1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. Kuşatma Çağında Direnme Sorumluluğu

Kuşatma Çağında Direnme Sorumluluğu

Temmuz 2003A+A-

Tüm dünyanın, emperyalist güç merkezince kapsamlı bir kuşatma çemberine alındığı bir dönemi yaşıyoruz. Küreselleşen, daha doğru bir tabirle azmanlaşan emperyalizm yeryüzüne, ulusal devletlere, şehirlere, köylere, giderek evlerimize kadar egemenliğini yayma ve kalıcı kılma çabasında. Kuşatma siyasi, askeri, ekonomik, kültürel tüm alanlarda emperyalist dayatma ve yönlendirmeden bağımsız bir alan bırakmayacak şekilde sürekli ve çok boyutlu olarak gündelik hayatımızdan toplumsal ilişkilerimize kadar her noktada karşımıza çıkmakta. Sadece ülkeler, topraklar değil işgal edilen; zihinler de işgal altına alınmaya, psikolojik açıdan acziyet, çaresizlik, alternatifsizlik duyguları yaygınlaştırılmaya çalışılıyor.

Tüm dünyanın gözü önünde gerçekleştirilen Irak'ın işgali ile birlikte ABD emperyalizmi, artık hiçbir hukuk, kural, uluslararası sözleşme yada tepkiyi dikkate almadığını, sadece gücün belirleyici olduğu bir düzenin inşasına yöneldiğini ortaya koydu. Irak'ta bir yandan sürdürdüğü askeri yayılma ile, diğer yandan Amerikan şirketleri arasında yeniden yapılandırma ihaleleri adı altında sergilenen yağmacılıkla müstağniliğini kalıcı kılma, norm haline getirme girişimlerini sürdürüyor. Böylesi zorbaca bir arka planın da katkısıyla tahakkümünü yaygınlaştırıyor. Önce Suriye'nin tehdit edilerek hizaya getirilmeye çalışılması, ardından iç sorunlarının kışkırtılması yoluyla İran'ın istikrarsızlığa, kaos ve çöküntüye zorlanması, yine aynı düzlemde Filistin'de Arafat yönetiminin tasfiyesine yönelik girişimler hep tesis edilmeye çatışılan Amerikan hakimiyeti düzeninin öncü adımları olarak görülmeli.

Ortadoğu hem dünya siyasetindeki merkezi rolü hem de sürekli çatışma ve gerginlik üreten dinamikleri nedeniyle öncelikli ilgi alanını oluşturmakla birlikte Amerikan emperyalizminin odaklandığı tek bölge değil. Müslüman halklar ve İslam coğrafyası emperyalist saldırganlık için öncelikli bir hedef teşkil etmekle birlikte Avrupa'dan Uzak Asya'ya, Latin Amerika'ya kadar her yerde Amerikan yayılmacı zihniyetinin doğrudan yada dolaylı saldırı, kuşatma, bastırma politikalarının izlerini görüyoruz. ABD, askeri tehdit yoluyla, ekonomik gücünü kullanarak, siyasi dayatmalarla ülkeleri, kurum ve kuruluşları kendi belirlediği politikalara zorluyor. Soğuk savaş döneminde kısmen denge unsuru konumunda bulunan uluslararası kuruluşlar arasında önemli bir yeri bulunan BM'nin bilinçli ve programlı bir biçimde zayıflatılması, uluslararası anlaşma ve sözleşmelerin işlevsizleştirilmesi, hatta Kuzey Atlantik ittifakı (NATO) gibi Batı emperyalizminin kollektif saldırganlık örgütü konumunda faaliyet gösteren bir kuruluşun dahi adeta ayak bağı konumunda algılanmaya başlanarak geri plana atılmaya çalışılması hep ABD'nin tek taraflı olarak yeni bir dünya düzeni tesis etme çabasının göstergeleri.

Şüphesiz ABD'nin tesis etmeye çalıştığı yeni sömürü düzeninden rahatsızlık duymak, buna karşı çıkmak, eskisini savunmak anlamına gelmiyor. Aynı şekilde ABD'nin bugün kendisine engel olarak algılamaya başladığı ve bu yüzden de kurtulmaya çalıştığı bir takım kurumların zayıflatılmasına, işlevsizleştirilmesine dikkat çekmek, düne kadar bu kuruluşların adaletsiz bir paylaşım düzeninin başlıca aktörleri oldukları gerçeğini görmezden gelmeyi getirmiyor. Yine bugün ABD'nin tek taraflı biçimlendirmeye çalıştığı sistemden rahatsızlık duyan kimi güçlerin temel kaygılarının emperyalistler arası paylaşım ya da çekişme düzleminde elde ettikleri bir takım çıkar ve statülerin azalması ya da kaybolmasından kaynaklandığı da malumdur. Mamafih tüm bu arka plana rağmen, ABD'nin hummalı biçimde giriştiği yeni düzen tesisi çabasının, tüm insanlık için alarm zillerini en hızlı biçimde çalmayı gerektirecek önemde bir gelişme olduğu da tartışma götürmez. Evet eskisi de kötüydü, berbattı ve her halükarda da reddedilmelidir ama neredeyse eskisine rahmet okutacak bir düzen tesis etme yolundaki ABD yayılmacılığı çok daha güçlü biçimde karşı çıkmayı gerektirmektedir.

Dayatmaya Karşı Direnmek Öncelikle Bir İrade Sorunudur!

Peki karşı çıkmanın zemini var mı? Bu istilacı genişleme durdurulabilir mi, geriletilebilir mi? Yoksa dün Afganistan, bugün Irak, yarın sıradaki, öbür gün topyekün dünya hakimiyetine boyun eğiş; süreç bu şekilde mi devam edip gidecek?

Elbette Rabbimizin irade sahibi kıldığı insanoğlunun edilgen, çaresiz bir şekilde tağuti güçlerin belirlediği kadere razı bir konuma mahkum olması düşünülemez. Doğaldır ki, güç dengesinin, imkan ve araçların sınırlılığının, zalim güçlerin yoğun ve ölçüsüz şiddetinin belli dönemlerde belli toplulukları zayıflığa, teslim olmaya, boyun eğmeye itmesi söz konusu olabilir. Ama bu durumu süreklilik içeren bir olgu şeklinde tanımlayıp, teslimiyet teorileri geliştirmek ya da karşı çıkışları baştan sonuçsuz kalmaya mahkum beyhude çabalar şeklinde algılamak öncelikle Allah'ın adaletiyle çelişen bir tutum olur. Sorun son kertede irade sorunudur. Rablik iddiasındaki sahte ilahların göz boyamalarına karşı bilinci ve ruhu uyanık tutma sorunudur. Öncelikle fıtri kimliğe sahip çıkma noktasında bir gayret söz konusu olduktan sonra çaresizlik kıskacının aşılması kesinlikle imkansız değildir. Bu noktada iradeyi kuşanarak dayatmalara karşı direnme olgusunu sadece Müslümanlara has bir özellik olarak da tanımlayamayız. İnsani hasletlerini yitirmemiş, fıtri bir özellik olarak kendisine verilmiş bulunan doğruyu ve adaleti arama sorumluluğuna uygun davranan her insan, alın yazısı gibi kendisine dayatılmaya çalışılan zilleti reddetme onuruna erişir.

Nitekim içinde yaşadığımız tüm zulümata rağmen dünyanın dört bir yanında birbirinden çok farklı anlayış, eğilim, dünya görüşü ve inanç sahibi insanın egemen kılınmaya çalışılan adaletsizliğe, haksızlığa ve sömürüye tavır alması, yarınlara daha iyimser bakmak için bir veri sayılmalıdır. Brezilya'dan Tayland'a, Güney Afrika'dan Danimarka'ya kadar başlarına bomba yağdırılan Iraklıların yada ülkeleri işgal edilmiş Filistinlilerin acılarını paylaşan insanların olması ve bu insanların bu zulümleri sadece izlemekle yetinmeyip tavır alma sorumluluğu duymaları, egemen güçlerin dünyayı kendi çiftlikleri gibi dizayn etmelerinin kolay olmayacağının işaretidir.

Bu çerçevede dünya genelinde emperyalist saldırganlığa karşı tavır koyan hareketlerin ortak bir duyarlılık olarak Filistin'de süregelen işgali öncelikli gündem belirleyerek; emperyalizm ve Siyonizm işbirliğine karşı Filistin mücadelesine destek olmayı öne çıkartması anlamlı ve cesaret verici bir gelişmedir. Şüphesiz ne İsrail dünyadaki tek işgalci güçtür; ne de Filistin halkı dünyanın tek mazlum halkıdır. Bununla birlikte Filistin sorunu gerek tarihsel boyutuyla, gerekse de dünya sistemine karşı muhalif tutumun simgeselleşmesine doğrudan yansıyan bir ana başlık olarak emperyalist saldırganlık düzenine karşı çıkışı en etraflı ve açık biçimde içeren bir davadır. Filistin aynasında her güç en net biçimde kendi tutumunu ortaya koymakta; bu sorun karşısında sergilenen tavır alışla kimin hangi tarafta yer aldığı kimin kimle dost, kimle düşman olduğu en dolaysız biçimde açığa çıkmaktadır.

Küresel Sömürü ve Direniş Odağı Olarak Filistin Davası

Zulmü ve istikbarı yeryüzünün bütününde egemen kılmak isteyen emperyalist odaklara karşı itiraz eden, karşı çıkan, mücadele eden tüm anlayış, çevre ve örgütlerin Filistin sorununda tavır sahibi olması bir tesadüf değildir. Filistin aynasına emperyalist güçler de, işbirlikçileri de, bunlara karşı mücadele eden direniş güçleri de en açık yüzleriyle yansımaktadır. Bu yönüyle Filistin sorunu bölgesel bir sorun yada siyasi veya hukuki bir anlaşmazlık olmanın çok ötesindedir ve doğrudan zulüm ve adalet kavgasının merkezine oturmaktadır.

Küreselleşme karşıtı girişimlerin çağrısıyla dünya genelinde tüm anti emperyalist hareketler, ortak bir duyarlılık ve koordinasyonla Aksa İntifadası'nın 3. yıldönümü dolayısıyla 27-28 Eylül tarihinde dünya çapında ortak bir eylem hazırlığı yapmaktadırlar. Bu büyük hazırlık Filistin sorununun oldu bittiye getirilip, Siyonist işgalin meşrulaştırılması çabalarına karşı indirilecek büyük bir darbe olacağı gibi, bundan da öte zulme ve sömürüye karşı yeryüzü genelinde intifada ruhunun yaygınlaştırılması sürecine de ciddi bir katkı sağlayacaktır. Kelimenin tam anlamıyla küresel bir İntifada olgusunun somutlaştırılması, pratize edilmesi adımı olarak görülebilecek bu hazırlığın mümkün olduğunca çok geniş bir düzlemi kapsaması ve en geniş kitlesellikle değerlendirilmesi için elden gelen her türlü çaba sarf edilmelidir.

Bu noktada genelde Müslümanlar özelde de Türkiyeli Müslümanlar olarak savaş sonrası kısmen etkisini gösteren pasif, yenik ruh hali ve moral bozukluğunun etkilerinden bir an önce sıyrılmalıyız. Emperyalist kuşatmanın sınır tanımaz vahşiliği bizlerde yılgınlığa değil, bilakis daha büyük bir öfke ve kararlılığa yol açmalıdır. Gerektiği gibi değerlendirebilecek olursak 27-28 Eylül eylemliliği bu yönde atılacak adımlar için önemli bir katkı sağlayabilir, bu yöndeki çabalara ivme kazandırabilir. Bu, sonuç itibariyle İslami hareketlerin dünya gündemine taşımaya çalıştıkları tezlerin, değerlendirme ve önerilerin çok geniş bir çevrenin gündemine taşınması, açık bir düzlemde tarafların karşılıklı konumlanması demektir. Son derece önemli bir imkan ve aynı oranda da bir sorumluluk sayılması gereken bu gündemi en iyi biçimde değerlendirmek mesaj kaygısı taşıyan her Müslümanın ve İslami çevrenin üzerinde hassasiyetle durmasını gerektirir. Bunun için de önce üzerimizdeki ataleti bir kenara fırlatıp atmak ve gelişmeleri yakından, sıcak ve hassas bir yaklaşımla değerlendiren ve tavır koyan bir perspektifi geliştirmemiz gerekir.

Tüm sistematik ve yaygın propaganda kampanyasına rağmen gelişmeler sömürgen zalim güçlerin işlerinin bundan böyle hiç de kolay olmayacağının işaretlerini vermektedir. Emperyalizmin askeri üstünlüğüne bağlı olarak elde ettiği kolay zaferleri kalıcı bir düzene tebdil etme gayretleri giderek daha fazla engele takılmaktadır. Buna karşın anti emperyalist güçler arasında diyalog, irtibat, dayanışma zemin ve imkanları ise gelişmektedir.

Emperyalist Statüko Direniş Olgusu Karşısında Çaresiz!

Amerikan emperyalizminin saldırganlığını yalanlarla kamufle etme gayreti, propaganda yoluyla dünyayı kandırma çabaları iflas etmiş, boşa çıkmıştır. Irak özelinde yıllarca işlenen ve işgale gerekçe kılınan kitlesel imha silahları konusu tam bir komediye dönmüş bulunmaktadır. Aynı tür gerekçelerin yarınlarda başka ülkeler için söz konusu edilmesi şüphesiz çok daha büyük tepkilere yol açacaktır. Aynı şekilde Irak'ta ABD-İngiltere işbirliğiyle tesis edilen "demokrasi"nin gerçek niteliği şimdiden açığa çıkmıştır. İran'daki protestocuları teşvik eden, kutlayan Amerikalıların Iraklı protestocuları kurşunlaması, katletmesi özgürlük konusuna emperyalistlerin yaklaşımını çok açık özetlemektedir. Yine kendi planlan önünde bir engel olarak gördükleri ve işbirlikçiliğe ikna edemedikleri Arafat yönetimini tasfiye ederek halk desteği hiç bulunmayan bir ismi Filistin Başbakanı konumuna oturtan emperyalistler, Ortadoğu'da nasıl bir siyasi modeli hakim kılmak istediklerini açıkça beyan etmişlerdir.

Tüm bu tablo emperyalizmin gerçek yüzünün daha geniş kitleler için açığa çıkmasını getirmekte ve aynı zamanda da karşı çıkışları da güçlendirmektedir. Nitekim Afganistan'dan Irak'a kadar emperyalist askeri güçlerin en muhkem olduklarını ilan ettikleri bölgelerde dahi güçlü bir direniş olgusu öne çıkmaktadır. Şüphesiz işgalci güçlerin kayıpları arttıkça ve işgalin bedeli ağırlaştıkça gerek dünyada gerekse de kendi iç kamuoyunda çok daha güçlü protesto ve baskılarla karşılaşacaklardır. Afganistan ve Irak'ta süregelen direnişin güçlenerek devam etmesinin en azından emperyalistleri yeni saldırganlık planlarından caydırması beklenebilir. Emperyalizmin tüm insanlık için giderek büyüyen bir bela olmasının engellenmesi ise ancak dünya çapında ortaya konulacak bir direniş çizgisi ile mümkün olacaktır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR