1. YAZARLAR

  2. Murat Ayar

  3. Kafatasçılık Dediğiniz, Brakisefal Tutkusu Değil miydi?

Kafatasçılık Dediğiniz, Brakisefal Tutkusu Değil miydi?

Mart 2013A+A-

Tarih 1932 Temmuz ayı, yer Ankara Halkevleri. Üniversitelerden, liselerden, ortaokullardan yüzlerce tarih uzmanı, öğretmenin davetli olduğu, Türk ırkının layık olduğu yeri belirlemek için canla başla yapılan çalışmaların ilk sonuçlarının açıklandığı I. Türk Tarih Kongresinde büyük bir heyecan dalgası hâkim. Mustafa Kemal’in de bizzat katıldığı kongrede Türk ırkının tarihî konumu açıklanacak! Bu tarihî açıklamayı yapacak kişi ise İsviçre’ye antropoloji alanında eğitim için gönderilen Atatürk’ün manevi kızı Afet İnan’dan başkası değildi. Afet İnan büyük bir heyecan ile geldiği kürsüde şöyle diyordu:

“Cenevre Üniversitesi Antropoloji Profesörü Euggene Pittard’ın ‘Irkların Tarihi Kitabı’ üzerinde ve kendisi ile yaptığım görüşmelerin ve çalışmaların sonunda Orta Asya’nın bağrında yaşayan Türklerin beyaz ırkın BRAKİSEFAL özelliği taşıyan kolundan olduğunu belirledik. Brakisefal insanlar dünyada insanların ilk olarak görüldüğü tarihlerde Hindistan’ın kuzeyinde Seyhun ve Ceyhun ırmağı etrafında yaşamışlar. Altaylara göç ederek Türk medeniyetini kurmuşlar… Aynı brakisefal insanlar Orta Asya’nın kuraklaşması sonunda; Mezopotamya, Mısır, Anadolu, Ege, Hindistan, İtalya, … Çin’e giderek oralara medeniyet götürmüşler, devletler kurmuşlardır. Dünyaya medeniyet götüren Türkler, Hind Avrupalı beyaz ırka yani ARİ ırka mensupturlar. Ari ırkının yaşadığı bütün yerlerde Türk ırkının izleri vardır!”

Afet İnan, “Ari diyarı demek Türk diyarı demektir!” diye kürsüde haykırırken kongrenin gerçekleştirildiği Ankara Halkevleri salonu alkışlarla inlemektedir. Ayağa kalkan izleyiciler ellerini patlatırcasına birbirine vururken, bravo sesleri salondaki coşkuyu daha da artırmaktadır. Hiç şüphe yoktur ki bu tabloyu “Onuncu Yıl Marşı” taçlandıracaktır ama o marş daha bestelenmemiştir. Dünyaya ilan edilen bu müthiş buluşu, eşsiz “Türk Tarih Tezi”ni anlatmayı Afet İnan’dan sonra devrin Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip sürdürmüştür. Dr. Galip de konuşmasında daha çok Türk ırkının kafatası şekli üzerinde durmuştur!

Biraz hikâyeleştirerek aktardığımız bu tarihî olay, Başbakan Erdoğan’ın Mardin’de başlattığı ve dozunu artırarak devam ettiği milliyetçilik eleştirisi ve grup toplantısında açıkladığı “kafatasçılık” çalışmalarının kökenine işaret etmektedir. Bir ümmetten bir ulus yarattıklarını ifade eden Kemalist kadroların yeni bir bilinç inşa etme noktasında en ipe sapa gelmez tezleri bile nasıl bir seferberlik ruhu ile ete-kemiğe kavuşturmaya çalıştıklarını da bu tartışmalarla bir kez daha hatırlamış olduk!

Kafatasçılık 1939’da mı Başladı?

Başbakan Erdoğan’ın “İmralı Müzakereleri” paralelinde başlattığı haklı milliyetçilik eleştirisi özellikle ulusalcı kanattan sert eleştirilere hedef olmakta ise de Erdoğan’ın Türkiye’nin karanlık tarihini tipik muhafazakâr refleksle 1939’da başlatma ısrarı da tartışılmayı fazlası ile hak ediyor.

Okullarında hâlâ küçücük çocuklara “Ne Mutlu Türküm Diyene!” yeminlerinin ettirildiği bir ülkenin başbakanının İslami referanslarla milliyetçiliğin ayaklarının altında olduğunu söylemesi elbette önemlidir. (Ayrıca halkın; okulundan kışlasına hemen hemen hayatın her alanında devam eden ırkçı yaklaşımların Başbakan’ın bu iddialı ve haklı çıkışının ardından tasfiye edilmesi beklentisine girmesi de kaçınılmazdır. Bu beklentilerin karşılanmaması ise Başbakan için büyük bir tutarsızlık olur.)

Başbakan Erdoğan son olarak partisinin grup toplantısında “Türk Antropoloji Enstitüsü” tarafından 1940 tarihinde yayınlandığı belirtilen belgelerle Türkiye’de “kafatasçılık” çalışmalarını eleştirerek bunun ırkçılık olduğunu belirtti. Başbakan elbette haklı! Ama söyledikleri eksik. Elindeki kitap 1940 tarihli olsa da çalışmalar ondan çok daha öncesinden başlıyor… Başbakan’ı iktidar dahi olsa “dokunulamaz” alana girmemesini /girememesini elbette anlamıyor değiliz.

“Atatürk Kafatasçıdır!”

Bu ifade Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan’ın Yıllar Boyu Tarih dergisi için yazdığı “Türklerin Antropolojik Özellikleri” isimli makalesinde kullandığı ara başlıklardan bir tanesi. Prof. Türkkan, bu makaleyi “Cumhuriyet Mitingleri” döneminde cereyan eden milliyetçilik tartışmalarında kafatasçılığın Nazizm ve faşizm olamayacağını ispat amacı ile kaleme aldığını belirtiyor.

Prof. Türkkan “Atatürk’ün Brakisefallik tutkusu”nun salt Türk ırkının özelliklerini ortaya çıkarma kaygısından kaynaklandığını belirterek zaten o dönemde antropoloji çalışmalarının Avrupa’da çok yaygın olduğunu belirtiyor.

“Türk Irkının Layık Olduğu Yerin Belirlenmesi”

Türkiye’de antropoloji çalışmaları resmî olarak Mustafa Kemal’in emri ile İstanbul Darulfünunu Tıp Fakültesi bünyesinde Türkiye Antropoloji Tetkikat Merkezi’nin kurulması ile başlar. Prof. Dr. Nurettin Ali Berkol, Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp, Prof. Dr. Süreyya Ali, Prof. Dr. Mouchet ve Prof. Dr. İsmail Hakkı tarafından kurulan merkezin amacı “insanlar arasında Türk ırkının layık olduğu yerin belirlenmesi” olarak açıklanır.

İsmi daha sonra Türk Antropoloji Enstitüsü olarak değiştirilen kurum ilk olarak İstanbul’da çalışmalarına başlar. Karacaahmet Mezarlığında yüzlerce mezar tahrip edilerek kafatası ölçümüne başlanır. Yine aynı dönemde tamamen bilimsel(!) amaçlı olarak İstanbul’daki Türk, Rum, Ermeni, Musevi okullarındaki ilköğretim çağındaki çocukların da kafatasları ölçülerek çeşitli karşılaştırmalı çalışmalar yapılmıştır.

Antropoloji alanında yapılan çalışmalardan tam olarak verim alınmadığını düşünen Ankara, (siz bunu Mustafa Kemal diye okuyun) yurt dışına eğitim için uzman göndermeye başlar. Bunlardan birisi de Mustafa Kemal’in manevi kızı olan Prof. Dr. Afet İnan’dır. Türk Tarih Kurumu Başkanı olan Afet İnan Genéve Üniversitesi’nde antropoloji eğitimi alması için İsviçre’ye gönderilir. Türkiye’de en kitlesel ve sistematik kafatası ölçümü Afet İnan’ın “Türk Halkının Antropolojik Karakteri” adlı doktora çalışması için yapılmıştır. (Tez, 1939’da Cenevre’de Fransızca olarak da yayınlandı: Recherces sur les Caracteres anthropologiques des population de la Turquı)

Mustafa Kemal’in emri ve Türk Sağlık, Kültür ve Milli Savunma Bakanlıklarının desteği ile Türkiye’nin çeşitli noktalarında önce 40 bin sonrasında ise 64 bin kafatası ölçümü yapılmıştır. Destek veren bakanlıklara baktığımızda devletin halka “dokunduğu” tüm alanlarda kafatası ölçümü yapıldığını açık şekilde görüyoruz. Burada ifade edilen 104 bin rakamı sadece Mustafa Kemal’in manevi kızı Prof. Dr. Afet İnan’ın doktora çalışması ile alakalı değerlendirmeye alınmayı hak eden örneklerdir. Anlaşıldığı kadarıyla 1925-1945 tarihleri arasında sadece mezardan çıkartılan kafatasları değil; askere, hastaneye, okula giden herkesin kafatası ölçülmüş.

Özellikle mezarlıklardan kafatası temin etme noktasında Halkevleri’nin büyük çaba gösterdiği görünüyor. Halkevleri’nin “Milli Tarih ve Benlik – Tarih ve Müze” şubeleri tüm Türkiye genelinde gittikleri hemen hemen her köyde, her kasabada hem kafatası ölçümü yapmışlar hem de mezarlardan kafatası örneklerini Türk Antropoloji Enstitüsüne ulaştırmakla görevlendirilmişler.

Mustafa Kemal’in Türklerin insanlık tarihi içerisindeki layık olduğu yerin belirlenmesi konusundaki tutkusu o kadar ileri düzeydedir ki, kendisine en çok hediye edilen aletlerden birisi de kafatası ölçüm pergelleridir. Prof. Dr. Türkkan, Atatürk’ün her konuğunun kafatasını ölçtüğünü, babasının da Çankaya’ya çıktığında kafatasının Atatürk tarafından bizzat ölçüldüğünü övünçle anlatır.

Bizzat Mustafa Kemal’in emri ile pek çok tarihî şahsiyetin mezarı da açılıp kafatasları ölçülmüştür. Bunlardan birisi de Mimar Sinan’dır. Türkiye’de kafatasçılık 1925 -1945 yani II. Dünya Savaşının sonuna kadar yaygın, sistematik olarak yapılmıştır. Fiziksel antropoloji çalışmaları Avrupa’da faşizmin yükselmesine paralel olarak devlet desteği ile sürdürülmüş, II. Dünya Savaşında Hitler’in yenilgisi ile son bulmuştur.

Kemalistlerin son dönemde sarıldıkları “Bizler kafatasçı milliyetçisi değil, Atatürk milliyetçisiyiz!” açıklamaları tarihî gerçekler karşısında hiçbir şey ifade etmemektedir. En masum haliyle bile on binlerce mezarın, kafatası ölçümü için tahrip edildiği, yüz binlerce insanın kafatasının ölçüldüğü tam bir seferberlik havasında sürdürülen “antropoloji çalışmaları” kafatasçılık değilse o zaman kafatasçılık nedir?

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR