1. YAZARLAR

  2. Mehmet Demirhan

  3. Körfez'de Maskeli Balo

Körfez'de Maskeli Balo

Ocak 1991A+A-

A. Giriş

Görüntü, imaj ve kelimeler üzerine kurulu bir dünyada yaşıyoruz. 'Görüntüyü kurtarmak', 'iyi bir imaj çizmek' vb. kelimeleri sıkça duyar olduk. Yıllardır İsrail'in zulmüne maruz kalan Filistin halkı için bir şeyler yapıyor görünüp görüntüyü kurtarmaya çalışan Birleşmiş Milletler; iyi bir imaj çizmek için rahat, kendinden emin bir şekilde golf oynayıp balık tutan Bush ve korkusu yüzünden okunan rehine çocuğu seven Saddam; insanlar, şekilden sekile giren insanlar... Her gün televizyon ve basın aracılığıyla izlediğimiz bir maskeli balo. Ne sahici yüzler görebiliyor ne de sahici sözler işitebiliyoruz. Ama gözlerimizde, kulaklarımızda da bir şeyler var galiba. İnsanın gerçeklik hissini aşındıran garip bir oyun oynanıyor.

"Kitle iletişim araçlarıyla, önce bir dünya imajı çiziliyor, ardından da, bu imaj hakkında ne düşünülmesi gerektiği kitlelere empoze ediliyor. Bir başka deyişle, üzerinde düşünülecek dünya da, dünya hakkında düşünülecek şeyler ve düşünme biçimleri de"1 üretilip bize sunuluyor. Nihai olarak olmasa da, hakim söylem genelde insanların dünyayı kavrayış biçimlerini hatta kavradıkları dünyanın sınırlarını belirlemektedir. Genelde bu araçlar vasıtasıyla haberdar olduğumuz dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen bir olay belli süreçlerden geçtikten sonra bize haber olarak ulaşıyor ya da ulaşmıyor.

Bu yazıda elimizden geldiğince Körfez Krizi, Saddam, Amerika ve Bush imajlarını tahlile ve buradan da kitle iletişim araçları ve uluslararası politika arasındaki ilişki üzerine genel bir yaklaşım geliştirmeye gayret edeceğiz. Kamuoyu oluşturmak artık uluslararası politikanın ayrılmaz bir parçası haline geldi. ABD'nin Panama'ya müdahalesi ve Romanya'da naklen gerçekleştirilen devrim(!) bunun en çarpıcı iki örneği. Her iki olay öncesinde de yoğun bir kampanya yürütüldü. Amacımız nasıl sorusuna cevap aramak, olayın mantığını kavramaya çalışmak olacak.

Sanıyorum Körfez Krizi etrafında oluşturulan imajları çözümlemeye geçmeden önce yazıda kullandığımız analitik-kuramsal çerçeveyi kısaca özetlemek yerinde olur: Uluslararası ilişkilerde olduğu gibi kitle iletişim ile uluslararası politika arasındaki münasebette de kurucu öğe güç/iktidar ilişkileridir. Hakim güç ilişkileri bağlantılı bir bilgi alanı oluşturur.2 Buna söylem de diyebiliriz. Söylemin amacı söylem dışı ilişkileri hizaya sokmaktır ve bu işi de deli/akıllı, diktatör/demokrat, sapkın/normal vb. karşıtlıklar oluşturup herhangi bir kişi, şey ya da olayı ya meşru bulup onaylayarak veya gayr-i meşru bulup dışlayarak gerçekleştirmektedir. Böylece kendisini ve kendisini doğuran mevcut iktidar ilişkilerini yeniden üretmektedir.

B. Saddam İmajları

Gerçi Körfez Krizi'nden önce Irak aleyhine belli bir kampanya başlatılmıştı. Cehennem topu, İngiliz casusu Bearzot'un asılması ve su meselesi hatırlanmalıdır. Fakat olayın adı konulmamıştı, sadece belli bir tehlikeden (Irak tehlikesi) söz ediliyordu. Krizin patlak vermesiyle birlikte pandora kutusu açıldı ve türlü türlü imajlar, görüntüler ortalığı kapladı. Bu başlık altında kutudan çıkan Saddam imajlarını tahlil edelim.

i. Donkişot:

Körfez Krizi'nin ilk günlerinde olayın yarattığı şokla basın Saddam'ın yaptığı delilik ve giriştiği işin akıl almazlığı üzerinde durmuştu. Irak gibi bir devletin kalkıp Orta Doğu'da statükoyu alt üst etmesi akıl kârı bir iş değildi. Üstelik Doğu Bloku'nun yelkenleri indirdiği, soğuk savaş döneminin sona erdiği, duvarların yıkıldığı, herkesin barış naraları attığı ve hakim dünya sisteminin gücüne güç kattığı bir dönemde Saddam'ın Kuveyt'i işgal ederek güçlü Batı'nın bölgedeki çıkarlarını tehdit etmesi Donkişotluktan başka ne olabilirdi ki?! Akıllılığın sınırlarını güç ilişkileri belirler. Çocukluk, aptallık ve delilik gibi nitelemelere yoğun bir şekilde maruz kalan Saddam bu sınırların dışındaydı. Aslında bütün bunlar bir tehlike unsuru barındırır. Kibritle oynayan bir çocuk koskoca bir binanın kül olmasına sebep olabilir. Saddam da petrol varilinin üstüne oturmuş ateşle oynuyordu. Öyleyse çocukların terbiye edilmesi, hizaya sokulması gerekir ki istenmeyen şeyler yapmasınlar. Cezalandırma ve dayak hizaya sokma yollarından biridir. Konulmuş kuralları çiğneyen Saddam'ın da hizaya sokulması gerekiyordu.3 Birisinin bu kendini bilmeze haddini bildirmesi lazımdı. Efendiye karşı çıkmanın ne demek olduğunu anlamalıydı. Çünkü hata yapan çocuğu (saldırganı) ödüllendirmek bu hareketi tekrarlamasını getirir ve ayrıca başka çocuklara da kötü örnek olurdu.4 Bu psikolojiden iyi anlayan birine ihtiyaç vardı: Amerika. Bir yılda üç müdahale (Panama, Guatemala, Liberya) ile oldukça deneyimliydi. Bakın Bush bir açıklamasında bu otoritelerini nasıl ifade ediyor: "Hiç kimse, (Körfez'de) kalabilme ve dayanabilme gücümüz ve kararlılığımız konusunda şüpheye kapılmasın... Son gelişmeler dünyada Amerikan önderliğinin yerini hiç bir şeyin alamayacağını göstermiştir."5 Her yerde olduğu gibi Türk basınında da bu konuda şüpheye kapılmayan bir kısım yazar tayfasının köşelerinden savaş tamtamları yükseliyordu: Savaş ama 'barış için savaş'!

ii. Hitler:

Bush "II. Dünya Savaşı'nda saldırgana cesaret verilmesinin faturası çok ağır ödenmiştir"6 derken bir diğer Saddam imajını çiziyordu: Hitler. Yine Bush 15 Ağustos tarihli bir beyanatında Halepçe katliamına atıfla Saddam'ın gaddarlığını ifade ediyordu.7 Kriz sonrası bu açıklamayla Amerika, hem insan haklarına ne kadar saygılı ve duyarlı olduğunu hem de müslümanların Irak yanlısı bir tavır almalarının ne kadar yanlış olacağını göstermek istiyordu.

"Hitler, Saddam benzetmesinde belirginleşen bir diğer boyut da, Batı'nın koyu bir anti-komünist olan Hitler ve Nazizmini Sovyetler Birliği'ne karşı desteklemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bu destek Nazizmin güçlenmesine ve dünyanın başına bela olacak düzeyde silahlanmasına olanak vermiştir. Bu tarihsel hata Saddam'ın Irak ordularını İran'a saldırtması sırasında da tekrarlanmıştır. Sovyetler Birliğinden, ABD'ye, tutucu Arap yönetimlerinden, sosyalist devletlere kadar pek çok siyaset odağı, değişik nedenlerle İran'ın Irak tarafından hırpalanmasını, hizaya sokulmasını istemişlerdir. Bunun sonucunda aşırı dozda beslenen ve savaş tecrübesi olan dev bir askeri güç yaratılmıştır."8

Bu dev askeri güç Batılı devletlerin çıkarlarının tersine işlemeye başlayınca ya da dost kazık atınca Hitler imajının içerdiği bir diğer boyut ortaya çıkıyor. Hitler ifadesinin bizatihi olumsuzluğu bir yana Saddam'ın mutlaka yok edilmesi gerektiği yoksa felakete yol açacağı fikrini de meşrulaştırıyor. Yoksa nasıl Saddam'a karşı açıktan açığa suikast ve darbe planları yapılabilir, nasıl CIA yasadışı Örgütleri açıkça yardıma çağırabilir?! Evet, eğer bütün bunlar insanlık, medeniyet adına insanlık düşmanına (Hitler-Saddam) karşı yapılıyorsa olabilir; oldu da. Bush böylece Saddam'a ve Irak halkına karşı yürütülecek bir savaş için meşruiyet temeli hazırlıyordu. Filistin sorununa seyirci kalan Birleşmiş Milletler de insanlık(!) adına Irak'a karşı güç kullanma kararım onaylıyordu.

Saddam Hitler imajını silmek için boşuna uğraştı ve karşı hamle yaptı. Askeri elbiselerini çıkarıp sivil kıyafete büründü ve korkusu yüzünden okunan rehine bir çocuğu sevmeye kalktı. Bu görüntüler umduğunun tersi bir etkide bulundu tabii. Hakkındaki imajı daha da kuvvetlendirdi.

iii. Don Juan:

Edward Said'in Oryantalizm isimli kitabının İngilizce başkasının kapağında Oryantalist söylemin şehvet dolu Doğu imajını yansıtan ilginç bir resim vardır. Çıplak bir yılan oynatıcısının vücuduna dolanmış kocaman bir yılan. Cinselliğin bundan daha iyi bir sembolü olamazdı. Türk basınında Saddam'ın kadın düşkünü, şehvetli biri olduğu yolunda çıkan haberler imaj yıpratmada kullanılan bir diğer teknik. Buna İtalya'nın çıplak milletvekili Cicciolina'nın Saddam'la barış için aşk yapmaya hazır olduğu önerisi9 eklenirse senaryo tamamlanıyor. Bu haberlerin bizim için ilginç olan yanı bunların Saddam'ın cihat çağrısı yapmasından sonra ortaya çıkması. Doğrusu Saddam'ın cihat çağrılarını müslümanların gözünde gayr-i meşru kılmanın ince bir yolu.

Görüldüğü gibi karşı tarafın imajını yıpratma kamuoyu oluşturmakta kullanılan önemli bir yöntemdir. Yukarıda uluslararası kamuoyunda çizilen Saddam imajlarını irdeledik. Bunun yanında Saddam'ın kendisinin oluşturmaya çalıştığı imajlar da vardır: Arap ulusunun lideri (Nasır'la benzerlik), yiğit Arap, mazlum Filistin halkının savunucusu vb. Fakat Saddam bu imajları tesis edecek ne gerekli güce, ne de araçlara sahipti. Muhtemel bir Körfez Savaşı'ndan önce yapılan ve yapılmakta olan imaj savaşında geride kaldı.

C. ABD/Bush İmajı

Hitler yahudiler, çingeneler ve siyasi muhaliflerini öldürürken İngilizler Almanya ile ticaret yapmaya devam etti. Ancak Polonya'nın işgalinden sonradır ki Hitler bir tehlike olarak görülmeye başlandı. Hitler mevcut güç ilişkilerinden daha fazla pay almak isteyip statükoyu bozunca savaş patlak verdi. Devletler ahlak ilkeleri üzerine kurulu değildir, ama bireyler belli bir ahlak anlayışına sahip oldukları için politikalarında ahlaklı görünmek zorundadırlar. Saddam İran'la savaşa sürüldüğünde ya da Kürtler'i Halepçe'de katlettiğinde uluslararası çıkar dengelerini bozmuyordu, bilakis korumaya çalışıyordu. Ta ki petrol devreye girinceye ya da Amerika'nın ifadesiyle mazlum bir halkın zenginliği gaspedilinceye kadar. Amerika Saddam'ı hırsız olarak göstermekte oldukça başarılı oldu. Saddam'ın Kuveyt'in tarihsel olarak Irak'ın bir parçası olduğu ve Körfez'deki mini-devletlerin emperyalizmin oyunları sonucu ayrı sun'i bir kimlik kazandığı iddiaları fayda vermedi. Saddam gerçek hırsızın emperyalist Batı olduğunu10 ortaya koyamadı.

Devletlerin ahlaklı görünmek, politikalarını bir şekilde kamuoyunda meşru kılmak zorunda olduklarını söylemiştik. Örneğin, BM Güvenlik Konseyi'ne "Filistinlilerin korunması" önerisini getiren Arap müttefiklerini zor durumda bırakmamak için tasarının oylanmasını engelleyen ve daha ileri bir tarihe erteleten ABD'nin 'taktik bir zafer' kazandığı gazete sayfalarında yer aldı.11 Böylece Saddam'ın Filistin sorunu ve bütün işgallerin Körfez Krizi ile birlikte görüşülmesi gerektiği şeklindeki teklifi ile ortaya çıkan çifte standart örtülmüş ve bir şeyler yapılıyor görüntüsü verilmiş oluyordu.

Bu çerçeve içerisinde Bush Avrupa'dan önce davranarak12 hür ve özgür dünyanın sözcülüğünü ve liderliğini ele geçirdi. Medeniyet adına Orta Doğu'ya adalet dağıtıcılığı yapmaya geldi. Sorunun Araplar arasında çözülmesi gerektiği argümanları da olayın bir insanlık meselesi olduğu karşı argümanıyla çürütüldü. Suudi Arabistan'ın çağrısıyla akbaba sürüsü gibi Körfez'e üşüşen Amerikan güçlerinin varlık sebeplerini Bush şöyle açıklıyor: "Mazlum halkların haklarını korumak için buradayız." Oysa herkes biliyor ki, adaletin keskin kılıcı pozlarının gerçek nedeni petroldür.

Politikalarını meşru göstermek için gerekli güç ve araçlara sahip olan Amerika insanlığın kurtarıcısı, hak ve hukukun savunucusu, adaletin keskin kılıcı, mazlum halkların dostu vb. imajları oluşturmada geçmiş deneyimlerinin yardımıyla pek zorlanmadı. Bush, terörist Kaddafi'ye dersini veren Reagan'ın artistik yeteneklerini arattıysa da13 idare etti. Oyunda iyi adam, kahraman rolünü kaptı.

D.Sonuç

Irak'ın Kuveyt'i işgaliyle ortaya çıkan Körfez Krizi dünya egemenlerinin çıkar dengelerini alt üst etti ve sanayi devletlerinin hayati çıkarlarını doğrudan etkiledi.14 Irak'ın, eğer Kuveyt'i ilhakında başarılı olursa, dünya petrol rezervlerinin yüzde kırkını elinde tutacak olması kabul edilemezdi.15 Saddam'ın dev askeri gücü ile Orta Doğu'nun süper gücü haline gelmesi ise Batı'nın bölgedeki çıkarlarını tehdit ediyordu. Bunun için Saddam'ın ortadan kaldırılması ya da askeri gücünün yok edilmesi gerekiyordu.16 Kuralları çiğneyen Saddam'ın cezalandırılması işini ABD üstlendi. Bu olayın reel yönü. Bunları kamuoyu önünde meşrulaştırmak lazımdı. İşte bu noktada söylem devreye girerek deli, diktatör, sapık Saddam ve adaletin keskin kılıcı, mazlum halkların dostu vb. Bush imajlarını üretti. Böylelikle Saddam'ın yaptığı işin gayr-i meşru, hukuka aykırı olduğu ve cezalandırılması gerektiği fikri onaylanmış oldu. Özgürlük bağımsızlık, hukuk gibi ilkeler adına cezalandırılması, yoksa para, petrol adına değil!

Bütün mesele dünyaya kör ve sağır olmamakta, olaylardan haberdar değil yaşananlara şahit olmakta. Bizler şahitler olduğumuzda, bu, maskeli balonun sonu olacaktır.

 

Dipnotlar:

1- Nabi Avcı, Enformatik Cehalet, Rehber Yayıncılık, 1990, s. 170.

2- Michel Foucault, Discipline and Punish: The Birth of Prison, Penguin Books, 1979, s. 27.

3- Güneş, 10 Eylül 1990. "Bush ve Gorbaçov Saddam'ı hizaya getirmede anlaştı."

4- "Saldırganın ödüllendirilmemesi" fikri Bush'un bütün açıklamalarında görülebilir.

5- Güneş, 16 Ağustos 1990.

6- Aynı yerde.

7- Aynı yerde. "Vatandaşlarını zehirli gazlarla öldüren cihad çağrısı yapamaz."

8- Doğu Ergil, Körfez Bunalımı, Gündoğan Yay., 1990, s. 21.

9- Güneş, 22 Ağustos 1990.

10- Bu konuda bkz.: Ahmed Bashir, "The Thief of Baghdad: Saddam or Bush?", The Fronüer Post, 6 Eylül 1990.

11- Milliyet, 30 Kasım 1990.

12- Avrupa'nın Körfez Krizi'nde geç tavır alması ve Amerika'yı izlemesi konusunda bkz. Pierre Lellouche, "Lot Uncle Sam Do it", Newsweek, 24 Eylül 1990, s. 4.

13- Akdoğan Özkan, "Körfez Krizinin Düşündürdükleri ve Semantik", Birikim, Eylül 1990, sayı: 17, s. 57-59.

14- Henry Kissinger, "Bush has passed the point of no return", The Guardian Weekly, 26 Ağustos 1990, s. 8.

15- Güneş, 16 Ağustos 1990.

16- Richard Perle, "How America could lose" U. S. News & World Reporl, 24 Eylül 1990, s. 45. "Amacımız Saddam Hüseyin'in askeri gücünü yok etmek olmalıdır. Başka hiç bir şey fayda vermez. Yönetimin Suudi Arabistan'ı savunmak ve Irak'ın Kuveyt'ten çekilmesini sağlamak gibi hedeflerinden hiç biri Batı'nın çıkarlarını emniyet altına almaz. Ancak Saddam'ı ve savaş makinesini ezerek Orta Doğu'da istikrarlı siyasi bir düzen kurmaya başlayabiliriz."

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR