1. YAZARLAR

  2. Tahir Gül

  3. Kurumsallaşma Anlayışı ve Tavır

Kurumsallaşma Anlayışı ve Tavır

Kasım 1996A+A-

Yaşadığımız coğrafyada müslümanların geldiği nokta; düşünce, eylem, örgütlülük ve kimlik oluşumu açısından bir sürece tekabül etmektedir, İslami mücadelenin ve hareketin niteliksel olgunlaşması, bu sürecin ilkesel yürüyüşüne bağlıdır. Yapılan faaliyetler, İslam'ın gerçek manasıyla anlaşılarak yaşanılır kılınması, bireylerin ve toplumun dönüşümü, örgütlü çalışma ve egemen şirk düzenine karşı tutarlı eylemlilik sürecinin geliştirilmesi gibi kategorilerde ele alınabilir.

Mücadele sürecinde öncelikli hedefler; net bir İslami kimlik oluşumu, ilkesellik ve onurlu tavırlar, nitelikli düşünce birikiminin oluşumu, cahili ortam ve iktidarlardan bağımsız örgütlülük olmalıdır. Hareket kendi değerleri ve kimliği ile bütüncül olarak vücut bulup kendini tanımlamadan, yapılan -bilinen mânâdaki- kurumsallaşma çalışmalar: gelişim sürecinde birçok yönden olumsuzlukları da beraberinde getirecektir.

Kurumsallaşma, öncelikli olarak İslami yapılanmanın içerisinde ilkeleriyle bütünlük oluşturacak şekilde yapılmalıdır. Örgütlü çalışmaların varlığını oluşturan gerçek kurumsallaşma bizzat bu çalışmaların tabiatı gereğidir. Müslüman bireyleri birbirine bağlayan inanç ve değerleriyle bünyede oluşan ilişkiler ve bağlar, süreklilik arzeden yapısal işleyiş ve hedefler, sosyal-ekonomik birliktelikler ve aktiviteler örgütlü çalışmanın ortaya koyduğu kurumsal sistemi ifade eder. Kurumsallaşma, yapısal ilişkilerde, eğitimde, disiplinde, süreklilikte, aktivitede somutlaşır ve örgütsel çalışmaların kendi bünyesinde teşekkül eder. Hareket; düşünce ve eylem geleneği ile iç bünyesinde sistem oluşturmuş organizeli faaliyetlerle oluşur. Müslüman bireylerin ve yapının kurumsallaşmadan anlaması gereken şey de budur. Yoksa legal bir takım kurumlar oluşturma, hareket yöntemi açısından İslami bir faaliyet olarak görülemez.

Müslümanlar için legal kurumlar, mücadele yöntemi çerçevesinde düşünüldüğünde bir amaç olamazlar. Ancak mevcut ortamın İslami dönüşümüne ek katkıda bulunabilecek yan çalışmalar olarak görülmelidir. Toplumu ıslah etmede ve devrim sürecinde, süreklilik arz eden örgütlü çalışmalara potansiyel oluşturma işlevini nisbi olarak yerine getirebilirler. İslami toplum ve düzen öngören hareketler, cahili düzenlerin İşleyişine katkıda bulanacak tarz ve yöntemlerle faaliyet yapamazlar. Bu tür hareketler kendi ilke ve yöntemleriyle mücadele süreçlerini devam ettirerek hedeflerini egemenlerin otoriteleri ve kurumlarına yöneltirler. Piyasada yer edinmeye başlayan hastane, dersane, özel okul, otomotiv şirketi vs. gibi müesseselerin İslami faaliyet olarak görülmesi, İslami hareketin amacından sapmasından başka bir şey olamaz. Bu tür müesseseler ancak insani bir mücadele ve hayır kapsamında değerlendirilebilir. İslam'ın hâkim olmadığı ortamlarda mücadelenin yönü, İslami otoritenin ve gücün oluşturulması yönünde olmalıdır.

Kurum; "kişilerin temel sosyal gereksinmelerini karşılama amacıyla belirli, onaylanmış ve birleştirilmiş tarzlarda oynadıkları, oldukça sürekli sosyal örüntü, rol ve ilişki yapısıdır" şeklinde tarif edilir.

Sosyal gereksinmelerin karşılanması açısından kurumlar, belirli amaçlara sahiptirler. Müslümanların gerek kendi insanları ve gerekse de insanlık için hayır çalışması ve ihtiyaçların giderilmesi bakımından oluştura geldikleri kurumlar, sosyal amaçlı yan faaliyetlerdir. Amaç, kişilerin insani ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Bu tür kurumların toplumun dönüşümündeki yeri ve etkisi fazla önemli değildir. İslami hareket, sürecinde faaliyetlerin asıl amacı egemenlerin iktidarlarını hedefleyen çalışmalardır.

Kurumlar temel davranış şekillerini biçimlendiren unsurlardır. Birlikte bulunan kişiler kurumlar yoluyla bir takım işler gerçekleştirirler. Kurumları oluşturan ve işleten insan olduğu için de, zorunlu olarak değer yüklüdürler. Bu değerler, kurumların sadece yazılı metinleri değil, aynı zamanda kişiler üzerinde bilinçaltı sosyal baskı oluşturan şekildir de. Belirlenen kurallara dayanan sosyal etkileşim kalıpları, kurumlar vasıtasıyla istikrarlı bir şekilde geliştirilir ve kendi kendisinin devamını sağlayan, toplumca değer verilen davranış kalıplarına geçişle birlikte kurumsallaşma başlar. Kurumsallaşma, belirli kurallar etrafında davranışların standart hale getirilmesidir. Kurumlarda oluşan sosyal ilişkiler gereklilik arz eder ve sosyal sistem içerisinde meydana gelen ilişki-davranış biçimleri kurumlaşmış bir karakter kazanır. Mevcut toplum değer yargılarıyla oluşturulan kurumlar, İslami faaliyet olarak adlandırılamaz.

Kurumsallaşmadaki bu sosyal örgü, rol ve ilişkilerin, davranış biçimlerinin yapılaşmış bir şekil almasıyla kurumlar örgütlü karakter kazanırlar. Bir toplumdaki veya bir kültürdeki herhangi bir kurum diğerlerinden tamarniyle ayrı olamaz. Her kurum kendisini tanımladığı şekilde işlevde bulunur. Her ne kadar kendine özgü yapılanması ve davranış biçimi olsa da diğer kurumlara bağımlı bir şekilde hareket eder.

Toplumların, devletlerin ve ideolojilerin kurumsal yapılanması müslümanları kendi düşünce ve hareket sistemleri içerisinde kurumsallaşmanın gerekliliğine daha fazla ihtiyaç duyar hale getirmiştir. Ancak müslümanların kendi özgün kurumlarının, inanç ve değerlerinin öngördüğü bir şekilde olması vazgeçilmez şarttır. Klasik anlamda bugün gelinen nokta hayır-hasenat çalışmaları, sosyal etkinlik ve ilişkiler örgüsü şeklindedir. Bunun biraz daha ötesi, örgütlü çalışmaların asıl hedeflerinin yanında yan faaliyet olarak görülmesi şeklindedir.

Birinci durum, "müslümanların şu veya bu kurumu olmalıdır" psikolojisi içerisinde yapılan tepkisel faaliyetlerdir. Cahili kültür ve toplumun kurumlarına karşı tepkisel olarak bilinçsiz bir şekilde oluşturulan bu kurumlar niteliksel açıdan diğer kurumlardan işlev olarak pek fazla bir şey ortaya koymamıştır. Bu, toplumdaki bazı bireylerin veya vakıf birlikteliklerinin ortaya koyduğu tablodur. Bu tür faaliyetler toplumun gerçek mânâda ıslahı ve devrim düşüncesinden yana bir amaç taşımamaktadır. Egemen sistem açısından da tehlikeli değildirler. Bilakis desteklenerek yapılan çalışmalardır. Toplumdaki muhafazakâr karakterin oluşumunda bu tür kurumlar etkili rol oynamaktadırlar. Öte yandan ikinci durum, bilinçli sayılabilecek örgüttü İslami çalışmaların kurumsallaşmayı "İslami hareket sürecinde ana dinamik olarak görme" yanlışlığı ile yapılagelen faaliyetlerdir. Bunların netice itibariyle tartışılması gerekir. Çünkü toplumdaki bu tür kurumsal yapılar hiçbir zaman İslami bir hareket için olmazsa olmaz gereklilik değildir.

İslami kişiliklerin ve hareketin İslami kimliği net olarak toplumda ortaya çıkmadan, hareket ilkesel ve hedefsel olarak yeterlilik seviyesine ulaşmadan ve örgütlü yapının özgün iç kurumlarını oluşturmadan yapılan bu faaliyetler İslami hareket için saptırıcı unsurları da beraberinde getirecektir. Kurumlarda oluşan bağlar ve ilişkiler kişileri İslami hassasiyet ve ilkelerden uzaklaştırıp her toplum içerisinde sosyal hayatın farklı kesimlerinde görülen ilişki biçimine dönüştürecektir. Bu tür çalışmalarda roller ve davranış şekilleri örgütlü hareketin ilkelerine göre değil, oluşturulan kurumun yasaları, gelenekleri, görenekleri ve resmi olarak belirlenmiş kurallara dayanan sosyal etkileşim kalıplarında gelişir. İlişki ve davranış biçimleri İslami karakter arz etmekten öte, mevcut toplumun öngörüleriyle kurumlaşmış bir karakter arz etmektedir. Bireysel ilkesellik içinde ayakta durmaya çalışanlar da kurumun genel karakteri içerisinde erimektedirler. Bu tür çalışmalarda kişilerin gerçekleştirdikleri roller ve ilişkiler bir süre sonra gelenekleşir ve tüm insan yapısı nesnelerde olduğu gibi değişmeye uğrarlar, kurumun bir parçası haline gelirler.

Kişiler ve hareketler için risk boyutu taşımayan bu aktîviteler her kesim tarafından öncelikle uğraşılan faaliyet alanını teşkil etmektedir. Bu boyutun gözardı edilmemesi gerekir. Gerçekten mücadeleyi kendisine prensip edinmiş İslami birey ve hareketler için risk boyutu her zaman olagelmiştir ve olacaktır. Çünkü, müslümanların ve çalışmalarının varlığı egemen şirk düzenlerini rahatsız edecek ve karşı tavır içerisine gireceklerdir. İslami mücadele, inanç ve değerleri için riski göze alıp bedel ödeyerek hedefine ilerleyecektir. Egemenleri rahatsız etmeyen çalışmalar ise, her zaman için dolaylı ve dolaysız destek görerek uzlaşmayı tercih edeceklerdir.

Toplumu ıslah çalışmalarında gündeme gelen kurumsal yapılar acil ihtiyaçlar çerçevesinde ilkesel adımlarla kontrollü bir şekilde gerçekleşebilir. İslami kimliğin ve ilkelerin bir yansıması halinde her zaman risk boyutunu da göze alarak oluşturulacak kurumlar örgütlü çalışmalar için bir yan faaliyet olabilir. Bu şekliyle bu kurumlarda oluşacak roller ve ilişkiler, davranış biçimleri hareketin karakterinde olacaktır. Bu tür çalışmalar toplumun cahili karakterini taşıyan kurumlardan olmayacak ve hareket sürecinde bir potansiyel olacaktır. Bu durum, egemen güçlere karşı sürdürülen mücadelede hedeflenen amaca katkıda bulunacaktır. İslami hareketin oluşumu ve gelişim sürecinde asıl kurumsallaşma, düşüncenin eyleme aktarımında gerçekleştirilmesi gereken bir husustur. Üzerinde durulması gereken nokta da budur. Yoksa, kendilerini müslüman diye tanımlayan ve salt tebliğ, vakıf, dernek, yayınevi, hastane, dersane vs. çalışmalar içerisinde bulunan piyasa için toplumda hayır çalışmaları şeklinde yapılagelen bu tür faaliyetler, temelde İslami hareketin sorunu değildir. Bu tür kurumsallaşma, İslami faaliyet çerçevesinde görülemez. Belirli amaçları olan ve bazı İslami motiflerle bezenen bu faaliyetler, -ekonomik boyutunu düşünmezsek- ancak insani faaliyetler olarak görülebilir. En iyimser yaklaşımla kontrollü bir şeklide belirlenen amaçları elde etmek için bu tür kurumlardan ancak hareketin hedefleri için değerlendirilebilecek potansiyel olması yönünden istifade edilebilir.

Örgütlü yapılar için; düşüncenin ve eylemin kurumsallaşması, süreklilik arzetmesi, ilişkilerin ve rollerin ilkesel gelenekselime oturtulması, sonraki nesillere aktarılması ve düzenli bir şekilde yürütülmesi için kurumsallaşma olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Yoksa, bahsedilen toplum içindeki hayır amaçlı kurumsallaşma bir gereklilikten öte İslami hareket süreci açısından saptırıcı unsurları da beraberinde getiren oluşumlardır. Bu çalışmalarla oluşturulacak kitlelerin niteliği, yapısal karakteri cahili toplumun yargılarını da beraberinde taşıyacaktır. Bu tür kurumların baskısı altında İslami süreç; ilkeli ve kimlikli hareketinden uzaklaşıp, tavizkar ve küfre karşı mücadelesinde pasifize olmuş, egemenlerin toplumsal işleyişine ve gücüne yardımcı olan bir konuma gelecektir.

İslami toplum ve düzen, ancak doğru bir örgütlenmeyle oluşabilir. İslami mücadele sürecinde klasik yaşam biçimi ve dayanışma, yerini yeni bir toplumsal bütünleşme birimi olan örgütsel kurumlara bırakır. Bu örgütlü çalışmalar toplumsal dönüşümü gerçekleştirmek için uğraş verirler. Klasik düşüncede eğitim, kişi ve gelişimi üzerinde odaklanıp, bilgi ve düşünce uygulamaya yöneliktir. Bu ana amaç çerçevesinde düşünceyle bütünleşen eylemlilik, İslami süreç için kurumsallaşarak ilkeli gelenekleri beraberinde oluşturacak ve İslami hareketin gelişimi için süreklilik arzeden bir hal alacaktır. Öngörülen ve oluşturulması için mücadele verilen İslami kimlik; toplumsal yapı, ekonomi, eğitim, aile gibi sosyal kurumların karşılıklı ilişkilerinden oluşan bir bütünlük ihtiva edecektir. Toplumsal yapılarda esas olan unsur, karşılıklı ilişkilerdir. Bu bağlamda İslami toplumsal yapı, İslami esaslar üzerine kurulan toplumsal ilişkiler bütünü ve bu ilişkilerin istikrar gösteren bir düzenidir. Roller, birliktelikler, normlar ve değerler, örgütlü toplumsal yapılarda bir sistemi de beraberinde getirecektir. İslam düşünce ve kültürü örgütlü, istikrar gösteren yapısıyla yeni toplumsal yapıyı ortaya çıkaracak, örgütlü İslami kurumlar İslami toplumsal yapının kurum unsurları ve parçaları olacaktır. Müslümanların/İslami hareketin, kurumsallaşma çabalarında oluşacak bu netlik, İslami toplum ve düzen oluşturma sürecinde önemli bir aşama olacaktır. Ancak bu tür faaliyetler egemenleri rahatsız edecek ve şirk düzenine son verecektir. Toplumun ve toplumsal yapının kökleri değişimi, bu örgütlü kurumsal geleneklerin oluşturulması ile gerçekleşecektir. Ayrıca, gerektiğinde ve mücadele sürecinde ihtiyaç nisbetinde bu örgünün bir yan çalışması olarak yapılabilecek legal kurumsal çalışmalar, kimlik ve ilişkiler açısından İslami hareket için saptırıcılık unsuru taşıması tehlikesini de ortadan kaldırmış olacaktır. Çünkü artık hareket bütün dinamikleriyle mücadele sürecinde oluşmuştur ve etkisini gösterir bir konuma gelmiştir. Bununla birlikte bu tür sorunların müslümanların gündemini oluşturması İslami düşüncenin, eylemin yetersizliği, hareketin oluşumu ve hedefinin netleşmemesinden kaynaklanan yansımalardır. Bu sorunlardan önce konuşulması gereken daha öncelikli konuların olduğu gerçeğini bilmek gerekir. Bunlar da, hareket ilkeleri ve ahlâkı yönünden daha uygun zeminlerde tartışılması durumunda ancak faydalı olabilir. Hareket kendi iç oluşumunu ve dinamiklerini kendi usulleri içerisinde gündemleştirir ve çözümler üreterek pratiğe aktarır. İslam düşmanlarına hareketin mantığı, gelişimi, stratejisi gibi konuların aktarıldığı zeminlerden uzak durulması, bilinçli her müslüman birey ve örgütlü çalışma için kaçınılmaz bir ilkesel zorunluluktur.

İslami mücadelenin gereklerini yerine getiremeyen yapılar var olma adına ortaya koymaya çalıştıkları kurumsal faaliyetlerle iyiden iyiye mevcut kurumlar içerisinde pasifize olmaktadırlar. Oluşturulan kurumlar, İslami faaliyet adına ortaya konulmakta ve bütün enerjiler bu kurumların İslami kimlik kazanması için harcanmaktadır. Kurumların zorunlu olarak taşıdıkları değerlere İslami kimlik oluşturma anlayışı ile hareket edilerek, İslami değerleri toplumun, rejimin ve kurumların değerleri ile uzlaştırma hedef haline gelmektedir. Mücadele ve İslami faaliyet adına yanlış atılan bu adımlar değişik çıkış yolları aranarak sözüm ona İslamileştirme yoluna gidilmektedir. Neticede; bir tarafta egemenlere yönelik verilmesi gereken mücadele ve ilkeli faaliyetler, diğer tarafta toplumun cahili değerleri ve şirk düzeninin yaptırımları ile kimliksiz kurumsal çalışmalar bir noktada uzlaştırılmaya çalışılmaktadır. Bu süreçte kimliksiz kurumsal çalışmalar daha da güç kazanırken, İslami mücadeleden ödünler verilmekte, ilkelerden uzaklaşılmaktadır. Artık bütün mesele, bu kurumların nasıl ayakta kalabileceği, İslami kimlikle cahili kimlik arasında nasıl bir denge kurulacağı ve kurumlarda oluşan ilişkilerin nasıl İslamileştirileceği konusu olmaktadır. Oluşan bu çıkmazda tabii ki kaybeden, egemenlere yönelik ilkeli mücadele olmaktadır. Çünkü, asıl hedef bu kurumun yaşatılması olmuştur artık. Örgütlü İslami çalışmaların böyle bir duruma düşmemesi için yapılması gereken, mücadelenin tüm boyutları ile ortaya çıkmadan bu tür çalışmalar içerisine girilmemesidir. Sapmaların oluşmaması, mücadele ortamının zeminini nereye koyacağımızla ilgilidir. Bir hareket, kimlik, ilke, örgütlenme, tavır, yöntem ve politikaları ile egemenlerin ve toplumun karşısına çıkmadan, kendisini bizzat tanımlayarak belirli bir güç haline gelmeden yapılabilecek bu türden her türlü faaliyet, o hareket için bir son olacaktır.

Mücadele sürecinde samimi gayretler ve belirli bir güçle birlikte oluşan kazanımların köksüz çalışmalarla heba edilmemesi gerekir. Samimi duyguların ve gücün örgütlenmeye ve gerekli altyapı çalışmalarına aktarılması İslami mücadele için egemenlere karşı yeni kazanımları da beraberinde getirecektir. İmtihan sürecinde daha zorlu dönemler için hazırlıklı olunmalıdır. İslam düşmanlarının saldırı ve düzenlerine yönelik etkili yöntemler geliştirme ve küfre karşı ilkeli, sürekli, organizeli savaşım verme her müslüman için İslami kimliğinin bir gereğidir. Bu bilinçle hareket eden fertlerle İslami hareketin oluşum süreci daha da güçlenecek ve Rabbimizin izni ile İslam'ın hakimiyeti yeryüzünde tesis ettirilecektir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR