1. YAZARLAR

  2. Fevzi Zülaloğlu

  3. Kur'an'da Adalet

Kur'an'da Adalet

Şubat 1997A+A-

"Gerçek şu ki, Allah adaleti ve iyilik yapmayı, yakınlara karşı cömert olmayı emredip utanç verici ve arsızca olanı, akıl ve sağduyuya aykırı olanı ve azgınlığı, taşkınlığı yasaklıyor ve size (böyle tekrar tekrar) öğüt veriyor ki, böylece (bütün bunları) belki aklınızda tutarsınız." (16/Nahl, 90)

Giriş

Kur'an'ın genel mesaimi özetlemek istersek herhalde bunu iki kelime ile ifade etmek mümkündür: Tevhid ve Adalet.

İlahi vahyin ve peygamberlerin en önemli hedefi, insan toplumunda adaleti ikame etmektir. Kainatın bütününde kaos değil, kozmoz hakimdir. Oysa insan eli ve insan müdahalesi olan tabiatta ve toplumda bozulmalara rastlamaktayız. İşte dengenin bozulması olgusuna genel alarak zulüm (kaos) ilahi dengenin korunmasına ise adalet (kozmoz) diyoruz.

İnsanoğlu tabiatı ve yaratılışı itibariyle iki eğilimlidir. Bu yüzden adalete de; zulme de meyledebilir. Rabbimiz kaostan arındırarak kozmoz şeklinde düzenlediği kainatı insanlara emanet etmiştir. İnsanın temel görevlerinden biri de dengeyi koruyarak bozulmayı, bozgunculuğu engellemektir. Çünkü dengeyi bozmak emaneti korumamaktır. İnsan toplumunda ise ilahı hukuka uygun davranmak adalet, ilahi hukuka aykırı davranmak ise zulümdür.

Adalet genel bir ilkedir. Belli bir peygambere ve topluma değil, bütün peygamberlere ve müminlere emredilmiştir. Bu araştırmamızda adalet kavramını kısaca irdelemeye çalışacağız.

Adaletin Kelime ve Terim Anlamı

Kelime olarak "adi", a-d-l kök harflerinden türeyen soyut bir isimdir. Ve şu anlamlara gelmektedir;.

- Düzeltmek, düz oturmak, tashih etmek, ta'dil etmek.

- Eğri bir yoldan doğru bir yola geçmek.

- Eşit olmak, eşdeğer olmak, kabili kıyas olmak, muadil olmak.

- Tartmak, dengede tutmak, dengelemek,

- Bir şeyin karşılığı, misli, benzeri, eşdeğeri.

İnsanın yaratılışının Kur'an'da adalet üzere olduğu ifade edilmektedir. Bununla el, ayak, göz, kulak vb. organlarının yerli yerince olması, gereken yerde yaratıldığı kastedilmiştir (bkz. 82/İnfitar, 71

Adaletle yakın anlamlı bazı Kur'ani terimler üzerinde durmanın konuyu daha iyi anlamamızı sağlayacağı kanaatindeyiz. Bunlar, kist, kasd, istikamet, vasat, hisse, nasib, kıstas, takvim, mizan, tedail vs.

Yakın anlamlı bu terimlerden bazılarını izah ederek, adaletin anlam örgüsünü daha iyi kurabiliriz.

a- Takvim: Ölçüp biçmek, yoluna yordamına koymak, düzenlemek, tertibe sokmak.

b- Teadil: Adi kök harflerinden türemiştir. İkmal etmek, tamamlayıcı ek koymak, düzeltmek, ayarlamak, dengelemek.

c- Kasd ve Vasat: Orta, iki zıt noktanın ortası, denge noktası, itidal, ılımlılık, ölçülülük. Bakara Suresi 143. ayette Allah müminlerden orta yolda bir ümmet olarak insanlığa örneklik yapmalarını ister.

d- Kist: K-s-t fiilinden türemiş bir mastardır. Kur'an'da iki anlamda kullanılır. Birincisi olumsuzdur: Zulmetmek, haktan sapmak anlamına gelir (72/Cin, 14-15). ikincisi adaletle ilgili olan anlamıdır, aşırılığa kaçmamak, doğru davranmak, haklıya hakkını tam vermek, adaletle bölüşüm yapmak anlamlarına gelir (bkz. 2/Bakara, 182; 17/İsra, 35; 49/Hucurat, 9)

e- Mizam V-z-n kökünden hem ismi alet, hem de mastardır. İsmi alet olarak mizan, terazi anlamındadır. Mastar olarak ölçmek anlamına gelir. Kainatın yaratılışında dengesizliğin ve bozukluğun olmadığı, Kur'an'da mizan terimi ile anlatılmıştır (55/Rahman, 7).

İslam toplumunun hukuki esasları olan şeriatın temel ölçüleri de Kur'an'da mizan kavramıyla anlatılmıştır (42/Şura, 17).

İlahi adaletin insanlarla ilgili olarak son noktayı koyarken kullandığı ölçü de mizan iledir: "Şaşmaz ölçü, terazi (bkz. 101/Karia, 6-11)

Tersinden ifade edersek adalet; cevr, zulüm, tuğyan, meyil, inhiraf değildir. Toplumsal alanda dengeyi bozan, haksızlıklara yol açan bu eylemler adaleti yok eden içerikler taşımaktadır. Zulüm, bir şeyi olması gerektiği-yerden almak, tuğyan, zorbalık, despotluk; meyil, dengesizlik, ilkesizlik, kaykılmışlık, inhiraf ise sapmak demektir.

Düzgün ve usulüne uygun olmayan şey zulüm iken bunun tersi adalet; şaşırtmak, bozmak, yoldan çıkarmak, karartmak zulüm iken tersi adalettir. Özetlersek adalet dengedir. İtidalden, orta yoldan ayrılmamaktır. Dosdoğru, düzgün ve tam yapmaktır.

Kur'an'da Adalet

Yaklaşık otuz ayette geçen adl'in denge, itidal, eşlik, denk tutmak anlamlarına geldiğini söylemiştik. Ancak bazı ayetlerde adi ve udul yüz çevirmek, sapmak, dönmek manasına da gelmektedir (27/Neml, 60). Kur'an bütünlüğünde adalet zulmün karşıtıdır Adalet dengede tutmak, yerli yerine koymak aslına uygun davranmak anlamlarına gelirken zulüm, bunları bozmak manasına gelir.

Bir yönetim ilkesi olarak adalet, iki kişi ve bireyle toplum arasındaki ilişkilerde ilahi yasalara uygun davranmak haklıya hakkını tam olarak ödemek suçluya cezasını vermede gevşeklik yapmamak demektir.

Rabbimiz Kur'an ahlakına sahip olması gereken müminlerden aileden siyasete kadar hayatın bütün kurumlarında adaleti ikame etmelerini istemektedir (5/ Maide, 8.16/Nahl, 90, 42/Şura, 15).

Adaletin ölçülerini Rabbimiz genel çerçevesiyle belirlemiştir. Yani adaletin temel ilkeleri görece değildir. Kur'an adaleti hayatın bütün alanlarında uygulanması gereken vazgeçilmez bir ilke olarak gündeme getirmektedir. Kur'an'da adaleti vurgulayan mesajlar Allah'ın birliği kavramından hemen sonra gelmektedir. Yani adalet tevhid ilkesinin tamamlayıcı unsurudur (3/Ali İmran, 106; 4/Nisa, 58, 7/Araf, 181; 9/Tevbe, 71, 22/Hac, 41; 31/Lokman, 16}.

Adaletin Çeşitleri, Alanları ve Temel Ölçüleri

1- Siyasal alanda adalet: Yönetirken adaletle yönetmek ve ehil olanları seçmek müminler topluluğunun temel görevi ve farz bir eylemdir. "Allah size emanet edilen şeyleri, ehil olanlara tevdi etmenizi ve her ne zaman insanlar arasında hüküm verecek olursanız, adaletle hükmetmenizi emreder..." (4/Nisa, 58). "Ey Davut! Seni yeryüzünde hükümran kıldık. O halde insanlar arasında hakkaniyetle hükmet, hevaya uyma. Yoksa seni Allah'ın yolundan saptırırlar..." (38/Sad, 26).

Bu tür adalet, hükümdarın iradesi doğrultusunda cereyan eder. Siyasi adalet, adalet devletin yürüyen iradesi olduğu için bazen politik gayelerin pragmatizmine takılıp askıya alınabilir. Böyle bir durumda görev, siyasal katılımı, biati, şurayı ve istişareyi esas alan emri bi'l-maruf nehy-i ani'l-münker bilincine sahip ümmete düşmektedir.

2- Bire bir davranma, misliyle karşılık verme konusunda adalet: "Bunun içindir ki, zora başvurmanız gerekirse ancak onların sizi zora koştukları kadar zora başvurun..." (16/Nahl, 126). Bu duruma fiillerin karşılıklı oluşu ilkesi de diyebiliriz. Yani her suça karşılık ayni ile cevap vermek gerekir.

3- Başka dinlerden ve başka topluluklardan olanlarla ilişkilerimizde ilahi hukukun ışığında hareket etmede adalet: Yeryüzünde hiçbir inanç veya sistem bağlılarına kin besledikleri düşmanlarına dahi katıksız bir adalet ile davranmalarını emretmemiştir. Sadece Allah'ın beğenip seçtiği İslam dini müminlere bu sorumluluğu yüklemiştir. Maide Suresi 41-43. ayetlerine göre İslam'a inanmayan Ehl-i Kitap kendi kitaplarında serbesttir. Bir İslam devletinde dahi yaşasalar kendi hukuklarından vazgeçmeleri beklenmemelidir. Ancak bu sınırsız bir özgürlüğü de ifade etmez. Sözü edilen hukuk temelinde bir ilişkidir. Örneğin, kendi kitaplarında faiz yemek yasak olan yahudilerin İslam toplumunda faizli alışveriş hakları yoktur.

"İnancınızdan dolayı size karşı savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan sürmeyen [inkarcılara) gelince, Allah onlara nezaketle ve adaletle davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah adil davrananları sever." (60/Mümtehine, 8)

4- Adaletin meşruiyet kaynağı Peygamber için de onun takipçileri olan bizler için de Kur'an'dır, "Biz sana hakikati ortaya koyan bu ilahi kelamı indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın sana öğrettiğine göre hüküm veresin. O halde ihanet edenlerle tartışmaya girme." İ4/Nisa, 1051

5- Adalet haksızın yanında yer almamakla bitmez, ona gerekli karşılığı da vermektir. "Kendi kişiliklerine ihanet edenleri savunma! Şüphe yok ki, Allah kendilerine ihanet edenleri ve günahkarlıkta inat edenleri sevmez." (4/Nisa, 10)

6- Mutlak adaleti uygulamak ve kişilerin gizli günahlarda ilgili son söz Allah'ındır. "Onlar yaptıklarını insanlardan gizleyebildiler ama Allah'tan gizleyemezler. Çünkü gecenin karanlığında, Allah'ın tasvip etmediği düşünce ve inançları ne zaman tasarlasalar Allah onların yanı başındadır ve Allah onların bütün yaptıklarını (ilmiyle) kuşatır." (4/Nisa, 108)

7- Sınıfsal durumunu göz önüne almaksızın insanlara, anne, baba, kardeş, yakın da olsa adaletle davranmak farzdır: "Siz ey imana ermiş olanlar! Sizin anne babanızın ye akrabalarınızın aleyhine de olsa Allah rızası için hakikate şahitlik yaparak adaleti gözetmeye azmedin. O kişi zengin de olsa, fakir de olsa, Allah'ın hakkı onların her birinin önüne geçer, öyleyse kendi boş arzu ve heveslerinize uymayın ki, adaletten uzaklaşmayasınız çünkü eğer (hakikati) çarpıtırsanız bilin ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır." (4/Nisa, 135).

8- Adaleti ayakta tutmak İslam ümmetinin temel görevlerindendir, "Siz ey imana ermiş olanlar! İnsaf ile hakikate şahitlik yaparak Allah'a bağlılığınızda sıkı durun. Ve herhangi bir kimseye karşı nefretiniz sizi adaletten sapma günahına itmesin. Adil olun..." (5/Maide, 8).

9- Sosyal adalet: Kur'ani bir ifade olmayan bu kavram köken olarak Aristo'ya aittir. Ancak günümüzde Marksizmin etkisiyle yaygınlaşmış bir kavramdır. Toplumsal adaletle ilgili olarak şunlar söylenebilir:

Her şey aslı itibariyle Allah'a aittir. Toplumun kendisi de, elinde bulundurdukları da. Allah, insanlara yalnız yararlanma hakkı tanımakta ve eşyayı ilahi emanet olarak görmelerini istemektedir. İnsanlar, eşya ile ve birbirleriyle olan ilişkilerinde emanete zarar vermezlerse toplumdaki adalet yaygınlaşacaktır. Adaleti sadece toplumla ilişkilendirmek doğru değildir. Allah'ın emrettiği, hayatın bütün alanlarında zulme karşı eldeki tüm olanaklarla mücadele etmektir. (2/Bakara, 29; 31/Lokman, 20; 10/Yunus, 55, 66),

Said ibni Cübeyr, halife Abdülmelik'e (ö. M. 7051 yazdığı mektupta adaleli dört kısma ayırmıştır:

1- Allah'ın emrine uygun olarak "Karar vermede adalet" yani insaf etmek (4/Nisa 58).

2- Allah'ın emrine uygun olarak "kelamda adalet";"... Allah'a karşı taahhütlerinize riayet edin. Bunu Allah size emretti ki, ders alabilesiniz" (6/En'am, 152)

3- Allah'ın emrine uygun olarak "kurtuluş ve arınma ölçüsü olan adalet"; "Ve hiçbir insanın diğerine bir yararı olmayacağı, hiçbirinden fidye kabul edilmeyeceği, şefaatin fayda vermeyeceği ve hiç kimseye yardım edilmeyeceği bir günün (gelip çatacağını) aklınızdan çıkarmayın" (2/Bakara, 123).

4- Allah'a ortak koşmamayı gerektiren adalet; "Her türlü övgü, gökleri ve yeri yaratan derin karanlığı ve (parlak) aydınlığı var eden Allah'a özgüdür. Ama hakikati inkara şartlanmış olanlar başka güçleri rabbleriyle eş tutarlar" (6/En'am, 1) (Macid Hadduri, İslam'da Adalet Kavramı, sy. 23-24, Yöneliş yay. 1991, İst.)

Tevhid-Şirk Mücadelesi ve Adalet-Zulüm Mücadelesi

İnsanın var olduğu günden bu yana kesintisiz olan tek mücadele tevhidle şirk arasındadır. Bu mücadelede müşriklerin safı hep zalimlerin yanıdır. Taşıdıkları şirk ve küfür hastalığının sonucu olarak müşrikler ve kafirler adalet çağırışı yapan peygamberler ve arkadaşlarından rahatsız olmuşlardır. Bazen bu rahatsızlıklarını haksız yere öldürmeye kadar götürürler. "Allah'ın ayetlerini inkar edenlere peygamberleri sebepsiz yere öldürenlere ve adaleti emreden insanların canına kıyanlara gelince, onları acıklı bir azapla müjdele" (3/Ali İmran, 21).

Müşriklerin bu tavırlarının evrensel olduğunu yakından gözlemleyebildiğimiz bir tarih kesitinde yaşıyoruz. Sistemin asgari ücret zulmünü, hukuk tanımazlığını, din emniyetini yok edişini, haksız kazancı teşvik edişini, yargısız öldürmeleri, kadın ve erkeklerin iffetleriyle yaşama haklarını yok edişini vs. eleştirip tepkisini ortaya koyanları ya hapis ve işkence ya da çeşitli ölümler beklemektedir.

İnsanlar arasında adaleti yaymaya çalışanlar, bunun için Allah yoluna uymaya çağıranlar, kendilerine zalimlerden yukarıdaki ayet-i kerimede (3/21) belirtilen tepkilerin geleceği bilinciyle hareket etmelidirler.

Allah'ın günahlarından dolayı kınadıkları gruplarla (müşrik, münafık, kafir vs.) dost olmamak onları temize çıkarmak ve onlarla mücadele etmek, müminlerin toplu eylem gerektiren bir görevidir. Kur'an'a inananlar, Kitab'ın insanlar arasında Allah'ın gösterdiği gibi hüküm vermek üzere indiğinin bilincinde olmalıdırlar. Nisa Suresinde Rabbimiz, bu konuda şöyle uyarmaktadır: "Biz sana bu hak içerikli kitabı indirdik ki, İnsanlar arasında Allah'ın gösterdiği gibi hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma. Allah'tan af dile hiç kuşkusuz Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir. Kendilerine hıyanet edenleri temize çıkarmaya çalışma. Hiç şüphesiz Allah, hıyanete dalmış günahkarları sevmez" (4/Nisa, 105-107).

Allah, insanı nasıl adalet üzere yaratmışsa adalet üzere yaşamasını yeryüzünde de adl'in başı olan tevhide göre hareket etmesini istemektedir. Ancak tevhid üzere yaşayanlar, Allah'ın koyduğu dengelere riayet etmiş olurlar. Yoksa yeryüzünde mizan bozulur, hiç kimsenin insanın yaşayamayacağı bir hal alır. Bu durum ise emanete ihanettir.

Yeryüzünde İlahi Adaleti Uygulama Görevi Müminlerindir

"Yarattıklarımız arasında (başkalarına) doğru yolu gösteren ve onun ışığında adaletle davranan insanlar vardır" (7/A'raf, 181). Bu ayetin genel muhtevasından anlaşılmaktadır ki, bütün zaman ve mekanlarda insanlar içerisinde şuurları temiz, adalet sevdalısı bir müminler topluluğu hep var ola gelmiştir. Bilinçlerini adaleti uygulayabilecek kadar temiz tutanlar, en kötü şartlarda bile Allah'ın yeryüzündeki emanetinin bekçiliğini yapmaya layık olanlardır. Böyle bir topluluk, Kur'an'ı hayatının merkezine almış İslam ümmeti içerisinden çıkabilir. Rabbimiz, İslam ümmeti eliyle sapkınlara karşı kendi delilini, nurunu üstün getirmiş olacaktır.

"Ama ayetlerimizi yalanlamaya kalkışan kimselere gelince, onları, ne olup bittiğinden haberleri olmadan adım adım alçaltacağız. Çünkü onları bir süre kendi hallerine bıraksan bile bilin ki, benim ince tertibim çok sağlamdır" (7/A'raf, 182-183).

Allah'ın ayetlerini yalanlayanlara karşı hak ve adaleti ayakta tutması gereken İslam ümmeti Kur'ani akide temelinde bir araya gelerek yeryüzündeki zulmü ortadan kaldırmakla vazifelidir.

Kur'ani akide temelinde hareket eden, itidali, orta yolu esas alan bu topluluk sayıları kaç olursa olsun haktan ayrılmadan batıla karşı mücadeleden geri durmamalıdır. Kendi nefislerine ağır gelse de, kendi kişiliklerine karşı olsa da ilahi gerekçelen savsaklamadan yürürlüğe koymalıdırlar. "Hakka uygun adil hükümler vermek" bu topluluğun vazgeçilmez bir ilkesi olmalıdır.

Sonuç

Müminler temellerini Kur'an'da buldukları ilkelerle yeryüzünden zulmü söküp atmalı, yerine adaleti ikame etmelidirler. Adaleti ayağa kaldırma görevi müşrik ve münafık gruplara tevdi edilemeyecek, ertelenemez asli bir farizadır.

Modernistlerin adaleti tüm insanlık kültürüne endeksleme çabalan da, gelenekçilerin içtihadları dondurup evrenselleştirme çabaları da haktan bir şey ifade etmez. Adaletin gereğince ikamesi ancak temelini ilahi hukuktan almasıyla mümkündür. Şurası da unutulmamalıdır ki, beşer zihni adaletin net ölçülerini belirleme konusunda acizdir.

Günümüzde neredeyse bütün İslam ülkelerinde Batı hukukunun laik karakterinin işgalini görmekteyiz. Bu etki dolayısıyladır ki, laik kurallar İslami adaletin gündeme gelmesini ve uygulanmasını engellemektedir.

Şüphesiz Kur'an, insanlar arasında adaleti sağlamak için indirilmiştir. Bu konudaki ölçüler gayet nettir. Müminler, insanlar arasından çıkarılmış orta yolda bir ümmet olarak adaleti ikame etmede tanıklık ve Örneklik etmekle yükümlüdürler. Bunun gereği olarak zalimleri, fıtratına ve Allah'a ihanet edenleri dost tutmamak, onlara taraf olmamak, yeryüzündeki haksızlıkları ortadan kaldırmak temel bir kulluk görevimizdir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR