1. YAZARLAR

  2. Bülent Şahin Erdeğer

  3. Kur’an’a Nasıl Döneceğiz? Bugüne Nasıl Geleceğiz?

Bülent Şahin Erdeğer

Yazarın Tüm Yazıları >

Kur’an’a Nasıl Döneceğiz? Bugüne Nasıl Geleceğiz?

Mart 2012A+A-

Kur’an, gerçekten ne der? Neyi hedefler? Biz bugün ne dediğiyle hedefledikleri arasında nasıl bir bağ kuracağız?

Bu üç temel soru üzerine zihnî çabamızı Kur’an üzerine yapılmış tüm birikimi göz ardı etmeden sistematikleştirmeliyiz. Özellikle ilk dönem (Hicri I. ve II. yüzyıllar) tefsir ve dilbilim eserlerinin, Kur’an’ın ortaya çıktığı 23 yıllık gelişim sürecinde ne dediğini anlamada çok önemli katkıları olduğunu vurgulamak gerekiyor.

Kur’an, ilahi bir cevap ve hitap olduğu için Kur’an mesajını doğru anlamanın olmazsa olmaz şartlarından birisi de nüzul ortamını/ortaya çıkış ve gelişim sürecini iyi bilmek ve bu ortamın şartlarını gözeterek Kur’an’daki kelime ve kavramlara yaklaşmaktır. 

Kur’an’ın gerçekten ne dediğine dair sağlıklı cevaplar bulamazsak, Kur’an’ın söylemediği şeyleri ona söyleterek kurgusal bir zemin üzerinden yorum yapmaya başlarız. Bu da ne demek istediğine yönelik yorumların “hastalıklı” olmasına yol açar. Kur’an’ı doğru yorumlayabilmek için öncelikle neyin “Kur’an’dan” olup olmadığını belirlemek gerekir, derken bunu kast ediyoruz.

Kur’an ortaya çıktığı dönemin Arapçasını kullanıyor, ilk muhatapların soru(n)larına cevap veriyor ve onların tasavvurlarını kalkış noktası ediniyordu. Dolayısıyla teknik olarak “doğru anlam” ilk muhatabın anladığıydı. Biz de teşbihen “filmi geriye sararak” Kur’an dönemi algı dünyasına ait ne varsa onlara ulaşmalı, onların kelimeleri nasıl anlamlandırdığını esas almalıyız. Ama bundan da önce var olan arka planı yani “filmin çekim aşaması”nı da göz önüne almalıyız. Bu, İmam-ı Şatıbi’nin “şeriatın ümmiliği” olarak tanımladığı olgu çerçevesinde geliştirilmiş bir usuldür.

NÜZUL ORTAMI ve ÖNCESİ

Kur’an’ın oturduğu tarihsel sürekliliği iyi tespit etmeli, filmin orta karesinde yer alan Kur’an’ı doğru okumak ve anlamak için onun öncesini ve sonrasını öğrenmeli ve bu öncelik ve sonralığın ortasına yani ait olduğu sosyo-tarihsel kültüre Kur’an’ı yerleştirmeliyiz.

Bu olguyu şöyle şematize edebiliriz:

Kadim Dinsel Kültürler:

Mitoloji / Ehl-i Kitab / Cahiliye

Kur’an’ın Nüzul Süreci:

1- Mekke   2- Medine

Müslüman Medeniyeti:

1- İlk Dönem   2- Tedvin Dönemi

3- Geç Dönem

 

Kur’an’ın üslup özellikleri ve muhataplarıyla girdiği diyalogun bağlamı gerek akaid gerekse hükümler konusunda önem arz etmektedir. Nüzul ortamı ve öncesinden kastımız Kur’an’ın geniş bir perspektifle baktığımızda oturduğu bağlamı tespit etmektir.

Bilindiği üzere Kur’an, dünya dinler tarihi açısından semitik dil evreninde, İbrahimî tek tanrılı dinler bölgesinde ortaya çıkmış, kendisini İbrahim’in İsmail kanalıyla gelen haniflik üzerine bina eden, bununla beraber İshak (a) kanalıyla oluşan Yahudilik ve Hıristiyanlıkla ve Yahya (a) kanalıyla oluşan “Sabiîlik” (Mandeanizm) ile “akraba” olan bir konumda tanımlamıştır.1 Bu bağlamda “el-İslam” tektanrıcılığın Ortadoğu’daki son halkasını teşkil etmektedir. Hanifliğin olgunlaşması, Yahudi, Mesihî ve Sabiî kültürlerin ise ıslah edilmesi temelinde gelişen el-İslam mesajı bu açıdan yepyeni bir öğreti getirmemekte, tevhidî dünya görüşünü sistemleştirerek “ihya, ıslah ve yenileme” görevini icra etmektedir. İşte nüzul öncesinden kast ettiğimiz bu dinler tarihi bağlamı vahyin ortalama 23 yıllık aşamalı gelişim süreciyle nüzul ortamı bağlamına dönüşmüştür. Nüzul ortamı, dejenere olmuş İsmailî geleneğin iyi yönlerini ihya edip şirk bulunan yönlerini restore etmekte, sonradan eklenmiş virüslü şirk yönlerini ise tasfiye etmektedir.

Bu sebeple Kur’an’ın üslup özellikleri ve anlatım tekniklerini (Belağatu’l-Kur’an) iyi kavrayabilmek ve ilahi hitabın hangi kavgada kime ne cevap verdiğini anlamak için bu bağlamı yakalamamız şarttır. Bu da doğal olarak iyi bir dinler tarihi arka planına ve cahiliyye kültürünü tanımaya bizleri götürecektir.

Cahiliyyenin tanınması özellikle Mekke dönemi ilgi alanları ve genel olarak tüm vahiy süreci için önem arz etmektedir. Bu alanın araştırılması Hz. Peygamber ve arkadaşlarının geçmiş kültürel arka planlarını/tasavvur dünyalarını ve müşriklerin mesajla tutuştukları kavganın sebeplerini daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır. Bu bağlamın iyi bilinmesi, Kur’an’ın kullandığı söylemin nerede cevap, nerede haber/bilgilendirme, nerede öykülendirme olduğunun tespiti için gereklidir. Bu konuda bugüne kadar ortaya konmuş en kapsamlı çalışma Dr. Cevâd Ali’nin, “el-Mufassal fî Tarihi'l-Arab Kable'l-İslam” isimli 9 ciltlik ansiklopedik eseridir. Arapların dinî ritüelleri, gaybi inançları, kozmoloji algıları ve her şeyden önemlisi günlük hayatta kullandıkları kelime ve kavram dünyası birinci elden ayetlerde geçen kelimelerin nasıl bir anlam zeminine sahip oldukları ve nüzul sürecinde nasıl bir gelişim izlediklerini anlamamız açısından önem taşımaktadır. Bunun için de İslam öncesi Arap mitolojisi, tarih ve kültürüne dair tüm materyaller (Bu konudaki en iyi kaynak İbn-i Habib’in “el-Muhabber” isimli eseridir.) özellikle de Arap dili ve edebiyatının bel kemiğini oluşturan “cahiliyye şiiri” çok önemli bir adres niteliğindedir. Cahiliyeyi tanımak Kur’an’ın ilk muhataplarının düşünüş şekillerini, kozmoloji-din ve yaşam tasavvurlarını anlamak açısından önemlidir. Çünkü Kur’an çoğu kez Arabî bir hitap olması dolayısıyla bu tasavvuru muhatap alıp o tasavvur üzerinden mesajlarını işlemekte, o tasavvura hitap ettiğinden örneklemelerine ve diğer tüm üslup özelliklerine bu tasavvur ekseninde şekil vermektedir.

Kur’an öncesi bağlamı anlamak için Yahudi kültürünün şekilleniş sürecinin, “Tanakh/Eski Ahid” olarak adlandırılan geniş Yahudi kutsal yazılar/yazmalar külliyatını ve Mişna/Talmud/Gemara olarak adlandırılan sözlü Yahudi dinsel kültürünü de tanımak gerekiyor.2 Daha sonra ise gelişen İsa Mesih hareketinin tevhidî kollarıyla Pavlusçu/teslisçi kollarının bölgedeki durumu da dikkatle incelenmelidir. Tüm bu araştırma-inceleme çalışmaları hem kendi özellerinde ana yapıları hem de 630’lu yıllarda Arabistan yarımadasındaki durumlarına odaklanılarak gerçekleştirilmelidir. Böylece Kur’an’ın muhatap aldığı “Ehl-i Kitab”ın kim olduğuna dair sağlıklı cevaplar bulabiliriz. Özellikle Ehl-i Kitab ile girilen tartışmalara cevap olarak inen ayetler ve Ehl-i Kitab’ın da kültüründe zaten var olan/bilinen konulara değinen, düzelten ya da aynen iktibas eden ayetlerin bağlamları böylelikle tespit edilebilir.

Kur’an’ın bir boşluğa inmediği gerçeğinden hareketle yapılması gereken bu tanıma ameliyesi vahyî hitabın karakteristik özelliklerini, üslup özelliklerini ve nüzul dönemi gündemlerini anlamamızı sağlayacaktır. Böylece herhangi bir tartışmada cevap olarak gelen bir ayeti, yepyeni bir bilgilendirme imiş gibi anlamayacak, zaten o dönemde bilindiği için hazf edilen konuların dışında söz konusu ayetleri anlamlandırmamış olacağız. Bu yanlış anlama ve beraberinde yanlış yorumlamalara örnek olarak şefaatten bahseden ayetleri ya da vahyin gaybî kaynağını/meşruiyetini sorgulayanlara yönelik verilen cevabî ayetleri örnek verebiliriz. Kur’an öncesi dönemin zeminine yönelik faslı böylelikle sonlandırıyoruz.

KUR’AN’I NÜZUL/DAVET SÜRECİNDE ANLAMAK

Kur’an’ın otantik anlamını yakalama çabamız önce bizi Kur’an’ın oturduğu zemine götürmüştü. Kadim mitolojilerde kendini ifade eden Kur’an öncesi dönem vahyin nüzuluna yaklaştıkça Ehl-i Kitab ve Arap cahiliye kültürü olarak belirginleşiyordu. Kur’an’ın evrensel niteliği işte bu genel zeminde doldurduğu tarihsel yer ile anlamlıdır. Bu sebepledir ki, Kur’an mesajının ilk bakışta ilgisiz gibi görünse de İnka medeniyetine de Şamanizm’e de Hinduizm’e de bugünkü kapitalizm ve Marksizm gibi materyalist dinlere de bir “cevabı” bulunmaktadır. 

Kur’an “Davetsiz/Davasız” Anlaşılamaz!

Hayatın sürekli evrim ile değiştiği ve dönüştüğü gerçeği Rabbanî bir yasa olduğundan ilahi hitap da değiştirip dönüştürmek istediği ilk muhataplarını takriben 23 yıllık bir sürece yayarak dönüştürdü. Mekke dağlarının ıssız bir mağarasında bir insanın anlam arayışına uzanan şefkat eli Abdullah oğlu Muhammed’den ilk Kur’an nesline, onlardan tüm dünyaya yayılacak olan bir mücadelenin de fitilini ateşlemiş oldu.

Mesajların gelmeye başladığı ilk dönemi kabaca Mekke dönemi olarak tanımlıyoruz. Mekke dönemindeki ilgi alanlarının adeta bir ceninin büyüyüp gelişmesi gibi önce minyatür ve sıkıştırılmış olduğunu ama bu konuların süreç içerisinde örneklendirilerek ve açıklanarak detaylandırıldığını görüyoruz. Bu durumu aşağıdaki tablo ile daha iyi izah edebiliriz:

Mekke’deki süreç Kur’an’ın özellikle iç içe geçmiş sarmal bir gündemi olduğunu gösteriyor. Bundan kasıt her zaman “birbirleriyle bağlantılı ve anlamlı” olan gündemlere işaret ettiğidir.

1-Dünya-Ahiret

2-Şahsiyet-Toplum

Dünyadan bahseden mesajları içeren ayetlerin/işaretlerin doğrudan ahirete yönlendiriyor olması bir özellik iken ahiretten bahseden ayetlerin/işaretlerin de dünyevi fonksiyonları olduğu yani ahiretin daima bu dünyayı imar etme/adaleti sağlama ve salih amel işlemeye yönlendirici özelliği de dikkate değerdir.3 Bu denge, mesajın seküler bir dünya mücadelesi öngörmediği aynı zamanda ahiretin mistik bir merak tatmini olmadığı gerçeğini de açığa çıkartır.

İkinci gündem maddesi olarak tanımladığımız şahsiyet ve toplum da insanın anlam arayışı ve insan psikolojisinin sorunlarıyla ilgilenen daha “felsefî” mesajlar içerirken aynı anda eşzamanlı olarak bu anlam arayışının toplumsal/siyasal bir mücadele ile bağıntısını ortaya koyar.

Son dönemde bu özelliğe vurgu yapan, bir ihtiyaç olarak ortaya çıkan ve önemli bir hatırlatıcılık işlevi gören içtimai/sosyal tefsir ekolü olmuştur. Özellikle el-Menâr ekolünden gerek Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh’un çıkarttıkları “Urvetu’l Vuska” gerekse “el-Menâr” dergileri, M. Reşid Rıza’nın üstadı Abduh’un tefsir notlarından bolca istifade ederek kaleme aldığı ve Menâr tefsiri olarak meşhur olan 12 ciltlik “Tefsiru’l Kur’ani’l Hakîm” isimli eseri,4 Kur’an’ın mücadele ve değişim mesajlarını tekrar gündemleştirmeye başladı. Daha önceleri sahip olunan egemen dünya iktidarı dolayısıyla daha çok statükonun ana hukuk kaynağı olarak algılanan Kur’an, tekrar ezilenlerin egemenlere karşı başlatması gereken kurtuluş mücadelesinin rehberi haline getiriliyordu. Kur’an’ın nüzul sürecindeki bu ezen-ezilen, zulüm-adalet, dünya-ahiret, toplum-şahsiyet vurgulu gündemleri “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alarak ilhamı / Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı!” dizeleriyle de vurgulanan bir ıslah ve dönüşüm çabası olarak yeniden ortaya çıkıyordu.

Bu “hatırlama” çabalarının yanı sıra asıl önemli çaba öncelikle nüzul ortamını iyi anlama sonrasında bu ortamdan günümüze nasıl bir hareket fıkhı çıkartacağımızdır. Aslı doğru anlayamazsak ondan çıkartacağımız uyarlamalar/içtihatlar da eksik, zaaflı ve hatta zararlı olabilecektir. Örneğin kimi Müslümanlar Mekke döneminde olduğumuzu öne sürüp sadece iman esaslarına yönelik salt ahlakçı bir çağrıyı dillendirmekteyken bazı Müslümanlar ise Medine’de inzal olan sıcak savaş ayetlerini bayraklaştırıp küresel bir çatışmanın savaşçıları olunması gerektiğinde ısrar etmektedirler. Oysa Mekke’deki ilk ayetlerden başlayarak aşama aşama sosyo-politik mücadelenin yükseltildiğini bizzat Kur’an’dan okuyoruz. Yine aynı kitapta sıcak savaşın seçeneklerden sadece birisi olduğu, çare kalmadığında başvurulan bir mücadele olduğunu ve esas olanın barışçıl yöntemler olduğunu anlıyoruz.

Kur’an’ı nüzul sürecini gözeterek okumanın diğer anlamı da Kur’an’ın bir “hareket fıkhı” oluşudur. Bu sebeple Kur’an’ı doğru anlayıp doğru uygulamanın yolu Kur’an’ın nüzul sürecinde başlattığı İslami mücadeleyi/şahitliği kavramaktan geçer. Davet/dava bilincinde olmayan bir muhatap doğal olarak Kur’an’ın akan giden bu davet mücadelesinde konumlanamayacak ve tabiri caizse saha dışında kalacaktır. Kendi yaşamında bir İslami mücadele içinde olmayan okur, doğal olarak Kur’an’ın nüzul sürecini anlayamayacak ya da uygulayamayacaktır. Buradaki anlama ve uygulamadan “copy-paste” yöntemiyle şablonik biçimde 1400 yıl önceki tüm tabloyu buraya taşımayı kastetmiyoruz. Ancak o dönemde verilmiş cevabı ve yöntemi alıp bugüne “uyarlamak”, bugünkü sorunlara yeni cevaplar üretebilmek olarak anlıyoruz. Kur’an’ın bak dediği yerden bakıp Kur’an’ın hedeflediği amaçlara yönelik dünden ilham alan ama bugünden konuşan bir İslami mücadele/şahitlik/örneklik…

Kur’an’ın ana gündem maddelerini özetle şöyle sıralayabiliriz:

1- İnançlardaki bozulmalar ve bunların ıslahı: Şirk ve türevleriyle mücadele… Şefaatçilik, ölülerden medet umma vb.

2- Bireysel ve toplumsal çürüme ve bunların ıslahı: Anlamsızlık buhranı ve sonuçlarıyla mücadele… Sosyal, ekonomik adaletsizlikler ve toplumsal bozulmaya yol açan bireysel bozulmalar.

Kur’an’ın indirildiği dönemdeki pek çok sorunun ayniyle bugün de var olduğunu biliyoruz. Özellikle itikad alanındaki pek çok problemin bir benzeri her gün karşılaştığımız sorunlarla birebir örtüşüyor. Örneğin peygamberlerin ve tarihsel kimi kişiliklerin aşırı sevgiden ilahileştirilmesi, ölülerden medet umulması, nefsî arzuların ya da siyasal otoritelerin insanın sorumluluklarına/ fıtri yönelimlerine tercih edilmesi gibi pek çok sorun için dün ve bugün ve yarın evrensel biçimde Kur’an’ın cevapları güncelliğini koruyor.

Kur’an bu ana gündemleri ilk ayetlerden başlayarak işlemeye başlamış ve Medine’de son verilen ayete kadar da aynı gündemleri konuşmuştur. Kur’an’ın özellikle inanç boyutunda eksiksiz biçimde mesajını muhataplarına ilettiğini ancak uygulama boyutunda ucunu açık bıraktığı bir dönüşüm çabası içinde olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle toplum yapısında kökleşmiş tabular ve fıtrat dışı uygulamalar belirli bir periyotla ya yumuşatılarak zararları aza indirilmiş ya da tamamıyla tasfiye edilmişlerdir. Örneğin sosyal adaletsizlikler 23 yıllık süreç içinde inşa edilen İslam cemaati buna güzel bir örnektir. İlk nüve etrafında geliştirilen, sonrasında ise ensar-muhacir kardeşliği ile yükseltilen İslam cemaati infak ve isar kavramlarıyla idealist bir topluluk olabilmiştir. Ancak asabiyye/kabilecilik bağlarının iliklerine kadar işlediği insanlardan oluşan bu idealist topluluk bile karizmatik liderlerinin vefatıyla bu köklü toplumsal yapının belirleyiciliğine zaman zaman teslim olabilmiştir. Bu sebeple Kur’an “akrabalık” gerçeğini yadsımamış, onu sabırlı bir terbiyecinin zamana yaydığı eğitimle “takva merkezli” bir akrabalığa dönüştürmüştür.

Diğer bir örneği kölelik ve cariyelik hukukunda da görüyoruz. İnsanlık dışı bir tahakküm biçimi olan kölelik nüzul süreci içerisinde savaş hukukunun bir şubesine indirgenmiş, daha sonra ise kölenin şartları ve hakları yükseltilerek kölelik mantığı anlamsızlaştırılmıştır. Kur’an, bu süreç sonrasında kölelerin özgürleştirilmesini muhataplarına bir yükümlülük olarak getirmiştir.

Kur’an’ı nüzul sürecinde anlamak isteyen okuyucunun öncelikle bir hareket fıkhı içinde kendisini konumlandırması gerektiğinin altını çizmiştik. Bu merhaleden sonra muhatap Kur’an’ın yapısını tanımalıdır. Kur’an dediğimizde aklımıza masa başında “yazılmış” bir “kitap”tan ziyade “okunmuş” hitabeler/bildiriler külliyatı gelmelidir. Çünkü Kur’an vahyi önce okunmuş/muhatapları bir çağrıya çağrılmış sonra bu çağrılar kaybolmasın diye yazıya geçirilmiş sözel bir mesajdır.

 

Dipnotlar:

1-Sabiîlik ile ilgili kapsamlı bir çalışma için bkz. Şinasi Gündüz, Sabiîler Son Gnostikler, Vadi Yay., Ankara, 1995

2-Ehl-i Kitab külliyatını tanımak için şu esere başvurulabilir: Baki Adam, Yahudi Kaynaklarına Göre Tevrat, Pınar Yay., İstanbul, 2001.

3-Kur’an’ın nüzul sürecinin sadece ahkâm ayetleriyle sınırlı olmadığını, aynı zamanda tasavvurların/düşünüş tarzı ve akaidin de bu terdi sünnet ile değiştirildiğini işleyen çalışmalar için bkz. Subhi Salih, Ölümden Sonra Diriliş, Çev: Ş. Gölcük, 1981; Yaşar Düzenli, Üslup ve Semantik Açıdan Kur’an ve Şefaat, Pınar Yay., 2006

4-Sosyal tefsirde çığır açan söz konusu bu eser, Ekin Yayınları tarafından Türkçeye kazandırılmaktadır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR