1. YAZARLAR

  2. Zeynel Yaman

  3. MİT, Medya Buluşmasında Ortaya Çıkan Gerçek: Müşteri Velinimetimizdir!

MİT, Medya Buluşmasında Ortaya Çıkan Gerçek: Müşteri Velinimetimizdir!

Ocak 2004A+A-

Brifing, bir konu hakkında yetkin olan kişiler tarafından belirli bir kuruma yada kitleye bilgi verilmesi anlamına geliyor. Son yıllarda çeşitli merciler tarafından, değişik kurumlara önemli görülen konular hakkında bilgi verme amaçlı toplantılar düzenleniyor. Hükümete, medyaya, sivil-resmi kurumlara bilgi akışı sağlanıyor. Bu bilgiler gerekli şekilde düzenlendikten sonra kullanıma uygun hale getirilerek işlerlik sağlanıyor. Her konuda gerekli bilgilerin toplanması için çeşitli merciler kurulup geniş yetkilerle donatılıyor. "Önemli işler" yapılmadan önce bu kurumlara danışılarak bilgiler alınıyor. 28 Şubat döneminde BÇG, toplum adına zararlı görülen her türlü kişi ve kurumun bilgisini hazırlayarak, baskı politikalarının belirlenmesinde büyük pay sahibi olmuştu. Ataması yapılacak kişilerden, kamu ihalelerinin verileceği kurumlara kadar birçok konuda belirleyici konumunda olan bu merkezler, özel sermaye sahiplerinin yeşil-kızıl diye sınıflandırılarak haksız uygulamalara tabi tutulmasına da sebep olmuştu. Bu bilgi merkezlerinde, halkın büyük çoğunluğunun bilgisi oluşturularak "fişinin hazırlanmasına" birçoğunun "biletinin kesilmesine" yardımcı olması sağlanıyor. Bilgi bankaları zaman zaman kamuoyuna birikimlerini aktarıyor. Halka doğru ve objektif bilgi verme sorumluluğunu kendisine düstur edinmiş medya, bu bilgi merkezlerinden aldığı bilgileri kitlelerle paylaşıyor. Bazı dönemlerde de kendi elde ettikleri bilgileri "temel kaynağa" doğrulatmakla araştırmacı gazetecilik örneği sergiliyor. Ama bütün bunları yaparken tarafsız ve manipülasyondan uzak bir tutum sergileyerek bağımsızlığını sağlıyor.

Medya, Aralık ayında rutin bir bilgilendirme muayenesinden daha geçirildi. MİT müsteşarlığı Kasım ayında meydana gelen patlamalarla ilgili bilgi vermek amacıyla gazetelerin Ankara temsilcilerini konuk etti. Hürriyet, Star ve Vakit dışında 14 gazetenin temsilcisinin katıldığı toplantıda patlamalarla ilgili medyanın tavrından duyulan rahatsızlık dile getirilerek tartışmaların "doğru" bir şekilde yapılması gerektiği medya mensuplarına aktarıldı. Gerekli tavsiyeleri alan haberciler köşe yazılarında patlamalarla ilgili "yeni bilgileri" kamuoyuyla paylaştı. Herkes kendi mezhebi uyarınca kıssadan ayrı hisse almış gibi görünse de yazılanlardan anlaşılan şu:

"Gazetelerin yazdığı gibi istihbarat zaafı falan yok. Bombalı saldırıların organizasyonu Türkiye'nin dışından ve çok üst düzeyde planlanmış bir hazırlıkla yapılmış. O yüzden istihbarat kurumlarımız asla zaaf içerisinde değil. CIA ve MOSSAD bile bu organizasyonların eylemlerine karşı koyamıyor."

Meselenin buraya kadarki kısmı yakın tarihimizde de rastladığımız gibi basit bir rot-balans ayarından veya çeki düzen vermeden ibaret. Zira güvenlik güçlerini saldırılar konusunda gerekli çabayı göstermemekle suçlayan ve emniyetle bilgi yarışı yüzünden polemiğe giren medya, yapılan gerekli düzenlemeyle meselenin "derin" boyutlarına vakıf oldu. Patlamalarla ilgili senaryolar yazıldı, failler belirlendi, yakalanan kişiler derhal afişe edildi. İsim ve adresleri verildi ki bir daha böyle şeyler yapmasınlar! Sadece ilim tahsil etmek maksadıyla Suriye'ye giden talebeler terörist muamelesine maruz bırakılarak yargısızca infaz edildi. MİT müsteşarlığının düzenlediği toplantının tek etkisi yukarıda saydıklarımız olmadı tabii ki. MİT müsteşarı Şenkal Atasagun'un "Yemeğe katılan 14 gazeteciden 10'u bizim müşterimizdi." sözlerinin yarattığı tartışmalar da gündemi meşgul etti. Müşteri ne demek, alıcı-satıcı kim, ne alınıyor, kime satılıyor soruları kafaları karıştırdı. Kendisini Türk medyasının "amiral gemisi" olarak gören bir gazetenin genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök, toplantıdan aldığı bilgileri kamuoyuyla paylaşma sorumluluğu gereği Atasagun'un sözünü aktararak, müşteri sözcüğünü izah etmeye çalıştı. Özkök'ün 9 Aralık 2003 tarihli yazısına göre toplantıda kullanılan müşteri kelimesi iki anlama geliyordu. Birincisi, MİT'in haber sızdırdığı gazeteler; ikincisi ise, MİT'in muhatap kabul ederek sorularına cevap verdiği gazeteler. Özkök'ün açıklamalarının oluşturduğu soru işaretleri medyada tartışma konusu olmuşken, Radikal Gazetesi Ankara temsilcisi Murat Yetkin'in uyarısıyla tartışma farklı bir boyut kazandı. Ertuğrul Özkök ertesi günkü yazısında gerekli düzenlemeyi yaparak kavramın ne anlama geldiğini açıkladı. MİT müsteşarının dediğine göre 14 gazeteciden 4'ü solculuk, 4'ü irtica, 2'si de ülkücülük suçlamasıyla MİT'in sabıkalılar listesine dahil olmuşlardı. Geriye kalan 4 kişi ise "temiz"di.

Gazeteler liste olayını tartışıp MİT'le ilgili sorular sormaya başlamışken, Özkök, "cümlenin mealini" etraflıca bir izaha tabi tutarak yanlış anlamaların önüne geçiyordu: Aslında Atasagun'un demek istediği, eskiden çeşitli nedenlerle karşı karşıya gelmiş oldukları kişileri bugün muhatap kabul edip bilgi veriyorlardı. İstihbarat mensupları hem başarılı hem esprili insanlardı. Şaka yapmış olabilirlerdi. Ayrıca eski sabıkalıların davet edilmesi hoşgörü ve gelişmişliğin göstergesiydi. MİT müsteşarı yanlış anlaşılmalara sebep olmaması için, Murat Yetkin'i bizzat arayarak "bilgi" vermişti.

MİT müsteşarlığının toplantısıyla ilgili dikkat çeken bir kaç nokta var. Müşteri sözcüğü dönem dönem haber sızdırılan gazeteleri kapsadığı gibi, çeşitli suçlamalarla ilgili olarak hakkında istihbarat yapılmış kişiler için kullanılıyor. Özellikle ara rejim dönemlerinde basın-devlet ilişkilerinde söylem açısından ciddi paralellik göze çarpıyor. Gücü elinde bulunduranların, kamuoyu oluşturma konusunda medyayla doğrudan ilişki içerisine girmeleri basın tarihinde sıkça karşılaştığımız bir vakıa. Rejim, hassas olduğu noktalarda medyanın da aynı duyarlılığı göstermesi için bazı ayarlar yapmak amacıyla çeşitli dönemlerde yetkilileri toplayıp toplu bir seanstan geçiriyor. Özellikle hassas dönemlerde sıkça yapılan bu uygulama, devletin halkla ilişkiler çalışmasının yapılması ve temel hak ve hukuk ilkeleriyle bağdaşmayan uygulamaların meşru kılınması için başvurulan bir faaliyet biçimi olarak kendini gösteriyor. Türkiye'de medya patronu konumundaki kişinin bir röportajda "Hürriyet sadece benim değil devletin de gazetesidir" dediğine şahit olmuştuk. Yine yakın dönemde kim olduğu ve hangi sıfatla konuştuğu belli olmayan kişilerin, televizyonda söylediklerine bakılarak, yapılan gözaltı ve sorgulamalar, basın ve devlet ilişkilerinin hangi zemin üzerinde seyrettiğini gösteriyor. 28 Şubat sürecinde yaşanan andıç skandalı da aynı ilişkilerin ürünü olarak gündeme damgasını vurmuştu. Kim tarafından, hangi delillerle verildiği belli olmayan belgeye dayanılarak köşe yazarları hain ilan edilmiş ve ajan suçlamasıyla yıpratılmak istenmişti. Türkiye'nin dış politikası konusunda ise tablo daha vahimleşiyor. Medya patronlarının yurtiçi-yurtdışı iş bağlantıları, küresel emperyalizmin menfaatlerinden faydalanma istekleri ve egemenlerin çıkarlarının korunması konusunda taraflar arasında paralellik ötesi ciddi bir örtüşmeden söz edebiliriz. Irak'a yapılan saldırıda işgal güçleriyle birlikte taarruza çıkan Amerikan askeri gibi güdümlü-iliştirilmiş yayın anlayışıyla çığırtkanlık yapan medya kuruluşları, aynı tavrını Türkiye içi olaylarda da gösteriyor. Irak savaşında asker elbisesi giyerek, elinde tüfek namlusu misali objektifiyle, işgal cephesinde "haber" peşinde koşturarak, toplumu yönlendirme konusunda büyük çaba sarf eden gazetelerin, özellikle 28 Şubat döneminde üniformasız muhafızdan farksız çalıştığını unutmamak gerekir. Şüphesiz ki yapılan bütün işlerde ciddi menfaatlerin ve nüfuz kaygısının olduğunu bilmek gerekiyor. İstihbarat kurumlarıyla işbirliği içerisinde yapılan yayınların temelinde de aynı menfaat birlikteliği yatıyor. Irak savaşında ABD tarafından dünya medyasına dağıtılan 200 milyon doların bedelini, savaşın öncesinde ve sonrasında çığırtkanlık yaparak ödeyen kuruluşlar, yurt içinde sistemden aldıkları payın bedelini zor zamanlarda sistemin politikalarını meşrulaştırarak ödüyor. Hakkında suç isnadı bile oluşmamış kişilerin suçlu gibi sunulması, yargısız infazların kolaylaştırılması, toplumun sisteme entegrasyonunda aktif görev alınarak tetikçiliğin yapılması bağımlılığın tescilini sağlıyor. Mevcut rejimin payandası olarak kullanılan ve muhalif güçleri yıpratmada maşa vazifesi gören kuruluşların sistemle ilişkisi MİT müsteşarının yaptığı açıklamayla bir kez daha gözler önüne seriliyor.

Müşteri tartışmasıyla ilgili ikinci önemli boyut ise, açıklamada yer alan sabıkalı gazeteciler sözüdür. Müsteşarın açıklamasına göre, geçmişte solculuk, irtica ve ülkücülük suçlamasıyla MİT tarafından haklarında istihbarat yapılmış kişiler, bugün devlet politikalarının yaygınlaşmasına alet edilmek istenmiştir. Düzen, ihtiyaç duyduğu bir zamanda, kişileri kendi politikaları çerçevesinde yönlendirmek istemiş, bu yüzden "bozuk" sicillerini görmezden gelmiştir. Zira bombalı saldırılarda, devletin ciddi anlamda imajı zedelenmiştir. Devlet, halkının gözünde hiçbir şeyden haberi olmayan, pasif, aciz bir kurum niteliğine bürünmüştür. Bu imajın düzeltilmesi ve devletin karizmasının tekrar toparlanması amacıyla gazetelere uygulamaları gereken diyet sunulmuştur. Toplantıya katılan gazete temsilcileri de, aynı gün (07/12/2003) köşe yazılarında olayın boyutlarının Türkiye dışında oluştuğunu vurgulayarak milli istihbaratı koruma altına almıştır. Geçmişte söylemlerinden dolayı sabıkalı addedilip suçlu kabul edilenlerin bugün düzenin istediği gibi yorumlar yapmasının istenmesi, o kişilerin masum kabul edilerek affedildiklerinin belirtisi sayılabilir. Fakat unutulmamalıdır ki, herkesten bir nebze faydalanma arzusu menfaatler örtüştüğü sürece geçerli olan bir şeydir. Dengeler değişip, menfaatler farklılaşınca, "cici çocuk" muamelesi görenlerin "icabına" bakılacağından hiç kuşku duymamak gerekir. Toplantıya katılanlardan temiz kabul edilenlerin hangi kriterlere göre temiz sayıldıkları da ayrıca düşünülmesi gereken bir durum. Acaba bu kişiler, etliye-sütlüye karışmadıklarından dolayı mı temiz, yoksa verilen işleri çok "temiz" yapmalarından dolayı mı?

Toplantının "off the record" olduğu basın mensuplarına söylenmesine rağmen, Hürriyet gazetesi "söylenmesi" gerekenleri söylemekten geri durmamış ve halkı aydınlatma sorumluluğunu yerine getirmiştir. Biz, meselenin sadece "record" kısımlarından aktarılanları değerlendirebiliyoruz. Aktarılmayan kısımlarda ne gibi "ayarların" yapıldığını önümüzdeki günler gösterecek.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR