1. YAZARLAR

  2. İslam Özkan

  3. İsrail'in Lübnan Fiyaskosu

İsrail'in Lübnan Fiyaskosu

Haziran 1996A+A-

Dünyanın en iyi askeri teknolojisine ve istihbarat gücüne sahip İsrail 'Gazap Üzümleri' adını verdiği operasyon sonunda Lübnan'da belirlediği başlıca hedeflerin hiçbirine ulaşamayarak zelil bir biçimde ateşkesi kabul etmek zorunda kaldı.

Ateşkesten sadece 78 saat sonra Hizbullah İsrail'in tek taraflı ilan ettiği sözde güvenlik bölgesine saldırı düzenledi ve yağdırdığı bombalar sonucunda beş İsrail askeri yaralandı.

Amerikan-İsrail Planı

Amerika'nın hesabi Peres üzerine kuruluydu. Likud'un İsrail'deki seçimleri kazanması, barış sürecinin sıfırdan başlayacağı anlamına gelmiyorsa da İşçi Partisi'nin Amerika'ya gösterdiği esnekliğin aynısını da göstermesi zordu. Bu yüzden Peres'in seçimleri mutlaka kazanması gerekiyordu.

Peres'in işbaşında kalması Amerika'nın İsrail'in geleceğini düşündüğü ya da ırkçı yahudilerin iktidarı ele geçirmesine karşı olduğu için değil, bölgede "Körfez Krizi" sonrası gelişen barış sürecinin bölgesel yapıları içselleştirmesinin önünü açmak için gerekliydi. Bölgede "Yeni Ortadoğu Düzeni" ve "Ortadoğu Pazarı"nın oluşabilmesi için bu oluşumların altyapılarının olgunlaşması en azından gerçekleşecekleri zeminin uygun ve elverişli hale gelmesi gerekiyor. Savaş ve gerilimlerin yüksek dozda seyrettiği bir bölgede Amerika'nın istediği türden sağlıklı bir ekonomik pazar kurulamayacağı gibi, ekonomik istikrarın muhtaç olduğu siyasal istikrar da gerçekleştirilemez. "Bölgede barışın ve istikrarın sağlanması gerekir" türünden lafları duyduğumuzda biraz önce zikredilen arka planı gözönüne getirmemiz bölgede barış süreci adı altında olup bitenleri anlamamızı daha da kolaylaştıracaktır.

Amerika sadece Suriye, Lübnan gibi ülkeleri barışa zorlamıyor. Hizbullah'ın manevi lideri M. Hüseyin Fadlallah'ın ifadesiyle İsrail'e de -her ne kadar dozajı aynı olmasa da- barış için baskı uyguluyor. Bu, barışın Amerika ve İsrail açısından taktiksel ve kısa vadeli bir plan olmaktan çok stratejik ve uzun vadeli, tüm bölgeyi içine alan bir projeyi ifade ettiği anlamına geliyor. Öyleyse bu projenin her ne pahasına olursa olsun gerçekleşmesi gerekiyor. Lübnan ve Suriye şu ana kadar diplomatik yollarla, bir başka ifadeyle tatlı dille yola getirilmeye çalışıldı. Bu süreçte İsrail'in birçok nedenlerden dolayı toprak konusunda esneklik göstermemesi ve katı tutumunu sürdürmesi Suriye ve Lübnan'ın da ulusal haklarından vazgeçmemesi barış sürecini bölgede bir tıkanıklıkla karşı karşıya bırakmıştı. Geriye yapılacak tek şey kalıyordu; Suriye ve Lübnan'ın elinden Hizbullah kartını alıp, görüşmelerde köşeye sıkıştırmak, en azından bu iki Arap ülkesinin İsrail'e karşı bu kartı şantaj unsuru olarak kullanmasına izin vermemek.

İsrail hükümetinin bu vesileyle ayrıca Siyonist toplumun sempatisini elde ederek seçimleri kazanması ve bir taşla iki kuş vurması hedefleniyordu.

Tüm bu fotoğrafın dikkatle okunmasından çıkacak nokta şudur: Lübnan'a yönelik son saldırı ve bu çerçevede gelişen hadiseler tamamen İsrail'le Amerika arasında bir koordinasyonun ürünüydü. Yani saldırı, Hizbullah'ın Katyuşa füzelerine yönelik Siyonistlerin tepkisinin ifadesi değildi. Tam tersine siyasi durumun ve konjonktürün uygun hale gelmesini bekleyen, tasarlanmış, kurgulanmış ve üzerinde uzun uzun düşünülmüş bir plandı. İsrail sivilleri öldürdüğü ve bombaladığı zaman iyi biliyor ki, Hizbullah buna yerleşim birimlerine Katyuşa fırlatarak cevap verecek. Büyük saldırısına zemin hazırlamak için Hizbullah'ı daha önce Lübnan'ın Katrana ve Beraşit bölgelerinde tahrik ederek bu zemine uygun durumu yaratmak istedi. Saldırının zamanlaması, gerçekleştiği tarihten de önce gelebilirdi, fakat Peres'in Katar'ı ve Umman'ı ziyareti ve Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac Lübnan'a gelişi, bu saldırının ertelenmesine yol açtı. Belki bu saldırının gerçekleşmesinde Chirac'ın da bir rolü vardı. Çünkü Amerika kendisinin hoşuna gitmeyen bir şekilde Avrupa'ya açılım yapan Lübnan'ı dize getirmek istiyordu. Çünkü Lübnan Amerika'nın çiftliği olarak kalmalıydı.

Kısacası İsrail'in "Gazap Üzümleri" operasyonundaki hesaplar, aslında Güney Lübnan varoşlarını ve Hizbullah'ın bir örgüt olarak yapısını çok aşıyordu. Hizbullah'ın askeri gücünün yok edilerek direniş gücünün kırılması, Siyonistlerin ilk planda gerçekleştirmek istedikleri şeydi, fakat tek şey değildi. Siyonistlerin hesapları, İslami Direnişle Lübnan halkını ve Lübnan hükümetini karşı karşıya getirmek ve Lübnan'ı Suriye ile birlikte hareket etmekten kaçınmaya mecbur ederek, münferit bir şekilde görüşme masasına oturmasını sağlamak, böylece Suriye'yi bölge ülkelerinden soyutlayarak yalnızlığa itmek şeklinde sıralanabilir.

Fakat Kana katliamı Peres'in, İsrail'in ve Amerika'nın tüm hesaplarını alt üst etti. Amerika ve İsrail Hizbullah'ın bu kadar çetin ceviz çıkacağını, sahip olduğu teknoloji ve gücün tümünü kullandığı halde bu operasyon karşısında direnebileceğini, Lübnan halkının saldırılar karşısında tek yumruk haline geleceğini, dahası Lübnan hükümetinin Suriye ile tarihinde görülmemiş bir şekilde dayanışma sergileyeceğini hesaplayamamışlardı. Amerika ve İsrail'in hesaplarını bozan bir unsur da, katliam karşısında dehşetini gizleyemeyen ve o ana kadar suskun kalan Avrupa, özellikle de Fransa unsuruydu. Avrupa unsurunun devreye girmesi ve Amerika'dan çok daha gerçeğe yakın ve tarafsız çözüm önerileri sunması, Amerika'nın İsrail'e verdiği koşulsuz ve tek taraflı destek karşısında biraz da olsa dengeyi sağlamış oldu.

Peki kendilerini bu kadar zor duruma düşürecek bu fahiş hatayı Amerika ve İsrail nasıl yaptılar? Hesaplarının alt üst olmasına nasıl izin verdiler?

Aslında bu sorudaki gerçek yanılgı noktası, katliamın bir hata olarak görülmesi.

Kana katliamı bir hata değil, İsrail'in 1948 öncesi çeteler halinde, bu tarihten sonra da düzenli ordularıyla gerçekleştirdiği savaş stratejisinin bir uzantısıdır. Bu katliamı gerçekleştirmekteki amaçlar şöyle sıralanabilir:

- Sivilleri öldürüp halkı yıldırarak Hizbullah ve Lübnan hükümeti üzerinde baskı oluşturmak. Hizbullah'ın Kuzey İsrail'e yönelik saldırılarının İsraillilerin karşı saldırılarına yol açtığı iddiasının halk arasında yaygın bir kabul görerek halkın tepkisini İsrail saldırıları yerine Hizbullah savaşçılarına yönlendirmek. Böylece baskıların Hizbullah ve halk üzerinde dayanılmaz bir noktaya getirilerek İsrail karşısında direnişin teslimiyet göstermesi bekleniyordu.

- Güney Lübnanlı sivillere bulundukları yerleri terk ederek Kuzey'e göç etmeleri konusunda İsrail yanlısı "Güney Lübnan'ın Sesi Radyosu"nca verilen emirlere itaat etmeyip BM Karargâhı'na sığınan sivillere iyi bir ders vermek.

BM Karargâhı'nın dahi siviller için bir sığınak olmasından çıkarılarak, İsrail'in sivil ve asker ayırımı yapmadan herkesi Lübnan'ın her yerinde vuracağını kanıtlamak, böylece sivil halkı terörize etmek.

İsrail'in şu ana kadar yaptığı en büyük hata ise Hizbullah'ın Lübnan güçleri, Emel hareketi, Murabitun ve diğer Lübnanlı milis kuvvetler gibi savaşın yarattığı bir örgüt olduğu, savaşın bitmesiyle bu örgütün de biteceği kanaatinde olmasıydı. Hizbullah'ın eylemlerinin karakteristik bir yükseliş gösterdiği yıllar İsrail'in ne kadar yanıldığını göstermiş oldu. 1993 yılındaki Temmuz Anlayışı ise İsrail'in Hizbullah'ın gücünü kabul ettiği ve bölgedeki krizle ilgili uluslararası ve bölgesel taraflardan biri olarak onayladığı anlamına geliyordu.

Temmuz Anlayışı'nı ihlal ederek sivil bölgelere saldıran İsrail, Güney Lübnan'da aldığı tüm güvenlik önlemlerine rağmen İsrail ordusunu her gün aşındıran ve yıpratıcı bir güç haline dönüşen Hizbullah'ın ve ona sonuna kadar müslümanı, hristiyanıyla destek veren Lübnan halkının işgale karşı kararlı bir red cephesi oluşturması karşısında, yetinmediği ve çıkarına olmadığını düşündüğü Temmuz Anlayışı'nı aynı içeriğiyle tekrar kabullenmek zorunda kaldı.

Kukla rejimlere bağlı Arap ordularını perişan eden İsrail'in Hizbullah karşısında yaşadığı çaresizlik İslam ümmetinin yüreğine su serpti, mücadele cesaretini arttırdı. Dünyanın her tarafında katliamlara yönelik tepkiler dile getirilerek İslami bir dayanışmayla ümmet bilinci yolunda önemli bir mesafe katedildi. Her şeyden önemlisi ise bölgede emperyalizmin karşısında tek ciddi gücün İslami hareketler olduğu gerçeğinin altı bir kez daha çizilmiş oldu.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR