1. YAZARLAR

  2. Murat Özer

  3. Kafkasyalı Muhacirlere Gereği Gibi Ensar Olamadık!

Kafkasyalı Muhacirlere Gereği Gibi Ensar Olamadık!

Ekim 2011A+A-

Kafkasya’da Rus işgaline karşı verilen İslami direniş, geçtiğimiz ay içerisinde, Çeçen savaş gazilerine yönelik suikastlar ile yeniden Türkiye gündemine girdi. Türkiyeli Müslümanlar üzerinde, yirmi yıl boyunca hem ümmet bilincini tazeleyen hem de direniş olgusunu gündemleştiren Çeçenistan Savaşı, bugün tüm Kuzey Kafkasya’ya yayılan ve giderek daha fazla İslami talepleri dillendiren bir yöne evrildi. Türkiye’de yaşayan Kafkasyalı savaş muhaciri ailelerle ilgilenen İMKANDER (İnsanı Müdafaa ve Kardeşlik Derneği) Başkanı Murat Özer ile muhacirlerin yaşadıkları sıkıntıları ve Kafkasya’da süregelen cihadı konuştuk.

Öncelikle hayırlı olmasını diliyoruz. İMKANDER başkanlığını devraldınız. İMKANDER nasıl bir dernek?

Teşekkür ederim. İMKANDER, sadece bir yardım kuruluşu ya da sadece bir kitle örgütü değil. Bu yönüyle, Türkiye’de Müslümanlar tarafından kurulmuş STK’lardan ayrılıyor. Şöyle ki; belirli bir programa ve yardım konusunda temel bir ilgi alanına sahip. Şimdilik, Türkiye’ye son 20 yıl boyunca başta Çeçenistan olmak üzere, Kuzey Kafkasya’dan savaş sebebiyle gelmiş ailelerle ilgileniyor.  Bununla birlikte Kafkasya’da devam eden direniş olgusunu gündemleştirmek, bölgeden doğru bilgi akışını sağlamak, kamuoyu oluşturmak gibi bir misyonu da mevcut. Aynı zamanda bir kitle örgütü; fakat kitlesinin temelini muhacirler oluşturuyor. İşte bu noktalardan değerlendirdiğimizde İMKANDER, gerçek anlamda bir hizmet yeri, sıradan bir STK değil. Ayrıca kendisini Batı tandanslı NGO olarak tanımlamıyor; “bir misyon icra etmeye çalışan yardım kuruluşu” diyebiliriz.

Peki, çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz? Ne tür bir yardım faaliyeti yürütüyorsunuz?

Türkiye’de üçü İstanbul’da ve biri Yalova’da olmak üzere 4 Kafkas muhacir kampı mevcut. Bu kamplar 1994’te Çeçenistan’a yönelik işgal başladığında oluşmaya başlamış. En son kurulan Yalova Kampı, 1999 depreminde yapılan geçici deprem konutları. Savaş hâlâ devam ettiği için, Türkiye’ye doğru göç de devam ediyor. Fakat kamplara yeni bir aile yerleştirmek mümkün değil. Bu sebeple, kiralık evlerde aileleri birleştirerek barındırmaya çalışıyoruz. Şu anda 61 evde 103 aile barınıyor. Bu ailelerin kira, elektrik, su, yakıt gibi temel masraflarını karşılamaya çalışıyoruz.

Kamplardaki hayat şartları nasıl?

Özellikle Yalova Kampında hayat zor. Buraya 3 yıl boyunca elektrik verilmemişti. Düşünün, İstanbul’un yanı başında, Türkiye’nin tatil beldesi olan bir yerde elektrik yok! Çocuklar salgın hastalıklarla boğuştular aylarca. Fakat kamplarda hayat evlere göre biraz daha kolay diyebiliriz. En azından kira, su vs. gibi masrafları yok. Buna karşılık evlerin hiçbir masrafı devlet tarafından karşılanmıyor. Bu yük, tamamen yardım kuruluşlarının, hayırseverlerin omzuna bırakılmış durumda. Derneğimiz bu noktadan bakıldığında; çoğu yetim 250 çocuğumuz, yine çoğu şehit hanımı olan kardeşlerimiz ve gazilerimizle çok büyük bir aileyiz.

Türkiye’deki Kafkasyalı muhacirlerin statüsü nedir? Hukuki durumları hakkında bilgi verebilir misiniz?

Türkiye mültecilik statüsünü sadece Avrupa’dan ülkemize gelen kişilere tanıyor. Aslında bu yönüyle Rus pasaportu olan bu kardeşlerimiz Cenevre Sözleşmesine göre Türkiye’nin mülteci statüsü vermesi gereken bir halk. Sözgelimi, Özbekler ya da Kırgızlar, Türkiye’nin taahhüdünde olmadığı için Türkiye’deki BM Mülteciler Yüksek Komiserliğinin sorumluluk alanındalar. Müracaatları BM kabul ediyor ve bir süre sonra sonuçlandırıyor. Kafkas sığınmacılar ise BM’ye Türkiye’de başvuramıyorlar. Çünkü BM’nin görev-sorumluluk alanına girmiyor. BM yetkilileri, Türkiye devletinin sorumlu olduğunu söylüyorlar. Türkiye ise müracaat edenlere daha büyük zorluklar yaşatıyor. İstanbul dışında bir yerde zorunlu ikamet edilmesini, her hafta o şehirde imza atılmasını istiyor. Üstelik müracaatları da sonuçlandırmıyor, sürüncemede bırakıyor. Şu anda Çeçen Genelgesi olarak bilinen bir geçici düzenlemeyle ikamet tezkereleri veriliyor.

Çeçenistan direnişinin günümüzdeki seyrinden bahseder misiniz?

1991 yılında Cevher Dudayev’in Rusya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle başlayan işgal hâlâ devam ediyor. Dudayev’in şehit edilmesi ve 500 bin civarında Rus askerinin bölgeye gelmesiyle birlikte, Çeçenistan Devleti fiilen son bulmuştu. Peş peşe tüm liderlerini şehit veren Çeçenlerin son lideri, daha doğru bir ifadeyle Çeçenistan İçkeriya Cumhuriyeti’nin son resmi cumhurbaşkanı olan Dokko Umarov, fiilen ortadan kalkan bu devleti hukuken ve siyaseten de lağvederek direnişe yeni bir yön verdi. Kendisini realiteye uygun şekilde “mücahidlerin emiri” olarak tanımlarken, milli-ulusal sembol ve isimleri de kaldırdı. Bununla birlikte direnişi, Çeçen milli davası olmaktan çıkartıp, tüm Kuzey Kafkas haklarına teşmil etti. Bugün, direnişin içerisinde Dağıstan halkları -ki sadece Dağıstan’da 40’a yakın farklı etnik köken sahip halk yaşıyor-, İnguşlar, Nogay Türkleri, Adıgey, Kabardin ve Balkar halkları ve Karaçay Türkleri de bulunuyor. Çarlık Rusyasından bugüne Kafkas halkları arasındaki etnik farklılıkları kaşıyan, ayrılıkları körükleyen Rus devletinin çabalarına inat Kuzey Kafkasya’da mücahidler bağımsız ve birleşik bir İslami devlet kurma konusunda ortaklaştılar. Bugün, direniş bölgeye yayılırken; Türkiye’ye gelen ailelerin etnik kimlikleri de farklılaşmaya başladı. Artık, Çeçenlerin dışındaki aileler de geliyorlar. Ailelerimiz arasında Karaçaylar da var, Kabardinler de.

Çeçenistan’da cephede savaşıp değişik etkenlerle Türkiye’ye gelmek zorunda kalmış Çeçen gazilere yönelik bir dizi suikast düzenlendi. Son olarak 16 Eylül 2011 Cuma günü Zeytinburnu’nda üç Çeçen gazi şehit edildi. Bu suikastların sebebi ne olabilir?

Rusya, Çeçenistan’daki işgalini meşrulaştırabilmek için yoğun bir propaganda savaşı veriyor. Türkiye başta olmak üzere, İslam dünyasında yürüttüğü bu propaganda ile Çeçenistan’da her şeyin normale döndüğü, savaşın sona erdiği mesajını vermeye çalışıyor. Oysaki muhacirlerin Türkiye’de bulunması, hem savaşın devam ettiğinin hem de insani krizin sürdüğünün en açık delili olarak ortada duruyor. Hal böyle olunca, Rusya ve işbirlikçisi Kadirov yönetimi kimi zaman para vaat ederek, kimi zaman tehdit ederek, kimi zaman da İstanbul’da olduğu gibi katlederek Çeçen muhacirleri Türkiye’den ayrılmaya zorluyor. Dünya üzerindeki 250 bine yaklaşan Çeçen mültecinin çok az bir kısmı; 2 bin kadarı Türkiye’de bulunuyor. Fakat Kuzey Avrupa ve Ortadoğu’daki mültecilerin aksine, Türkiye’de bulunan muhacirler, kamuoyu oluşturabiliyorlar; Türkiyeli Müslümanların “Bağımsız İslami Kafkasya” davasına sahip çıkmasına gayret ediyorlar. Rusya’yı ve işbirlikçilerini rahatsız eden durum budur. Suikastların bu sebeple gerçekleştirildiğini düşünüyoruz.

Suikastların aydınlatılması için neler yaptınız ve bundan sonraki faaliyetleriniz neler olacak?

Çeçen gaziler; Berg-Khazh Musaev, Rustam Altemirov ve Zavrbek Amriev’in katilleri, azmettiricileri ve bu katliamın arkasındaki siyasi irade yargı önüne çıkartılıncaya kadar mücadelemizi sürdüreceğiz. Rusya cinayetlerin işlendiği ilk gün, ülkemizdeki işbirlikçileri vasıtasıyla ciddi bir dezenformasyon çalışması yürüttü. Bu kişilerin çete-mafya hesaplaşmasının kurbanı olduğu şeklindeki haberler üzerine biz, Özgür-Der ile birlikte bir basın toplantısı düzenleyerek, şehit hanımlarını medyayla buluşturduk. Ayrıca şehitlerimizin cephedeki görüntülerini medyaya dağıttık. Böylece bu işin siyasi bir cinayet olduğunu ve arkasındaki gücün Rus İstihbaratı olduğunu ifade ettik. Daha sonra şehitlerin cenazelerini, Türkiye’deki pek çok İslami çevrenin iştirakiyle geniş katılımlı bir şekilde kaldırdık. Bu cenaze töreni Müslümanların gündemine Kafkasya’daki İslami direnişin yeniden girmesi konusunda bir dönüm noktası oldu. Yine Rus Konsolosluğu önündeki protesto eylemimiz de ciddi bir ses getirdi. Bu eylemler ve kamuoyu oluşturma çabamız sonuç alıncaya kadar devam edecek.

Türkiye Hükümetinin suikastlar konusundaki duyarsızlığını nasıl yorumluyorsunuz?

Suikastların üzerinden 15 gün geçmesine rağmen, ne yazık ki; ne Türkiye Hükümetinden bir yetkili, ne İçişleri Bakanı ne de Emniyet konuyla ilgili hiçbir açıklama yapmadı. İstanbul’un orta yerinde gerçekleşen ve tetikçilerin hangi otelde konakladığı, kiralık araba ya da arabaların nereden temin edildiği ortaya çıkartılmasına rağmen böylesi bir cinayetin kamera görüntüleri medya ile paylaşılmadı. Bu durum kabul edilemez. Öyle görünüyor ki, Türkiye devleti, Rusya ile aralarında var olan ekonomik ilişkileri göz önünde bulundurarak, suikastların siyasi bir krize dönüşmemesi için tepki vermiyor. Fakat insan hayatı, herhangi bir maddi değerle ölçülebilir mi?

Çeçen gazilere yönelik suikastların -Zeytinburnu’ndaki suikasta kısmen tepki gösterilse de- İslami camia içinde de gündemleşmemesini neye bağlıyorsunuz?

İslami camianın kendi gündemleri konusunda ciddi biz zafiyeti var. Bu genel bir durum. Camiamız, Afganistan işgali konusunda da yeterli bir tepki göstermemiştir. Aynı şekilde füze kalkanının Türkiye topraklarına yerleştirilmesi hususunda da ciddi bir tepki koyamadı. Kafkasya konusunda da benzer bir durumla karşı karşıyayız. Daha önceleri, işgal altındaki direniş cepheleri konusundaki duyarlılığın abartıldığı, buna karşı Türkiye’deki haksızlıklara ise sessiz kalındığı şeklinde başlayan ve bir ölçüde haklı olan eleştiriler, giderek direniş olgusuna karşı bir duyarsızlığa dönüştü. Bununla birlikte, camiamız, ülke içinde İslami kimliğin izharı ve bunun mücadelesini verme konusunda da ileri adım atamadı. Aksine bu çabalar marjinalize edilmeye, bunun üzerinden İslamcılık eleştirileri hoyratça yapılmaya çalışıldı. Çeçenistan direnişi, 20 yıllık süreci içerisinde giderek milli-ulusal kimliğinden sıyrılıp İslami kimliği öncelemeye başladıkça; Çeçenistan sınırlarını aşıp, asli sınırları olan Kuzey Kafkasya’ya yayıldıkça, kendi İslami kimliğinin izharında mütereddit davranan çevreler, haliyle bu durumdan da rahatsız oldular. Yani bu ilgisizliğin altında yatan sebep bence, kişilerin kendi önceki iddialarına olan mesafesinden kaynaklanıyor. Müslümanlar, muhacir kardeşlerine gerektiği gibi ensar olamamanın hesabını nasıl vereceklerini ciddi anlamda düşünmeliler.

Rusya, Çeçenleri katlederek bir sonuca ulaşabilir mi?

Rusya, 40 bini çocuk 250 bin Çeçeni katletti. İmam Mansur’dan bugüne asırlardır süren bir kavga bu. Konsolosluk önündeki protestoda bir şehit hanımı, Putin’e Rusça olarak şöyle hitap ediyordu: “Bizi öldürerek bitiremezsiniz!” Bu bir irade savaşı. Bir halkın yarısı sürgün ve katliam politikalarıyla yok edilmeye çalışılıyor. İstanbul’daki cinayetler de bunun için işlendi: Korku salmak. Fakat Rusya, Kafkas Müslümanları korkutamadığı gibi, Türkiyeli Müslümanların gündemine yeniden Kafkas İslami direnişi olgusunun yerleşmesine bu cinayetler vesilesiyle sebebiyet verdi. 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR