1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. Kesintisiz Zulüm Düzenine Karşı Kesintisizce Karşı Koyalım!

Kesintisiz Zulüm Düzenine Karşı Kesintisizce Karşı Koyalım!

Ağustos 1997A+A-

8 yıllık zorunlu temel eğitim tartışması düzenin ne kadar dayatmacılık, zorbalık ve aynı zamanda da çürük temeller üzerine oturmakta olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Devlet müfredatından, öğretmenine kadar her şeyini belirlediği, tümüyle denetimi altında tuttuğu İmam Hatipler'den yetişen öğrencilerden açıkça korkmuştur. Toplam eğitim alanının küçük bir yüzdesine tekabül eden bu okullardan yetişen öğrencileri ciddi bir tehlike olarak addeden devletin çözüm programı ise her zamanki ceberrut anlayışı doğrultusunda tezahür etmiştir: İmam Hatip okullarını kapatmak.

Emir-komuta içinde gerçekleştirilmeye çalışılan bu programa toplumun ikna edilmesi işlemi için ise bir işbölümünün yapıldığı görülmektedir. Bir yandan siyasiler yalanla, demogojiyle, aldatmayla toplumu tepkisizleştirmeye çalışırken, diğer taraftan silahlı bürokrasi gücü ve uzun bir süredir bu gücün bültenine dönüşen medya ise tehditle, gözdağıyla toplumu sindirmeyi, korkutmayı hedeflemektedir.

Mevcut hükümetin kendisi bizatihi bir aldatmaca nesnesidir ve adeta bir yalan üretme makinası gibi işlemektedir. Bunun görülmesi için hükümet sorumlularının çeşitli konulardaki açıklamaları ve uygulamaları yeter de artar bile: Tank desteğinde kurulan bu hükümet Türkiye'de demokrasinin bir zaferi olmuştur! Yapılan fahiş zamların amacı enflasyonu düşürmektir! Güneydoğu'da sürdürülen savaş ve askeri alımlar için ordunun bütçeden talep ettiği tahsisatlara, tüm kısıtlamaların kaldırılması ve para musluklarının ordu için tümüyle açılması, hükümetin kamu açıklarının süratle kapatılması konusundaki kararlılığının bir göstergesidir! Meydanlarda askeri birliklerin konuşlandırılmaları, cami çevrelerini polisin çepeçevre kuşatması ülkede gerginliğin sona ermesinin bir sonucudur!

Anasol hükümeti bu "inandırıcı ve tutarlı" tutumunu 8 yıl meselesinde de aynen ortaya koymuştur. Başbakan Mesut Yılmaz'ın geçen dönemde zorunlu eğitimin 5+3 şeklinde uygulanması için partisi adına Meclis'e verilen tekliflerinin; Anayol hükümeti döneminde, Meclis'te zorunlu eğitim konusunda yaptığı bir konuşma sırasında Baykal ile aralarında geçen tartışmayı ve o tartışmada ağzından çıkan "biz sizinle bu konuda asla anlaşamayız" sözlerinin; Rize'de bir yerel televizyona verdiği demeçte İmam Hatip okulları ile ilgili hamasi ifadelerinin üzerinden anlaşılan tank geçmiş.

Şimdi Mesut Yılmaz ne diyor? 8 yıllık kesintisiz eğitim Cumhuriyet tarihinin en büyük reformu imiş! Öyleyse niçin içine sinmiyordu? "Benim de içime sinmiyor" lafının ardından gerçekleşen MGK Genel Sekreteri'ni ziyareti, tüm sindirim sorununu çözmüş demek ki! Hem öyle bir çözmüş ki, gece yarısı toplanan kabine sabaha kadar olduğu yerde mıhlanıp bu işi bitirmeden bir yere ayrılamıyor.

8 yıl meselesi ile ilgili olarak düzen güçleri demogojiden de geri kalmıyorlar. Neymiş; 11 yaşındaki çocuklar ailelerinin telkiniyle karşılaşıp, ileride istemeyecekleri bir eğitimi almak zorunda kalmamalıymış; yönlendirme 8 yıllık temel eğitimin sonunda yapılmalıymış! Ailelerin çocuklarını yönlendirmesine karşı çıkanların özgürlükçülüğünü sevsinler. Sanki daha ana okulundan itibaren körpecik beyinlere köhnemiş resmi ideolojinin kalıplarını militer bir söylemle empoze edenler kendileri değilmiş gibi.

Sık sık çocuk kandırırcasına gündeme gelen "kim diyor İmam Hatipler kapatılıyor diye, isteyen 8 yıldan sonra gitsin, dinini öğrensin" sözleri de bu demogojik yaklaşımın bir başka örneği. Sen evin suyunu, elektriğini kes, yolunu kapat, ama "kapı açık, isteyen gidip otursun" yüzsüzlüğünden de geri kalma. Yine "bu mesele eğitim meselesidir, siyasi polemik konusu yapmayalım" laflan da aynı demogogların bolca başvurdukları masallardan...

Eğer mesele siyasi değilse, MGK'nın bu işle ilgisi ne? Mesut Yılmaz'ın "bu iş gerçekleşmezse hükümet gider, ardından daha büyük baskılar gelir" diyerek halka açıkça sopayı hatırlatmasındaki hikmet, eğitim seferberliğinin önemine işaret mi sayılmalı?

Bu mesele tepeden tırnağa siyasi bir meseledir. Her kesim, her parti, her anlayış, sahip olduğu siyasi yaklaşım doğrultusunda tavır almıştır. Daha önemlisi halk da konunun siyasi boyutunu kavramış ve buna göre tavrını belirlemiştir. Beyazıt'ta başlayıp Türkiye'nin her bir yanına yayılan tepkiler, müslüman halkın duyarlılığını yansıtmaktadır. Bu duyarlılığı eğitim reformu, 2000 projesi vb. ucuz yollu kandırmacalarla köreltemezler. Darbe tehditleri ile, göz altılarla, hapislerle söz konusu duyarlılığın bastırılması mümkün değildir. Şiddet politikalarıyla düzen belki kitleleri korkutup geri adım attırabilir ama tepkileri yok edemez. Kitlenin biriken tepki ve öfkesini, bulabildiği her fırsatta düzeni rahatsız edecek şekilde ortaya koyacağı kesindir.

Düzenin hiçbir haklı ve mantıki gerekçeye dayanmaksızın, sadece ve sadece İslam karşıtı kimliğinin bir yansıması olarak İmam Hatip okullarına karşı açtığı savaşın müslüman kamuoyunda yol açtığı infiali iyi değerlendirmek gerekir. Yaklaşık bir yıllık RP'li hükümet döneminde daha çok psikolojik nedenlerle kitlenin geneline hakim olan suskunluk, suçluluk ve adeta zillet halinden silkinilmiş olması, olumlu bir gelişmedir. Müslüman kamuoyu egemenlerin kendisine biçtiği zinciri kırma yolunda yeterli olmasa da, bir adım atmıştır. Bu adımlara hız ve içerik kazandırılması gerekir. Bunu ise ancak, düzene karşı devrimci bir anlayış ve tutum geliştirebilen açık bir İslami kimlik sahibi müslümanlar yapabilir.

RP'nin ve RP ile organik ilişkiler içinde bulunan kesimlerin bu tartışmada müslüman kamuoyuna söyleyebilecek fazla bir şeyleri yoktur. Medyanın yalanlarının aksine halkın yükselen tepkisini yönlendirme konusunda RP'nin ciddi bir etkisi olmamıştır. Medyanın 8 yıl dayatmasına karşı gelişen eylemleri RP'ye yamamakla asıl yapmaya çalıştığı şeyin RP'nin kapatılma davasında RP aleyhine zemin oluşturmak olduğu anlaşılmaktadır. RP organize bir güç olarak şimdiye kadar hangi düzen karşıtı eylemlilik içinde yer almıştır ki, şimdi yer alsın?

Yine sözde İmam Hatip okullarının temsilcisi sıfatıyla ortada dolaşan çeşitli dernek ve vakıfların yaptıkları da tartışılmayı hak etmektedir. Her fırsatta gündeme getirdikleri provokasyon söylemi ve sokak fobisiyle kendilerinin organize ettikleri silik ve içeriksiz eylemler dışında, yapılan her şeye kuşkuyla yaklaşan ve kamuoyunda kuşku uyandırmaya çalışan bu insanlar bu hakkı nereden almaktadırlar? İşi iyice kimliksiz bir hale getirip Adnan Menderes'in, Özal'ın "şefaatine sığınmaya vardıran bu insanlar müslüman kamuoyunda bir bilinç kirlenmesine, ahlaki bir yozlaşmaya ve pragmatizme kapı aralamaktadırlar. Bu sözde temsilciler daha önce Sultanahmet mitinginde sergilenen bayraklı, Atatürklü vatan-millet söylemleriyle kitlede düzenle hesaplaşma, düzene karşı tavır geliştirme duyarlılığının törpülenmesi sonucunu doğurabilecek bir anlayışı yaygınlaştırma yanlışının da sahipleridirler. Ve bu yanlışı bugün de devam ettirmeye çalışmaktadırlar. Niçin? İmam Hatipler kapanmasın diye. Müslümanların ilkesi "ne pahasına olursa olsun İmam Hatipler kapanmasın" olabilir mi? İmam Hatipler'in kapanmaması için mücadele-edelim, elimizden gelen her şeyi yapalım. Ama bunu İslami kimliğimizden tavizler vererek yapamayız. Kimliğimizden tavizler pahasına İmam Hatipler'i korumak diye bir amacımız olamaz. Zaten İmam Hatipler'in kapatılmamasını niçin istiyoruz ki? İslami kimliğimizi koruyalım, geliştirelim, yaygınlaştıralım diye değil mi?

İmam Hatip okulları çok partili döneme geçiş aşamasında açıldıkları tarihten beri Türkiye gündeminde hep tartışılagelmiştir. Laik dikta yönetiminin doğrudan işlerlik kazandığı askeri müdahaleler ve vesayet dönemlerinde daha yoğun olmak üzere hep gündemde kalmıştır. Sürekli egemenleri rahatsız etmiştir. Ve hiçbir zaman İHL tartışması bir eğitim meselesi olarak da tartışılmamıştır. Sorunun özünde siyaset vardır; sorun siyasi bir sorundur; sorun bir düzen sorunudur, Müslüman kamuoyu da bu sorunu siyasi bir zemine oturtmak ve konuya bu perspektiften bakmak zorundadır. Anadolu'nun müstezaf ve mazlum halkının, düzenin öne çıkarttığı binbir engeli aşarak, türlü fedakârlıklarla inşa ettirdiği bu okulların saçma sapan gerekçeler ileri sürülerek kapatılması girişiminin temelinde yatan mantığın, düzenin İslam'la, İslami gelişim ile savaş mantığı olduğu; kesintisiz eğitim adı altında kesintisiz zulüm düzeninin takviye edilmek istendiği görülmelidir.

Aslında, İmam Hatip okullarını kapatmaya çalışmakla, geleceğine yönelik büyük bir potansiyel tehlikeyi bertaraf edeceğini sanması, düzenin züğürt tesellisinden başka bir şey değildir. Düzen, ülkenin tüm çocuklarının beyinlerini içi geçmiş resmi ideolojisiyle yıllarca yıkamaya çalışıyor da ne elde edebiliyor ki? Sonuçta İmam Hatipler olmasa dahi toplumun tabanından yükselen İslami gelişim bir şekilde kendi kanallarını oluşturmayı sürdürecek ve halkın kendisi "öncelikli tehdit öğesi" olma konumunu yine koruyacaktır.

Ama şu var ki, İmam Hatip okulları tartışması oldukça yoğun bir simgesel boyut kazanmış ve derin bir saflaşma yaratmıştır. Dolayısıyla bu saflaşmada düzen güçlerinin elde edebilecekleri galibiyet; bu okulların yitirilmesinin getireceği somut kayıplardan daha fazla, müslüman kamuoyunda yol açabileceği psikolojik mağlubiyet açısından tehlikelidir. Müslüman kamuoyunda ciddi bir moral bozukluğu ve yenilgi duygusunun yaygınlaşmasına yol açma riski söz konusudur. İşte bu yüzden, bu noktada daha sıkı durmak ve ısrarlı olmak zorundayız.

Ülke genelinde şu anda açıkça görülebilen askeri tahakküm olgusu, halka karşı birtakım dayatmaların daha kolay gerçekleşmesine zemin oluşturabilir. Tank zoruyla, süngü zoruyla egemenler belki müslüman kamuoyunun tepkilerine aldırış etmeksizin planlarını uygulamayı başarabilirler. Bu planların uygulanmasını tümüyle engellemeye muktedir olamayabiliriz. Ama gücümüz oranında bize dayatılmaya çalışılan şeytani planlara karşı çıkmak ve düzene karşı onurlu, izzetli bir tepki göstermek sorumluluğumuzu yerine getirmemenin mazereti yoktur. Biz üzerimize düşeni yaptıktan sonra güç ve imkan olgusu nedeniyle çabalarımız istediğimiz sonucu vermese de kaybetmiş sayılmayız. En azından düzene karşı devrimci yürüyüşümüzün önemli bir adımını gerçekleştirmiş oluruz. Kaldı ki, o çok güçlü görünen egemenlerin düzeninin kararlı ve ısrarlı karşı koyuşlar karşısında çaresizliğe mahkûm olabileceği de bir gerçektir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR