1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. Küresel Kuşatma Karşısında Müslümanlar

Küresel Kuşatma Karşısında Müslümanlar

Aralık 2001A+A-

Müslüman halkların dünyanın her yanında kuşatılmaya, sindirilmeye çalışıldığı bir süreçten geçiyoruz. Afganistan'dan Filipinler'e, Çeçenistan'dan Filistin'e kadar tüm coğrafyamız kan içinde. Özgür-Der böylesi bir ortamda dayanışma duygularımızı artırmak ve sorunlarımız üzerinde düşünmek üzere bir etkinlik düzenlemeye karar verdiğinde, içinde bulunduğumuz Ramazan ayı ile de irtibatı açısından bunun isabetli bir düşünce olduğu kanaati oluşmuştu. Ne var ki, küresel kuşatmanın irdeleneceği program öncelikle yerel kuşatmaya takıldı ve Eminönü Belediyesi'nin Kadırga'daki kültür merkezinde yapılacağı ilan edilen 'Küresel Kuşatma ve İslam Dünyasının Geleceği' başlıklı panel, izin prosedürünün tamamlanmaması gerekçe gösterilerek valilikçe engellendi.

Özgür-Der'in programının engellenmesi, hem konuşmacılar, hem de uzaktan yakından konuşmaları dinlemek üzere gelenler açısından tatsız bir sürpriz oldu. Fakat sözü olanın sözünü söyleyeceği, söze kulak verenlerin de mutlaka bulunacağı ortamlar tümüyle engellenemezdi elbette. Nitekim 30 Kasım akşamı Cevat Özkaya, Alev Erkilet Başer ve Mehmet Pamak'ın katılımlarıyla İDKAM'da düzenlenen "Küresel Kuşatma ve Müslümanlar" başlıklı oturumda hem yerel, hem de küresel kuşatmaya ve buna karşı müslümanların tavrının ne olması gerektiğine dikkat çekildi.

Oturumu yöneten Rıdvan Kaya açış konuşmasında dünya genelinde İslami hareketlerin çok yönlü bir bombardımana tabi tutulduğunu söyledi. Ümmetin doğrudan bir kuşatma altında bulunduğu bu ortamda müslümanlar olarak mevcut durumu nasıl değerlendirmemiz ve ne tür tavırlar geliştirmemiz gerektiği sorusunu konuşmacılara yöneltti.

Küreselleşme: Her Şeyi İzafileştiren ve Sabiteleri Olmayan Bir Süreç

İlk konuşmacı Cevat Özkaya küreselleşme kavramı üzerinde durarak söze başladı. Küreselleşmenin kolay tarif edilemeyen kavramlardan biri olduğunu, ama bir eksik tarif olarak kabul edilmek kaydıyla "kapitalist sermaye birikiminin toplumsal ve siyasal denetlemelerden neredeyse tamamen sıyrılması, dünyanın her köşesinin her türlü mal ve hizmeti kapsaması" şeklinde tanımlanabileceğini söyledi. Küreselleşmenin, bütün yeryüzünün tek bir iktisadi mantığın emrine girmesi anlamına geldiğinin altını çizen Özkaya, bu anlayışın aynı zamanda hakim kılınmak istenen işleyişe karşı çıkan, bunu engelleyen her türlü kurumun, uygulamanın, sınırın, kültürel geleneğin ortadan kaldırılması gerektiğine dayanan ve her şeyi metalaştıran bir anlayış olduğunu hatırlattı.

Konuşmasının devamında küreselleşme ile beraber gelen yeni emperyal sistem ile klasik emperyalizm ayrımı yapan Özkaya, koloniler örneğinde açıkça görüldüğü üzere, emperyalizmin ulus devletin egemenlik alanını genişletme biçimi olduğunu; yeni oluşmaya başlayan emperyal sistemde ise egemenliğin coğrafi bir merkezi olmaması, belli sınırlara dayanmaması gibi özellikleri barındırdığını; ayrıca emperyal hükümranlığın meşruiyet zemini olarak barbarlığa karşı medeniyeti savunma tezinden hareket ettiğini, dolayısıyla bugün Afganistan'a karşı yapıldığı gibi rahatlıkla Irak'a, Sudan'a, Yemen'e karşı da saldırıya geçmekten çekinmeyeceğini söyledi.

Küreselleşmenin hızlanmasıyla birlikte modernite döneminde oluşan bir takım kurallar ve kurumların tümüyle tasfiye olacağını düşündüğünü söyleyen Özkaya, küreselleşen dünyanın yeni karar mekanizması olarak bir ulus devletten ziyade, örneğin G-8 gibi bir yapının daha mümkün göründüğünü belirtti, iktisadi küreselleşmenin sosyal ve siyasi yapılar, hatta aile bağlan üzerinde dağıtıcı bir fonksiyon icra ettiğini, dolayısıyla şu anda tanımsız, kuralsız bir ortamın yaygınlaştığını; ulus devletlerin de bundan etkilendiğini söyleyen Özkaya, TÜSİAD gibi bir kurumun bundan on sene, yirmi sene önce düşünülmesi bile mümkün olmayan bir şekilde, Kıbrıs ile ilgili olarak devlet çizgisine ters düşen bir beyanat verebilmesinin de bu durumun bir sonucu olarak görülmesi gerektiğini ileri sürdü.

Küreselleşmenin her şeyi izafileştiren bir mantığa sahip olduğunu, bu yüzden sabiteleri olan insanların, anlayışların buna eklemlenemeyeceklerini vurgulayan Cevat Özkaya, yaşadığımız süreçte Ümmete vurgu yapmanın mecburiyetten de öte bir anlam kazandığını, içe kapanmadan sabitelerimize sarılmamız gerektiğini hatırlatarak konuşmasını bitirdi.

Emperyal Savaşlar Uzun Vadede Kaybetmeye Mahkumdur!

İkinci konuşmacı olarak söz alan Alev Erkilet Başer konuşmasına öncelikle savaşın aslında bir siyasal eylem biçimi olduğu vurgusuyla başladı ve buna bağlı olarak kapitalist dünya sistemi çerçevesinde Afgan savaşının yerinin ne olduğunun tespit edilmesi gerektiğini hatırlattı. Gaston Buton'un "ulus devletlerin yükselişiyle birlikte devletler karşılarına aldıkları milletlere değil de, o millete layık olmayan yönetimlere karşı savaş verdikleri türküsünü tutturmuşlardır" şeklindeki tespitini Afgan savaşı açısından gayet anlamlı bulduğunu söyleyen Başer, savaşın aynı zamanda içeride ortaya çıkan düşmanlıkları ortadan kaldırmak ve istikrarı sağlamak isteyen yöneticilerin başvurdukları etkili bir araç olduğunun altını çizdi.

Afgan savaşını anlamak için öncelikle 1500'lü yıllardan bu yana sürekli yayılan kapitalist dünya sisteminin tahlil edilmesi gerektiğini söyleyen Başer, bu sistemin tek kültürcü ve emperyalist olma özelliğine değindi, iki dünya savaşı arası dönemde Sovyetler Birliği'nin temsil ettiği sosyalist ideolojinin kapitalist dünya sistemine ciddi bir alternatif oluşturduğunu; fakat sosyalist alternatifin 45 sonrası dönemde giderek bu konumunu kaybettiği ve Sovyetler Birliği'nin çözülmesiyle 90'lardan itibaren de tümüyle sisteme eklemlendiğini; oysa 50 sonrası dönemde tüm dünyada yükselişe geçen İslami hareketinse şu anda mevcut sisteme tek alternatif olduğunu, bu yüzden de Bosna'dan, Çeçenistan'a, Afganistan'a kadar her yerde saldırıya uğradığını söyledi. Farklı coğrafyalarda yürütülen savaşların muhataplarının tümünün birden İslami hareketler ailesi şeklinde tanımlanması gerektiğini belirten Başer, Batı'nın kendi sistemine karşı ciddi bir tehdit olarak algıladığı İslami hareketlere karşı gayet bilinçlice bir politika izlediğini, oysa müslüman halkların dünya kapitalist sistemine karşı teşkil ettikleri önemin yeterince farkında olmadıklarını ilen sürdü.

Afganistan'da sürmekte olan savaşın kısa vadede nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, uzun vadede Amerika tarafından kazanılamayacağına inandığını, çünkü son dönemlere bakıldığında emperyal savaşların hiçbirisinin kazanılamadığını belirten Başer, kanıt olarak Vietnam'ı, 79 Afganistan işgalini, Çeçenistan'ı ve halen devam etmekte olan Filistin intifadasını gösterdi. Emperyalist savaşın en önemli özelliğinin taraflar arasındaki dengesizlik olduğunu; ama nüfus, asker sayısı, teknolojik güç açılarından hücum eden ülkenin açık üstünlüğüne rağmen, hücum edilen ülkenin yaşadığı bölgeyi tanımak gibi çok önemli bir avantajının bulunduğunu belirten Başer, ayrıca şehadet kavramının ve yine ilahi yardıma ulan inancın savaşların seyrini değiştiren çok önemli etkenler olduğunun altını çizdi. Son olarak 21. yüzyılın İslam'ın asrı olacağına ve kapitalist sistemin sonunun yakın olduğuna inandığını söyleyen Alev Erkilet Başer, ama bunun İçin mutlaka müslümanların akıttıkları kan kadar zihinsel bir enerji sarfetmelerinin de şart olduğunu vurguladı.

Saptırılmış Gündemler ve Öncelenmesi Gerekenler

Son konuşmacı olarak söz alan Mehmet Pamak da küreselleşmenin kapitalist sömürgeciliğin tüm dünya müstezaflarını kuşatmasına verilen ad olduğunu söyledi ve sömürgeci zihniyetin arka planını sergileyen alıntılarla dünden bugüne değişmeyen sömürü zihniyetini ortaya koydu. Küreselleşmenin en tehlikeli boyutunun iletişim teknolojisi ve bilgi kaynakları üzerindeki tekel oluşumu olduğunu, bu sayede emperyalist güçlerin gerçekleri istedikleri biçimde saptırarak insanların zihinlerini yönlendirdikleri ve işgal ettiklerini ifade eden Pamak, Taliban örneğinde bu durumun çok açıkça yaşandığını söyledi.

Asli görevleri kuşatma ve saldırganlığa karşı durmak olması gerekirken kimi müslüman aydınların olumsuz propagandalardan etkilenerek, safların açıkça belli olduğu bir ortamda dahi Taliban eleştirisi ile meşgul olduklarını dile getiren Pamak, yarınlarda emperyalistler başka coğrafyalardaki kardeşlerimize savaş açtıklarında, bu zaaflı tutum sahiplerinin muhtemelen yine emperyalistlere karşı tavır geliştirmek yerine bu sefer de oradaki kardeşlerimizin anlayışları ve pratiklerinin eleştirisi ile meşgul olacaklarını söyledi.

11 Eylül sonrasında yoğun bir tarzda gündeme gelen medeniyet tartışmalarına da değinen Pamak; Batı medeniyetinin üstünlüğü ya da İslam medeniyetinin geriliği şeklindeki tartışmanın Batı kültürünün hakim kılınmaya çalışılmasına hizmet ettiğini, ayrıca bu tartışmayla gündemin de saptırıldığını, şimdiye kadar iktidar eksenli çabalarla oyalanan müslümanların, bundan böyle de medeniyet eksenli tartışmalarla çabalarının ve enerjilerinin heba edileceği tehlikesine dikkat çekti. Halbuki iktidarın da, medeniyetin de bir ideal, bir hedef olamayacağını söyleyen Pamak, İslam medeniyetinin İslami ölçüler çerçevesinde kulluk eksenli bir hayat tasavvuru oluşturarak, bunu toplumsallaştırmanın doğal sonucu olarak ortaya çıkacak bir netice olarak görülmesi gerektiğini hatırlattı.

İslam aleminin genliğinin iki temel sebebi bulunduğunu; bunların Kur'an ve sahih sünnetten uzaklaşma, yani dinî yozlaşma ve emperyalistler ve işbirlikçilerinin müslüman halklar üzerinde kurdukları tahakküm olduğunu söyleyen Pamak, tüm bu zillet haline rağmen bugün bile İslam toplumlarının, ilk İslam medeniyetinin kırıntılarının yol açtığı güzelliklerin etkisiyle, toplumsal planda yaşattığı değerler açısından batı medeniyetinden daha üstün, daha insani bir pozisyonda bulunduğunu belirtti.

Son olarak, halihazırda İslami direnişlerin, itirazların küresel baskılarla yok edilmeye çalışıldığı, küresel dayatmaları kabul etmeyerek, özgür ve özgün kimliklerini yaşamak ve yaşatmak isteyenlerin yok edilmeye çalışıldığını ifade eden Pamak, öncelikle yapılması gerekenin toplumu vahiy istikametinde yeniden inşa etmeye yönelik bir davet ve tebliğ çalışması olduğunun altını çizdi. Ancak bir Kuran nesli öncülüğünde samimiyetle, ihlasla ve gereken bedeli ödemeyi göze alan çabalar neticesinde sahih din anlayışının topluma egemen kılınacağını ve tevhidi dönüşümün yaşanacağına dikkat çeken Mehmet Pamak özlenen İslam medeniyetinin de bunun ürünü olarak ortaya çıkacağını hatırlatarak sözlerini bitirdi.

Konuşmaların tamamlanmasının ardından dinleyicilerin konu çerçevesinde katkıları ve konuşmacılara yönelttikleri soruların cevaplanması ile devam eden toplantı, oturum yöneticisinin, engelleme çabalarına rağmen programın yapılmasına katkıları nedeniyle hem konuşmacılara, hem de dinleyicilere teşekkür etmesi ve oturumun hayırlara vesile olması temennisiyle sona erdi.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR