1. YAZARLAR

  2. Hamza Türkmen

  3. Kur’an Neslinin Oluşumu ve Mekke’deki İlk Yapılanma

Kur’an Neslinin Oluşumu ve Mekke’deki İlk Yapılanma

Temmuz 1997A+A-

Mekke'de vahye muhatap olup İslam'ı kabul eden ilk müslümanların nasıl sosyal bir yapılanma oluşturdukları, nasıl bir iç dayanışma ve işleyiş içinde bulundukları, mevcut siyer kitaplarında en az işlenen konulardan birisidir. Siyer kitaplarında ilk dönem müslümanlarının birliktelikleriyle ilgili bilgiler, daha ziyade ilk müslümanların kimler olduğu, hangi sahabenin hangi yıl İslam'a girdiği, kimlerin işkence gördüğü, Habeşistan hicretinin hangi yıllarda ve kimlerle yapıldığı şeklinde kronolojik değer taşıyan aktarımlara dayanmaktadır.

Oysa. 13 yıllık bir zaman dilimiyle ifade edilen Mekke döneminde müslümanlar tâbi oldukları peygamberleriyle birlikte zor ve meşakkatli günler geçirmişler. Egemen cahili yapının alay, iftira, sosyal ve ekonomik boykot içeren tavırlarına, işkencelere, öldürme vakıalarına ve ölüm tehditlerine karşı destansı ve onurlu bir direniş sergilemişlerdir. İlk Kur'an neslinin örgütlü küfür sistemi karşısında kimliğini bulandırmayan, mesajını eğip bükmeyen bu dilenişinin sürekliliği, ciddi ve programlı bir yapılanmanın oluşturduğu çok yoğun bir iç zindelikle sağlanabileceği açıktır.

Tağuti otoritenin hakim olduğu cahil bir toplumda yaşanıyordu. Vahyin ve Elçi'nin etrafında toplananlar ilahi çağrının gereklerine uyarak inzal olan tevhidi mesajı Rasul (s)'le birlikte gündeme sokuyorlardı. Sayıları azdı. Zayıftılar. Müşriklerin kendilerine bir zarar vereceklerini de kestirebiliyorlardı. Medine döneminde inzal olan Enfal Süresi'nde vahyin ilk yıllarında karşılaşılan tüm baskılara ve şiddete rağmen tevhidi mücadeleyi temellendiren ilk müslümanların tutum ve halleri tasvir edilmektedir:

"Düşünün ki bir zaman siz az idiniz, yeryüzünde hırpalanıyordunuz. İnsanların sizi kapıp götürmesinden korkuyordunuz. Allah, sizi barındırdı, sizi yardımıyla destekledi, sizi güzel şeylerle besledi ki, şükredesiniz."(Enfal, 8/26)

Ayetteki bu ifadeler ilk neslin oluşum seyriyle ilgili bazı çıkarımlarımızı yönlendirmektedir. Öncelikle sayısal azlık söz konusudur. Mekke müşrikleri ve müstekbirler tarafından hırpalanılmaktadır. Niçin hırpalanılmaktadır? Öncelikle akla gelen neden, ilk müslümanların kimliklerinin açıklığı ve mesajlarının egemenleri rahatsız etmesidir. Hırpalanma yanında daha ağır zararlara uğrayabilecekleri söz konusudur ve bu ihtimal onları korkutmaktadır. Ancak onlar hırpalanmalarına rağmen sinmemekte, haksızlık, zülüm ve şirk karşısında Rablerinin yardımına inanarak vahye tanıklıklarını sürdürmeye devam etmektedirler. İnsan olmanın zaafları nedeniyle belki korkmaktadırlar; ama inançlarına bağlılıkları, birlikteliklerine güvenleri ve mücadele kararlılıklarıyla Rabblerinin yardımını ummakta, O'na dayanmakta ve vahyi mesajı gündemleştirmeye devam etmektedirler. O halde ilk müslümanların birlikteliği içe kapanık, kimlik ve mesajlarını gizleyen bir düzlemde değil; mücadele zemininde ve mesajlarını gündeme sokabilen bir eylemlilik içinde gerçekleştiğini söyleyebiliriz.

Aynılaşmayı Mücadele Zemininde Oluşturma

Zülüm ve şirkin egemen olduğu toplumsal bir yapıda ortaya konan tevhidi çağrı, kendini hissettirdiği oranda ve o çağrıyı taşıyanların, taşıdıkları mesaja tanıklık etmeleriyle etki uyandırabilirdi. İlk İslam halkası, Rabbi'nden aldığı ilahi mesajı ileten ve ona tanıklık eden Rasulullah'ın çağrısına kulak verenlerle oluşmuştu. Kalkıp uyaran, Rabbini tekbir eden ve insanları her türlü kirlilikten arındırmağa çağıran Rasül'ün bu çağrısı bizatihi çağrısına "tanık"lığı ile anlam kazanıyordu.

"(Ey insanlar)! Doğrusu biz size üzerinize şahitlik edecek bir elçi göndendik; nasıl ki Firavun'a da bir elçi göndermiştik."(Müzzemmil, 73/15)

İlk dönem tebliğinin üç yıl gizli yapıldığını işleyen siyer kitapları Rasulullah'ın açık "şahitliği" ile bu gizlilik tavrının nasıl bağdaştırılacağı hakkında ciddi hiç bir değerlendirme içermemektedir. Konunun farkına varan Montgomery Watt, gibi müsteşrikler ise "tanık" (şahit) olarak isimlendirilen Hz Muhammed'in şahadetinin anlamını sosyal pratikten kopartıp Hesap Günü'yle irtibatlandırmaya çalışmışlardır. Mekke dönemiyle ilgili teferruatlı çalışmaları bulunan Watt'ın vahyin ilk döneminde Rasulullah'ın şahitliğinin sosyal pratik içinde örneklik oluşturmak anlamına geldiğini bilmemesi mümkün görünmüyor. Watt mesajın ve tebliğin gizliliği iddiası veya gizli kalması hali ile egemen cahiliyyenin çıkarları arasında yararlanacakları bir bağ kurmuş olmalı ki, eserlerinde Rasulullah'ın şahitliği anlayışını sosyal pratikten koparmaya çalışıp vahyin tebliğinin ve ilk yapılanmanın gizliliği anlayışına katkıda bulunmaya çalışmıştır.1

Oysa Rasulullah'ın açık uyarısı ve şahitliği ile insanların ilgisi çekilebiliyor ve İslam'a giren ilk nesil için vahye ve ahitlere sadakat anlayışının ancak sosyal pratik içindeki şahitlikle anlamlı olabileceği ilk surelerde belirtiliyordu:

"Emanetlerini ve ahitlerini gözetirler. Şahitliklerini yaparlar. Namazlarını korurlar."(Mearic, 707 32-34)

Rasulullah'ın uyarısı ve çağrısı insanları Kur'an'a ve kelimeyi tevhide çağrıydı. Daha ilk ayetlerde "La ilahe İlahu"2lafzıyla işaret edilen kelimeyi tevhid, aynı zamanda İslam'a giren müslümanlar için bir akidleşmeydi. Fatiha Süresi'yle Rabbimize kulluk etme ve yardım dileme eylemini "biz"3kavrayışı içinde gerçekleştirme sorumluluğu Kitab'a ve Rasul'e inanan müslümanlar arasında birlikte yaşama bilinci açısından bir taahhütleşmeyi oluşturuyordu. Bu birliktelik tevhidi ilkelerin şahitliğini üstlenecek, ilkeleri Kur'an'la belirlenen ve Rasulullah'ın örnekliği ve eğitimiyle şekillenen ilk Kur'an neslini, ilk İslami yapılanmayı ifade ediyordu. Rasulullah'ın çağrısına tabi olan müslümanların birliktelikleriyle ilgili keyfiyeti Mekke dönemi için adeta özetleyen ayetlerden birisi şudur:

"Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o Rasul'e, o ümmi Nebi'ye uyarlar. O ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten meneder; onlara güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. O'na inanan, destekleyerek O'na saygı gösteren, O'na yardım eden ve O'nunla beraber indirilen nura uyanlar, işte felaha erenler onlardır." (A'raf, 7/157)

Demek ki Mekke dönemindeki ilk İslami yapılanma, Rasul'e bağlılık ve getirdiği mesaja itaat üzerinde şekilleniyordu. Rasul(s)'e itaatin gerekliliği Medeni sürelerde mükerreren vurgulanırken Mekke dönemine de atıf yapılıyordu. "Hiçbir Rasul göndermedik ki, Allah'ın izni ile kendisine itaat edilmemiş olsun"4. Ve kendisine itaat edilen Rasul de Rabbimizin yöneltmesiyle "... Eğer yolu bulursam, bu Rabbimizin vahyetmesi sayesindedir.."5diyor ve böylece de hidayet kaynağımızın Rabbimizin Kitab'ı olduğunu açıkça belirtmiş oluyordu. İlahi mesaja tabi olan müslümanlar, tevhidi ilkeler etrafında aynılıklarını oluştururken, Rasul'ün şahsında vahye ve birlikteliklerine besledikleri aidiyetleri ile de İslami kimliklerini belirginleştiriyorlardı.

Kur'an Merkezli Eğitim ve Kadro Oluşumu

Vahyin ilk dönemlerinde inzal olan ayetlerin vurgusu, Kitap merkezli bir eğitim ve birliktelik konusuna yeterince dikkatleri çekmektedir. Müzemmil Süresi'nin son ayetinde Rasul ve onunla beraber olanların birlikteliklerine ve ortak eğitimlerine işaret edilirken6şu ayetlere atıfta bulunuluyordu:

"Bir kısmı hariç geceleyin kalk, gecenin yansında veya daha azında veyahut daha fazlasında tertil üzere Kur'an oku" (Müzzemmil, 73/2-4)

Ancak Müzzemmil Süresi'nin son ayetiyle Kur'an'ın yoğun bir şekilde Rasul ile birlikte sürekli okuma-öğrenme eylemi içinde olanlara bir müddet sonra serbestlik tanınmaktadır. Müzzemmil Süresi'ndeki müslümanların iç eğitimleriyle ilgili vurgulardan anlaşılan şudur: Egemen şirki reddetme çağrısı çerçevesinde Rasul ile inanç ve amelde aynılaşma kararlılığını gösteren kişileri bekleyen ilk görev, vahyi mesajın kavranmasıdır. Cahiliyyeye karşı çıkmanın mantığı da; kulluk bilincini kavramanın, Rabbimizin emir ve bildirimlerini öğrenmenin yolu da idraklerin diri olduğu günün belirli saatlerinde "tertil" üzere yani ciddi, sürekli ve programlı bir şekilde Kur'an okuma eylemiyle sağlanmaktadır. Bu eylemle ilgili Müzzemmil Sûresi'ndeki işaretlere bakıldığında, İslami mesajı kabul eden insanların eğiticileri rehberliğinde, belirli bir dönem, sürekli ve yoğun bir eğitime tabi tutuldukları kavranılabilmektedir.

Ancak bu okuma eylemi doğru kavranmalıdır. Gecenin uygun vakitlerinde Rasul'le birlikte gerçekleştirilen, Kur'an okuma eylemi sadece inzal olan ayetleri okuyarak yapılan bir tekrarlamama mıdır? Bu eylemi kendisine "hikmet' verilmiş olan Rasul'le birlikte gerçekleştiren ilk müslümanların bu programlı eğitim zamanlarında sadece Kur'an lafızlarını okuyup tekrarlamakla yetindiklerini düşünebilir miyiz?

"Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmetini hatırlayın"7ayetini "... Kendi içlerinden, kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan, kendilerini yücelten ve kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderdi"8ayeti ile irtibatlandırdığımızda bu okuma eylemini ayetlerin okunup öğrenilmesi yanında bu ayetlerin hikmetinin, yaşanılan sorunlarla irtibatının ve ayetlerin işaretleri doğrultusunda ne gibi pratik açılımlar gösterilebileceğinin de kavranması anlamına geleceği açıktır.

O halde inzal olan ayetleri "bilgi", "emir" ve "nehiy" bağlamında kavrayan ilk müslümanların, kendisine "hikmet (hükmetme isabeti, basiret) verilmiş olan Rasullerininin eğiticiliğinde bu ayetlerin vakıaya nasıl tekabül ettiğini, karşılaşılan sorunları bu ayetler ışığında nasıl değerlendirip siyasi, taktik veya stratejik bir tavır izlemeleri gerektiğini tayin ve tesbit ettiklerini söyleyebiliriz.

Evlerinde okunan Kitabı ve hikmeti hatırlama9ihtarı, müslüman olmayanlarla yapılacak tartışmalarda "hikmetle ve güzel öğütle" çağrıda bulunmanın ve onlarla "en güzel şekilde mücadele et"menin10yolunun önceden muhkem ayetler ışığında veya bu çerçevede alınan kararlar doğrultusunda belirlenmiş olduğu ve müslümanların da bu konuda eğitilmiş bulunduklarını büyük ölçüde hissettirmektedir.

Kafirlere karşı Kur'an'la büyük cihad edilmesini emreden Rabbimiz11Kur'an'ın ağır ağır okunabilmesi için O'nu okuma parçalarına ayırıp azar azar indirdiğine işaret etmekte12ve Rasulü'ne de "bir kerede indirmediği", "tertil" üzere ilettiğini13bildirmektedir.

Bu vurgular, hem eğitim ve tebliğ sürecinde merhalelerin gözlendiğine, toplumu ve nefisleri değiştirme metoduna önem verildiğine, hem de Kur'ani mesajı taşıyan dışa dönük bir kimliğin ciddi bir eğitim süreci ile oluşturulabileceğine işaret etmektedir. Biz bu sürecin, daha vahyin inzal olduğu ilk yıllardan başladığını, İslami şahitliği ve birlikteliği anlamlı kılan bir iç yoğunlaşmayı sağladığını, Müzzemmil Sûresi bütünlüğünde açıkça görebilmekteyiz.

Vahyin ilk dönemlerinde sözünü ettiğimiz yoğun iç eğitimin, Rasul'le birlikte İslami mücadeleyi taşıyabilen ve İslami kimliği temsil edebilen güçlü bir kadronun oluşmasına imkan sağlandığını savunabiliriz:

"De ki: işte benim yolum budur. Ben ve bana uyanlar, basiret üzere insanları Allah'a çağırıyoruz..." (Yusuf, 12/108)

Rabbimiz, ilk nesilden ve tüm müslümanlardan O'na yaraşır bir şekilde cihad edilmesini ve Rasul'ün şahitlik ettiği gibi insanlara şahitlik edilmesini isterken14, "hiç kimseye gücünün üstünde bir şey teklif" etmediğini de bildirmektedir15, O halde İslami mücadeleyi, tevhidi şahitliği ve İslami kimliği taşıma mükellefiyeti, eğitimle üstesinden gelinebilecek bir görevdir. Kur'an'ın öngördüğü eğitim ise pratiğin içinde ve pratiğe dönük bir "talim" çabasıdır:

"... Talim ettiğiniz Kitab gereğince Rabb'e halis kullar olun..."(Al-i İmran, 3/79)

Mekke Döneminde Örgütlenme

Siyer kitapları ilk müslümanların buluşma, eğitim ve teşkilatlanma yeri olarak Erkam'ın evini zikretmektedirler. Bazı rivayetler ise ilk üç yıllık gizli faaliyetin Erkam'ın evinde yapıldığını aktarmaktadırlar.

Rasul'le birlikte geceleyin toplu eğitim ve ibadet çabası içinde olan kişilerin sayıları arttıkça daha büyük ve uygun bir mekanda toplanmaları kaçınılmazdı. Muhtemeldir ki Erkam'ın evi de bu büyük mekanlardan birisidir. Ancak Erkam'ın evinden kalkarak gizli bir tebliğ çabasından bahsetmek mümkün değildir. Zaten müşriklerin bu eve sokularak içerde okunan ayetleri veya yapılan dersi gizlice dinlediklerine dair Kur'an'daki işaretler yanında16konuyla ilgili bazı siyer rivayetleri de bulunmaktadır. Anlaşılan o ki müslümanları kimliği, yeri yurdu bilinmekte; ama iç programları sadece kendi denetimlerindeki mekanlarda yapılmaktadır.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Kur'an hayata müdahale etmek için gelmiş ve Rasul de kendisine ve getirdiği mesaja inananları mücadele zemini içinde kazanmıştır. Ancak Kur'ani tebliği gündeme sokabilmek, şahitlik üstlenmek ve İslami kimliği taşımakla; bu tebliğin taşıyıcılarının iç eğitim ve organizasyonlarının işleyişi farklı şeylerdir. Gizlilikle ilgili rivayetleri mesaj ve kimlikle değil, belki ilk müslümanların organizasyon biçimiyle irtibatlandırmak mümkün olabilir.

Rasulullah'ın İslam'a giren ilk müslümanların evleri arasında dolaştığını ve muhtemelen değişik evlerde yapılan Kur'an'ı esas alan eğitim çalışmalarını sevk ve idare ettiğini Mekke döneminde inzal olan şu ayetlerden çıkarabiliriz:

"O seni görür: Namaza durduğun zaman. Ve secde edenler arasında doğrulurken." (Şuara, 26/218, 219)

Rasul'e saygı gösteren, O'nunla beraber indirilen nura uyan ve O'nun da inananların üzerindeki ağırlığı ve sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atan rolüne işaret eden A'raf Suresi'ndeki haberler de bu çıkartımımıza katkıda bulunmaktadır.

İlk İslami yapılanma sınıf ve statü farklılığına göre değil, iman kardeşliğine göre teşekkül etmişti. "Talep" edenler varken ayrıcalıklı ve güçlü özelliklen olan kişilere yöneldiği için Rasul'ü ikaz eden ilahi buyruk17"Nefsini sabah akşam rızasını isteyerek Rabblerine yalvaranlarla beraber tut. Gözlerin dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan başka yana sapmasın..."18emriyle öncelikle ilahi mesaja iman etmiş kişilerle iç bütünleşmenin tamamlamasına işarette bulunuyordu. Bu emir, zengin-fakir, hür-köle ayırt etmeden bilgi ve takva temelli bir birlikteliğin örgütlenmesi, için yapılan en önemli çağrılardan birisiydi.

İlk Mekki sûrelerden olan Mearic de "emanetlerini ve ahitlerini gözetirler" ayeti ilk müslümanların ciddi bir yapılanma içinde olduklarına işaret etmektedir. Ayetten anlaşılacağı gibi gözetilen "emanetler" ve "ahitler" söz konusudur. Emanet ve ahit kavramlarının anlam daraltılmasıyla sınırlandırılmadığında karşımıza, belirli program ve hedefler konusunda anlaşmış, taahhüdleşmiş, sorumluluk alanları ve yetkileri belirlenmiş bir yapı çıkmaktadır. Bu yapı, Kur'an neslinin örgütlü bir birliktelik içinde olduğunu ifade etmektedir. Zaten "şahitliklerini yapan"19ve bu konuda süreklilik taşıyan bir eylemlilik ancak böyle bir yapılanmanın ürünü olabilir.

Bu aynı zamanda istişari temelli bir birlikteliktir:

"... İşleri aralarında danışma iledir..." (Şura, 42/38)

Müslümanların istişare edecek ortak işleri varsa, ortak işlerinin çözümüne katılımları da gerekecektir. Katılım işe ortak sorumluluğu ve ortak işlerin planlanmasını ve organizasyonunu gerekli kılmaktadır.

Ancak istişari mekanizmanın lidersizlik anlamına gelmediği, liderin de çevresini kuşatıcı ve eğitici bir üslup ve tarzda davranması gerektiğine şu ayetlerle işaret edilmektedir:

"Ve sana uyan müminlere kanadını indir. Şayet sana karşı gelirlerse 'ben sizin yaptıklarınızdan uzağım' de." (Şuara, 26/215, 216)

Cahili yapıdan ayrışma ve müşriklerin meclisine (nadiye) itaat etmeme tavrı bu birlikteliği pekiştirmektedir. Artık kulluk şekilleri ve dinlerin farklılığı belirginleşmekte20ve işler ayrışmaktadır21. Kafirler yeni yapılanmanın farkındadırlar. Ve yeni yapılanmanın da bir karar mekanizması (nadiyyen) vardır. Ve vahyi mesaj açıkça Mekke toplum yapısında gündem tuttukça iki farklı toplum belirginleşmekte ve iki toplumun karar mekanizması hakkında kafirler tartışmaya girişmektedirler:

"... İki toplumdan hangisinin makamı daha hayırlı meclisi daha güzeldir" (Meryem, 19/73)

Mekki ayetler arasında müslümanların iç işleyişleriyle ilgili hatırlatmalar, onların örgütlenmelerinde de dikkat etmeleri gereken hususlara vurgu yapmaktadır.

Ahiretteki makamların tasnifinin bildirildiği ilk surelerden olan Vakıa'da "doğruyu bulmuşlardan olmanın" {Ashabu'l Meymene) daha ötesinde Rabbimize yakınlık sağlayacak "öncü" olma (sabikûn) ideali özendirilmektedir22. "Sabikûn"luk hayırlarda öne geçmeyi başarmaktır23. Yine imtihan bilinci içinde olmaya davet eden ve sarp engelleri geçmenin şartı olarak bildirilen tavırlardan birisi de Beled Sûresi'nde zikredilmektedir:

"... İnanıp bir birlerine sabır ve merhamet tavsiye edenlerden olmak" (Beled, 90/17)

Cemaat içi statü edinmenin değil, takva sahibi olmanın daha önemli olacağına dair şu bildirim ilk nesli örgütsel terbiye açısından nasıl eğitildiğini de göstermektedir:

"Kim şeref istiyorsa bilsin ki şeref tamamen Allah'ındır. Güzel söz O'na çıkar, iyi amel onu yükseltir" (Fatır, 35/10)

Mekke müşrikleri tevhidi çağrının yükselen gücü karşısında azgınlaşıp şirretleşmeye ve müslümanlar üzerinde işkence ve baskıları yoğunlaştırmaya başlamışlardı. Ancak Mekke'nin ilk Kür'an nesli "insanlar yalnız inandık demekle, hiç sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?"24sorusunu büyük ölçüde edindikleri iç eğitim ve örgütlülükleri sayesinde kolaylıkla cevaplandırabiliyorlardı.

Habbab'ın közler üzerlerinde dağlanması, Zinnire'nin bir gözünün çıkarılması, Zübeyr'in sık sık boğucu dumanla işkenceye tabi tutulması, Bilal'in çıplak vücudunun kızgın çöllerde sürüklenmesi, Sümeyye'nin ve Ammar'ın öldürülmeleri ve daha bir çok işkence olayı müslümanları yıldırmıyor; ilerleyen yıllarda üç yıl süren sosyal ve ekonomik bir ambargo ile Mekke'nin dar bir bölgesinde kuşatılmış olmaları onların birlikteliğini çözmüyordu. Artan işkenceler altında dahi kendilerine tanınan Hicret iznini25ve takiyye yapma ruhsatını26büyük bir çoğunluk kullanmayarak Rasulullah'ın etrafında kenetleniyor ve direnişlerini güçlendiriyorlardı. Bu birliktelik ruhu ciddi bir iç dayanışmayı ve örgütlülüğü besleyen en önemli unsurdu.

Mekke döneminde yaşanan cihad, silahlı çatışma dışındaki direniş ve diğer çabalarla sürmüştür. Mekke döneminde savaşa ve silahlı eylemlere izin verilmemiştir. Ancak "bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman kendilerini savunurlar"27ayeti ile de müslümanlar gerektiğinde fiili güçleri oranında bir direnişe çağrılmaktadırlar. Bu çağrıdan hemen önce gelen ayetin Müslümanların istişare sorumluluğunu anlatması anlamlıdır. Demek ki zulüm ve saldırı eylemi karşısında gerçekleştirilecek savunma, daha önce oluşmuş bir birlikteliğin karar mekanizmasında (nadiyyen) verilecek istişare temelli kararlarla yerine getirilecektir.

Özetleyecek olursak Mekke döneminde inzal olan "yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz"28hükmünü taşıyan ilk ayetler, sadece tevhid inancını ve ilah birliğini değil, mü'minlerin de birliğini ve "biz" bilincini telkin ediyor ve müslümanlar da bu bilinç içerisinde ve ayetlerin yönlendirmesiyle ciddi bir yapılanmanın gereklerini yerine getiriyorlardı.

Çevreyi Geliştirme ve Yapıyı Koruma

Kitabın rehberliği ve Rasul'ün tanıklığıyla bütünleşen ilk Kur'an neslinin cahili yapının kuşatmasını ve müşriklerin şiddet ve baskılarını aşarak, mesajlarını başka insanlara ulaştırmanın imkanlarını araştırmaları kaçınılmazdı. Bu konuda da yine vahiy yol gösterici olmuş ve müminleri "yakın olanları uyar"29ikazıyla öncelikli olarak yakın çevrelerine yönlendirmiştir.

Bu arada oluşan İslam yapısının en ufak ve tabi hücresi, aile yapısı olarak görülmüş, kadın veya erkek müslümanlar sahip olacakları aile birimini İslami yapının gereklerine göre oluşturabilmenin kaygısı içinde bulunmuşlardır:.

"Rabbimiz bize gözler sevinci eşler ve çocuklar lütfeyle, bizi korunanlara önder yap" (Furkan, 25/76)

Kur'an'a baktığımızda da aile yapısının, İslami yapının taşıdığı değerlerle oluşturulması istendiğini ve aile içinde namaz kılma zorunluluğuna dikkat çekildiğini görmekteyiz.30Böylece "Ailene namazı emret" hükmü müslümanların "yakın" olarak değerlendirmeleri gereken ilk muhataplarına da işarette bulunmuş oluyordu.

Aile ilişkisi içinde hemen akla gelen diğer muhataplar ise ana ve babadır. Ana ve babalar cahili toplumun gelenekleri içinde büyümüş ve din temelli toplumsal ayrışmanın yaşandığı bir mücadele ortamında, genellikle örf ve adetlerden uzaklaşan çocuklarıyla tartışmaya girmişlerdir. Bedir Savaşı'nda kardeşi kardeşle, babayı oğulla karşı karşıya getiren süreç Mekke dönemindeki bu tartışmalarla başlamıştır.

Ancak anne ve babayla ne kadar da tartışılsa "yakın" olmanın yükümlülük ve imkanları hep gözetilmiştir. Rabbimizin anne-baba ilişkisi konusunda yönlendirici ayetleri, sürekli olarak sosyal pratikte "yakınlıklar" oluşan imkanları geliştirmeye yöneltmiştir. Ana ve babaya iyilikle davranılmasını ibadi görev olarak gösteren Kitap31, onların vahiy karşıtı anlayışlarını kabule zorlayıcı tutumları karşısında, onlara itaat edilmemesini bildirmekte; ama aradaki ilişkiyi de kesmeyen bir tutarlılık içinde davranılmasını önermektedir:

"Eğer onlar seni hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa onlara itaat etme. Onlarla dünya (işlerin)de iyi geçin ve bana yönelen kimsenin yoluna uy..."(Lokman, 31/15)

Bu konuda İbrahim(a)'in getirdiği mesaja düşmanlık eden babasını vahyi ikazlarla mükerreren uyarıp ikna etmeye çalışırken "Babacığım"32ifadesiyle kullandığı üslup, "yakınlar" ile kurulan diyalogta ilkeli ama nezaketi elden bırakmayan bir tarz olarak gündemleştirilmiştir.

Yakınlığın Arab örfünde önemli olduğunu Şuayb(a)'ın kıssasının anlatımında da görüyoruz. Toplumuna ilahi mesajı getiren Şuayb peygamber, toplumu tarafından güçsüz görülmektedir. Mesajına duyulan tepkilerle O'nun recmedilmesi boyutuna varan şiddetin bir "Kabile"ye (raht) yakın olması sayesinde engellendiği vahiyle bildirilmektedir. Ancak Rabbimiz "kabile" bağının Allah'a kulluktan daha değerli olmadığını Hz, Şuayb'ın cevabıyla belirtirken yakınlığı oluşturan bu bağı da (raht) kınamamaktadır:

"Ey kavmim, dedi. Size göre kabilem Allah'tan daha mı değerli ki O'nu arkanıza atıyorsunuz? Şüphesiz Rabbim yaptıklarınızı kuşatıcıdır." (Hud, 11 /92)

Mekke'de hakim olan cahili sistem içinde kuşatılan ve kafirlerin her türlü itham ve saldırılarına maruz kalan müslümanların varlıklarını devam ettirebilmeleri için, ilkeli bir şekilde aile bağı, kabile bağı gibi birtakım imkanları değerlendirmelerine ait Mekki sûrelerde birçok işaret bulunmaktadır. Siyer bilgisinin gösterdiği panayır gibi, himaye müessesi gibi sistem içi araçları kimliğinden ve ilkelerinden taviz vermeden elde edilen yapısal kazanımların kollanması, yeni açılımları gözetleyerek tebliğin taşınması için gerçekleştirilen uygulamalar, ilk müslümanların yapısal işleyişi içinde ciddi bir siyasi karar mekanizmalarının varlığına işaret etmektedir.

* * *

İlk dönem Mekke müslümanları, tevhidi mesajı ve ilkeleri taşıma konusunda üstlendikleri şahitlikleriyle birlikte ciddi bir beraberliğin, yapısal işleyişte üstlenilecek "emanetler" ve işbölümü konusunda "ahidleşmiş" bir sorumluluğun ideal bir örnekliğini yaşadılar. Rabbimizin "yaratılmışlar içinde doğrulukla hakka götüren ve hak ile adalet yapan bir ümmet de vardır"33Mekki ayetiyle övdüğü bu nesil, başlangıç itibariyle sayıca az ama sınanan ve nitelikli bir beraberliğin geleceği dönük bir mücadele için ne kadar önemli olduğunu göstermiş oldular. Rabbimiz niceliksel zayıflıklarına rağmen ciddi bir sınav veren, iç yapılanma ve dayanışmalarını mükemmelleştiren bu ilk Kur'an neslinin sahip olduğu keyfiyete işaret ederken, bu dönemdeki inanmış 20 kişinin kafirlerden 200 kişiye bedel olacağına atıfta bulunmaktadır 34. Güçlü bir nitelikle oluşan bu ilk İslam halkasını, Rabbimiz sağlıklı bir tohumdan çıkan ekine benzetmiştir.

"...Sanki bir ekin, filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış sonra sapları (dalları gövdesi) üzerinde doğrulup boy atmış, (ki bu) ekincilerin hoşuna gider. Onunla kafirleri öfkelendirir. Allah, işlerinden iman edip, salih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir vaadetmiştir"(Fetih, 48/29)

Rasulullah ve arkadaşlarının Mekke dönemindeki pratikleri, başarı için başarının altyapısını; hoşa giden bir ekin için ekinin sağlıklı tohumunu oluşturmanın çabası içinde geçmiştir. Yitirilen İslam ümmetini yeniden ihya etmenin ve zinde bir Kur'an neslini yeniden oluşturmanın bilinç ve kararlılığı içinde olan herkesin öncelikle dikkat etmesi gereken husus; Mekke dönemindeki pratiğin içinde ve mücadele zemininde gerçekleştirilen bu örnek Kur'an neslinin oluşumunun seyri, ilkeleri ve kullandığı imkanlar olmalıdır. Sahih bir geleceğe ve verimli bir ekine ulaşmak, sahih bir temeli oluşturmakla mümkündür.

Dipnotlar:

1- Montgomery Watt, Hz. Muhammed'in Mekke'si, s.138, Bilgi Vakfı, 1995- Ankara.

2- (Müzemmil, 73/9)

3- (Fatiha, 1/5)

4- (Nisa, 4/64)

5- (Sebe, 34/50)

6- "Rabb'in senin gecenin geçerim yarısında, daha azında veya fazlasında kalktığını, seninle beraber bulunanlardan bir topluluğun da böyle yaptığını biliyor. Geceyi ve gündüzü takdir eden Allah, sizin onu sayamayacağınızı bildiği için sizi atfetti..." (Müzzemmil, 73/20)

7- (Ahzab, 33/44)

8- (Al-i İmran, 3/164)

9 (Ahzab, 33/44)

10- (Nahl, 16/125)

11- (Furkan, 25/52)

12- (İsra, 17/106)

13- (Furkan, 25/32)

14- (Hacc, 22/78}

15- (Mü'minun, 23/62)

17- (Abese, 80/1-12)

18- (Kehf, 18/28)

19- (Mearic, 70/33)

20- (Kafirun, 109/1-6)

21- (Kasas, 28/55)

22- (Vakıa, 56/8-11)

23- (Fatır, 35/32)

24- (Ankebut, 29/2)

25- (Zümer, 39/10)

26- (Nahl, 16/106)

27- (Şura, 42/39)

28- (Fatiha 1/5)

29- (Şura, 26/214)

30- (Taha, 20/132)

31- (En'am,6/151; İsra, 17/23)

32- (Meryem, 19/42-46)

33- (A'raf, 7/181)

34- (Enfal, 8/65-66)

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR