1. YAZARLAR

  2. Taha Özen

  3. KCK: Kürt Sorununda “Demokles'in Kılıcı”nın Sıyrıkları

KCK: Kürt Sorununda “Demokles'in Kılıcı”nın Sıyrıkları

Eylül 2015A+A-

PKK/KCK ve HDP’nin Kürdistan’da şehir ve kırsal alandaki nüfuzu ve baskısı, çözüm sürecinin başladığı 2012 yılı sonlarından itibaren tartışılıyor olsa bile; özelde 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası daha çok konuşulmaya başlandı. Hem bölgede yaşayan PKK/KCK dışındakiKürtlerdeve siyasi örgütlenmelerde hem de çözüm sürecinin aktörlerinden AK Parti tarafından, şehir merkezi ile kırsal yaşam yerlerinde PKK/KCK’nin kurduğu mahkemeler, yaptığı yargılamalar, oluşturduğu nüfuz sayesinde halkın sin(diril)mesi, korkması ve çekinikliği, kimi işadamlarından aldığı vergi/bağış/haraç adı altındaki paralar, yol ve baraj yapımındaki şantiye araçlarını yakma, asker-polis-kaymakam kaçırma, yol kesme ve yol kontrolü yapma vb gibi daha çokça sıralanabilecek toplumsal/siyasal ve askerî alandaki girişimleri, giderek Kürdistan’da “tek hegemonik” güç olmaya yol aldığını gösteriyordu. Bütün bu yaşanılanlar çözüm süreci döneminde daha bir arttı. Bu yüzden çözüm süreci; PKK/KCK açısından iki kazanımı beraberinde getirdi:

1- 2012 yılı son aylarında başlayan çözüm sürecini akamete uğratan tüm girişimlere karşı devletin; “baldıran zehrini içmekten” geri durmayarak sürecin bozulmaması için asker ve polisine operasyon yaptırmadığını, çatışmaya girmediğini ve tutuklamaların (yer yer yapılmış olsa bile) yapılmadığını bir tür “zımnen” veya “de facto” ile kendisinin de çatışmasızlığauyduğunu söylemek komplocu bir tespit olmasa gerek. İktidar/Ordu/Emniyet süreçte PKK/KCK’nin şehir ve kırsalda toplumsal-siyasal örgütlenmesini seyretti, şehir ve kırsalda yapılan silah ve mühimmat yığınaklarına karşın herhangi bir girişimi olmadı (Bugünlerde Varto, Silvan, Lice, Yüksekova, Şemdinli, Cizre ve Silopi şehir merkezlerinde görülen silahlı, maskeli milisler ile ilçelere inen PKK’lı örgüt üyelerinin patlattığı bombalar bunu gösteriyor.) Amaç sürecin zarar görmemesi idi. PKK/KCK da HÜDA PAR çevresi ile kimi STK’ların sıklıkla dile getirdiği kaygıyı, yani süreci “kazanıma” dönüştürmeyi bildi.

2- PKK/HDP, çözüm sürecinin aktörlerinden olan AK Parti üzerinden devlet ile bir tür “Dolmabahçe Mutabakatı”na kadar demokratik ve siyasi diyalog sürecini kurdu, ilerletti ve bunun “müzakereye” evrilmesi için İmralı-Kandil-Devlet heyeti arasında mekik dokudu. Yani bir tür siyasi-demokratik kazanımı elde etti. Bundan dolayı 22 Temmuz 2015 tarihinden itibaren başlayan Kandil operasyonları ile şehirlerdeki tutuklamalara karşı hem HDP hem de Kandil “Dolmabahçe Mutabakatı”na geri dönülmesini talep etmektedir. Çünkü kalınan yerden çözüm sürecinin devamından (yani kazanımlarından) yanalar.

Genelde devlet özelde ise AKParti açısından çözüm süreci şu iki kazanımı getirecekti:

1- Ölümlerin yaşanmadığı, kanın dökülmediği -yaygın bir söylemle ifade etmek gerekirse-“anaların ağlamayacağı” bir süreç, özelde Kürdistan’da genelde ise yurt sathında “barışın mimarı” olan partiyi ve liderini gönüllerde taht kurmaya götürecek ve ülkede esen huzur, barış ve güvenlik iklimi ile AK Parti iktidarı Kürt sorununu çözen siyasal aktör olarak tarihteki yerini almış olacaktı. Beraberinde de 2023’e kadar sürecek bir iktidar alanına kapı aralayacaktı.

2- Bölgede 2,5 yıllık çözüm süreci boyunca devlet bütün kurumlarıyla birlikte başta havaalanı, duble yol, TOKİ üzerinden yapılaşma, tarım arazilerini sulayacak baraj ve dağ/mera/yayla yol yapım çalışmaları ile hayvancılığı geliştirme, eğitim ve sağlık tesislerini artırma, iş çevrelerini bölgede istihdam oluşturacak yatırımlar yapma vb gibi hizmetlerle PKK ve HDP’nin desteklediği kitleleri de içine alacak bir “Kürt sosyolojisini” kazanmayı hedefliyordu. Nitekim büyük bir oranda bunları yaptı ama Cumhurbaşkanı Erdoğan, 7 Haziran öncesi Van’da yaptığı bir konuşmada “Kimi Kürt kardeşlerim bizi anlamadı!” diyerek acı gerçeği de bir nevi açıklıkla ortaya koydu. Ayrıca AK Parti’nin bölgedeki il ve ilçe teşkilatları da bu hizmetleri anlatamadı, seçimlerde gereğince çalışmadı, “Kürt sosyolojisine” dayalı olan duygusal bağlarını bir tür “aidiyet bağlarına” dönüştüremedi. Bölgede AK Parti’ye yakın olan STK’larda bir varlık gösteremedi. Kendi içyapısından(Kürdistan’da yanlış aday tercihleri gibi) kaynaklanan kimi faktörlerin de etkisiyle AK Parti, 7 Haziran seçimlerinde bölgede çok kötü bir sonuç aldı.

Bu yazıda KCK’nin tarihsel süreci, kuruluşu, dayandığı ideolojik arka planın Murray Bookchin’den esinlenen anarşist, ekolojist ve komünal damarları, teşkilat yapısı vb gibi boyutlarına girilmeden KCK’nin Kürdistan’da uyguladığı kimi baskı, tehdit ve vergi/haraç uygulamalarına değinilecektir.

Bundan dolayı yukarıda sıralanan tespitleri yazının başındaki birinci cümleyi alarak şöyle sürdürelim: 7 Haziran seçimleri sonrasında etkisi daha çok görülen KCK/PKK ve HDP’nin bölgedeki nüfuzu ve baskısı, giderek kendileri dışındaki Kürtlere karşı bir tür şiddet göstermeye, bölgenin “tek sahibi veya tek aktörü” gibi siyaseten otoriter ve dışlayıcı bir noktaya evrildi. Bunun daha eskilere dayalı olduğu gerçeğini yadsımadığımızı da belirtelim. Silahlı militanların şehir ve kırsalda oluşturduğu “despotik yaptırımlar” özellikle “kurtarılmış bölgeler”de kendini daha çok hissettirdi. Özellikle Hakkâri ve Şırnak’ta “pilot uygulamalar” ile bu bir nevi pratiğe geçirildi. Yıllarca binbir emekle, bedelle verilen mücadelenin geleceği nokta, yukarıda kimilerince rahatsızlık vereceğini umduğum “despotik”,“baskıcı”, “otoriter” ve hatta KCK’nin sözleşmesine bakıldığında Ahmet Altan’ın Taraf gazetesinde yazdığı gibi “ilkel” ve “korkutucu” bir noktaya nasıl dönüştü? Buna dair kimi uygulamalar nelerdir? Bu despotik ve korkutucu uygulamaları PKK/KCK muarızlarının bir önyargısı mı yoksa bölgede fiilî olarak yaşanılan gerçekler olarak mı görmek gerekir? Bu tartışmalara katkı olması bakımından bundan sonra yaşanılan kimi somut olaylar/örnekler verilerek 90’larda devletin Kürtlere uyguladığı şiddetin, o günün mazlumları tarafından bugün uygulanıp uygulanmadığı bu satırları okuyanların takdirine bırakılacak.

Bölgedeki Kürt hareketinin en önemli handikabı da şudur: Sivil ve siyaset alanı yani belediyelerdeki yönetimden/hizmetlerden tutun kimi dernek ve sendikalara varıncaya kadar bir dizi alan PKK/KCK’nin militarize eden hegemonik yapısı tarafından şekillendirilmektedir ve kurum, kuruluş, dernek ve aktörler bu militarize doğrultusunda hareket etmektedirler. İşte kimi örnekler:

1- Belediye Hizmetleri ve İhalelerden Alınan Vergiler

Merkezî iktidara giden yolun bir nevi yerel iktidarı ele geçirmekle olduğunu bilen her parti (ANAP, DYP, CHP, AK Parti, Saadet Partisi, DBP) bunun yolunun finansal kaynağa sahip olmaktan geçtiğini bilir. Bu yüzden konumuz bölgedeki Kürt hareketinin uygulamaları olduğundan önceki BDP, şimdiki adı ise Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) üzerinden örnekler verilecektir.

Medyaya yansıyan Diyarbakır Kırklar Dağı civarındaki konut projesinde firma sahibinin savcılığa şikâyeti üzerine ortaya çıkan ve Sur Belediyesi’ne tahsis ettiği 47 daire, 4 taziye evi ve bir filme bağış adı altında verilen 500.000 TL’lik vergi haberinin dışında medyaya yansımayan (çözüm süreci zarar görmesin diye iktidara yakın medyanın bile dile getirmediği) çokça örnekler mevcut. Bu örnek bile Kürt sorununun ne denli “siyasete dolgu” malzemesi yapılmasına yol açan bir pragmatiğe dönüştüğünün bir göstergesi. Bu örnek başta olmak üzere aşağıda sıralanan kimi somut olaylar da devlet, iktidar, emniyet ve asker cenahından biliniyor olmasına rağmen sadece belli dönemlerde “karılacak kartlar” mesabesinde görülmesinin de düşündürücü olduğunu not olarak eklemek gerekir. Şimdi birkaç örnek vermeye devam edelim:

a- Ankara-Batman ortaklığına dayalı, yol ve baraj inşaatı yapım işleriyle uğraşan bir inşaat firmasından, Tokat, Diyarbakır ve Batman’da aldığı kimi yol yapım işleri karşılığında %3-7 arasında sözleşme muhammen bedeli üzerinden bir tür vergi/bağış alındığının ve firma yöneticilerinin, işlerinin aksamaması için bu parayı verdiğinin, söz konusu olayın geçtiği şehirde iş çevrelerince bilinmekte olduğunu belirterek başlamak yerinde olacak.

b- Başta Diyarbakır, Batman ve Mardin belediyelerinin gerek kentsel dönüşüm projeleri gerekse de inşaat ruhsatları karşılığında müteahhitlik firmalarından bazen KCK il sorumlularının bazen de KCK bölge sorumlularının aldıkları ve Kandil’e gönderdikleri vergiler... Batman’da şu anda 7 kentsel dönüşüm projesi, Diyarbakır’da 30.000 konutluk kentsel dönüşüm projesi (başta Alipaşa-Lalabey bölgesi olmak üzere) Suriçi, Yenişehir ve Kayapınar ilçelerinde inşaat yapım izni karşılığında kimi zaman nakit paralar, kimi zaman STK’lara yapılan bağışlar, kimi zaman daire karşılığı adı altında vergiler alınmaktadır. Batman’da Siirt Çevreyolu üzerinde yapılan ve Batman’ın en büyük projesi olan kentsel dönüşüm projesinde firma sahibinin 4-6 Trilyon vergi/bağış/haraç vererek inşaat yapımını tamamladığı konuşulmaktadır. Yine aynı şehrin aynı bölgesinde talep edilen parayı veremeyen kimi inşaat projeleri ya süründürülmekte ya da geciktirilerek ağır aksak ilerlemesine yol açılmaktadır. Başta Diyarbakır, Van, Mardin ve Batman olmak üzere belediyelerin fazladanizin verdiği her bir kat için inşaat sahiplerinden %30’a varan “göz yumma vergisi” veya “inşaat haracı” aldığı da yolu belediyeye düşen her inşaat firması tarafından bilinmektedir. Esasında bu tip kayıt dışı para alımlarının batıda CHP’li, AK Parti’li, MHP’li belediyeler tarafından da yapıldığı malumun ilamıdır. Buradaki durum, KCK’nin bunu fahiş miktarlarla ve zaman zaman acemice yapması ve bunların büyük bir kısmının silahlı örgüte aktarılmasından kaynaklanmakta ve gündeme gelmesi de bu vesileyle olmaktadır. Ayrıca bölgede işi inşaat işlerinden dolayı belediyeye düşenlerin kolaylıkla bildiği gibi bir “Amedliler” kliği bu tür iş ve işlemleri KCK adına yürütmektedir. Belediyelerin yönetiminde bir “Amedliler” ağırlığı hissedilmekte ve pazarlıkların-icazetlerin bu klikten alındığı bilinmektedir.

c- Hakkâri-Yüksekova havaalanının yapımı süresince PKK tarafından kaçar defa inşaat firmasına ait şantiyenin araçlarının yakıldığı, tehdit edildiği, çalışanlarının kaçırıldığı ve tüm engellemelere rağmen açıldığının bizzat bilgilerini Cumhurbaşkanı Erdoğan, havaalanının resmi açılış töreninde dillendirmişti. Tüm devlet kurumlarının bu istihbari bilgileri biliyor olmasına rağmen, çözüm süreci boyunca saldırılara göz yumulduğu da bilinen acı bir gerçek.

d- Şırnak-Beytüşşebap’ta elektrik ve iletim ihalesini alan firmanın KCK yetkilileri tarafından tehdit edilip, 50.000 TL istendiği, verilmemekte direnilmesi karşısında firma yöneticilerinin birinin balkondan atılıp kolunun kırıldığı ve aldığı ihaleyi devretmek zorunda kaldığı da yaşanmış bir örnek olarak karşımızda durmaktadır.

e- Bölgede büyük inşaat firmalarından olan kimi holdinglerin Siirt, Bitlis, Kozluk, Batman, Dersim, Nusaybin, Şirvan, Şanlıurfa, Kars vs gibi yerlerdeki baraj, yol ve sulama kanallarındaki ihalelerinden PKK’ye vergi adı altında bağışlar yapmak durumunda kaldıkları, baraj inşaatlarının sağ-selamet bitirilmesi karşılığında PKK’nin aldığı vergilere göz yumulduğu bölge insanı tarafından konuşulmaktadır. Zaman zaman bağışların gecikmesi veya yapılmaması durumunda, işadamlarının tehdit edildiği, ses bombası ve Molotof gibi patlayıcılarla uyarıldığı, iş makinelerinin yakıldığı ve çalışanlarının tehdit edildiği de söz konusu illerin yerel gazetelerinde haber olarak yer almış bulunmaktadır.

f- Bölgede Diyarbakır, Batman, Mardin ve Van başta olmak üzere tüm büyük inşaat firmaları, büyük AVM sahipleri ile özel hastane sahiplerinden (miktarı ve hastane ismi bilinen birkaç örnek var ki, isim verilmemesi tercih edilmiştir) vergi adı altında KCK tarafından paralar alınmakta, zaman zaman arsa takasları ile parklar, taziye evi, sportif ve sosyal tesisler yapılarak alınan bağışlar perdelenmektedir. Bağışları/vergileri vermeyen kimi iş çevreleri önce her ildeki silahlı militanların kaldığı mıntıkaya, bazen de Erbil, Zaho, Diyarbakır, Kato Dağı, Hakurk, Kanireş, Avaşin bölgelerine kuryeler veya telefonlarla çağrılarak “hesap sorulmakta”, tahsil edilemeyen paralar için sorgulamalar yapılmaktadır. Mesela Hakkâri-Yüksekova-Şemdinli bölgesindeki vergi/bağış toplamaları için önce Cilo Dağı eteklerindeki mağaralara çağrılan işadamları, gerekli görülmesi halinde Beytüşşebap-Irak sıfır noktası olarak bilinen Kato-Haftanın bölgesindeki kamplara da götürülmektedir. Şırnak-Cizre-Silopi hattındaki vergi toplamaları için işadamları Cizre/Cudi Dağı veya Küpeli Dağı eteklerine, yeterli görülmemesi halinde ise bölge insanının tabiriyle “aşağıya” yani Güney Kürdistan’a çağrılmaktadır. Bu sayılan dağ, mıntıka ve mağaralarda aynı zamanda siyasi muhaliflerin sorgulanmaları için mahkemeler kurulmakta, buralaryargılama ve infaz yerleri olarak da bilinmektedir.

g- Batman’da elektrik-trafo hizmetleri ihalesini alan ve HDP’ye yakınlığıyla bilinen bir firma sahibinin KCK tarafından kendisinden talep edilen 50.000 TL’lik parayı vermediğinden dolayı Erbil’e çağrıldığı ve buradaki sorgulaması veya tehdidinden sonra parayı ödemek zorunda kaldığı iş çevreleri tarafından konuşulan somut bir örnektir.

2-Kamu Kurumlarındaki KCK Etkisi

a- 2014 yılının son ayları ile 2015 yılının Ocak ayında toplam üç defa Erzurum’un bir ilçe kaymakamının PKK tarafından dağa çağrılarak sorgulamasının yapılacağı konuşuldu söz konusu ilçede. Nitekim bu haber sonradan ulusal medyada da yer aldı.

b- Silvan, Lice, Kulp, Cizre, Silopi, Varto, Şemdinli, Yüksekova kaymakamlarının ilçelerdeki PKK etkisinden dolayı 7 Haziran öncesi yaşanan molotof ve ses bombaları ile bina tahribi, hendek kazmalar, kimi mahallelerdeki yol ve kimlik kontrolü gibi olaylara müdahil olmadıkları, kendilerinin yerine diğer kurum müdürlerini olay mahalline gönderdikleri, günün büyük bir kısmını makamlarında geçirdikleri bilinmektedir. 2012-2015 yılları arasında PKK’nin, kimi kaymakamları kaçırmasından dolayı bu kritik ilçelerdeki kaymakamlar sahaya inememekte, ancak ulusal basına konu olan büyük çaplı(Cizre’deki Nur ve Yafes mahallelerinde yaşanan büyük çatışma gibi)olaylarda olay mahalline gidebilmekteler. Yani PKK baskısı kamu kurumlarının alanını daraltmaktadır.

c- Bölgede elektrik dağıtım şirketleri olan Diyarbakır DEDAŞ ile Van’ın VEDAŞ firmalarının üst düzey yöneticileri ile DSİ bölge müdürleri, Van ve Diyarbakır kırsalına çağrılarak, 5-7 günlük sorgulamalar sonucunda dağlık, meralık, yayla ve köylere hizmet götürmeme hususunda uyarıldıkları, hizmetlerini durdurmalarının istendiği ve bu durumun emniyet kaynakları tarafından bilindiği halde yaşandığı, Diyarbakır ve Van’da kamu çalışanları arasında konuşulmaktadır.

3-Sorgu ve Yargılama Merkezleri

PKK’yi de içine alan bir üst çatı yapılanması olan KCK’nin resmen kuruluşu Mayıs 2015 tarihinde KONGRA-GEL tarafından ilan edilmişti. KCK Sözleşmesinde mahkemelere dair düzenlemeler içeren birçok hükümler yer almıştır.

KCK’nin 27 Mayıs 2007 tarihinde kabul edilen KCK Sözleşmesine göre üç tip mahkeme belirlenmiştir. Bunlar sözleşmenin 28. Maddesinde yer alan Yüksek Adalet Divanı, 29.Maddesinde yer alan İdari-Adalet Mahkemeleri ile 30.Maddesinde yer alan Halk Mahkemeleridir. Bu arada KCK Sözleşmesinde Kürtlere yönelik siyasal-toplumsal örgütlenmelerden tutun eyalet-bölge meclislerine, şehir-kasaba-köy-mahalle ve sokak örgütlenmesinden (16.Madde ile 26. Madde arasını kapsamaktadır.) yargı sistemine (Sözleşmenin 8. Bölüm 27. Maddesinde düzenlenmektedir.) oradan da ekonomik sistemin yapılanmasına kadar (11.Bölüm 35.Madde) bir dizi alanda kadın, gençlik, savunma, ekoloji, kültür alanında birimler ihdas edilmiş bulunmaktadır. Bu mevzu ile ilgili son bir not: KCK Sözleşmesinin 3.Bölümünün 15.Maddesi “Yüksek Seçim Kurulu”na dair bir düzenlemeyi içermektedir.

Bu yazının konusu olan kısım ise İdari-Adalet Mahkemeleri ile Halk Mahkemeleridir. İdari mahkemeler üst temyiz mahkemeleri olup, alt birim olarak idari-adalet kurulları sorgulamalar yapmakta, her şehirde sözgelimi Diyarbakır İdari-Adalet Kurulu, Van İdari-Adalet Kurulu gibi mahkemelerde KCK yurttaşı içinde 3 kişilik iddia makamı, 5 kişilik hâkimler yer almaktadır. Bu mahkemeler; KCK birimleri/kurumları içindeki disiplin halleri, görevde suiistimal, görevi yapmama ve görevi ihmal ile ilgili davalara bakmaktadır. Bu mahkemelerde yaşandığı iddia edilen bir örnek verelim:

30 Mart 2014 yerel seçimler sonrasında BDP/DBP Van, Tatvan, Kurtalan, Batman ve Diyarbakır’da kısmi de olsa bir oy düşmesi yaşamış; hatta Tatvan ve Kurtalan’da belediyelikler kaybedilmişti. Kandil’in talimatı doğrultusunda Tatvan, Kurtalan ve Batman’da KCK’lı yetkililerin idari-adalet mahkemeleri ile seçim sonuçları masaya yatırılmış ve seçimde gereği gibi çalışmadıkları yani “görevi ihmal veya görevi yapmama” disiplin suçunu işledikleri gerekçesiyle BDP/DBP’li kimi yöneticilere 5 yıllık siyasetten men yasağı ile 500 km uzaklıkta bir yerleşim yerine taşınma cezası verildiği iddia edildi. Kimileri Kandil’deki tanıdıkları aracılığıyla cezalarını iptal ettirdiler; kimileri de cezalarını hafifleterek işin içinden çıkıverdi.

2011-2014 yıllarında Milliyet gazetesinde yer alan bir haberde PKK’nin yetkili bölge komutanlarından birinin yakalandıktan sonra verdiği bilgiler doğrultusunda KCK’nin kamp, terzihane, kültür birimi, aydınlanma komitesi, tabur, cephanelikler, sağlık birimi vbgibi donanımlarının haritası ile sorgulama ve yargılama merkezlerine dair bilgiler yer almıştı. Bu bilgiler ve sahada çok güçlü olan ve bölge insanının “fısıltı gazetesi” diye nitelendirdiği bilgiler doğrultusunda KCK’nin kurduğu mahkemeler ve işleyiş mekanizmaları şöyle gerçekleşmekte idi:

Bir il veya ilçede vergi/bağış adı altında istenen parayı vermeyenler veya siyasi düşmanlar/muhalifler KCK il sorumlusu tarafından Halk Mahkemelerinde sorgulanıp-yargılanmaktadır. Önce ilgili şehirdeki yakın silahlı militan grubunun bulunduğu mıntıkaya kurye yoluyla veya şehirdeki temsilci üzerinden sorgulanacak kişiler telefonla çağrılmaktadır. Örneğin Hakkâri-Cilo Dağı, Cizre-Küpeli ve Cudi Dağı, Diyarbakır-Lice kırsalı, Mardin Bagok, Silvan-Hufderî/Geliyê Godermê dağı, Bingöl-Han arasındaki Çemê Alkış Kampı (Diyarbakır’daki Kırklar Dağı konut projesini yapan inşaat firmasının yöneticisi bu kampa karayoluyla götürülmüştü) vb yerlerdeki silahlı militanlar tarafından yargı-sorgu faaliyetleri yapılmaktadır. Yeterli görülmemesi halinde Güney Kürdistan’daki Zaho, Erbil yerleşim yerlerine oradan da bazen Kandil, Kanireş, Avaşin, Hakurk, Haftanın bölgesindeki mağara ve evlerde sorgulamalar gerçekleşmekte ve buradaki savcı ve hâkimler tarafından sürdürülen duruşmalarda, sanığın ifadesi yazılı olarak alınmakta ve hüküm yazılı olarak sanığa okunmaktadır. Buradaki hâkim ve savcılar kimi zaman belediyelerdeki meclis üyeleri, kimi zaman yasal partideki yöneticiler, kimi zaman da dağdan görevlendirilmiş sivil görünümlü silahlı militan üyeleri olabilmektedir. Bu yargılamalara ait tutanaklar ve ifadeler örgütün arşivinde de istiflenmektedir.

KCK’nin pilot bölgeler olarak uygulamaya soktuğu Hakkâri ve Şırnak bölgesindeki yerel mahkemeler şehrin sarp dağlık yapısından dolayı merkeze 5 veya 10 km uzaklıktaki dağlık bölgelerde kurulmaktadır. Buraya siyasi muhalifler, esnaflar, ticaret erbapları, zaman zaman kaçırılan polis-asker-korucu-kaymakamlar getirilmekte; mağaralarda sorgulanmakta ve tutulmaktadırlar. En son 2014 yılında medyaya da yansıdığı gibi Hakkâri bölgesinde öldürüleceklerin listesi ortaya çıkmış, burada Adıyaman/Menzil çevresine yakınlığıyla bilinen takkeli, sakallı dindar bir Hakkârili infaz edilmişti. Bu infaz listelerinde bulunup da sorgulamalar sonucunda tehditlerle PKK’nin bölgedeki faaliyetlerine karşıt çalışmalarda bulunmayanlar ya göç ettirildi ya da infaz listesinden çıkarıldı. Buna örgüte yakın olmayan kimi sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri de dâhildir.

Ayrıca il ve ilçe merkezleri ile kırsallarda arazi ve gayrimenkul anlaşmazlıklarında çözüm mercii olarak hareket etmesi, alacak-verecek davalarına bakması, aşiret ve kan davalarını sulha dönüştürücü ikna-diplomasi çalışmaları, büyük tefecilerin tuzağına düşmüş iş çevrelerinin sorunlarını yüzdelik komisyonlar karşılığında tehdit-uyarı ile çözme çabaları gibi durumlar da gözönünde bulundurulduğunda KCK’nın bölgede sosyal ve ekonomik alana dair hegemonyasının oluştuğunu söylemek abartılı olmasa gerekir. Van, Bitlis, Mardin, Şanlıurfa ve Hakkâri bölgesinde kan davalı aşiretlerin barıştırılmasında KCK’nın görevlendirdiği DTK bünyesindeki kimi isimlerin olduğu birkaç örnekle basına da yansımıştı. Mesela; Şanlıurfa’da Karakeçili ile Şıhan aşiretleri arasında 25 yıldır süren kandavasını DBP’li belediyeler, milletvekilleri ile KCK’nın görevlendirdiği DTK’daki kimi isimler başarı ile sonuçlandırmışlardır. Bu tür mevzularda Kürt çevrelerinde hatırı sayılır konumlarından dolayı siyasilerden Ahmet Türk ile Osman Baydemir’in etkili olduğu bilinmektedir. Yine Bitlis’in Güroymak ilçesinde Özkan ve Alpcanlar aileleri arasında süren 33 yıllık kan davası DBP’li, DTK’li yöneticiler ile kimi milletvekilleri tarafından barışla sonuçlandırılmıştır.

4-Sivil Toplum Kuruluşlarında KCK/PKK’nin Etkisi

PKK/KCK’nin yukarıda dile getirilen en önemli açmazlarından biri de sivil ve siyasi alanı yönetme/yönlendirme ve ona hükmetme çabasıdır. Demokratik kanalların açılmasına ve de işlemesine engel arzeden totaliter bir yapısı var PKK’nin. Bu durumu “silahın sivile galebe çalması” olarak özetleyebiliriz. Bunda siyasi mücadelenin, silahlı mücadelenin ardından geliyor olmasının veya silahlı mücadelenin siyasi mücadeleyi şekillendiren konumda olmasının büyük bir payı vardır. Bu paydan nasiplenenler ise “silahın gölgesi” altında hareket eden kimi sivil toplum kuruluşlarıdır. Buna dair birkaç örnek verebiliriz.

Diyarbakır, Batman, Mardin, Van, Şırnak ve Hakkâri gibi illerdeki çevre, kültür, eğitim, sağlık, tiyatro, müzik gibi dernek, sendika ve girişimlerin yönetiminde KCK ile irtibatlı “şahin” kanatlı kişilerin varlığı bilinen bir husustur. Zaman zaman da olsa “ılımlı” denilen STK yöneticileri de bu tip kurumlarda görev almaktadır. Yalnız bunlar arasında eylem/protesto ve de yazılı basın açıklamalarında kullanılan dil ve söylem konusunda anlaşmazlık olmakta, yeterince sert bulunamayan kimi STK yöneticileri ya pasif göreve getirilmekte ya da görev değişimine uğramaktadır. Diyarbakır İHD, Batman İHD ile kimi SES (Sağlık Emekçileri Sendikası) il şubelerinde yaşanılan yönetim değişikliklerinde olduğu gibi.

Her ilde bir tür MKM (Mezopotamya Kültür Merkezi) işlevi gören, Bahar Kültür Merkezi, Serhat Kültür Merkezi, Dicle Kültür Merkezi, Botan Kültür ve Sanat Merkezi, Zembilfroş Kültür ve Sanat Merkezi vb gibi kurumlarda yapılan film, belgesel, tiyatro, atölye çalışmaları gibi sanatsal faaliyetlerin içeriği, PKK’nin kültür komisyonundan sorumlu kişiler tarafından belirlenmekte, oyuncular ve kullanılacak dil de dışardaki PKK’lı kültür birim sorumlusu veya PKK’ye direkt bağlı yasal belediye yöneticileri tarafından onaylanmaktadır. Mesela bölgede gösterimi PKK tarafından yasaklanan ve DTP/DBP’li belediyelerin sinema salonlarında gösterimine izin verilmeyen “Mındit/Gördüm” filmi içeriğinde Kürt hareketini eleştiren sahneler içerdiği gerekçesiyle sadece bölgedeki AVM’lerin salonlarında gösterimi yapılmıştır.

Eğitim, sağlık, çevre gibi sivil toplum kuruluşlarının kitlesel basın açıklamaları neredeyse KCK’nin onayından geçmeden yayınlanmamaktadır. Buna ilişkin Batman ve Diyarbakır’da yaşanan bir olayı anlatmak, konunun afaki olmaması açısından yerinde olacaktır. KCK operasyonlarından dolayı tutuklananlara yönelik yapılacak tepki amaçlı kitlesel basın açıklamasında örgüte yakın olmayan Eczacılar Odası, Sanayi ve Ticaret Odaları, Kahveciler Odası, Esnaf ve Kefalet Kooperatifleri, Memur-Sen, Mazlumder, Kasaplar Odası, Muhtarlar Derneği, Batman ve Diyarbakır baroları vb. gibi kuruluşların da yer aldığı platformlarda örgüt yanlısı kimi sivil toplum kuruluşları ile terminoloji ve söylem birliği açısından zaman zaman anlaşma sağlanamamaktadır. Örneğin örgüt kaynakları ilgili metinde “gerilla” ifadesi ile “gerici/yobaz güçler” veya silahlı mücadeleyi övücü dolayımlı ifadeler kullanırken, örgüte yakın olmayan sivil kuruluşlar buna sıcak bakmamakta ve ifadelerin düzeltilmesini istemektedirler ya da imzalarını geri çekmektedirler. Kimi zaman da STK’ların oluşturduğu platformlara “yukarıdakilerin” hazırladığı metinler getirilmekte ve imzalanması talep edilmektedir. Ayrıca metin konusunda uzlaşılan kimi yazılı açıklamaların, ertesi gün bir şekilde değiştirildiği veya basın açıklamalarına destek veren örgüt yanlısı olmayan kimi sivil toplum kuruluşlar tarafından “rahatsızlık unsuru” olarak iletilen ifadelerin değiştirilmeden yayınlandığı görülmektedir. Yani PKK/KCK, kamuoyuna dönük kitlesel veya yazılı basın açıklamalarında da tamamen ağırlığını koymaktadır. STK’lar tarafından dillendirilen ibareyle tüm bunlar “yukarıdakiler”tarafından belirlenmektedir.

Son olarak 7 Haziran öncesi HDP’nin Diyarbakır mitinginde yaşanan patlama, Suruç katliamı ve 6-7 Ekim Kobani eylemleri sürecinde şehirlerde yaşanan yağma, yakma, öldürme ve şiddet hakkında hazırlanan basın açıklamalarında benzer durumlar yaşandı. Bu basın açıklamalarında;

a- PKK şiddetinin eleştirilmesi,

b- İşyerlerine zarar verilmesinin eleştirilmesi,

c- AK Parti’yi düşmanlaştıran ifadelere yer verilmemesi gibi hususlarda mutabakata varılmasına rağmen, açıklamanın yapılacağı ertesi gün ilgili metin muhtemelen fazlaca “yumuşak” bulunmasından dolayı destek veren kuruluşlara haber verilmeden “daha sert bir bildiri” hazırlandığı ve uzlaşılan metnin değiştirildiği görüldü. Bundan dolayı örgüte yakın sivil toplum kuruluşlarına yönelik bir güven sorununun ortaya çıktığı bir gerçektir. Örgüt, silahın kazanımını ve baskısını sivil ve siyaset alanına, temsilcileri aracılığıyla taşımakta ve bu alanı da militarize etmektedir. Bu örnekleri şehirlerde ihdas edilen yasal çerçevedeki Kent Konseyi meclislerindeki tartışmalar ile bunların karar alma süreçlerinde de rahatlıkla gözlemlemek mümkündür.

Van, Diyarbakır, Batman, Siirt gibi belediye başkanları ile buradaki sivil toplum kuruluşlarının şehir ziyaretlerinde bulunan Başbakan, bakan veya milletvekili toplantılarına veya havaalanı karşılamalarına kendi iradeleriyle değil KCK’nin stratejik kararları neticesindeki yönlendirmeler doğrultusunda katılım-gösterip göstermediklerine dair bölgede yaşanan nice örnekvar. En bariz olanı Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in havaalanında karşılamaya gitmesi veya valilik makamındaki törene katılması dolayısıyla örgütün kendisine gösterdiği tepkidir. Aynı durum 2013 yılındaki Barzani ve Şivan Perwer’in meşhur Diyarbakır gezisi ve konserinde de yaşandı. Katılım gösterip gösterilmemesi konusunda muhtemel KCK baskılarından dolayı gel-gitler yaşandı.

Hülasa; Türkiye’deki etnik siyasal mücadele çizgisinin IRA örneğinden farklı olarak öncelikle 1984 yılında silahlı mücadele ile başlaması, sivil ve siyaset alanının ise ardından gelmesinin yaşandığı bir açmazlık hali söz konusu. Şiddet/silah yolunu tercih eden örgüt, kazanımlarının kendi mücadelesinin bir ürünü olduğu savıyla, seçilmiş olan vekillerden tutun yerel yönetimlere oradan da sivil toplum kuruluşlarının müzik çalışmalarına kadar bir dizi alanda “silahın ağırlığını” ya hissettirmekte ya da buradaki aktörler bunu peşinen kabullenerek veya inanarak bu çalışmaları yürütmektedirler. Bu nedenle Türkiye’deki etnik siyasal mücadele çizgisi, yeterince “demokratik olgunluğa” erişememektedir. Bunda kurulu düzenin, 1923’ten getirdiği Kürtleri eşitlik temelinde görmeyen bir “abi” kibrinin ve 90’lardaki baskılar, işkenceler, köy yakmalar, öldürmeler, tutuklamalarla sürdürdüğü politikanın payı var muhakkak. Ancak 2010’lardan itibaren Türkiye’de Kürtler açısından demokratik kanalların açılmasıyla beraber şiddetin bir hak arama mücadelesi olmaktan çıkmış olması gerekir. Nitekim Öcalan’ın 2013 ve 2015 Newroz mesajlarında hak arama mücadelesinin değiştiğine dair vurgusu bunu ifade etmektedir. Öcalan’ın, özetle “Kürtlerin hak arama mücadelesi için ‘silahla siyaset’ dönemi sona ermiştir, demokratik zeminde siyasi ve fikrî mücadele dönemi başlamalıdır.” Söyleminin bugünlerde Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın sıklıkla dile getirdikleri “Silahlar gömülmelidir” veya “Silahlar bırakılmalıdır” söylemiyle de paralellik arz etmektedir. Dileriz PKK/KCK silahlı mücadeleyi “düz ovada siyasete” evriltir ve daha fazla kanın, acıların yaşanmaması için HDP “Türkiyelileşme projesi”nin arkasında durarak, Taha Özhan’ın deyimiyle “Türkiye’nin normalleşme sancısı”nı atlatmada bir tuğla koyma işlevini yerine getirir. Nihai kertede Demirtaş’ın 7 Haziran seçimleri öncesinde dile getirdiği “ortak vatan” vurgusunun, eşitlik temelindeki birlikteliği bu topraklara bir gün bahar esintisiyle getirmesi dileğiyle yazımızı Kemal Burkay’ın şiirine nazire yaparak bitirelim:

Belki ülkeye bir barış gelir,

Bir güzel orman olur bu topraklar,

İklim değişir,

Bahar gelir gülümse.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR