1. YAZARLAR

  2. Vahdettin Işık

  3. Kuşatmayı Aşmak için BİRR'e Sahip Olmak

Kuşatmayı Aşmak için BİRR'e Sahip Olmak

Kasım 1997A+A-

Kur'an'da kullanılan kavramlara bakıldığı zaman, birçok kavramın birbirine oldukça yakın anlama sahip olduğu görülecektir. Kategorik olarak 'takva' istidadının fiiliyata dönüşmesini ifade eden kavramların anlamları birbirine benzerken; 'fücur' çerçevesinde değerlendirebileceğimiz kavramlar da birbirini çağrıştırmakta ve benzer anlamlar ifade etmektedir. Sözgelimi; 'mizan', 'kist' ve 'adalet' kavramları birinci kategoriye uygun örnek oluşturmaktayken; 'ism' , 'fahşa' ve 'bağy' gibi kavramlar da ikinci kategoriye uygun örnekler olarak anılabilir. Bu yazımızın konusu olan 'birr' kavramı da 'takva' ve 'amel-i salih" ile anlam benzerliği oldukça fazla olan bir kavram özelliği taşımaktadır.

Birr' ifadesinin Kur'an'daki Kullanımları

'Berra' fiili, güzel muamele yapmak, iyilik etmek, nezaketli, saygılı ve karşısındakinin hukukunu gözetici bir tavır sergilemek gibi anlamlara geliyor.

Kur'an'da bu anlamlara uygun kullanıma sıkça rastlamaktayız. Mesela, Meryem sûresinin 14. ve 32. ayetleri bu duruma oldukça güzel iki örnektir:

"Ana-babasına karşı saygılı/gözetici/itaatkar bir tavır içerisinde idi (Berra); asla zorba ve dik başlı biri değildi." (19/14)

"Ve anamı saygıyla gözetmemi emretti (berra); ve beni merhametten yoksun bir zorba kılmadı."(19/32)

Ayetlerde açıkça görüldüğü gibi, 'birr' ifadesi hal olarak, zorba ve dik başlı olmanın karşıtı bir anlamda kullanılıyor. Yani, karşısındakinin halini gözeten, nezaketli bir tavırdır 'berran' ifadesinin karşılığı.

'Birr' teriminden türetilmiş olan 'teberru' ifadesi ise, Bakara sûresinin 224.  ayeti ile Mümtehine sûresinin 8. ayetinde karşısındakine iyi, daha vurgulu ifadesiyle erdemli davranmak anlamında kullanıldığını görüyoruz:

"Allah adına yaptığınız yeminler, iyilik yapmaya erdemli davranmaya (teberru), Allah'a karşı sorumluluk bilincine (tettaku) ve insanlar arasında barışın geliştirilmesine (tuslihû) engel teşkil etmesin... "(2/224)

Buhari ve Müslim başta olmak üzere, benzeri diğer bir çok kitapta da rivayet edilen bir hadis, bu ayetin tefsirinde kullanılmaktadır. Rivayete göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Eğer bir kimse (şu veya bu şeyleri yapacağı ya da yapmaktan vazgeçeceğine dair) kuvvetli bir yeminde bulunur ama sonra başka türlü davranmanın daha doğru olacağını anlarsa, bırakın doğru olanı yapsın ve bırakın yeminini bozsun ve sonra keffaretini versin"

Anlaşıldığı gibi hadiste vurgulanan şey, ayetin bir açıklaması gibidir, insanların, bedel ödemeleri gerekse bile erdemli olandan yana tavır sergilemek mü'minlere yaraşır bir tavır olarak bildiriliyor.

Mümtehine suresinin 8. Ayetinde de 'teberru' fiili, nezaketle davranmak, iyilikle muamele etmek anlamında kullanılmaktadır: "İnancınızdan dolayı size karşı savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan sürmeyen(inkarcı)lere gelince, Allah onlara nezaketle/iyilikle (teberrûhum) ve adaletle davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah adil davrananları sever,"

Görüleceği üzere, ayette kullanılan ifade, yani, 'teberru' fiili, başkalarının davranışları karşısında herhangi bir davranış sergilemeyi değil, özellikle nefsani bir tutumu aşarak 'erdemli' bir davranış sergilemeyi ifade etmektedir. Ayetteki vurgulara dikkatle bakıldığı zaman çıkacak anlam şudur: Tavrınızı sadece muhatabınızın ortaya koyduğu tavıra göre değil, inandığınız ilkelere göre belirlemelisiniz. Muhataplarınızın kafir olması bile bu gerçeği gözardı etmenizi gerektirmez. Dahası, bu muhataplarınıza bile iyilikle muamele etmek erdemli bir tavırdır. Mü'minlere düşen elbette erdemli olmaktır. Birr de böylesi bir tavır ortaya koymanın adıdır.

Yukarıda zikrettiğimiz ayetlere de bakıldığında bu anlama uygun bir kullanım olduğu anlaşılacaktır. Özellikle Bakara sûresinin 224. ayetinde, erdemli davranmaya engel varmış gibi bir bahane aramanın yanlış olduğunu bildiren uyarı yapılırken 'teberru' fiili kullanılmaktadır. Bu fiil ise, 'birr' fiilinden türetilmiştir (Bkz. 2/224).

Zikredilen 'teberru' fiili, mazeretlerin ardına sığınmadan yaptığımız yanlışlardan vazgeçebilmeyi öngören bir muhtevaya sahiptir. Bu bağlamda, Maide sûresinin 2. ayeti 'birr' kavramını oldukça açık bir şekilde ortaya koymaktadır: "Ey iman edenler! Allah'ın koyduğu sembollere kutsal (Hacc) ayına ve süslenmiş kurbanlıklara ve Rablerinin lütuf ve rızasını isteyerek Beytu'l-Haram'a koşanlara karşı saygısızlıkta bulunmayın; (ancak) Hacc göreviniz bittikten sonra avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Haram'dan alıkoyanlara karşı öfkeniz, saldırganlık yapmanıza yol açmasın: Erdemi (et-birr) ve ilahi sorumluluk bilincini (el-takva) geliştirmede birbirinizle yardımlasın, kötülüğü ve düşmanlığı artırmada değil; Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Ve unutmayın ki Allah'ın intikamı çetindir!" (5/Maide,2)

Bazı kaynaklara göre (Taberî, İbn Kesir), yukarıdaki ayetin, müşrik Kureyşlilerin Hz. Peygamberi ve arkadaşlarını Hacc için Mekke'ye girmekten alıkoydukları (H.6.yy) Hudeybiye Anlaşmasıyla sonuçlanan olaylara atıfta bulunduğu şeklindeki bazı görüşlerini kabul etmek zordur. Sûrenin nüzulü esnasında Mekke zaten müslümanların eline geçmişti. Bu nedenle, ayetteki emrin tarihi bir olay ile sınırlandırılamayacağı, genel bir muhteva taşıdığı sonucuna varabiliriz. Başka bir ifadeyle, bu ayet, mü'minleri, Mescid-i Haram ile sembolize edilen İslamî görevlerini ifa etmekten herhangi bir şekilde alıkoyan ve böylece onları inançlarından koparmaya zorlayan herkese işaret ettiği sonucuna varırız. Ayeti bu çerçevede anladığımız zaman; 'daha önceden size karşı bu tür davranışlarda bile bulunmuş olsalar, siz ilahi sorumluluk bilincinin (takva) gelişmesini önceleyen bir tutumu tercih ederek 'erdemli bir tavır sergilemelisiniz' anlamını ihtiva eden bir vurgu yapıldığını çıkarabiliriz. Esas olarak, 'birr' kavramının Kur'an'daki bir çok yerdeki kullanımında, zorba ve dikbaşlılık yerine vakarlı ve karşısındakini gözeten bir tavır sergileme anlamının olduğu (Bkz.19/14; 19/32) hatırlandığında, bizim tercih etmiş olduğumuz bu anlam bağlamında daha bir bağlamına oturmuş olacaktır.

Esasen, yazının başlangıcında da değindiğimiz gibi birçok kavram arasında büyük bir anlam yakınlığı var. Biz, 'birr' kavramını, karşıtı olan 'ism' kavramı ile karşılaştırma yaparak bir anlamda kavramın çerçevesini yakalamaya çalışacağız.

Bilindiği gibi, bir şeyin ne olduğu sorusuna verilecek cevabın kapsamında, o kavramın anlamının ne olmadığı da vardır. Ve, 'birr' kavramı birçok yerde 'ism' kavramının karşıtı olarak kullanılıyor. Kur'an'-da, "insanların birbirlerini öldürmeleri, birbirlerini yurtlarından çıkarmaları, birbirlerinin aleyhinde yardımlaşmaları, haram kılınan ölü eti, kan, domuz eti gibi yiyeceklerden zor durumda kalınmadığı halde yemek, başkalarının malını haksız yere yemek ve bunun için bu malları hakimlere aktarmak, rüşvet verip almak, ölmek üzere olan kişinin vasiyetini duyanın onu değiştirmesi, faiz alıp vermek, şahitliği gizlemek, bir eşin yerine başka bir eş almak istendiğinde, birinciye verilen maldan herhangi bir şeyi geri almak, Allah'a herhangi bir şekilde ortak koşmak, kendi yaptığı hatayı başkalarına yüklemek ve iftira atmak, küfrü gerektirecek sözler söylemek, bu tür sözlerden men etmemek, üzerine Allah'ın adının anılmadığı şeylerden yemek ve Allah'ın helal kıldığı şeylerden yemeyip onu nefsine adeta haram etmek. Allah'tan gelen herhangi bir ilim olmadığı halde neva ve hevesine uyup yanlış yola gitmek, kazanmadıkları, yapmadıkları işlerden dolayı mü'min erkek ve kadınları incitmek, sarhoşluk verici her türlü şeyden az olsun çok olsun içmek, kumar ve şans oyunları oynamak ve yalan söyleyip Allah'a iftira atmak" gibi eylemler 'ism' kavramı içerisinde anılmakladır. Birr' kavramının 'ism'in karşıtı olduğunu düşünürsek, bütün bu anlamların tersinin "birr'' kavramı için geçerli olduğunu söylememiz mümkün olur. Zaten, Bakara sûresinin 177. ayeti doğrudan 'birr' kavramının geniş bir tanımını veriyor: "Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz (birr) değildir. Asıl 'birr' Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitab'a ve peygamberlere inanmak; sevdiği malını yakınlara, yetimlere, yoksulara, yolda kalmışlara, saile ve boyunduruk altında bulunan (köle ve esir)lere vermek; namazı kılmak, zekatı vermektir. Anlaşma yaptıkları zaman anlaşmalarını yerine getirenler; sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler, işte doğru yapanlar onlardır. İlahi sorumluluk bilincine sahip olanlar da onlardır."

Bu ayet, asıl 'birr'in şekilden ibaret olmadığını, dahası, erdemli olmanın gerçekte insanın fiilleriyle ortaya çıktığını çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu fiiller, aynı zamanda birçok ayette salih amel olarak nitelendirilmektedir. Ayette bu eylemleri yapanların 'takva' sahibi olarak tanımlanmaları da oldukça önemli. Bu demektir ki, "Birr" bu eylemlerdir; "Muttakî" ise, bu eylemleri yapan kişi. O halde bu ayette, 'takva' kavramı ile 'birr' kavramı aynı anlama gelmektedir. Bu kullanım önemlidir. Zira, ifsadın hemen herkesin hayatını kuşattığı günümüzde, bizi koruyacak gücü, ancak 'takvayı kuşanmakla elde edebileceğimizi Rabbimiz bildirmektedir: "...Takva, insanı sarmalayan en hayırlı elbisedir..."(7/A'raf, 26)

Buradan kalkarak şunu söyleyebiliriz: Takva sahibi kişi, Allah'ın "birr" diye tanımladığı eylemleri yapan insan olduğuna göre, burada 'takva' da 'birr' ile aynı anlama gelmektedir. O halde bizi ifsada karşı sarmalayan ve direngen yapan şey 'birr'dir diyebiliriz. Modernizmin insan hayatının bütün alanlarını denetlediği ve kirlettiği bir zamanda, bir açılım sağlamayı tasarlayan herkesin üzerinde önemle durması gereken bir kalkış noktasıdır bu vurgu. Allah, 'birr'in yüzümüzü doğuya veya batıya dönmek ya da evlere arkadan girmek olmadığını söylerken doğru içerikten yoksun bir eylemliliğin getireceği handikaplara karşı bizi uyarmaktadır. Kaynak tartışmalarını gereksiz olarak algılayanların bunu dikkate almalarında yarar görüyoruz.

Diğer yandan, ilkeler üzerinde durmanın önemini soyut bir tartışmadan ibaret sanan bir diğer yaklaşımın açmazına düşmemek için de bir başka uyarıya kulak vermemiz gerekiyor: "Siz Kitab'ı okuduğunuz halde, insanlara erdemli olmayı (birr) emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?"(2/Bakara, 44).

Bütün bu söylenenlerden çıkan o ki, doğru bir esasa dayanmayan eylemler de, eyleme geçirilmeyen değerlere sahip olmak da çıkış değildir. 'Birr', doğru temel üzerine bina edilmiş fiili bir durumdur. İnsanı sarmalayan en hayırlı elbise olan 'takva'ya sahip olanlar ise Allah'ın 'birr' diye tanımladığı eylemleri yapanlardır. Şöyle de denilebilir; her türlü ifsadın kirletici ve çözücü etkisine karşı bizi koruyucu bir zırh olan 'takva'yı kuşanmak, 'birr' (diye nitelenen fiiller)i hayatımıza hakim kılmak demektir.

"Sana ayın evrelerini soruyorlar. De ki: 'Onlar, haccın ve insanların (öteki faaliyetlerinin) vaktini gösterir'. Öte yandan 'birr' (zannedildiği gibi) evlere arkalarından girmeniz değildir; ama gerçek 'birr' sahibi, 'takva' sahibi olandır..." (2/Bakara, 189)

Ve Son Söz;

"Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe "birr"e erişemezsiniz" (3/Al-i İmran, 92).

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR