1. YAZARLAR

  2. Murat Ural

  3. Milli Eğme Sistemi Düzelir mi?

Milli Eğme Sistemi Düzelir mi?

Eylül 2004A+A-

Soruşturma: Okullar Ne Zaman Sivilleşecek?

1- Resmi dogmalarla, andlarla, marşlarla adeta kışla eğitimini andıran sevimsiz, sevgisiz ve köhnemiş okul sisteminde acilen yapılması gereken değişiklikler neler olmalıdır?

2- Liselerde zorunlu ders müfredatına dahil olan ve kışla mantığının somut tezahürlerinden birini oluşturan Milli Güvenlik Dersleri'nin şimdiye kadar ifa ettiği misyonla meydana getirdiği tahribatın telafisi için yapılması gereken değişiklikler nelerdir?

1. İlk ve ortaöğretimde sivilleşmenin tartışılması kesinlikle lüks olarak algılanılmaması gereken bir durum. Benlik - kişilik gelişimi sürecinde ilk ve ortaöğretimin rolünün yükseköğretimden çok daha fazla olduğu bilinmekte. Bu dönemde sağlıklı bir gelişimin gerçekleşmesinin olmazsa olmaz şartlarından biri ise "fıtrî  yeteneklerin" ortaya çıkarılması veya önündeki engellerin kaldırılmasıdır. Bu fıtrî yeteneklerin belki de en önemlilerinden biri olan yorum ve değerlendirme yapabilme (akletme) yeteneğinin ortaya çıkabilmesi için resmi dogmaların kalıplarından ve baskılardan uzak, sivil bir eğitim sisteminin gerekliliği aşikar.

Ancak mevcut eğitim sistemimizin en önemli parçası olan okulların sivilleşmesi sorunundan önce, okulların bir kurum olarak hangi anlama sahip olması gerektiği sorusu tartışılmalıdır kanaatindeyim. Mevcut haliyle okul sistemi modern ulus devletlerin ürettiği ve kendine "iyi vatandaş" yetiştirmeyi hedeflediği bir yapıyı içermekte. Zorunlu eğitim adı altında her devlet belirli kalıplar içinde resmi dogmalarını genç zihinlere sivil ya da sivil olmayan yöntemlerle aktarmakta. Türkiye'deki marşlı, antlı uygulama belki bu işlemi biraz daha belirgin ve sevimsiz bir hale getirmekte.  Ancak asıl problemi bu sembolik serenomilerde değil sistemin bütününde aramak gerekiyor.

Bir okulun kışla düzeninden çıkıp sivil bir hale gelmesi için bu serenomilerin kaldırılmış olması şüphesiz yeterli değil. Tabii ki her sabah "Varlığını Türk varlığına armağan eden" genç zihinlerin varlıklarının anlamının farkına varmalarını güçleştirmekte. Ancak mevcut sistemin zorlaştırıcı engelleri bundan ibaret değil. "Sivil üniformalar" içinde "tek tip (üniform)" olmaya, tek tip düşünmeye yönlendirilen genç zihinler "ağaç yaş iken eğilir" atasözüne uygun bir biçimde eğilip bükülmeye çalışılmaktalar. Adeta bir "milli eğme sistemi" gibi örgütlenmiş olan milli eğitim sistemi çocukları, gençleri, standartlara uygun kalıplara sokmaya çalışmakta. Bu standartlar sadece kaba ideolojik ölçülere sahip değil. Nasıl düşünüleceği, nelerden hoşlanılacağı, hangi hobilere sahip olunulacağına kadar ince detayları barındırmakta.

Hep şikayet edilen, ezberci, yorum yapma becerisinden yoksun, hayattan kopuk öğrenci tipi bu anlamda tam da TSE'ye uygun bir üretim modelini oluşturmakta. Rivayet edilir ki bir İngiliz eğitimci Türkiye'ye araştırma yapmak üzere geldikten sonra şu tespitte bulunmuş: "Okul öncesi çocuklarınız gerçekten son derece zeki, canlı, özgüveni yüksek çocuklar, siz ne yapıyorsunuz da aynı çocuklar liseyi bitirdiklerinde bu berbat hale geliyorlar?" Milli Eğitim sistemi bilinçli bir seçimle İngiliz araştırmacıyı hayrete düşüren gençleri yetiştirme misyonunu üstlenmiş gözüküyor.

Okulların sivilleşmesi konusu kanaatimce bu çerçevede de tartışılmalı. Şekli bir takım değişiklerle kışla düzeninin zihinleri iğdiş edici hakimiyetinin kalkması mümkün gözükmüyor. Bu noktada MEB'in geçtiğimiz günlerde kamuoyuna sunduğu yeni ilköğretim programını değerlendirmek konumuzla yakından alakalı olacaktır düşüncesindeyim. AB ile uyum yasaları çerçevesinde birçok alanda başlatılan reform çalışmaları her alanda olduğu gibi eğitim alanında da iddialı bir değişim öngörmekte. Milli Eğitim Bakanı tarafından ezberci, hayattan kopuk ve niteliksiz eğitimin önüne geçmeyi, eğitimi ideolojinin değil bilimin ve etiğin nesnesi haline getirmeyi, hür zihinler yetiştirmeyi hedeflediği açıklanan yeni tasarı gerçekten de köklü değişiklik iddiaları içermekte.

Newton mekaniğinden, Kuantum teorisine, katı davranışçılıktan kognitif–yapılandırıcı yaklaşıma geçişi öngören yeni tasarı daha anlaşılır ifadeyle, olayları tek yönlü sebep-sonuç ilişkisiyle değil bir birini etkileyen birçok sebebi gözönüne alan açıklama becerisi kazandırmayı hedeflemekte. Öğrencilerde eksik olduğu bakanlıkça da tesbit edilen, sorgulama ve yorum yeteneğini kazandırma açısından gerçekten olumlu olabilecek bu paradigma değişimi biraz önce bahsi geçen fıtrî yeteneklerin önünün açılması bakımından ciddi katkılar sağlayabilir ve bu okulların sivilleşmesi açısından atılabilecek en büyük adım olabilir.

Sorgulayan, yorum yeteneğine sahip, hür zihinlerin hedeflendiği bir eğitim sisteminin tabii olarak sivilleşmesi kaçınılmaz bir sonuç olacaktır. Böyle bir süreç hayata geçirilebildiği takdirde "okul" da sahip olması gerektiği anlama kavuşan bir kurum haline gelecek ve "düzene uygun kafaların"  üretildiği bir fabrika olmaktan çıkacaktır.

Yapılması düşünülen paradigma değişikliği gerçekten de eğitim alanındaki insanları heyecanlandıracak bir niteliğe sahip.  Ancak kritik soru şu: Düşünen ve sorgulayan zihinler ikinci sorunuzda bahsi geçen "Milli güvenlik" açısından bir tehdit içermeyecek midir? Öyle ya bu güne kadar tek yönlü sebep sonuç ilişkisiyle anlatılan birçok olay örneğin Osmanlı Devleti'nin yıkılışı ve T.C.'nin kuruluşu kuantum teorisiyle yani çok sebepli bir bakış açısıyla yorumlandığında ortaya ne gibi tehlikeli sonuçlar çıkacaktır. Bu tablo ilk anda insanı heyecanlandırsa da hem mevcut ve olası tepkiler hem de tasarının sunuluş biçimindeki bazı "ayrıntılar"  bizi Türkiye gerçeğine geri döndürerek temkinli olmaya itiyor.

Milli Eğitim Bakanı'nın tanıtım konuşmasına 1921 yılındaki ilk maarif kongresinin heyecanını taşımaya çalışarak başlaması, yeni eğitim sisteminin hür beyinlerin yanı sıra iyi vatandaşlar yetiştirmeyi hedeflediğini söylemeyi ihmal etmemesi ve kendileri için esas ölçünün AB standartları olduğunu ifade etmesi "standardizasyon" işleminin form değişikliği ile devam edeceği endişesini kuvvetle tahrik etmekte. Her halükarda müfredata ve pratiğe bire bir yansımasa da "hür düşünce" yetisini geliştirmeye katkı sağlayacak bu tasarının hayata geçmesinin okulların sivilleşmesine ciddi bir katkı sağlayacağını umuyorum.

Şahsen sorunuzun karşılığında benim vereceğim cevap da, okulların sivilleşmesi için öncelikle öğrencilerin zihni işleyişiyle ilgili bir reformun sağlanması, fıtrî yeteneklerin açığa çıkmasını sağlayacak bir eğitim sisteminin yapılandırılması – ki bunun nasıl olabileceği ayrı bir tartışma konusunu olmayı gerektirebilecek önemi haizdir – ve ağacı eğip bükmeyi değil özünü, köklerini güçlendirmeyi hedefleyen eğitimcilerin sayısının hızla artırılması olacaktır.

Adına kışla eğitim sistemi ya da her ne dersek diyelim, köhnemiş olduğu bir çok göstergeyle (ÖSS ve LGS'de yaklaşık yüzbin öğrencinin sıfır alması gibi) sabit olan "Milli Eğme Sistemi"miz, yaşadığı topluma karşı duyarlı olan herkesin ve her kesimin öncelikli meselesi olmayı hak etmekte ve ilk ve orta öğretim üzerindeki teorik ve pratik çalışmalara şiddetle ihtiyaç hissedilmektedir.

2.  Milli Güvenlik dersini Milli Tarih, Vatandaşlık Bilgisi ya da İnkılap tarihi dersinden niteliksel değil niceliksel olarak ayırmak mümkün olabilir. Şüphesiz hassas ismine uygun bir biçimde son derece "fonksiyonel" bilgiler içeren bu dersin kendisini müfredata yerleştiren zihniyetin imal ettiği diğer ders kitaplarından bir ölçü daha fazla etkide bulunmuş olması muhtemeldir. Bu zihni tahribatın telafisi için yapılması gerekenlerin birinci sorunuza vermiş olduğum cevabın içinde mündemiç olduğunu düşünüyorum. Yani sorgulayan, yorum yapabilen, olayları tek yönlü sebep sonuç ilişkisi içinde açıklama kolaycılığına düşmeyen zihinlerin yetişmesi bu tahribatın açtığı yaraların hızla iyileşmesini sağlayacaktır kanaatindeyim.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR