1. YAZARLAR

  2. Zeynep Taşyürek

  3. Modernizm, Yabancılaşma ve Müslüman Kadın

Modernizm, Yabancılaşma ve Müslüman Kadın

Mayıs 2008A+A-

 

İnsanlığı Kurtaracak ve Aydınlığa Çıkaracak Tek Alternatif Olan İslam Yok Edilmek İsteniyor

Mazlum dünya halklarının çalınan kaynaklarıyla gerçekleştirilen sanayi devriminin etkisiyle çok kısa bir zaman sürecinde Batı’nın kaydettiği bilim ve teknoloji alanındaki ilerlemeler, kendini geliştirememiş ve Batı sömürgeciliği karşısında mağlup olmuş doğu toplumlarının gözlerini kamaştırdı. Şimdiye kadar birçok yıkımla karşılaşmış, bu mağlubiyetlerin etkisini dinine sığınarak üstünden atmış İslam toplumları da daha sonraki yüzyıllarda kaynaktan koparak bozulan din anlayışının yol açtığı sorunlardan dolayı Batı karşısında yaşadığı yıkımların sorumluluğunu -tıpkı Avrupa’da kilise dogmatizminin faturasının dine kesilmesi gibi- dine yükledi. Böylece Müslüman halklar da dahil olmak üzere tek doğru medeniyet projesinin Batılılaşma ve modernizm olduğu düşüncesi yavaş yavaş bütün dünyada yerleşti.

İslam toplumları, modernite tarafından çoğunlukla dönüştürülmüş olsa da İslam dini; kaynağı, kitabı tahrif edilmemiş tek din olarak, insanlık için sahici ve kurtarıcı tek alternatif olma potansiyelini taşıyordu. Bu nedenle, küreselleşen ve çıkardığı fesatla arzı kuşatan Batı hegemonyası kendisi için tehdit olarak İslam’ı ve tekrar dirilebilme ihtimali olan İslam toplumlarını seçti. Emperyalizm, ya fiili işgallerle ya da dolaylı yoldan İslam toplumlarındaki devşirme aydınlar vasıtası ile İslam coğrafyasında kontrolü elinde tutmayı başardı. Zaten İslam medeniyeti dışındaki diğer medeniyetler kendilerini yeniden üretemedikleri için batıya bir alternatif oluşturabilmeleri mümkün değildi.  Bir ara komünizmin kendisi için tehdit oluşturabileceği vehmine kapıldı. Ama o da aslında kapitalizm gibi aydınlanmanın çocuğu idi. Materyalizmin ve aklın ilahlaştırılmasının ürünüydü. Ve kendi kültürel hinterlandına ihanet etmeyecekti. Süreç içinde esaslı bir tehlike olmadığı ortaya çıktı. İsyankâr evlat baba ocağına geri döndü. Dünyadaki bütün sol hareketler küreselleşen değerler doğrultusunda önemli bir dönüşüm yaşadılar.

Bu arada kontrol altında tuttuklarına inandıkları İslam toplumlarında bazı kıpırdanmalar, kaynağa dönüş, ihya ve ıslah çabaları baş gösterdi. Buna müsamaha gösterilemezdi. İslam böylece yeniden gündemin birinci maddesi oldu. Tekrar Afganistan ve Irak işgali gibi fiili veya BOP ve ılımlı İslam politikaları gibi dolaylı yoldan İslam dünyasını zapt-u rapt altına almaya çalıştılar. Vahiyle ümmetin yeniden dirilişine ve bu  inşa sonucunda kendisini yeniden üretebilecek ve dünya insanlığına onur kazandıracak, örneklik teşkil edecek tek medeniyet projesine geçit vermeyeceklerdi.

İslam Toplumlarının Modernleştirilmesi ve Batılı Yaşam Biçiminin Dayatılmasında Kadına Biçilen Rol

İşte bu yozlaştırıcı, insanı kendine, Rabbine ve kâinata yabancılaştırıcı egemen seküler paradigmanın Osmanlı topraklarındaki taşıyıcısı olan Türk modernleşmesi, sadece teknolojik ve bilimsel anlamda değil bütün kültürel kodlar, hatta giyim kuşamıyla bile Batı’ya benzemenin elzem olduğu ön kabulüyle ta Osmanlı’da 2. Mahmut zamanından başlayarak bir gardırop devrimine girişti. Bu dayatmacı ve tek tipleştirici modernleşme projesi günümüze kadar baskı ve zor yoluyla kendi yaşam biçimini dayattı. Toplumdaki asıl dönüştürücü gücün ve yeni nesilleri yetiştirme fonksiyonundan dolayı toplumun lokomotifinin kadın olduğunun bilincinde olan modernleşme projesinin aktörleri, işte bundan dolayı önce kadını dönüştürmeyi ve onu toplumları dönüştürmede bir araç olarak kullanmayı hedef aldılar.

Nitekim, Musevi asıllı yazar Thomas Friedman’ın1“kadının toplumu içeriden fethetmenin”önemli bir aracı olduğuna dikkat çekmesi ve yine Yahudi asıllı Bernard Lewis’in Ortadoğu adlı kitabında bölgenin kaderini belirleyecek üç faktörden birinin kadın olduğuna işaret etmesi2 ve hazırlanan bölge halklarını dönüştürme projelerinde “kadın meselesi”nin özellikle de cinsellik ve açılma boyutuyla çok öne çıkarılması (Afganistan’ın kanlı işgalinden hemen sonra, getirildiği iddia edilen “özgürlüğün” ve sağlanan değişimin simgesi olarak, açılan ve televizyonda şarkı söyleyen kadınların gösterilmesi örneğinde yaşandığı gibi) emperyalistlerin İslam toplumlarını sekülerleştirme, modernleştirme planlarında kadına yükledikleri önemli misyonu ortaya koymaktadır.

Türkiye’de de, “Kur’an’ı kapatıp kadını açın!” sözünde anlamını bulan modernleştirme projesi, kadını açmayı ve kadının cinselliğini piyasa kuralları doğrultusunda kullanmayı hedefleyen kıyafet değişimlerini ön plana çıkardı. Öncelikle kadın açılarak, gardırop devrimleri gerçekleştirilerek, emperyalistlerin seküler hayat tarzı tüm boyutlarıyla taklit edilerek ve İslami olan her şey de dışlanıp karalanarak Batılı olunmaya çalışıldı.

Oyunu Bozan, Tesettürlü ve Eğitimli Kadının Bilinçli Duruşu ve Örnekliği Oldu  

Aslında toplumun periferinde olan geleneksel örtülü, edilgen ve çekingen kadın imajı modern projenin mimarları için sorun teşkil etmiyordu. Ancak ne zaman bu kadınlar merkeze yürümeye ve toplumun her kesiminde özellikle eğitimli kesimde görünür hale gelmeye başladılar, işte asıl sıkıntı burada baş gösterdi. Çünkü bu, toplum için biçilen modern projede çatlaklar oluşturabilirdi. Geleneksel kitleler bunu örnek alabilir; kendine güveni olan, eğitimli, edilgen olmaktan çıkıp etken haline gelmiş, değerlerinin değiştirilmesine izin vermeyen tesettürlü hanımlar modern paradigma açısından tehdit teşkil edebilirdi.

Yıllardır halkı jakoben, tepeden inmeci bir tarzda dönüştürme çabası toplumun her alanında kendini hissettirmişti. Örgün eğitim yoluyla ve okullardaki ders kitaplarında yer verilen örneklerle, çocukların dimağlarına, annenin mini etekli ve başı açık, babanın traşlı ve takım elbiseli olması “ideal aile tipi” olarak nakşedilmeye çalışıldı.

İşin ilginç tarafı, bu mesele sadece yeni nesillerin yönlendirilmesiyle bırakılmadı, yaygın eğitim enstrümanlarıyla çağdaş yaşam tarzı -Türk sineması ve medyası vasıtasıyla- bu sefer de ailelerin beyinlerine kodlandı.

Fakat çalınmak istenen bu mayaların toplumda tutmadığı çok kısa sürede görüldü. Halk koparılmaya çalışıldığı değerlere tekrar dönmeye başladı. Katı, jakoben modernlik toplumsal kabule mazhar olmadı. Kur’an’la yeniden diriliş eğilimi ve çabaları, vahyin hayata yansıması olarak tesettürün yaygınlaşması, emperyalistleri ve yerli işbirlikçileri olan Batıcıları ürküttü ve yeni tedbirler almaya yöneltti.

Darbelerle Yeniden Hizaya Sokma Çabaları

Bundan dolayı her on-yirmi yılda bir topluma çekidüzen verilmeye çalışıldı. En son yaşadığımız 28 Şubat süreci de bu müdahalelerden biriydi. Toplumun istemedikleri bir yönde evrilmesine izin vermeyeceklerdi. (27 Nisan muhtırası da bu tür müdahalelerin devamı niteliğindedir.) Düzenleyicilerinin deyimiyle balans ayarı niteliğindeki 28 Şubat’ın (aradan geçen 10 yıla rağmen) travmatik etkilerini, İslami kesimin hâlâ üzerinden atamadığını gözlemleyebiliyoruz. Hatta tam tersine yaşanan sürecin İslami algıların dönüşümüne ve Müslümanlarda yaşanan sekülerleşme doğrultusundaki değişime ivme kazandırdığını görüyoruz.

Bu dönemde baskının, korkunun etkisiyle zihin dünyalarında oluşan yıkıcı dalgalar İslam’ın cemaat ruhunu yerle bir etti, yerine birey eksenli bir din algısı gelip yerleşti. Bu durum, namazını kılan başını örten ama hayatın diğer alanlarına (ekonomi, siyaset, toplumsal hayat ve insan ilişkileri, vs.) dinin müdahalesine izin vermeyen, sekülerleşmiş din algısına, rölativizmin ve tarihselcilik anlayışının etkisiyle hoşgörüyle bakan, halden razı, toplumun İslami anlamda dönüşümüyle ilgilenmeyen, bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantalitesinin tesiriyle sadece kimi bireysel haklarını talep eden, ki onların elde edilmesi için bile çok fazla gayret göstermeyen, çocuklarına İslami hassasiyetlerle eğitim verilmesi ve yetiştirilmesini önemsemeyen ilkesiz, oportünist “Müslüman” tiplerinin oluşumuna yol açtı. 

Yasakla Engellenemeyen Tesettür ve Başörtüsü Modernleşmenin Aracı ve Taşıyıcısı Kılınmak İsteniyor

Özellikle son yıllarda malum kesimler tarafından başörtüsü köksüz, türedi bir şey gibi halka sunulmaya, tarih ve Kur’an’la bağları koparılarak, toplumsal destek bulması engellenmeye çalışılıyor. Daha modern bir form olan “türban” kavramı başörtüsünün yerine kullanılarak içerik erozyonu oluşturulmak isteniyor. Bazı Müslümanlar da böyle bir amaçla tedavüle sürülmüş bu kavramı içselleştirerek rahatlıkla kullanabiliyorlar. Zaten bir toplumun zihin dünyasının dönüştürülebilmesi için öncelikle kavram dünyasının dönüştürülmesi gerekiyor ve bu ereğin gerçekleşmesi için Batıcı kadrolar tarafından olağanüstü gayret sarf ediliyor.

Kemalist Batıcılar tarafından, tesettür ve başörtüsünün yaygınlaşması yasaklar ile baskı altına alınıp geriletilmeye çalışılırken, bir kısım liberal Batıcılar eliyle ise başörtüsü, (bu tür bir kıyafet tercihi illa yapılacaksa), ‘demokratikleştirme’ adına modern bir forma dönüştürülmeye ve modernleşmenin aracı kılınmaya çalışılıyor. Müslüman kadın, açılarak modernleşme ile “bireysel demokratik bir hak” olarak modern bir formda örtünerek modernleşme arasında, yani “kırk katırla kırk satır” arasında tercihe zorlanıp, sisteme uyum sağlaması amacıyla terbiye edilmeye çalışılıyor.

Sadece başörtüsü ve tesettür alanında değil başka alanlarda da Müslümanların kavramsal çerçevesi değiştirilmeye çalışılıyor. Daha önce ibadetleri yapma amacı Allah rızası olarak açıklanırken, şimdi bireysel tercih olarak nitelendirilebiliniyor. Ayrıca demokrasi, laiklik gibi Batı’nın seküler kültürel hinterlandından neşvünema bulmuş ve oranın kültürel kodlarını taşıyan kavramlar sanki bize ait ve dinimizle uyuşan kavramlarmış gibi, bazen yeniden tanımlanarak rahatça kullanılıyor. Son zamanlarda hâkim dil haline gelen bu retorik, kavramların dönüşümüyle orantılı olarak zihin dünyamızda da çok köklü değişimlere neden oluyor. Eklektik bir din algısının yerleşmesine zemin hazırlıyor.

Mikro ölçekte cemaat, makro ölçekte ümmet bilincine sahip, sosyal ve toplumsal hayata müdahale eden, Allah rızasını önceleyen İslam anlayışı yerine; hayatın hiçbir alanına müdahale etmeyen, bireyci ve bundan dolayı da kişisel-özel alana hapsedilmiş bireysel tercihten öteye gitmeyen bir din algısı yerleşiyor. Allah rızasını önceleyen Müslüman tipi de yerini, kişisel çıkarlarını maksimize etmeyi önceleyen, dini bireysel bir tercih olarak algılayan muhafazakar demokrat dindarlara terk ediyor.

Müslüman Halkların Ehlileştirilmesi, -Açılarak da, Modern Formda Kapanarak da Olsa- Kadın Üzerinden Sağlanmaya Çalışılıyor

Aslında bu durum yıllardır uygulanan İslamizasyon politikalarının da bir sonucu aynı zamanda. Amaç, yok edilemeyen düşmanın ehlileştirilmesi, emperyalizme, kapitalizme uyumlu hale getirilmesi. Bu da ancak İslam anlayışının içinin boşaltılmasıyla, kavramların yozlaştırılmasıyla, ubudiyet bütünlüğünün parçalanıp, bireysel ibadetler formuna indirgenmesiyle mümkün olabilir. Ilımlı İslam projesinin gerçekleşebilmesi için İslam toplumunun ana direğini teşkil eden ve yeni nesilleri yetiştirecek olan Müslüman kadının dönüştürülmesi oldukça önem arz ediyor. Bunun için de ilk önce hicaba el atılıyor. Önce baskı ve yasakla yok edilmek istenen, ancak engellenemeyen tesettür kavramının içi boşaltılıyor. Defilelere konu ediliyor, türban gibi modern bir kavram başörtüsü yerine ikame edilmek isteniyor. İster açılarak, ister modern bir formla ve modalaştırılan bir içerikle kapanarak olsun, modernleşme ve sekülerleşme mutlaka kadın üzerinden Müslüman topluma enjekte edilmeye çalışılıyor. Müslümanlarda meydana gelen bu dönüşümü tespit eden kamuoyu araştırmalarından birini yapan Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu araştırma sonuçlarında ortaya çıkan değişim görüntüsünden duydukları memnuniyeti şöyle dile getiriyor:

“Bu kesimde değişimin iki göstergesi vardır. Kişiler tarafından İslami alan parçalı olarak algılanmakta bu alanın din, ekonomi, kültür, özel ve kamu hayatı gibi parçaları arasındaki bağlar kopmaktadır. İslami olan da benzer bir şekilde İslami kimlik ve sembollerden ödün vermeksizin bir ayrışmaya tabi tutulmakta, insan merkezli algıyla din içinden gelen pratik bir sekülerleşme üzerine oturtulmaktadır. Bu değişim hali hâkim eğilim olarak karşımıza çıkmaktadır.”3

Özellikle başörtülü kızların, modernliğin taşıyıcısı olarak ailelerinde oluşturduğu değişim ise şöyle anlatılıyor: “Dini emrin yorumlanmasında zaman ve koşulların öneminin keşfi, içten gelen, kendiliğinden bir sekülerleşmeyi tetikliyor. Çocuk aileleri değiştiriyor ve modern alana taşıyor.”

Müslüman kadın “tesettür modası” adı altında daha çok tüketime yönlendiriliyor, tesettürüyle sahip olduğu Müslüman kimlik, içerik kaybına uğratılmaya çalışılıyor. Başörtüsü bir bilincin tezahürü olmaktan çok moda aracı haline getiriliyor. İşte bu hal, İslam’ı, Müslümanların hayatlarını kuşatıcı ve ıslah edici bir din olma konumundan çıkarıp, şekli ibadetlerden, ritüellerden ve tesettür zaviyesinden de bir metrelik kumaştan ibaret bir konuma indirgiyor. Bu da dünyevileşen hayatları, dini motiflerle bezemekten başka bir anlama gelmiyor. Bu içler acısı halden kurtulmanın yolu,Müslümanların kendi epistemolojik kökenlerinden yola çıkarak bilgiyi yeniden inşa etmelerinden, hayatı kuşatan anlamıyla kulluğu ve özgün kavramlarını kuşanmalarından geçiyor.

Son yıllarda tecrübe ettiğimiz gibi başka coğrafyalardan ithal edilen bilgi, girdiği kültürün zihin dünyasını ve hayat anlayışını kendi idealleri ve felsefesi doğrultusunda dönüştürme fonksiyonu görüyor. Bu bilgi kirlenmesi biz Müslümanları küresel hegemonya ile daha uyumlu hale getirip, tüketim kültürüne eklemlenmemizi sağlıyor. Günümüz Müslümanında rızkın Rezzak olan Allah’tan geldiği anlayışı giderek kaybolup, rızkın elde edilmesi salt ekonomik faaliyetin sonucu olarak algılanıyor. Bu da Müslüman ahlakının dönüşmesine, israf, bereket, şükür gibi İslami kavramların Müslümanların hayatında işlevsiz hale gelmesine yol açıyor. Müslüman için gelişmenin ölçüsü takva değil, ekonomik yönden ilerleme haline geliyor. İslam ilerlemeye engel oluşturmaz düşüncesi, dini ilerleme için bir araç konumuna indirgiyor. Ve ekonomik kalkınma ve gelişmeyi kutsallaştırıyor. Bundan dolayı ileri toplumlar seviyesine gelme, refah toplumu olma sanayileşmiş, gelişmiş bir ülkeye sahip olma, kalkınma özlemi İslami kesimler tarafından rahatlıkla dile getirilip, buna yönelik projeler hazırlanıyor. Halbuki İslam, salt ekonomik, sosyal projeler sunan bir din değildir, esas olarak o bütün insanlığı kurtuluşa götürecek bir ahlak ve hukuk sunmaktadır. Sözünü ettiğimiz sekülerleşmiş bakış açısı küresel kapitalizmin ekmeğine yağ sürmekte, Müslümanların tüketim kültürü ve pazar ekonomisi ile entegrasyonuna zemin hazırlamaktadır. Bu da Müslümanlar arasında bireyselleşme, yalnızlaşma ve dünyaya bağlılığı artırmaktadır. Günümüz Müslümanı, özellikle de Müslüman kadın, kapitalizmin temelini oluşturan ihtiyaçların sınırsızlığı ön kabulünden sıyrılmalı, israftan kaçınma düsturuna dört elle sarılmalıdır. Kendi kavramlarımızla aramızda oluşturulan yabancılaşma uçurumunu aşmak ve kaynaklarımıza dayanarak bilgiyi vahyin kodlarına uygun olarak yeniden inşa etmek yaşadığımız açmazdan kurtulmamıza olanak sağlayacaktır.

Müslüman kadın uluslararası ya da yerel ölçekte uygulanan bilinç dönüştürme projelerine karşı uyanık olmak zorundadır. Unutulmamalıdır ki, kadının dönüşümü bir anlamda topyekûn bir toplumun dönüşümü anlamına gelecektir.

 

Dipnotlar:

1- Göğüş, Zeynep, “Friedman,Kadınlar… vs.”, Hürriyet, 19.06.2004

2- A.g.y.

3- Bayramoğlu, Ali, “Dindarlık ve laiklik ekseninde Türk Toplumundaki değişimin röntgeni”, Yeni Şafak, 28.03.2006

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR