Merhaba

Haziran 2006A+A-

Bugüne kadar binlerce mektup yazdık, tecrit gerçeğini, yaşanılanları anlattık. Tecridin ve tecride karşı direnişin altınca yılında yine tecrit gerçeğini yazmaya devam ediyoruz.

5 Nisan Dünya Avukatlar Günü'nde tecride karşı direniş yeni bir boyut kazandı. Dünyada bir ilk olarak bir avukat, müvekkillerinin insanca yaşam koşullarına sahip olabilmesi için ölüm orucuna başladı. Avukat Behiç Aşçı 5 Nisan 2006 tarihinde F tiplerindeki tecridin kaldırılması talebiyle ölüm orucuna başladı.

Bugüne kadar tecrit konusunda pek çok kişi ve kurum düşüncelerini açıkladı. Tecride karşı ölüm orucu direnişini yanlış bulduklarını belirtti. Ancak aradan 6 yıl gibi çok uzun bir zaman geçmesine rağmen hiç kimse somut bir çözüm önerisi getiremedi. Sorunun çözümü noktasında hiç kimse, hiçbir kurum sorumluluk almaya yanaşmadı. Herkes sorunu kendi dışında gördü dersek abartmış olmayız.

Oysa ölüm orucunu eleştirme noktasında pek çok kesim kendini "sorumlu" hissetti! "Yaşamak güzeldir", "Yaşam kutsaldır", "Hiçbir şey için ölmeye değmez", "Ölerek değil, yaşayarak direnmek gerekir" vb. açıklamalarla ölüm orucu eyleminin yanlış bir eylem tarzı olduğu kabul ettirilmeye çalışıldı. Hatta "Ölümü kutsuyorlar", "İki tarafta çözümsüzlüğü dayatıyor" açıklamalarıyla direnenler suçlandı. Elbette direnişin biçimi konusunda herkesin kendi düşüncesi olabilir. Ancak ölüm orucu direnişini yanlış görenler, kendilerine göre doğru direniş tarzını gösterebilmelidirler. Maalesef bugüne kadar hiç kimse tecride karşı nasıl sonuç alınabileceği konusunda somut düşünceler belirtmemiştir. Daha üzücü olansa, bu kesimler çözümün bir parçası olabilme adına da ciddi bir girişimde bulunmamışlardır.

Tecrit esaslı F tipi hapishaneler açılalı 6 yıla yakın bir zaman geçti. Bu süre içinde tecrit sorununun çözümü bir yana aksine tecrit ağırlaştırıldı, kalıcılaştırıldı, yasallaştırıldı. Tecrite karşı direnişte 121 insan yaşamını yitirdi, 600'den fazla insan sakat kaldı. Tecrit hücrelerinde yüzlerce tutsak fiziksel ve ruhsal sağlıklarını yitirdi, yitirmeye devam ediyor.

Herkes bugüne kadar tecrit ve direniş konusunda neler söylediğini, neler yaptığını bir düşünsün. 6 yıldır yaşananları, söyledikleri ve yaptıklarının tecride karşı mücadelede ne kadar etkili olduğunu, ne kadar dikkate alındığını bir düşünsün. Gelinen noktada kendi rolünü bir değerlendirsin.

Avukat Behiç Aşçı'nın müvekkillerinin insanca yaşam koşullarının sağlanması ve tecrit uygulamasının kaldırılması talebiyle ölüm orucuna başlaması da bu değerlendirmede yer almalıdır. Tutsakların, tutsak yakınlarının ölüm orucu yapmasını eleştirenler, bir avukatın neden ölüm orucu yapmak zorunda kaldığı sorusunu da cevaplamalıdırlar.

Herkes kendi gerçekliği çerçevesinde farklı cevaplar verebilir. Ancak duyarsızlığın, kanıksamanın had safhalara ulaştığı, yasal ve demokratik yollardan hak ve adalet aramanın koşullarının ortadan kaldırıldığı bir ortamda, bir avukat müvekkillerinin haklarını koruyabilmek için direnmekten, söz ediyorsa bu, direnişten başka bir seçeneğin kalmadığı anlamına gelmektedir. Avukat Behiç Aşçı bugün müvekkillerini bu yöntemle savunabilmektedir.

İstanbul Barosu'nun kuruluş yıldönümünde bir avukatın sorunu gündeme getirme çabasının nasıl engellediğini gördü tüm Türkiye. Avukat, ağzı kapatıldı, konuşması engellendi ve bir depoya kapatılarak tartaklandı. Bu yaşananlar aynı zamanda tecrit konusunda ilgili ve sorumluların takındıkları tavrın özetidir. 6 yıldır yaşananların tek bir olayla özetlenmesidir. Tecride karşı sesini yükseltenler hakkında davalar açıldı. İnsanlar sokaklarda coplandı, tutuklandı, kurumları, dernekleri kapatıldı, linç girişimleri tezgahlandı, tezgahlanmaya devam ediliyor. 6 yılın özeti budur.

Bu noktaya gelinmesinde, çözümsüzlüğün çözüm olarak dayatılmasında baskıların sahibi ve uygulayıcıları kadar, en az onlar kadar yaşananlar karşısında sessiz, duyarsız kalanlar, adeta lâl, sağır kesilenler de sorumludur. Demokrasiden, temel hak ve hürriyetlerinden, insan haklarından yana olduklarını iddia edip tecrit sorununu kendilerinin dışında görenler, bugün bu ülkede bir avukatın müvekkillerinin haklarını savunmak için ölüm orucuna başlamak zorunda kalmasından sorumludur. Hiç kimse kendini kandırmaya çalışmasın, gerçekler çok açık ve yalın bir şekilde bu sorumluluğu gözler önüne sermektedir.

Bugün Behiç Aşçı, müvekkillerini savunmaya, adalet aramaya devam ediyor. 9 Mayıs 2005 tarihinde Gebze Hapishanesi'nde ölüm orucuna başlayan Fatma Koyu-pınar, tahliye olmasına rağmen önce Armutlu'da direnişe, ardından Avukat Behiç Aşçı'nın ölüm orucuna başlamasıyla Avukat olan Behiç Aşçı'nın evinde de ölüm orucuna devam ediyor. Gebze Hapishanesi'nde Serpil Cabadan 10 ay önce başladığı ölüm orucuna devam ediyor ve tecride karşı ölüm orucu direnişine başlamak için yeni ekipler gün sayıyor, sırasını bekliyor.

6 yıldır yaşananların gösterdiği önemli bir şey de şudur: Hiç kimse tecrit son bulmadan direnişin biteceğini düşünmemelidir. Tecrit var oldukça direniş de sürecektir. Hiç kimse tarihe ve insanlığa karşı sorumluluğundan kaçmak, vicdanını rahatlatmak için, "nasıl olsa direniş kendiliğinden biter, her şey unutulur gider" diye düşünmesin. Ne direniş biter ne de tarih kimin sorumluluklarından kaçtığını unutur.

Guantanamo'yu, Ebu Gureyb'i hayalet hapishaneleri, buralarda yaşanan zulmü ve insanlık suçlarını büyük bir cesaretle (!) eleştiren ülkemizdeki demokrasi savunucularının kendi ülkelerindeki tecrit gerçeğine duyarsız kalmalarını anlayabilmek mümkün değildir. Medya kuruluşlarının ve mensuplarının tecrit konusunda uyguladıkları otosansür ile duyarsızlıktan da öte bilinçli bir tavır alış söz konusudur. Bu tavrın en hafif tabirle çifte standart olduğunu, ilkesizlik olduğunu reddetmek mümkün değildir. Bu tavır sorgulanması gereken bir tavırdır.

Artık gerçeklerle yüzleşmenin, iddia ve misyonumuzun gerektirdiği sorumlulukları üstlenmenin vakti gelmiştir. Bu yapılmadığında maskeler düşecek, gerçek yüzler tüm çıplaklığıyla açığa çıkacaktır.

Çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.

Selam ve sevgilerimizle.

1 Nolu F Tipi Cezaevi Tekirdağ

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR