1. YAZARLAR

  2. Hasan Soylu

  3. Kur’an Yakma Çılgınlığı ve İslamofobia

Kur’an Yakma Çılgınlığı ve İslamofobia

Ekim 2010A+A-

Demokratikleşme, tolerans, farklılıklara hoşgörüyle yaklaşma vb. tüm iddialarına karşın Batı’da İslam’a ve Müslümanlara yaklaşım sömürgecilik döneminden bu yana bir arpa boyundan fazla ilerleme kaydetmemiş gözüküyor. Yine toprakları işgal edilen de barbarlıkla suçlanan da Müslümanlar! Sömürgeciler dün vahşi uygulamalarını kendilerine biçtikleri medenileştirme misyonunun arkasına gizliyorlardı. Bugün de benzeri politikaları Müslümanları özgürleştirme adına icra etmekteler.

Emperyalistlerin İslam coğrafyasındaki uygulamaları zaten hiç değişmedi. Dün Endonezya’dan Cezayir’e kadar ne yaptılarsa, bugün de Filistin’de, Irak’ta, Afganistan’da aynısını yapmaktalar. Boyun eğdirme, köleleştirme, itiraz edeni imha etme siyaseti belki farklı araçlarla ama aynı mantık ve usul dairesinde icra ediliyor.

Müslümanlar Batı ile sadece İslam coğrafyasında yüz yüze gelmiyorlar. Batı toplumları içinde yaşayan Müslüman azınlıklar olgusu da mevcut ve bu topluluklara “yabancı” oldukları giderek daha fazla hissettiriliyor. Sömürgeciliğin ortaya çıkardığı göç dalgası neticesinde, bilhassa 2. Dünya Savaşı sonrasında Batı coğrafyasında göçmen Müslümanlar olgusu şeklinde yeni bir sayfa açıldığı bilinen bir durum. Bu azınlıkların uzunca bir zamandır, içinde yaşadıkları toplumların sahip oldukları haklardan istifade etme anlamında görece daha rahat şartlarda yaşadıkları söylenebilir. Ne var ki, bilhassa 11 Eylül sonrasında tüm dünyayı kaplayan Batılı tahammülsüzlük ve paranoya dalgasının Batı’da yaşayan Müslümanların da hayatını giderek zorlaştırdığı görülüyor.

Avrupa’da ırkçı partilerin her geçen gün biraz daha güçlenişi, Avrupa siyasetinin giderek daha fazla sağa kayması, Müslümanların ibadethanelerinin tartışmaya açılması, başörtüsü tahammülsüzlüğünün resmi kurumlardan başlayarak sokağa yayılması hep aynı olgunun yansımaları. Kimi zaman Danimarka örneğindeki karikatürlerle, kimi zaman Hollanda’da gündeme gelen film tarzında, yaygın biçimde eşcinselliğin normalleştirilmesi ya da İsrail’in varlığının kabullenilmesi tartışmalarıyla sürekli biçimde Müslümanlara bir şeyler dayatılmakta ve karşı çıkışlar bağnazlıkla, Batılı değerlerin benimsenememiş olmasıyla suçlanmakta ve mahkûm edilmekte.     

Çok daha vahim bir durum ise ortalıkta dolaştırılan terör heyulası! Siyasi tavırlarının, düşüncelerinin, hatta renklerinin farklı olmasından ötürü milyonlarca Müslüman “potansiyel suçlu” şeklinde algılanmakta ve aleyhlerinde gelişebilecek herhangi bir şüpheli durumda ise doğrudan “terörist” muamelesi görmekte. ABD’nin, diğer Batılı ortaklarıyla İslam topraklarında yürüttüğü işgallere karşı çıkmak giderek tehlikeli bir tavır halini almakta. Devam ettikleri mescitlerden, abone oldukları periyodik yayınlardan, yaptıkları seyahatlerden ötürü sayısız Müslüman fişlenmekte ve çeşitli düzeylerde takip altına alınmakta.

Bu sistematik cadı avına bir yandan da yoğun bir propaganda kampanyası eşlik ediyor. İslam ve Müslümanlar aleyhine düşmanlık ve nefret duyguları yaygınlaştırılıyor. Saldırıya uğrayan, toprakları işgal edilen, kimlikleri, hakları, özgürlükleri gasp edilenler bizleriz ama tüm bu haksızlıklara itiraz ettiğimizde fanatik, bağnaz, şiddet eğilimli diye suçlanan da yine biz oluyoruz. Tam bir yavuz hırsızlık misali!   

Karikatür rezaletinde de aynı şey oldu. Önce kışkırtıp, ardından bu rezalete tepki veren Müslümanları tahammülsüzlükle suçladılar. ABD Başkanı Bush 11 Eylül olayının ertesinde tüm dünyanın karşısına geçip masum ve şaşkın bir çehreyle “Neden bizden nefret ediyorlar, anlayamıyorum!” diyordu. Müslüman halklara yaşatılan onca acıdan habersizceymiş gibi pek çok Batılı akademisyen, gazeteci uzun uzadıya Müslümanları şiddete iten faktörleri tespit adına İslam tarihini, kültürünü, bilgi kaynaklarını tartıştılar. İslam dünyasında eğitim müfredatından, camilerde verilen vaaz ve hutbelerin diline kadar pek çok şeye müdahale etmeye çalıştılar. Tüm bu çabalarla yapılmak istenen şey açık: Müslümanlara “Sorun İslam’ın kendisinden kaynaklanıyor!”, “Sorun sizsiniz!” demek istiyorlar.

İşte bu yavuz hırsızlığın somut tezahürlerinden biri daha, şimdilerde karşımıza Kur’an yakma saldırganlığı şeklinde çıkmakta.

Fanatizmin Doruğu: Kur’an Yakma Eylemi

ABD’de küçük bir kasabada toplam 50 civarında bağlısı bulunan bir kilise papazının gündeme getirdiği 11 Eylül’de Kur’an yakma eylemi fikri dünyanın farklı bölgelerinde İslam düşmanlarına ilham kaynağı oluşturmuş görünüyor. Her ne kadar ABD yönetiminin baskıları neticesinde bu şeytani düşünceyi ilk gündeme getiren Terry Jones adlı papaz geri adım attıysa da sağda solda Kur’an yakma görüntüleri çoktan medyada kendine yer buldu.

Konu ilk gündeme geldiğinden itibaren ABD yönetimi ve bilhassa da Afganistan’daki Amerikan işgal ordusunun komutanları bu girişimin doğurabileceği tehlikeli sonuçlar konusunda tedirginliklerini dile getirdiler ve bu eylemleri engellemeye çalıştılar. Bu noktada eylemin kendisinin ABD yönetimine atfedilmesi mantıklı değil. Bununla birlikte bu saldırganlıkların, azgınlıkların ABD’nin ücra bir kasabasında, tanınmayan bir din adamının kişisel fantezilerinden öte bir anlamı olduğu görülmeli. Bu eylemler en temelde Batı’da ve İslam aleyhtarlığının yaygınlaştırıldığı dünyanın diğer coğrafyalarında İslam ve Müslümanlar hakkında inşa edilen düşmanlık algısının ve de olgusunun sokak yansımaları.

Bir yandan toprakları işgal edilip katledilen, diğer yandan sürekli biçimde öcüleştirilen Müslümanlara karşı gelişen bu fanatizm doğrudan emperyalist merkezlerin eseri. Bugün birileri çıkıp Kur’an yakma şeklinde bir düşmanlık gösterisi icra etmeye kalkışıyorsa bu kudurganlığın öncelikli sorumlusunun sömürgeci, işgalci güçler olduğu tartışmasız. Son aşamada “askerlerinin güvenliği” gerekçesiyle Amerikalı yönetici ve komutanların bu tür eylemlerden uzak durulmasını istemesi, bu aşamaya kadar işledikleri suçların ve inşa ettikleri vahşet ortamının büyüklüğü karşısında fazla bir anlam ifade etmiyor.

Nitekim olan bitenden hiç ders alınmadığını ispatlarcasına Almanya Başbakanı Merkel geçtiğimiz ay düzenlenen bir törende Danimarkalı “meşhur karikatürist” Kurt Westergaard’a madalya taktı. Kepazeliği ifade özgürlüğü adı altında savunanlar, bir anlamda bu karikatürlere tepki gösterirken katledilen onlarca Müslümanı insan yerine bile koymadıklarını bir kez daha gösterdiler. Komik olan şey ise 2005 yılında çizdiği Hz. Muhammed’i tahfif etmeye kalkan karikatürler yüzünden İslam dünyasını ayağa kaldıran bir kişiye 2010 yılı basın ödülünü takdim ederken Merkel’in, bir yandan da Kur’an yakma girişimini saygısızlık ve tiksinti verici olarak nitelemesiydi.   

Maruz kaldığımız bütün bu çirkinliklere, saldırganlıklara karşı nasıl bir tutum alacağız? Şüphesiz İslami değerleri ve sembolleri hedef alan saldırılar karşısında Müslümanların tepkisiz kalması kabul edilemez. Bununla birlikte tepkiselliğin boyutu ve hedefleri iyi tartılmalı. Tüm bu arka planın farkında olmak kaydıyla Müslümanların bu tarz provokatif girişimler konusunda dikkatli bir tutum içerisine girmeleri ise bir zorunluluk.

Önceliğimiz Ne Olmalı?

Kur’an yakma girişimlerine karşı başlatılan protestolarla ilgili olarak gündelik ve duygusal tepkilerin ötesine geçmek zorundayız. Bu saldırıları üreten, besleyen zihniyeti ve o zihniyetin ortaya çıkardığı işgal, gasp, tecavüz, işkence eylemlerini bir bütünlük içinde teşhir edebilmeliyiz. Eğer bunu yapamazsak tepkilerimiz sadece birkaç fanatiği hedef alan ve dolayısıyla aynı ruh haline sahip başka fanatikleri de benzeri eylemlere teşvik eden karşılıksız, sonuçsuz tepkilere dönüşebilir. Bu da uzun dönemde bize hiçbir şey kazandırmaz; bilakis İslam düşmanlarının Müslümanları ne kadar rahat biçimde provoke edebildiklerini göstererek aynı yolun yolcusu başkalarına da kılavuzluk etmiş olur.

Bu noktada tepki verirken 2 hususun öncelikle dikkate alınması gerektiğini söyleyebiliriz:

1- Saldırının kimden ya da kimlerden geldiği önemlidir. Bireylerden ya da bağımsız kuruluşlardan, çevrelerden kaynaklanan saldırılarla emperyalist güçlerin organize ettiği ya da desteklediği saldırılar ayrıştırılmalı. Elbette tümüne karşı söyleyecek sözümüz olmakla birlikte, belli bir otoriteyi temsil etmeyen ya da ona dayanmayan saldırıları çok fazla gündemleştirmek yanlıştır. Bilhassa Müslümanların zayıf olduğu bölgelerde her aklına esenin yapabileceği türden saldırıların tümüne cevap vermeye kalkışmak bu tür eylemlerin bir virüs gibi yayılması sonucunu da doğurabilir. Bu tür girişimlere karşı verdiğimiz tepkiler caydırıcılık doğurmalı. Aynı türden hakaretlere, saldırılara yeltenenleri düşündürtmeli. Aksi durumda etkisiz kalan tepkiler yeni saldırıları tetikleyebilir, başka manyakları teşvik edebilir.

2- İslam’ı ve Müslümanları savunma, İslam’ın izzetini, saygınlığını, hürmetini koruma adına verdiğimiz tepkiler mutlaka emperyalistleri ve onların coğrafyamızdaki işbirlikçilerini hedef almalı. Saldırının arka planını teşhir etmek, oturduğu bağlamı netleştirmek öncelikli gündemimiz olmalı. Aynı zamanda tepkilerimizin mücadelede bir mevzi oluşturması, gündelik tepkilerden ibaret kalmayıp geleceğe dönük stratejimizin bir adımını oluşturması için çabalamalıyız.      

Küresel kapitalizmin insanları beşeri zevk ve hırslarını tatmin dışında neredeyse hiçbir hedef gözetmeyen tüketim toplumunun köleleri haline getirmeye çalıştığı bir dünyada yaşıyoruz. İnsanlığın giderek bireysel arzular ve bencillik duvarlarıyla örülü bir hayata mahkûm edildiği, anlam ve değerlerin buharlaştığı bir çöl ortamındayız adeta. İşte bu anlamsızlık ve değersizlik dayatmasına karşın Müslümanların sahip oldukları değerleri korumaları, onların saygınlığına gölge düşürmeye kalkanlara sessiz kalmamaları her şeye rağmen gayet anlamlı ve değerli çabalar olarak sivriliyor.

Müslümanların dünyayı anlamsızlaştırma, çölleştirme girişimlerine karşı kendilerinden, hayatlarından daha değerli şeyler olduğuna ilişkin haykırışları, İslam’ın hürmetini koruma uğruna gerektiğinde canlarından geçme duyarlılıkları aslında sadece ümmet adına değil, tüm yeryüzü için bir hayat belirtisi sayılmalı. Tüm bu hassasiyet ve çabaları planlı, öngörülü bir mücadele perspektifiyle donatmak ise üzerinde çokça çaba sarf etmemiz, yoğunlaşmamız gereken hedefimiz olmalı. 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR