1. YAZARLAR

  2. Murat Ural

  3. Karıncaezmez Zulmü

Karıncaezmez Zulmü

Mayıs 2000A+A-

Gündem ne kadar yoğun olursa olsun kendisine başköşede yer bulabilen bir "oyun" futbol. Bu durum o kadar genel geçer ki, küreselleşen dünya denildiğinde, insanın aklına futbol topu imgesi geliveriyor. Yüzmilyonlarca insanın üzerinde "düşük yoğunluklu bir zihinsel tahakküm" oluşturmuş olan futbol, kimi toplum ve insan tiplerinde, tahakkümünün boyutunu büyüterek onları tamamen esir alabilmektedir. Futbolla yatıp futbolla kalkan bir insan tipi, bütün dünya ülkelerinde yaygınlığını artırmakta. Şüphesiz futbol "sadece futbol" değil, onu böylesine güçlü kılan birçok bileşeni bulunmaktadır. Hem bu bileşenler hususunda, hem de futbolun gücünü nereden aldığı, nasıl ve kimlerce kullanıldığı hakkında çok şey söylemek mümkün. Nitekim Haksöz'ün önceki sayılarında da futbol üzerine bir hayli şey söylenmişti. Ancak biz bu yazımızda futbolun Türkiye'de "İslami hassasiyetlere sahip" kesim üzerindeki giderek artan etkisine dair bazı tespit ve değerlendirmelerde bulunmakla iktifa etmeyi düşünüyoruz.

Futbolun belki de en önemli bileşenlerinden biri, içinde barındırdığı bir sosyal kimliğe mensup olma duygusudur denilebilir. Hem ülkeler bazında hem de -İspanya'da Bask ve Katalonya bölgeleri takımlarının rekabeti örneklerinde yaşandığı üzere- bölgeler düzeyinde etnik mensubiyet merkezli bir sosyal kimliğin ifadesi olan futbol, insanların milli, daha doğrusu ulusal kimlikleri içselleştirmelerinde büyük bir işlev görmektedir. Uluslararası müsabakalarda alınan başarılar, ulusal kimlikle özdeşleştirilmiş benliklerin değer kazanmasını sağlarken futbol, "ortak değerler"den biri olarak insanların "ulusal kimliği" sahiplenmelerini de kolaylaştırmaktadır.

Bu bağlamda futbol, milliyetçiliğin ya da daha genel ifadeyle "sağcılığın" içinden akarak geniş kitlelere ulaştığı bir "oluk"a benzetilebilir. Futbol taraftarlığını kimlik haline dönüştüren kişi ve topluluklarda, adeta bir yan tesir etkisi imişcesine sağcı tutumların açığa çıkması bizi böylesi bir değerlendirmeye götürmektedir.

Türkiye'de "İslami hassasiyete sahip" kesimin futbola olan ilgisinin artmasıyla "ulusçu ve sağcı" vurguların belirginleşmesi arasında ilginç bir bağıntı gözlemlenebilmektedir. Özellikle uluslararası düzeyde sağlanan başarıların ardından, "ulus kimliği" daha cazip bir hale bürünmektedir. Türkiye'de "İslami hassasiyete sahip" kesimin aynası konumunda olan yazılı basında, özellikle spor sayfalarında kendini gösteren "sağcı eğilim", zaman zaman manşetlere de uzanabiliyor. Okuyucuların yoğun talebi sebebiyle, olmazsa olmaz konumunda olan spor sayfalarının sayısı ve gazete içindeki hacmi artmakta, spor yazarları çoğalmaktadır. Hatta bu gazetelerden özellikle bir tanesi spor sayfalarını, çoğunluğu Tercüman gazetesinin eski yazarları olan yeni isimlere açmış bulunmaktadır. Bu yazarların yazılarına şöyle bir göz atıldığında futbolun bir "oluk" niteliği taşıdığı tespitimizde ne kadar haklı olduğumuz ortaya çıkacaktır sanıyoruz. Söylediklerimize açıklık getirmesi açısından vereceğimiz örnek spor sayfalarında bile değil, aynı gazetenin 2. sayfasında yer alıyor, G. Saray'ın Leeds takımını elemesinden sonra, spor sayfası editörünün imzasını taşıyan haberde galibiyet bakın nasıl değerlendiriliyor: "Yalnız Türkiye mi? Bütün Türk Dünyası coşku içinde. Ay-yıldızın dalgalandığı her toprakta bir coşku hakim. Siyasete, politikaya ara verildi, içinde Türk isminin geçtiği her mekanda Türk'ün zaferi konuşuluyor."

Olayın boyutu sadece, spor sayfası ve yazarlarıyla sınırlı kalsa iyi. Aynı gazete bir futbol takımını manşetine çıkararak "gönlümüz seninle" derken, ancak ertesi gün aynı tarihteki veladet gününün Önemini farkedebiliyordu. Gazetenin veladet gününü birinci sayfasında es geçtiği nüshasında, peygamberimizin (s) veladeti ile ilgili oldukça hoş ve duygu dolu bir yazı yazan başyazarı ise, yazısının altında yer verdiği maç değerlendirmesiyle en azından o manevi atmosferi berhava etmekteydi. Daha da çarpıcı ve üzücü olanı yine aynı yazarın bir sonraki yazısında yaptığı karşılaştırma ve değerlendirmede ortaya çıkmaktaydı. Yazı boyunca bir futbol takımının başarılı ve son derece popüler teknik direktörü ile Tayyip Erdoğan'ın birbirine ne kadar benzediklerini anlatmaya çalışan ve hatta onları bir gün aynı siyasi hareket içinde yanyana görme arzusunu dillendiren yazar, bahsi geçen iki ismi şöyle tanımlamaktaydı: "Bu ülkenin çocuklarını yepyeni ve masum ve kalbi tutkularla donatıp onlara cihan çapında başarılara layık oldukları hissini verecek genç önderler..."

Bu ülkenin cihan çapında başarılar göstermiş çocukları olarak galibiyetlerini şampanyalarla kutlayan futbolcuların nasıl bir kimlik ve değer yapısına sahip olduklarını önemsiz kılan bu bakış açısı futbolun nasıl bir kimlik ve değer erozyonu oluşturduğunun somut örneği olarak karşımızda durmakta. Futbolun "memleket evlatlarına" sokak ortasında cinayet işlettiren, daha da vahimi işlenilen bu cinayetleri medya yoluyla kutsatan boyutunu görmezden gelerek, televole kültürünün nasıl bir insan tipi ortaya çıkardığına, insanların sabah aksam futbolla yatıp futbolla kalkışlarına kayıtsız kalarak yapılan bu değerlendirmenin altında insanın özgüven sahibi olmasına verilen değerin ötesinde, ulusal kimlik merkezli bir benlik kavramının bulunduğu açıkça fark edilebilmektedir. Çok şükür ki futbolun nasıl büyüleyici bir cazibeye sahip olduğunun idrakinde olarak kendini onun çekim alanından uzak tutan sesler de halen mevcudiyetini sürdürüyor. Futbola gösterilen abartılı ilgiye tepki veren ender seslere örnek olarak Ali Bulaç'ın Zaman gazetesindeki yazısı gösterilebilir. Bulaç, futbolun bu ölçüde toplumsal bir değer haline gelmesine, böylesine boş, amaçsız ve hiçbir "gerçek" değere sahip olmayan bir oyunun baştacı edilmesine şiddetle itiraz ediyordu.1 Ancak özellikle yazısının sonunda yeralan bir vurgu, yazımızda dile getirmeye çalıştığımız kaygılarla son derece alakalı görünüyor. Karınca ezmez lakaplı bir amigonun ölüm döşeğinde kelime-i şehadet getirircesine "galatasaray, galatasaray!" diye sayıklayarak son nefesini vermesine değinen Bulaç, şu çok çarpıcı kaygıyı ifade etmekteydi: "Belki de farklı kurumsal yapıların determine etmesiyle hepimizin farklı alanlarda birer Karıncaezmez olmasına yol açacak bir süreç içindeyiz".

Şüphesiz futbolun tek başına bir dönüştürücü gücü olmadığını bir taşıyıcı, hatta onun da ötesinde bir "açığa çıkarıcı" olduğunu gözardı etmemek gerekiyor. Kişiler ve kitleler kimlikli ve değerli olduğu sürece, futbol kimlik ve değer aşılayan bir araç olma vasfı taşıyamayacaktır. Nitekim ulusalcı-milli eğilimlerinden belki de hiç bir zaman tam olarak kopamamış bazı kişi ve çevrelerin bu eğilimlerinin açığa vurulmasında futbol sadece bir vesile olmaktadır.

28 Şubat sonrası konjonktürde bir çıkış yolu olarak daha da popüler hale gelen "yerlilik" akımının ulusalcı renginin gitgide hakim hale gelişiyle paralel olarak futbolun daha fazla önem kazanması beklenebilir. Ayrıca, "İslami sermaye" olarak adlandırılan, ikinci sınıf muamele görmekten kurtulma arayışındaki bazı holdinglerin sponsorluğunda "1. lige" çıkma şansını yakalamak üzere olan futbol takımlarının 1. futbol ligine yükselmesiyle, mezkur kesim üzerinde etkisini farklı bir kanaldan daha da arttıracağa benzer olan futbol oyununun taşıdığı virüslere karşı aslında bir tek çözüm yolu bulunmaktadır: "Kimliğini ve değerlerini sahih temeller üzerinde inşa etmiş olmak" ya da "olmak ya da olmamak".

Dipnot

1- Zaman Gazetesi 8 Nisan 2000

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR