1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. "İsrail'in İlgi Alanları ve Barış Sürecinin İslami Yapılara Etkisi”

"İsrail'in İlgi Alanları ve Barış Sürecinin İslami Yapılara Etkisi”

Şubat 2000A+A-

İslam Dünyası Tarih ve Kültür Araştırmaları Merkezi (İDKAM) tarafından 21 Ocak Cuma günü Mecidiyeköy Kültür Merkezinde düzenlenen "İsrail'in İlgi Alanları ve Barış Sürecinin İslami Yapılara Etkisi" konulu panel, ilgi ve yoğun bir katılım ile izlendi.

İslam Özkan tarafından yönetilen panele konuşmacı olarak Alptekin Dursunoğlu ve Süleyman Arslantaş iştirak ettiler.

İslam Özkan ilk olarak A. Dursunoglu'na şu soruyu yöneltti: "Türkiye-İsrail ilişkilerinin gelişim süreci ve Suriye-İsrail barış görüşmelerinin bu sürece etkisi ne olacak?" Alptekin Dursunoğlu, İsrail'in kuruluşunun Ortadoğu'ya yabancı bir unsurun hegamonik dayatması olduğu tespitini yaptıktan sonra bölgesel bir sorun gibi algılanan İsrail sorununun Türkiye için yerel bir sorun uluduğunu dile getirdi. Türkiye-İsrail ilişkilerinin gelişim süreci bağlamında şunları söyledi: "Türkiye'nin İsrail'i tanımasıyla başlayan ilişkileri 12 Eylül 1980'e kadar düşük bir seviyede kalmıştır. 70'lerin sonundaki petrol krizinin etkisiyle 12 Eylül hükümeti, İsrail'le ilişkileri 2. Katiplik düzeyine düşürdü ve İslam Konferansındaki statüsünü yükseltti." Dursunoğlu, bu durumun Sovyetler'in yıkılıp soğuk savaşın bitmesi ve dünyanın tek kutuplu bir yapıya bürünmesiyle değiştiğini belirtti. Soğuk savaş döneminde Sovyetlerden yana tavır alan bölgedeki Arap ülkelerinin tek kutuplu bir dünyada, güç dengelerindeki desteklerini kaybetmesinin İsrail'i bölgedeki tek güç durumuna getirdiğini söyleyen Dursunoğlu, ayrıca Yeni Dünya Düzeniyle Türkiye'ye önemli roller biçildiğini de açıkladı. Bu rollere uygun olarak Türkiye, "NATO müttefiki olmaktan, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslarda etkili bir "cephe ülke" konumuna yükseliyordu. Bu durum "İsrail'e stratejik partner olacak gücün Türkiye olacağı öngörüsünü getiriyordu." tespitini yapan Dursunoğlu, Türkiye-İsrail ilişkilerinin ilk ciddi temellerini 1993 yılında S. Demirel, Hikmet Çetin ve T. Çiller tarafından gerçekleştirilen İsrail temaslarına dayandırdı.

İlişkilerin sürecini aktardıktan sonra Dursunoğlu, bu ilişkilerden İsrail ve Türkiye'nin beklentilerini açıkladı. İsrail'in Türkiye'den, bölgedeki yabancı varlığını meşrulaştırma ve Ortadoğu, özellikle de İsrail için önemli bir sorun olan "su kaynaklarının" azlığı bağlamında beklentilerin şekillendiği ifade edildi.

Dursunoğlu; Türkiye'nin İsrail ile ittifaktan beklediği amaçlar olan ABD'deki Ermeni ve Rum lobilerin etkinliğine karşı Yahudi lobisinin desteğini alma, pazar arayışı ve Savunma Sanayii ile ilgili beklentilerin ne kadar gerçekleştirdiğini ise şöyle aktardı:

"David Levi'nin 7 Nisan 1997'deki Ankara ziyareti ardında Türkiye ile İsrail arasında 6 aylık periyotlarla stratejik diyalog geliştirildi. Bu diyaloglarla 29 Nisan 1997 de Genelkurmay Milli Askeri Stratejik Konsept'te değişikliğe giderek yeni bir tehdit değerlendirmesi yaptı. Birinci tehdit olarak "İrtica", ikinci tehdit olarak da "Bölücülük" ilan edilip bunların yurtdışı desteği olarak da İRAN ve SURİYE gösterildi. Bunlar ise İsrail'in stratejik tehditleridir. Bu belirleme Suriye'nin, Türkiye ve İsrail arasında tarafından askeri kıskaç altına alınması demekti. Bu durumun Abdullah Öcalan'ın Suriye'den çıkarılmasına doğrudan etkisi olmuştur."

Bu değerlendirmeden sonra İse, İsrail açısından durumun değerlendirmesi ise şu örnekle açıkladı.: "Suriye'nin barış masasına oturması Türkiye-İsrail işbirliğinin bir sonucudur. Bu da İsrail'in bir kazanımıdır."

Alptekin Dursunoğlu'nun ardından bir soru ile panel yöneticisi İslam Özkan, sözü Süleyman Arslantaş'a verdi.

"Barış görüşmeleri barışla neticelendiği takdirde bölgedeki dengeleri nasıl etkileyecektir? Filistin dışındaki İslami yapılar bundan nasıl etkilenecektir?" sorusunu cevaplandırmak için söz alan Süleyman Arslantaş, İsrail'in varlığının kime ne getirip ne götürdüğünü açıklayarak konuşmasına başladı. Bu bağlamda Amerika'nın Ortadoğu'daki petrol kaynakları üzerindeki hakimiyetini pekiştirmek için İsrail'i bir tetikçi olarak İkame ettiğini dile getirdi. 1991 Körfez Savaşı'ndan sonra Amerika'nın bölgedeki hakimiyeti sağladığı ve artık bir tetikçiye ihtiyacının kalmadığını, bundan dolayı İsrail'in, ABD politikaları içinde ikinci-üçüncü konuma düştüğünü belirten Arslantaş, Amerika'nın kendi politikalarındaki İsrail faktörünü azaltmak için İsrail'le Arap ülkeleri arasındaki barış görüşmelerini başlattığını söyledi. Arslantaş, Amerika'nın bulunduğumuz bölgedeki genel politikasını da şöyle dile getirdi:

"Amerika 1940'lı yıllardan beri Ortadoğu'da İsrail eksenli bir politika sürdürdü. Bu soğuk savaş döneminin sonuna kadar devam etti. Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra ise Türkiye merkezli bir Avrasya politikası gütmeye başladı.

Bu bağlamda Amerika, Türkiye'den halkıyla barışık, demokratik, liberal, ekonomisini düzeltmiş, sorunsuz bir devlet olmasını istiyor. Dolayısıyla önümüzdeki yıllar İsrail'in bölgeye egemen olduğu bir durumdan çok, Türkiye eksenli Avrasya politikasının egemen olduğu yıllar olacaktır."

Barış sürecini değerlendirirken Hafız Esad'ın istikrarlı otoriter bir devlet balkanı olduğunu belirttikten sonra Suriye'nin, ABD'nin dayatmasını veya barış şartlarını hemen kabul etmeyeceğini ve barışa yanaşmasının birkaç koşulu olduğunu belirterek, bunların Türkiye açısından getireceği gerekliliği Arslantaş şöyle açıkladı: "Türkiye'nin GAP'tan Suriye ve Irak'a bıraktığı saniyede 500 metreküp'lük suyun sadece Suriye'ye bırakılmasının talebine karşılık Türkiye su benim topraklarımdan çıkıyor ve tasarruf hakkı da benimdir diyerek reddediyor."

Ayrıca Suriye-İsrail anlaşmasının gündeme gelmesinin Türkiye açısından bir handikap oluşturacağını belirterek, Suriye ile İran arasında süregelen karşılıklı iyi ilişkilerin İsrail'le barış sonucunda inkıtaya uğrayacağını belirttikten sonra İran'ın Suriye üzerinden Güney Lübnan'daki Hizbullah'a desteğinin sekteye uğrayacağını, İran'ın Suriye'nin petrol ihtiyacının tamamına yakınını karşılıksız sağlamasından dolayı barışın Suriye'yi zarara sokacağını ve bu zararını da barışla karşılayamayacağını dile getirdi.

Arslantaş son olarak, Güney Lübnan ve Filistin'deki İslami yapıların barış sonucunda lojistik desteğinin Suriye ile kesilmesinin Mısır gibi başka bir bölge ülkesiyle giderilebileceğini de vurguladı.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR