1. YAZARLAR

  2. Mehmet Demirhan

  3. Kitle İletişim ve İktidar

Kitle İletişim ve İktidar

Haziran 1990A+A-

"Ey iman edenler, eğer bir fasık size bir haberle gelirse onu etraflıca araştırın. Yoksa bilmeyerek bir topluluğa karşı kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz." (Hucurat, 6)

GİRİŞ

Günümüz toplumları farklı şekillerde tanımlanmaktadır: Kapitalist toplum (K. Marks), sanayi-ötesi toplum (D. Bell), bürokratik tüketim toplumu, vb. Fakat değişen tanımlamalar iktidar ilişkilerinin gerçek niteliğinde ve yapısında bir değişmeye işaret etmiyor. Modern toplum, insanın ve doğanın sınırsız sömürüsü üzerine kurulu. Düzeni her şeyin sömürüsü üzerine kuranlar, bu sistemin böylece devam etmesini arzulamaktadırlar. Ya yaptıklarına meşru sebepler bulmaya tenezzül etmezler (ABD'nin Libya'yı bombalaması, İsrail'in Tunus'ta FKÖ kampını bombalaması) ya da üniversitelerde, çeşitli araştırma kurumlarında üretilen, düzenin meşruiyetini ve haklılaştırılmasını sağlayacak bilgileri örtük biçimde kitle iletişim kurum ve kuruluşları vasıtasıyla geniş halk kitlelerine aktarırlar (TV GAP). Gerçekte yapılan mevcut ilişkilerin gerçek niteliğinin gizlenmesi ve bunun sonucu bir çarpık iletişim sürecidir. 'Küfr' 'örtmek' anlamına gelir. Hakim sistem 'örtme', 'çarpıtma' mantığı ile hareket eder.

Kitle iletişim olgusu sistemin meşruiyet mekanizmalarını anlamak, kandırılmamak ve her şeyden önemlisi adaletsiz davranmamak için çözümlememiz gereken bir konu. Toplumsal bilinci (ideolojiyi) bireye aktarmada kullanılan bu araçların kullanımı, kullanımın niteliği ve iktidar ilişkileri ile bağıntısını açığa çıkarmak gerekiyor.

Konunun anlaşılmasına kolaylık sağlayacak bir kaç kavram var: iletişim, kitle iletişim ve iktidar, iletişim, iki kişi arasında, bir anlamın ya da mesajın farklı yollarla (sözel, görsel, yazılı vd.) aktarılması süreci olarak tanımlanabilir. Bu süreç ikili bir ilişkiyi gerektirir. Kitle iletişim, bir anlamın tek merkezden ve tek yönlü olarak çeşitli araçlarla kitleye aktarımıdır. İnsanın araçla ilişkisi tek yönlüdür.

İktidar genelde dar kapsamıyla anlaşılıyor, iktidardaki parti ile siyasal iktidar bir tutulur hale gelmiştir. Oysa iktidar, kurumsal ve yapısal yönü olmakla birlikte, hayatımızın her alanına girmiş karmaşık bir ağdır. Yolda yürürken gördüğümüz Cola reklamından evimizdeki televizyona; motosikleti ya da arabasıyla hava atan gençten, Azerbaycan'ın işgaline; temiz, bakımlı köpeğini sabah yürüyüşüne çıkaran havalı hanımdan, Filistin'in içler acısı durumuna; liste başı pop şarkılardan liste başı özgün(!) müziğe kadar iktidar her yerdedir, "İktidar her yerde hazır ve nazırdır."1 Bu ifade abartılı olmakla birlikte iktidarın görünen (iktidardaki parti) kısmı yanında bir de ancak kavranılabilir yanı olduğunu göstermesi bakımından dikkate değer. Buna iktidarın mikro-politikaları ya da iktidarın kılcal damarları da diyebiliriz. Kitle iletişim bunların en önemlilerinden biridir.

Kitle iletişim araçlarını: TV-Radyo (dizi film, reklamlar, haberler, eğlence programları, çizgi film), basın-yayın (kitap, dergi, gazete, çizgi roman), sinema, tiyatro, okul, sokak, stadyum vb. olarak sınıflandırabiliriz. İktidar ilişkileri bu araçlara dışsal bir konumda değildir, onların içindedir. Her birinin iletişimde ayrı bir teknik kullandığı bu araçlar özünde aynı işlevi görmekte, aynı amacı taşımaktadır: Sistemin meşrulaştırılması. (Şunu da hatırlatmakta yarar var ki, kitle iletişim/iktidar ilişkisi mutlak bir ilişki olarak anlaşılmamalıdır.)

DİL

Dil, iktidar ilişkilerinin örtük biçimde var olduğu bir alandır. İnsanların kullandıkları dil onların yaşam biçimlerinin taşıyıcısıdır. Sınıflama, ayırma ve dışlama mekanizmaları dilin içinde mevcuttur. Bu alanın içine yapılacak müdahale veya bu alandan dışarı çıkarmalar iç bütünlüğü bozar. Bir örnekle açmaya çalışalım. Bugün yaygın olarak kullanılan oryantalist bir adlandırma olan 'İslamcı(lık)' kavramı oldukça çarpıcı bir örnek. Bu adlandırma müslümanlara ait değil ve bizim hareket alanımızı sınırlandırarak belli bir alana, politik düzey, hapsediyor. Mekanizma bizi İslamcı olarak sınıflarken, geleneksel müslüman kesimden ayırıyor ve dışarıda bırakıyor. Oysa biz onlarla bağımızı korumak zorundayız. Peki, bu kavramın kullandığımız dilin içine sızmasının ardındaki nedenler neler? Kendi kendimizi tanımlama gücüne sahip olamadığımızı düşünürsek önemli nedenler olmalı. Üstelik Rabbimiz bize Müslüman adını uygun bulmuşken. Kullandığımız dil, yaşam biçimimizin taşıyıcısı olmadıkça belirlenilmekten kurtulamayacağız. İktidarın, kullandığımız dile müdahale etmesine, onu bozmasına izin vermemeliyiz.

Şimdi araçlarla ilgili teknik açıklamalara girmeden bazılarını tek tek ele alıp örneklendirelim:

EVİMİZDEKİ İKTİDAR: TELEVİZYON

"Çağdaş toplum, kendisine başkaldırma eğilimi gösteren merkezkaç güçlerini, eski toplumsal yapılar gibi kaba kuvvet kullanarak değil; bir yandan teknolojik etkinliği, bir yandan da "hayat standardı"nı yükselterek hizaya getiriyor. İşte bu "hizaya getirme" operasyonunda, yani muhtemel merkezkaç güçlerinin yerleşik toplum yapısı tarafından özümsenmesi işinde en büyük rolü kitle iletişim araçları -ve galiba en çok da televizyon- oynuyor."2 Televizyon uluslararası planda da büyük öneme sahip. Sovyetler, Azerbaycan'a girdiklerinde ilk yaptıkları iş Azerbaycan TV'sini bombalamak olmuştu. Kendi kendini temsil etme imkanı ve dünyayla bağlantı kurması engellenmişti. Uluslararası iletişim tekeli temsil edecektir onları artık!

Televizyon müthiş bir statüye sahiptir. Eğer bir şey TV'de haber olmuşsa bu önemli bir olaydır ya da herhangi bir konuda TV'de bir şey söylenmişse o doğrudur. Söylediklerinin doğruluğunu onun TV'de yayınlanması ile haklılaştıran insanlara rastlamaktayız.

A) Hodri Meydan (Uğur Dündar)

Hodri Meydan son zamanlarda epey ilgi toplayan TV programlarından biri. Genelde sistem içinde karşılaşılan problemler gündeme getiriliyor. Bir konu ele alınıyor, çözülmeden ya da çözüldüğü izlenimi verilmeden bırakılmıyor. Uğur Dündar insanlara güven veren, kendinden emin, cesur ve dakik görüntüsüyle sistem içi çelişkilerin çözülebileceği hissini veriyor. Televizyon demokrasinin yeni kılıcı, Uğur Dündar da tam bir halk ve demokrasi kahramanı görünümünde. Otobüste iki kişi konuşurken biri diğerine şöyle diyor: "Türkiye'de 10 tane Uğur Dündar olsa, bu ülkenin her problemi çözülür." Demek ki, Uğur Dündar insanlara ele aldığı problemleri bitirdiği, çözdüğü, sistemi kötü adamlardan temizlediği intibaını veriyor. Aslında Hodri Meydan yayına fonda bir kovboy müziği ve kovboy elbiseleri giymiş, elinde silah (kamera) kötü adamları kovalayan Uğur Dündar görüntüsüyle başlasa daha ilgi çekici olurdu.

B) Yaşar Nuri Öztürk

Televizyon'da görmeye alıştığımız, adeta demirbaş haline gelen Yaşar Nuri Öztürk TV'nin kullanım niteliğine başka bir örnek. Yaşar Nuri konuşurken takındığı oturaklı, kendinden emin ve dolu konuşmalarıyla izleyiciye İslam konusunda otorite olduğu izlenimini veriyor. Devletin bir İslamizasyon politikası uygulayıp uygulamadığı tartışılabilir, fakat Yaşar Nuri'nin İslam'ı hizaya getirdiği, ortama uygun hale soktuğu kesin. En önemlisi de, TV'nin İnanç Dünyası, İslam ve Toplum ve çeşitli açık oturumlarla İslam konusunda başvurulan mevki haline gelmesidir.

C) TV-GAP

Bu konuyu tartışmak için yeterince vakit geçmedi, fakat yine de bazı şeyler söylenebilir zannediyorum. Devlet, Güney Doğu problemini uzun vadede halkı sisteme entegre ederek çözmeyi planlıyor. Bunun en bariz göstergesi TV-GAP'ın yayına girmesi. TV, Güney Doğu'da mesajın kendisidir ve devletin gücünü simgelemektedir. TV'nin oradaki sonuçlarını uzun vadede göreceğiz.

REKLAMLAR

Reklamlar yalnızca bir metanın değil, aynı zamanda bir yaşam tarzının da satın alınabileceğini göstermektedir. Metanın yanında yaşam tarzı da tüketiciye sunulur. Reklamda önemli olan cazip bir görüntü oluşturmaktır. Tabii reklamların en iyi malzemesi kadın olmaktadır. Bir otomobilin sürati, bir motor yağının kayganlığı, bir aynanın berraklığı, sabunun duruluğu, baharın güzelliği, meyve suyunun tadı, yatağın yumuşaklığı vb. ile kadın arasında anlam transferi yapılarak meta tanıtılır.

Reklam bütün ilişkilerin pazara geri dönmesini, alınıp satılabilen bir metaya dönüşmesini sağlar. "...Günümüzde tüm arzular, projeler, zorunluluklar, tutkular ve ilişkiler satılabilmek ve tüketilebilmek için göstergeler ve nesnelere dönüşmektedir."3 Kutsal şeyler reklamda kullanılarak satılan malın kutsallığı sağlanır. Sanat, siyaset, felsefe, din reklamlarla metalaştırılır. Artık bunların doğruluk değerlerinden değil, değişim değerlerinden söz edilebilir. Sizin için büyük anlam ifade eden bir kavram, bir reklamın sloganı olduğunda artık onun içi boşaltılmış, kuru bir nesneye dönüşmüş olur. Bütün bunlar toplumu koskocaman bir "vitrin"e4 dönüştürmekte, ilişkileri seyirlik hale getirmektedir.

A) Vakıfbank Reklamı

İki erkek kardeş oturmuş geleceklerini konuşuyorlar. Yaşlarına göre çok kalın sesleri, iri çerçeveli gözlükleri ve şık giyimleriyle geleceğin işadamları görünümündeler. Babaları onlara Vakıf Altın almaktadır ve okulu bitirdiklerinde onların sermayesi olacaktır bunlar. Fakat hayalleri babalarının sesiyle kesilir. Baba, kucağında ufak kızıyla gelir. Kızın elinde bir Vakıf Altın vardır, iki erkek kardeş kız kardeşlerine hoşgeldin ortak derler. (Daha sonra iki erkek kardeşin sesleri inceltildi. Herhalde reklamın iticiliğinin farkına geç vardılar.)

Burada aile ilişkilerinin nasıl bozulduğunu görüyoruz: Kızkardeş ortak olarak bir değere sahiptir. Çocukların kalın sesleri ise paracı mantığın5 kabalığından ileri geliyor.

B) Vakko Reklamı

Vakko'nun bir reklamının sloganı "Değişmeyen tek şey değişim" idi. İnsanın bu reklam üzerinde biraz durup düşünmesi gerekiyor. Marksist terminolojiye ait olan bu ifade nasıl olup da bir reklam sloganı oluyor, nasıl olup da bir meta haline dönüşüyor? Herhalde şöyle düşünüyorsunuz: Reklamcı olan eski bir solcunun işi bu.

C) Ramazan Reklamları

Ramazan ayı geldiğinde gazetelerde müthiş bir değişiklik gözlenir. Kuponla Kur'an-ı Kerim verenler, İslam'ın doğuşunu anlatanlar, Peygamber (s)'in hayatını yazanlar vb. ortalığı kaplar. Paracı mantık iyi bir fırsat yakalamış, halkı nasıl dolandıracağını, nasıl sömüreceğini anlamıştır. Fakat burada önemli olan dinin pazarlanması, alınıp satılabilir bir metaya dönüştürülmesidir. Ne yazık ki, bunu sadece laik basın yapmıyor. İslami gazetecilik(!) yapanlar da aynı akıntıya kendilerini kaptırıyorlar.

ÇİZGİ-ROMAN! ÇİZGİ-FİLM

Çizgi-roman ve filmler belli bir ifade biçimidir. Belli bir ifade biçimi olarak kendi alanları vardır: Bilinç alanı. Bu alanda iyi/kötü tiplemelerinin, konunun temasının, maceranın geçtiği yerin seçimi çok önemlidir. Psikolojik bulgular çizgi-roman ve filmlerinin şekillenişinde önemli yer tutar. İletilecek mesajın bilinç alanında bırakacağı iz mesajın sunuluşuyla bağlantılıdır.

Çizgi-roman ve çizgi-filmlerin diğer bir özelliği de sistemin çözemediği problemlerin ya geçmişe ya da geleceğe göndermeyle, bunların şimdinin sorunları olmadığı temasım işlemesidir.

A) He-Man

"Gölgelerin gücü adına savaşmak..." He-Man'in gücü kendinden değil, kendisine gölgeler (kainatın hakimleri) tarafından verilen güçten kaynaklanmaktadır ve bu gücü gölgeler şatosunu korumak için kullanmaktadır. Bu sırrı çok az kişi bilmektedir (General, Büyücü ve Orko). Kötü tiplemesi İskeletor çok iyi bir seçim. Sonuçta üstün bir güç tarafından verilmiş güç ve seçilmiş insanlar düzeni sağlamaktadırlar.

Çocukların kafasına yerleştirilen gölgelerin gücü adına savaşma fikri onların bağımlı kişiliklere sahip olmalarına yönelik bir eğilim sunuyor.

B) Vak-Vak Amca

Vak-Vak, kapitalizmin temellerinin aşılanması için bir okul görevi görüyor (teyzesinin evini temizleyen Vak-Vak yeğenler, teyzelerinden para alırlar). Toplumsal çelişkileri etkisizleştirme ve önemsiz gösterme önemli bir tema. (Gösteri yapan bir gruba, Vak-Vak gelip soğuk limonata içmeleri için bağırır ve herkes eylemi bırakıp gelir, limonata içer.) Sömürgeci mantık Vak-Vak maceralarında ön plandadır.

C) Teksas-Tommiks Türü

Hemen herkes çocukluğunda bu tür macera kitapları okumuştur. Kazandığımız şey nedir? Bilinçaltımıza işlemiş kaka, kötü, yamyam Kızılderili ve cesur, iyi, medeni Kovboy imajlarıdır. Bu yanlış bilinçlendirmeye güzel bir örnek. Büyüyünce insan Amerika'nın yaptığı kovboyluklara hayranlıkla bakabiliyor. Çünkü çocukluktan itibaren iyi/kötü tiplemeleri kafamızda yer ediyor.

BASIN

Demokrasilerde basının halkın iktidarı denetlemesinin bir aracı olduğu görüşü yaygındır. Basın halkı iktidara karşı koruyacak ve onun haklarını savunacaktır. Gerçekte ise basının iktidar ilişkilerinden pay alma savaşında olduğunu görüyoruz. Değişen iktidar stratejilerine göre basın görüntüsünü değiştirmektedir. 12 Eylül'ü gerçekleştirenlere alkış tutanlar, şimdi onları karalama kampanyası içine girdiler. Fakat değişmeyen bir gerçek Türkiye'de basının her zaman resmi ideolojinin yanında olduğudur. Laik, batıcı resmi ideolojiyi yeniden üreterek kitlelere sunmaktadır. Halkın istemini dile getirmekten çok, egemen söyleme uygun olarak halkı biçimlendirmeye çalışmaktadır. Zaman zaman patlak veren irtica kampanyaları iktidar ilişkilerinden pay alan kimi kesimlerin huzursuzluğunu gündeme getirmektedir. Başörtüsü olaylarında basının gösterdiği tavır ise resmi ideolojinin savunucusu rolüne uygun düşmektedir.

80 sonrası patlak veren 'boyalı basın' furyasında, Sabah ve Tan 700 bin tiraja ulaşmıştı. 'Kışkırtılan cinsellik' toplumun depolitizasyonu için iyi bir malzemeydi.

Uluslararası düzlemde basın sömüren, zulmeden güçlere karşı haklarını arayan insanları ve halkları asi/terörist olarak damgalama görevini üstlenmiştir. Amerika'nın Libya'yı bombalaması olayında basın Kaddafi'yi Amerika'ya kafa tutan bir asi/terörist olarak sundu ve olayın meşrulaştırılmasını sağladı.

SONUÇ

Bütün bunların ışığı altında, iktidarın mikro-politika taşıyıcısı olan ve onaylayan, boyun eğici kültürü yaygınlaştırmakta, ilişkilerin gerçek niteliğini örtme ve çarpıtmada kullanılan kitle iletişim araçları bireyi kendine yabancılaştırmakta ve sisteme tutsak etmektedir. Bütün yönleriyle küfr sisteminin eleştirisini yapmak ve küfrü somutlaştırmak zorundayız. Kitle iletişim vasıtasıyla sundukları cicili bicili görüntülerinin ardında zulmedenlerin maskesini düşürmek için:

"GÖLGELERİN GÜCÜ ADINA" YAŞAMAYA HAYIR!

 

Dipnotlar:

1- Michel Foucault, Cinselliğin Tarihi 1, APA Yay., 1986, s. 99.

2- Nabi Avcı, Enformatik Cehalet, Rehber Yay., 1990, s. 31.

3- Aktaran: Oğuz Adanır, Türk Sinemasında ve Türk Toplumsal Yaşamında İçerik Sorunu, Defter, sayı: 9, Nisan-Mayıs 1989, s. 125.

4- Nurdan Gürbilek, Defter Dergisi.

5- Bkz. Jules Henry, Bir Felsefe Sistemi Olarak Reklamcılık, Çıdam Yayınları, 1989

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR