1. YAZARLAR

  2. Şuayb Mekeç

  3. Körfez Krizi Karşısında Türkiye Müslümanlarının Kimliği

Körfez Krizi Karşısında Türkiye Müslümanlarının Kimliği

Nisan 1991A+A-

İçinde bulunduğumuz coğrafyada Körfez Krizi dolayısıyla sıcak günler yaşadık. Değişik nedenlerin ortaya çıkardığı sonuçlar, bölge halklarıyla egemen güçleri karşı karşıya getirdi. Egemen güçlerin verdikleri rutin kararların ve oluşturdukları ittifakların sonucunda kitle katliamları gerçekleştirildi. Üçüncü dünya savaşı için oluşturulan dev savaş teknolojisinin kabiliyetleri bölgemizde ispatlandı. En genelde bölge ülkelerinin, özelde yerel iktidarların statü ve meşruiyetleri tartışıldı. Kuzey'in efendileriyle Güney'in uşakları ya da bunlara karşı tavır geliştirenler gerçek kimliklerini gösterdiler. Güçsüzlerin tüm dünyanın gözleri önünde, sözde uluslararası hukuk ve insan hakları adına, acımasızca katledilmeleri karşısında, yapay otoritelerin ve tüm değerlerini yitirmiş zavallı destekçilerinin ikiyüzlülükleri bir kez daha su yüzüne çıkmış oldu.

Körfez'de savaşın başlamasından sonra gözler, olayları merakla ve dikkatle takip etmişti. Fakat bu genellikle çok yönlü bir merak, ama tek taraflı bir takipti. Zira emperyalizmin güdümündeki kitle iletişim araçları, savaşı finali belli bir film kurgusu içinde dünya gündemine yansıtıyorlardı. Bölgede yüz binlerce insanın katledilmesi inatla unutturulurken, Saddam'ın diktatörlüğü ön plana çıkartılarak kitle katliamlarına bahane bulundu. Dünya kamuoyunun ezici çoğunluğu, Irak'ın cezalandırılması talebi yönünde şartlandırıldı. Vahşetin derecesini ölçecek gözler, müttefik kuvvetlerin uğradığı kayıplara ve doğal zenginliklerin tahribatına çevrilmişti. On binlerce masum insan müttefik uçaklarının yağdırdığı yüz binlerce ton bombanın altında can verirken, günlerce petrole bulanmış bir karabatak kuşu çevre katliamı olarak tv ekranlarında yer alabiliyordu. Oysa bu aldatmacalara karşı çıkan, uygulanan politikaları protesto eden ve en önemlisi vahşetin malum iğrençliğini ve ahlaksızlığını telin eden görüş ve eylemler uluslararası haber ağında sansüre tabi tutulmuştu.

Körfez krizi ve savaşıyla tüm Ortadoğu halkları, acımasız emperyalist saldırganlığın nasıl iflah olmaz bir bela olduğunu tekrar görmüş oldular. Daha önceki dönemde bilinçlerin şartlandırılmaya çalışıldığı sözde dünya barışı ve insan sevgisine dayalı söylemlerin ardındaki gerçekler artık tüm açıklığıyla görünür hale gelmiştir.

İslami değerlere nispeten bağlı ve saygılı kalabilmiş bölge milleti, ortaya çıkan durumun vahametini kavramaya yönelmiş, güçsüzlüğünün devamının hedef alındığı bu savaşla kendisini ayakta tutacak dinamiklerine sahip olma sürecine girmiştir. Bu sürecin sağlayacağı faydalar bugünü belirleyen faktörlerin bilinmesi ve arka planlarıyla değerlendirilmesine bağlıdır. Kitlelerin siyasi kimliklerinin oluşabilmesi ancak İslami değerlerle kurulacak sıkı bağlarla sağlanacaktır. Bu bağlamda mevcut sorunların ve dayatılan engellerin ortadan kaldırılmasına yönelik çabaların fayda sağlayabilmesi için İslam'ın şaşmaz doğrularının kaynağı Kur'an'a giden yollar açılmalıdır. Şüphesiz İslam'ın evrensel mesajının ve Tevhidi yükümlülüklerinin kavranılması ve ifade edilmesinin yegane kaynağı Kur'an'dır.

Krizin savaş halini aldığı andan itibaren bölge üzerinde bu söylenenlere matuf, örneklerini verebileceğimiz yaygın kitlesel faaliyetler gözlenmiştir. Bu hareketlilik ortamı Müslümanların kimliklerini ifade etmeleri açısından bölgede gelişmeler gösteren mevzi oluşumların önemli bir dönüm noktasını teşkil etmektedir. Bir anda yaygınlık arzeden eylemlerin nitelik açısından ortaya çıkardığı en önemli yan, Müslümanların ulusal, bölgeci ve bu türden yapay karakterlerden sıyrılma eğilimi göstermiş olmalarıdır.

Körfez krizi karşısında Türkiyeli muvahhid, inkılapçı Müslümanlar, zulme uğrayan kardeşlerinin acılarını paylaştıklarını ve zalim küfür güçlerinin bölgede oluşturacakları yeni dünya düzenini asla tanımayacaklarını eylemleriyle ortaya koydular. Bu eylemlerde ve yayınladıkları bildirilerde, bölge halklarına yönelik vahşi saldırıları gerçekleştiren müttefik güçler ve onların dalkavukluğunu yapan iktidarlar kınanmış, yapılan zulmün haklı olduğu yargısına utanmadan fetva veren düzenbaz din adamları ve kurumlar protesto edilmiştir. Dağıtılan bildirilerle, Müslümanların kutsal beldelerini avuçlarında tutmak isteyen emperyalist haçlı sürülerinin sömürgeci planları ifşa edilerek Müslüman kitleler tavır bütünlüğüne davet edilmiştir. Müslüman kitleler cuma namazlarından sonra meydanlarda ABD'yi, İsrail'i ve Suudi rejimini lanetliyerek bilinçli tutumlarını gösterdiler. Ayrıca bu olay karşısında Müslümanların bilinci konuya tekabül eden Kur'an ayetleriyle aydınlatıldı ve kitleler üzerindeki gelenekçi, uzlaşmacı, Rabıtacı, Amerikancı din anlayışının tasallutu büyük ölçüde kırılmaya çalışıldı.

Mevcut iktidar özellikle Müslüman kitlelerin gündemini belirlemeye başlayan Cuma eylemlerinden çekinmiş, çok sıkı polisiye tedbirler almıştır. T.C.'nin başbakanı, bakanları, din adamları TV ekranlarına çıkarak gündemi yatıştırmaya çalışmışlardır. Düne kadar şeyhliklerle, Rabıta ile iyi ilişkiler içinde olan bir parti, kitlesinin İslami duyarlılığı karşısında bu ilişkilerini yeniden gözden geçirmek ve dondurmak durumunda kalmıştır.

Türkiye'de ABD ve yandaşlarına hizmet eden ve onların Irak'ı imha etmelerinde kendi topraklarındaki üsleri kullanıma açarak lojistik destek veren mevcut yönetime karşı en büyük kitlesel tepki Müslümanlardan gelmiştir. Bölgede konuşlanan haçlı ittifakını, destekleyen ve bu bağlamda üstüne düşen görevlerini eksiksiz olarak yerine getiren mevcut iktidar, karşısında en ciddi biçimde Müslümanları görmüştür, İstanbul, Kayseri, Urfa, Batman, Bingöl gibi ülkenin bir çok yerinde Cuma ibadetlerinin gerçek fonksiyonlarını görmek mümkün olmuştur. Hükümet kuvvetlerinin tüm engellemelerine rağmen, yapılan eylemlerde ABD ve İsrail bayrakları yakılmış, Türkiye'nin ABD ve İsrail saflarında savaşa katılmasına karşı çıkılmış, işbirlikçi rejimler ve özellikle Suudi-Amerika lanetlenmiştir.

Bu eylemler duyarlı Müslümanların ortak katılımıyla yapılmış ve Türkiye'deki İslami mücadele tarihinde müslümanlar ilk defa bu denli yoğun ve katılımcı bir şekilde anti-emperyalist ve anti-Amerikancı kimliklerini ortaya koymuşlardır. Türkiye'deki tevhidi mücadele sürecinin yeniliğini ve Müslümanların tarihinde kara leke gibi duran Taksim Kanlı Pazar olaylarını hatırlayacak olursak, kısa zamanda ulaşılan çizginin ne kadar anlamlı olduğu görülecektir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR