir. Ses geçirmeyen bir sistemle örülü daracık hücrelerde mahpuslar kameralarla 24 saat gözetim altında tutulmaktadırlar. Bu haliyle F tipi ve D tipi hücrelerde insanlar diri diri toprağa gömülmektedirler.

Tecride Küresel Çapta Direnmek Zorundayız!

Bu tüyler ürpertici zulüm devam ediyorken ve yüzü aşkın insan hayatını bu insanlık suçunu ortadan kaldırmak için feda etmişken hapishane dışında başka bir tecrit kampanyası yürütülmekte ve sorun görmezden gelinmektedir. F tipi cezaevlerinden bahsetmek neredeyse yasak. Medya konuyu özellikle sansüre tabi tutmakta. Soruna duyarlılık gösterenler "marjinal ideolojik gruplar" şeklinde tahkir edilmekte. İlla da söz etmek gerektiğinde ise bu tabutluklar "çağdaş misafirhaneler", "lüks oteller" şeklinde yüceltilmekte. Konuyla birinci dereceden ilgilenmesi gereken hükümetin ise soruna yönelik hiçbir somut girişimi yok, daha doğrusu böyle bir sorun algısı yok.

Ancak ne kadar gizlenmeye çalışılırsa çalışılsın, insanlar sorunu görmemek için deve kuşu gibi başlarını kuma gömseler de bu öldürücü tecrit gerçeği gizlenemiyor. İnsani hasletlere sahip hiçbir kişinin bu kanayan yaraya duyarsız kalması düşünülemez.

Küresel sistemi tanıyan ve bu sisteme itirazı olan biri için emperyalizme, işgal, talan politikalarına, Genişletilmiş Ortadoğu adı verilen emperyalist projeye karşı olmak ile Türkiye'de yaşanan başörtüsü yasağından F tipi zulmüne kadar geniş yelpazede gerçekleştirilen ihlallere karşı olmak arasında fark yoktur. Çünkü zulüm farklı toplumsal katmanlara farklı şekillerde yansısa da aynı amaca yönelmekte ve aynı kaynaktan beslenmektedir.

Bu sebeple zulüm nasıl küresel bir hal aldıysa direniş de küreselleşmeli ve ortak bir itiraz hattı oluşturmalıdır. Küresel zulüm karşısında küresel intifadanın erleri olarak hep birlikte, her türlü izolasyon ve tecride karşı koymalıyız. Ancak böylelikle insan olma onurunu yüklenebilir ve sorumluluğumuzu yerine getirebiliriz.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR