1. YAZARLAR

  2. Mehmet Alagaş

  3. Merhaleci yöntem dikkate alınmıyor

Merhaleci yöntem dikkate alınmıyor

Ağustos 1995A+A-

Seyyid Kutub, yönetiminde ve yapısal ilişkilerinde tevhidi ilkelerin hakim olmadığı tüm toplumları "cahiliyye toplumu" olmakla vasfediyor. Alternatif olarak da "İslam toplumu"nun Kur'ani eğitim ve pratikle şekillenen bir süreçte, merhaleci yöntemle oluşturulması gerekliliğini öne sürüyor. Yaşadığımız toplumda bu değerlendirmeye ve projeye nasıl yaklaşıyorsunuz?

Rahmetli Seyyid Kutub, bütün dünya müslümanlarına olduğu gibi, yaşadığımız coğrafyadaki müslümanlara da önemli katkılarda bulunan müstesna bir insandır. Bu önemli katkıların ne olduğuna ilişkin cevabı ise, Seyyid Kutub'un eserlerinden verebileceğimiz gibi, bu eserleri okuyan müslümanların halinden de verebiliriz. Meseleyi yaşadığımız coğrafyadaki müslümanların haline göre değerlendirirsek, Seyyid Kutub'un eserlerinden faydalanan müslümanlarda iki ayrı özelliğin belirginleştiğini görürüz. Bana göre birisi muhkem diğeri tartışılabilir olan bu iki özellik, tevhid ve tekfirdir.

Seyyid Kutub'un eserlerini okuyan ve anlayan müslümanlarda karşılaştığımız ilk vasıf, bütün müslümanların sahip olmaları gereken tevhid vasfıdır. Rahmetli Seyyid Kutub'un eserlerinde tevhid gerçeği o kadar yoğunlaşmıştır ki, günümüz müslümanları birbirlerine "Seyyid Kutub'u okudunuz mu?" sorusuyla, tevhidi ve tevhidi gerçekleri biliyor musunuz demektedirler. Yirminci yüzyılda yaşayan müslümanların en büyük ve en elzem ihtiyaçları olan tevhid bilincini böylesi bir genişlikte ve yoğunlukta vermeyi başaran Seyyid Kutub, bu mümtaz başarısı ile günümüz müslümanlarının kalbî dua ve selamlarına layık bir şahsiyettir.

Seyyid Kutub'un eserlerinden faydalanarak lekesiz ve berrak bir tevhid itikadına sahip olan müslümanların, bu itikadlarını pratiğe geçirirken aynı berraklıklarını koruyabildiklerini söyleyemeyiz. Bu iki düzlemi, iki ayrı daire şeklinde ele alırsak, bu iki dairenin birbiriyle kesiştiği, örtüştüğü ortak düzlem, yaşadığımız coğrafyadaki birçok müslümanın on-on beş yıldır mücadele verdikleri bir düzlemdir. Ne ferdi düzlemde, ne de toplumsal düzlemde özgün ve yeterli bir mücadele veremeyen bu müslümanlar, iki düzlemin kesiştiği ortak düzlemde kısmi bir mücadeleye başlamışlar ve bu mücadeleyi genellikle tekfirle noktalamışlardır.

Karşılaştıkları tevhidi gerçeklere göre nefislerinde olanı değiştirmeyen, kendi nefislerinde tevhidi ikame edemeyen birçok müslüman, pratikteki bu eksikliklerinin acısını çevreden çıkarmaya çalışmışlar ve Efendimiz (s)'in pak sünnetini dikkate alarak nefislerine karşı muttaki, çevreye karşı müsamahakar davranmaları gerekirken, kendi nefislerine karşı müsamahakâr, çevreye karşı keskin birer muttaki gibi yaklaşmaya başlamışlardır.

Peki, bu müslümanlarda tevhid ve tekfir özelliklerinin tezahür etmesiyle, rahmetli Kutub'un eserleri arasında bir İlgi var mıdır?

Vardır veya yoktur şeklinde kesin bir cevap vermek yerine, bu sorunun düşünülmesi, itidalli bir yaklaşımla cevaplandırılması gerektiğine inanıyorum. Benim bu konudaki kişisel kanaatim, teori ile pratik arasında bazı boşluklar, bazı handikaplar var ise böyle bir durum sadece okuyucuyu ve okuyucunun anlayışını suçlamanın doğru olmayacağı noktasındadır. Dolayısıyla meseleye bu boyutundan da bakılması, teorik düzlemde doğru ve yeterli görünen yaklaşımların, pratik düzlemde de doğru ve yeterli olup-olmadığının araştırılması gerekir. Söz konusu teorik yaklaşımlar bazı ilahi hükümlerden de kaynaklansa, bizleri bu ciddi araştırmadan vareste bırakmamalıdır. Çünkü zamana, mekana ve müslümanların içinde bulundukları duruma göre vazedilen ilahi hükümler, her zamanda ve her mekanda pratik geçerliliği olan hükümler değildir.

Sorunuzda Seyyid Kutub'un İslam toplumunun oluşumuyla ilgili olarak "Kur'ani eğitim ve pratikle şekillenen bir süreçte, merhaleci yöntemle oluşturulması gerekliliğini öne sürdüğünü" ifade ediyorsunuz. Bu ifadeyi ve yaklaşımı elbette ki Kur'ani buluyor ve yaşadığımız coğrafyada da geçerli olması gereken bir yöntem olarak görüyorum. Ancak konuyla ilgili olarak şunu da ifade etmek isterim ki, yaşadığımız coğrafyada kendilerini Seyyid Kutub'un eserlerine nisbet eden birçok kardeşimizin topluma yaklaşımı, söz konusu ifadede zikredilen merhaleci yöntemi dikkate alan hikmetli bir yaklaşım değildir. Mesela bu kardeşlerimiz, İslam devletinde yaşayan kimseleri muhatap alan tekfir ayetlerinden hareket ederek, cahiliyye toplumlarında yaşayan kimseleri tekfir edebilmektedirler. Makul gözüken bu yaklaşımdaki temel yanılgı, İslam toplumu ile kendilerini İslam'a nisbet eden cahiliyye toplumlarının birbirinden farklı toplumlar olmasına rağmen, bu iki ayrı toplumla beraber, bu iki ayrı toplumda yaşayan kimselerin de aynı ilahi hükümlerle yargılanmasıdır. Nitekim bu mecrada gelişen düşünce, müslümanları ister istemez iki ayrı çıkmaza götürmektedir. Birinci çıkmaz, haksız tekfir ile birçok ilişkilerin düğümlenmesi, ikinci çıkmaz ise müslüman olma keyfiyetinin erişilmesi zor bir hedef durumuna getirilmesidir.

Seyyid Kutub'un eserlerine ve pratik tezahürlerine yönelik bu kısmi eleştirim, hiç kuşkusuz ki bu rahmetli müslümanın apaçık gerçeklerle dolu çalışmalarını gölgeleyici ve töhmet altında bırakıcı bir eleştiri değildir. Seyyid Kutub gibi samimi ve sahasında yetkin bir şekilde geride bıraktığı eserlerin­den faydalanan biz müslümanlara düşen görev, elbette ki bu müslümanı hayırlarla yadederek nankörlükten sakınmak ve bu müslümanın eserlerinde bazı kısmi yanılgılar varsa bu kısmi yanılgıları tesbit ederek düzeltmeye çalışmaktır. Çünkü bilinçli müslümanlara yakışan tavır bu olduğu gibi, çok değerli şehidimizi razı ve hoşnut edecek yaklaşım da budur.

Günümüz Türkiye'sinde "ülke ve milletin bölünmez bütünlüğü" vurgusu, çoğu dini cemaat ve entellektüel çevreler nezdinde, algılanan "İslam" ile birlikte mevcut devleti, toprağı ve Anadolu insanının değerini birbirine yakınlaştıran bir eğilimle destekleniyor. Bu konuda "İslam milleti"nin varlığı için toprak, tarih ve kan bağını önemsemeyip sadece akaid bağını öne çıkaran Seyyid Kutub'un yaklaşımım "idealler" ve "gerçekler" bağlamında nasıl değerlendiriyorsunuz?

Günümüz Türkiye'sinde sık sık karşılaştığımız "ülke ve milletin bölünmez bütünlüğü" ifadesi, biz müslümanların ülke ve millet kavramlarını birbirinden ayırarak değerlendirmesi gereken bir ifadedir. İslam milletine bağlı olan ve bağlı olmaları gereken tüm müslümanlar rahmetli Seyyid Kutub'un ifade ettiği gibi toprak, tarih ve kan bağını önemsemeyip, akaid bağını ön plana çıkaran müslümanlardır. Dünya müslümanlarının İslam milleti içerisindeki birlik ve kardeşlikleri, aynı dine, aynı akaide sahip olmalarından kaynaklanan bir bütünlük, bir kardeşliktir.

İslam milleti bütünlüğünde bir araya gelen dünya müslümanlarının ülke bütünlüğü ise İslam milletinin varlığı için kesin bir şart olmamakla beraber, dünya müslümanlarının gerçekleştirmeyi arzuladıkları hedeflerden bir tanesidir. Çünkü müslümanların ülke bütünlüğü, bu müslümanların içinde oldukları İslam milleti için değil, bu müslümanların arzuladıkları İslam devleti için gerekli olan bir bütünlüktür. Dolayısıyla herhangi bir ülkede yaşayan müslümanların, bu ülkeyi bölmek gibi küçültücü bir hedefleri değil, birçok ülkeyi birleştirmek ve sınırları kaldırmak gibi büyütücü ve bütünleştirici bir hedefleri vardır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR