1. YAZARLAR

  2. Fethi Kılınç

  3. Kur’an’ı Okuma Görevi ve Kur’an’ı Okumada Dil Sorunu

Kur’an’ı Okuma Görevi ve Kur’an’ı Okumada Dil Sorunu

Mayıs 1997A+A-

Kelimenin tam anlamıyla tarihe bir müdahaleyi ifade eden Kur'an-ı Kerim, daha nazil olmaya başladığı ilk andan itibaren bireysel, toplumsal, ekonomik, siyasal, akidevî vb. hayatın bütün alanlarında belirleyici olmak üzere ilke ve ölçüler vaz' etmiş; insanlık için tevhid ve adalet üzerinde yükselen bir dünya tasavvurunu öngörmüştür. Kendi dışındaki bütün varlık ve varoluş tasavvurlarını şirk ve fıtrata yabancılaşma olarak gören Kur'an, kendine rağmen dayatılmaya çalışılan tüm belirlemelere açıkça savaş açıp meydan okuduğu gibi, yabancı fikir ve yapıların kendisiyle kurmaya çalıştığı her türden uzlaşma ve sentez girişimlerini de daha baştan mahkum eden bir tutum ve tavrı benimsemiştir.

Kur'an'a ilk iman eden ve bu iman gereğince İslami hareketi yükselten Hz. Peygamber ve "ashab"ı, bizzat yaşantılarıyla böyle bir Kur'an bilincinin tanıklığını yapmış, tarihte eşine az rastlanır bir "ümmet"i inşa etmeyi başarmışlardır. İman ve amelde bütün cahili öğelerden arınmayı ve bu uğurda bir dönüşüm gerçekleştirmeyi kendileri için bir vecibe gören bu ümmet, tarihî süreç içerisinde ne yazık ki vahyin belirleyiciliğine kulak vermeyi ihmal ederek çözülmeye uğramıştır.

Bugün gelinen noktada, Hz. Peygamber'in öncülüğünde tezahür eden İslamî hareket ve ümmeti yeniden inşa etmek hiç kuşkusuz tekrar Kur'an'la kurulan o dinamik ilişkiyi yakalamakla mümkün olacaktır. Böyle bir ilişkiyi başlatabilmek ise, ilk nesil ve ilk ümmet gibi hayatımızın bütün alanlarında eklektisizm ve sentezcilikten uzak bir biçimde belirleyici olarak Kur'an'a kulak vermek ve ona tâbi olmakla gerçekleşebilir. Burada ise kilit bir eylem ve tavır olarak Kur'an'ı "okuma" farizası gündeme gelmektedir. Bu fariza o kadar önemlidir ki, ilk inen ayetler bunu hatırlatarak başlamaktadır. Hatta Kitabımızın adı olarak "Kur'ân" Arapça'da "okumak" anlamına gelmektedir.

Kur'an'ı Okuma Görevi

Kur'an'ı okuma görevi İslamî hareket ve ümmetin inşasının gerçekleştirilmesinde oldukça temel bir sorumluluğu ifade etmektedir, Kur'an. Hz. Peygamberin okuma görevinin vurgulandığı pek çok ayetle doludur. Kuşkusuz bu görev ve yükümlülük sadece peygamberle kayıtlı olarak düşünülmemeli, bütün müminleri bağlayıcı bir sorumluluk olarak telakki edilmelidir. Zaten Allah'ı razı eden vasat bir ümmet olmanın başka bir yol ve yöntemi de bulunmamaktadır.

Kur'an-Kerim'e bakıldığında Kur'an okunuşunun "İlahî" ve "beşerî" olmak üzere İki farklı düzeyde ele alındığı görülmektedir.

1. İlahî Okuma

İlahî okumayla kastedilen şey, Allah Teala'nın peygamber olarak seçtiği kuluna vahyi (ya da özel durumda Kur'an'ı) okuması ve okutması olayıdır. Burada okumanın nasıl gerçekleştiği bizim için gaybtır. Bununla birlikte ayetlere baktığımızda, bu okumayla Allah'ın, elçisine vahyi lafzen ve manen öğrettiğine ilişkin bir anlamı çıkartmak mümkün görünmektedir. Bir anlamda İlâhî okuma, Allah Tealâ'nın murad ettiği şekilde vahyin elçinin zihnine tam olarak yerleştirilmesi olayıdır. Burada Hz. Peygamberin her hangi bir dahli söz konusu değildir. Konuyla ilgili olarak Allah Tealâ şöyle buyurmaktadır; "(Ey Muhammed), onu hemen okumak için dilini depretme. Onu toplamak ve okumak bize düşer, O halde sana Kur'an'ı okuduğumuz zaman, onun okunuşunu takip et. Sonra unu açıklamak da bize düşer" (Kıyamet, 75/16-19). Yine başka bir ayette şöyle denmektedir: ''Sana (Kur'an'ı) okutacağız ve sen unutmayacaksın. Yalnız Allah'ın dilediğini unutursun, O açığı da bilir, gizli olanı da." (A'la, 87/6-7). Bir diğer ayette ise, "Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. Sana vahy edilmesi henüz tamamlanmadan Kur'an'ı acele okumağa kalkma: "Rabbim, ilmimi artır." de." (Tâhâ, 20/114) buyrulmaktadır.

İlahî okuma beşerî okuma için elzem olan bir aşamayı dile getirmektedir. Bu aşamada vahyin korunması ve tüm gayr-i ilahî insiyakilerin devre dışı bırakılması söz konusudur. Ve ayetler açıkça Hz. Peygamber'e gelen "bilgi"nin kaynağının tamamen Allah olduğunu vurgulamakla, mesajın içeriğinin İlahî olduğunu beyan etmektedir. Vahyin ya da Kur'an'ın beşer düzeyindeki "ilk durağı" ve beşerî okumanın da yegane kaynağı Hz, Peygamber olduğundan burada muhkem bir oluşumun gerçekleştirilmesi öngörülmektedir.

2. Beşerî Okuma

Ümmet olma ve tarihe yön verme yolunda beşeri düzlemde Kur'an'ı Kerim'i okuma görevi "toplumsal" ve "bireysel" okuma olmak üzere esasen iki boyutlu olarak karşımıza çıkmaktadır.

a. Toplumsal okuma

Toplumsal okuma, vahyi mesajın insanlara ya da topluma taşınması amacıyla gerçekleştirilen okumayı ifade etmektedir. Burada, kendisine "Kur'an okunulan" Hz. Peygamberin (ve tabii diğer müslümanların) insanlara ya da topluma vahyi mesajı okuması anlatılmakladır ki (Bakara, 2/151; Al-i İmran. 3/164), bu okuma daha ilk inen ayetle farz kılınmıştır: "Yaratan Rabbinin adıyla oku. O insanı alaktan yarattı. Oku Rabbin en büyük kerem sahibidir." (Alak, 96/1-3). Neml suresinde ise. Kur'an-ı Kerim'in okunmasının farziyeti, müslüman olma emrinden hemen sonra zikredilmektedir: "(De ki): "Ben sadece bu kentin Rabbine kulluk etmekle emr olundum. O burayı saygı değer kıldı ve herşey O'nundur. Ve hana müslümanlardan olmam emredildi. Ve Kur'an okumam (emredildi), şimdi kim yola gelirse kendi yararına yola gelmiş olur ve kim saparsa, de ki: "Ben ancak uyarıcılardanım." (27/91-92).

Hz. Peygamber'in kendisine indirileni insanlara okumasının tamamen Allah'ın dilemesine bağlı olduğunu bildiren Kur'an (Yunus, 10/16); okuma kavramını tevhide çağrıda bulunmak, ana-babaya iyilik etmek, fakirlik korkusuyla çocukları öldürmemek, fuhuş yapmamak, adam öldürmemek (En'am, 6/151) ve geçmişle vuku bulan olaylardan ve peygamberlerin mücadelelerinden bahsetmek (Kehf, 18/83; Maide, 5/27: Yunus. 10/71) gibi itikad ve amelle ilgili pek çok konuda açıkça kullanmakta ve Hz. Peygamber'in bu konularda kesin bir biçimde okumalar yaptığı ve yapması gerektiğini vurgulamaktadır.

Anlaşılacağı üzere burada okumalar, ilahî bir dünya tasavvurundan, sosyal ve ekonomik olaylara kadar çok çeşitli alanlarda cereyan etmekte ve bu okumalar yoluyla Allah'ın istediği bir ümmet inşasının temelleri atılmakladır.

Kur'an'ın insanlara okunması görevi keyfiliğe bırakılmış bir görev değildir. Belli bir yol ve yöntem dahilinde yapılması islenmektedir. Bununla ilgili olarak bir ayetle şöyle buyrulmaktadır: "Kur'an'ı insanlara ağır ağır okuman için bölümlere ayırdık ve onu azar azar indirdik." (İsra, 17/106).

Görüldüğü üzere insanlara vahyî mesajın okunup aktarılması ve bir dönüşümün gerçekleştirilmesi bir defada toptan yaklaşımlarla olabilecek şeyler değildir. Toplumla iletişimin kurulabilmesi ve Kitab'ın onlara okunup kazandırılması uzun bir süreci, bir başka ifadeyle tedricî yaklaşımı gerektirmekledir. Kuşkusuz bu; bir eğitim ve öğretim faaliyetini tazammun etmektedir.

b. Bireysel Okuma

Bireysel okuma, vahye muhatap olan kişinin (peygamber ya da diğer mü'minler) kendisiyle ve Allah ile haşhaşa kalarak yapmış olduğu okumaları ifade etmektedir. Bu okuma, toplumsal okumanın hakkıyla gerçekleştirilmesi için zorunlu okluğu gibi, İslamî harekelin ve ümmetin teşekkülü için de olmazsa olmaz bir yükümlülüğe işaret etmektedir. Kurulması arzulanan İslam toplumunun en temel birimini teşkil eden bireyin sağlıklı ve sahih bir düşünsel ve pratik donanıma kavuşması için böyle bir okuma zaruridir. Bu bir anlamıyla bireyin ruhsal ve düşünsel iç eğitiminin gerçekleştirilmesini hedeflemekte, toplumsal okumayı yapacak olan bireyin kendisinin vahiyle olan irtibatını taze ve sıcak tutmasını amaçlamaktadır.

Bireysel okumayla ilgili olarak Müzzemmil süresindeki ayetler oldukça çarpıcıdır. Orada şöyle buyrulmaktadır: "Ey örtüsüne bürünen. Geceleyin kalk; yalnız gecenin birazında (uyu). Gecenin yarısında (kalk) yahut bundan biraz eksilt. Veya bunu artır ve ağır ağır Kur an oku. Doğrusu biz, senin üzerine ağır bir söz bırakacağız. Gerçekten gece kalkmak daha oturaklı ve söz daha etkilidir. Çünkü gündüz, senin uzun süre uğraşacağın şeyler vardır." (73/1-7).

Görüleceği üzere ayette gece kalkılması istenmekte ve ağır ağır, sindire sindire Kur'an okunması talep edilmektedir. Ayrıca böyle bir eğitim için gecenin en müsait zaman olduğu da vurgulanmaktadır. Burada Hz. Peygamber muhatap alınmaklaysa da, böyle bir okumaya ihtiyaç hiç kuşkusuz bizler için de söz konusudur.

Yine Bakara suresinde şöyle buyrulmaktadır: "Kendilerine verdiğimiz kitabı, gereğince okuyanlar var ya, işte onlar ona inanırlar. Onu inkar edenler ise, ziyana uğrayanlardır." (2/121).

Burada Kitab'ın gereğince okunması, anlaşıldığı kadarıyla ona iman ederek okunması, mesajının kavranması ve o mesaja göre düşüncenin ve amelin düzenlenmesi hadisesidir. Zira Kur'an bireysel okumayı gereğince yapılan ve gereğince yapılmayan okuma olmak üzere ikiye ayırmakta ve gereğince yapılmayan okumayı eleştirmektedir.

Kur'an, Kitab'ın okunmasının gerek itikadı gerekse ameli düzenleyecek bir sorumluluk olarak gördüğünden Kitab'ı okuyupta bu iki alanda ona tabi olmayan zümreleri kınamaktadır. Nitekim bir ayetle şöyle denilmekledir: "Siz Kitab'ı okuduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi, unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz'' (Bakara, 2/44). Başka bir ayette ise, "Yahudiler: "Hıristiyanlar, bir temel üzerinde değiller", dediler. Hıristiyanlar da: "Yahudiler bir temel üzerinde değiller", dediler. Oysa hepsi de Kitabı okuyorlar. Bilmeyenler de tıpkı onların dedikleri gibi demişlerdi. Artık Allah ayrılığa düştükleri şey hakkında, kıyamet günü aralarında hüküm verecektir" (Bakara, 2/113), buyrulmaktadır.

Kitabı gereğince okuyanlara çarpıcı bir örnek Al-i İmran suresinde yer almaktadır. Burada Kitap ehlinin inkarcı ve isyancı tutumları eleştirildikten sonra şöyle denilmekledir: "Ama hepsi bir değildir. Kitap ehli içinde, gece saatlerinde ayakta durup Allah' in ayetlerini okuyarak secdeye kapanan bir topluluk da vardır. Onlar. Allah'a ve ahiret gününe inanırla!, iyiliği emreder, kötülükten menederler: hayır islerine koşarlar işte onlar iyilerdendir." (3/113-114).

Fâtır suresinde ise bireysel olarak Kitab'ı okuma ibadeti ve görevi, namaz ve infak ile birlikte zikredilmekte ve bu kurtuluşa erdirici ibadetlerden biri olarak kaydedilmektedir: "Allah'ın Kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır için gizli ve açık harcayanlar, asla batmayacak bir ticaret umarlar:' (35/29).

Kur'an, İnsanların kendilerine ayetler okunarak valiye muhatap olmaları durumunda teslim olmalarını istemekte, vahye teslim olup ona itaat edenleri överken vahye muhatap olup da ona karşı çıkanları şiddetle yermektedir. (Meryem. 19/58; Kasas, 28/53; Kalem, 68/15: Yunus. 10/15; Al-i İmran, 3/101). Mü'minlerin imanının kendilerine ayetler okunduğu zaman artacağını da kaydeden Kur'an (8/2) ısrarla Kur'an okuma ile iman ve amelin birlikle gerekliliğinin altını çizer.

Buraya kadar ortaya konulmaya çalışılan okuma türü esasen Kur'an'ın okunmasını ifade eden ilahî veya nebevi okuma diyebileceğimiz bir okuma üzerinde durmakladır. Oysa tevhid ve şirk mücadelesinin merkeziliğini vurgulayan Kur'an, bu tevhidi fikir ve pratiğin okunması karşısında müşrik güçlerin bu okumayı engelleme ve susturma çabaları yanında bir de şeytanî okumadan söz etmektedir. Bakara süresindeki bir ayet bunu söyle ortaya koymakladır: "Süleyman'ın hükümdarlığı hakkında onlar, şeytanların okuduklarına (mâ tetlu ş-şeyâtin ala mülki süleymân) uydular. Oysa Süleyman küfre gitmemişti. Fakat o şeytanlar küfre gittiler..." (2/102). Orjinalinde "şeytanların okudukları" olarak çevrilmesi gereken ifade, haklı olarak meallerde "şeytanların uydurdukları" şeklinde verilmekledir. Çünkü gerçeklen de şeytanlar "hakikati" okumamakta, aksine insanları saptırmayı arzulamakladırlar. Oysa Kur'an buna karşın Allah'ın ayetlerinin okunmasının hak üzerine bina edilmiş olarak gerçekleştiğini birçok yerde beyan etmektedir (Bakara, 2/252; Al-i İmran, 3/108). Kur'an nebevi okuma ile şeytanî okuma arasını net bir biçimde ayrıştırarak şeytanî okumanın inananlar ve Rablerine dayananlar üzerinde bir etki yaratamayacağını belirtmekte ve Kur'an okunduğu zaman kovulmuş şeytandan Allah'a sığınılmasını istemekledir (Nahl, 16/98-99).

Kur'an'ı Okumada Dil Sorunu

Kur'an'ın gerek toplumsal gerekse bireysel düzlemde okunmasında önemli problemlerden birini dil olgusu oluşturmakladır. Kur'an dilsel bir yapı arz ettiğinden dil, okuma eyleminin ayrılmaz temel parçalarından birini teşkil etmektedir. Okuma eyleminin ana gayesini oluşturan mesajın muhataba ulaştırılması ancak dil gibi oldukça önemli bir araçla mümkün olabilmektedir. Çünkü mesajı dil taşımakladır. Sahih bir iman ve amelin yerleştirilerek toplumsal bir dönüşümün gerçekleştirilmesinin arzulandığı okumanın gerçek yerini bulması, ancak okunan şeyin mesajının doğru olarak kavranmasıyla mümkün olabileceğinden, öncelikle mesajın taşıyıcısı olan dilin kavranması zarureti ortaya çıkmaktadır. O halde dil anlaşılırsa mesaj anlaşılabilecek, mesaj anlaşılınca da okuma görevi yerine getirilmiş olacaktır.

Bütün insanların aynı dili bilmediği bir vakıadır. Kur'an ise tek bir dili konuşmakla ve bütün bir insanlığı muhatap almaktadır. Bu durumda Kur'an'ın diline yabancı olanlar onun mesajını nasıl okuyacaklar ve kendilerine okunduğunda nasıl anlayacaklardır? Kur'an'ı okuyup anlama sorumluluğu ve görevi sadece Arapça bilenlere mi özgü kalacaktır? İşte bu ve benzeri sorular Kur'an'ın okunması olayında doğrudan karşımıza çıkan sorular olmaktadır. Şimdi bu tür sorulara cevap arama amacıyla önce Kur'an'ın dil olgusuna nasıl yaklaştığını görmeye çalışalım.

Pek çok âyet Kur'an'ın Arapça bir Kitab olduğunu vurgulamakladır (Zümer, 39/28; Fussilet, 41/3). Bu ayetler incelendiğinde Arapça'nın, Kur'an'ın bir cüz'ünü meydana getirdiği anlaşılmaktadır. Fakat bu, bazılarının yanlış olarak tasavvur ettiği gibi Arap dilinin kutsallığı ile ilgili bir olay değildir. Bilakis Kur'an'ın muhataplarının Arap oluşu ve mesajın anlaşılması için de muhatap alınan insanların dilinin kullanılmasının gerekliliğiyle ilgili bir durumdur. Bu gerçek Fussilet suresinde şöyle ifade edilmektedir: "Eğer biz onu yabancı (dikle) bir Kur'an yapsaydık derlerdi ki: ''Ayetleri (anlayacağımız bir dilde) açıklanmalı değil miydi? Arab'a yabancı söz mü (geliyor)"? De ki: "O inananlar için bir yol gösterici ve şifadır..." (41/44). Yine pek çok ayet Kur'an'ın Arapça oluşunu insanların takvaya ermesi (Tâhâ, 20/113; ez-Zümer, 39/28), akletmesi (Yusuf, 12/2; Zuhruf, 43/3), bilenlerden olması (Fussilet, 41/3) ve uyarılması (Şura, 42/7) ile ilgili olarak açıklamaktadır ki bütün bunlar da mesajın anlaşılması ve bu anlama neticesinde bir dönüşümün yaşanması çerçevesinde değerlendirilmelidir.

Görüleceği üzere Arapça, bizatihi bir değer ifade etmemekte; ancak okuma fiilinin gerçekleşerek mesajın anlaşılması çerçevesinde bir önem arzetmektedir. O halde Kur'an'ın mesajı herhangi bir yolla kavranılabildiğinde, Arapça bilmek olmazsa olmaz bir zorunluluk olarak ortaya çıkmamaktadır. Çünkü Kur'an'ın Arapça olması insanlara Arapça'yı öğretmek için değil, vahyi mesajı kazandırmak içindir.

Bugün Kur'an çevirileri, Kur'an'ı okuma ve anlama görevini yerine getirme hususunda önemli bir işleve sahiptir. Pek çok müslüman, Arapçalarının değil, "meallerinin" okunması suretiyle Kur'an'ı anlamaya çalışmış ve onun vermeyi hedeflediği tevhidi bilinci kuşanabilmiştir. Kuşkusuz her çeviri faaliyetinde olduğu gibi, Kuran çevirilerinde de bir takım eksikler, yanlışlar ve hatta zaman zaman mesajı saptırmalar söz konusu olabilmektedir. Fakat bunlar hiçbir zaman bir metnin "ne demek istediğini" gölgeleyecek bir durumda değildir. İşte bu nedenledir ki bir takım noksanlıklarına rağmen çok çeşitli sahalarda yüzyıllar boyunca çeviri faaliyetleri devam edegelmiş, bu çeviriler yoluyla tarihte büyük toplumsal ve kültürel dönüşümler gerçekleştirilebilmiştir.

Bunlar söylenirken Kur'an çevirilerinin Kur'an'ın yerine geçirilmesi gerekliği kastedilmemekledir. Hiç kuşkusuz Kur'an çevirileri Kur'an ile özdeş sayılamaz. Çünkü çeviriler için her zaman bir takım eksikliklerin ve kusurların söz konusu olması muhakkaktır. Burada kastedilen şey, temel olarak Kur'an'ı okuma görevinin ve dolayısıyla onun mesajıyla muhatap olmanın çevirilerle sağlanabileceği hususudur. Bu Kur'an'ın ne demek islediğinin kavranmasının tek yolunun hiçbir başka kaynağa müracaat etmeksizin sadece meallerden geçliği anlamına da alınmamalıdır. Çeviriler Arapça bilmeyenler için Kur'an'ı okumada ve anlamada temel başvuru kaynağıdır. Bununla birlikte sadece meallerle yetinmek mümkün görülmemelidir. Yardımcı kaynaklar olarak tefsirlere ve sözlüklere müracaat ve Arapça'yı bilenlerle yapılan istişareler bir takım yanlış ve eksik çeviri hatalarını da bertaraf etmede önemlidirler.

Kur'an çevirileri yoluyla vahyî mesajın anlaşılıp öğrenilemeyeceğini ve böylece tevhidin sahiciliğinin yapılamayacağını, dolayısıyla Arapça bilmenin dinin kavranılması için zorunlu şart olduğunu iddia edenleri yalanlayan en somut delillerden biri kuşkusuz içinde yaşanılan vakıadır. Pek çok kişinin Arapça bilmediği halde Kur'an'ın mesajını kavradığını ve bunun mücadelesini verdiğini görebilmekteyiz. Taklitten uzaklaşmış ve tahkik ruhuna sahip olmuş insanlar için Kur'an meallerinin eksik ve kusurlarını aşarak sahih ve net bir çizgiye ulaşabilmek gayet mümkün bir durumdur. Bunu pratik durum bize göstermektedir. Öte taraftan Arapçayı çok iyi bildiği halde Kur'an'ı kavramaktan nasiplenememiş pek çok insanın varlığına sahil olunabilmektedir.

Burada şuna işaret etmek gerekir ki, Kur'an'ın bazı ayetlerinin analizinde ve birtakım ihtisas gerektiren noktalarda Arapça bilgisine ihtiyaç duyulması tabiidir. Fakat bu, Kur'an'ı okuma ve yaşama sorumluluğunu üzerimizden düşürmemektedir. Kur'an'ın ana mesajının, vermeye çalıştığı dünya tasavvurunun, iman ve ameli konulardaki temel hususların, tevhidi şahidliği üstlenmek ve yeniden bir ümmetin oluşturulması çerçevesindeki yol göstericiliğinin, zulme baş kaldırıp adaleti tesis etme gerekliliğinin anlaşılıp kavranılması için Arapça bilmek gerekmemektedir. Arapça bilmeyi Kur'an'ı okuma görev ve sorumluluğu için şart görmek bir anlamda Kur'an'ı tekelleştirmek anlamına gelmektedir. Bu ise Kur'an'ın evrenselliğine gölge düşürmek olacaktır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR