1. YAZARLAR

  2. Hasan Nasrallah

  3. İsrail Ümmetin Ortak Düşmanıdır ve Öyle Kalacaktır

İsrail Ümmetin Ortak Düşmanıdır ve Öyle Kalacaktır

Eylül 1993A+A-

13 Eylül 1993 Pazartesi günü Amerika'da işbirlikçi Arafat'la siyonistler arasında imzalanan barış planını protesto etmek için Lübnan Hizbullah'ı bir gösteri düzenledi. Hükümet güçlerinin gösteriyi engellemek için göstericilerin üzerine ateş açması üzerine beş kişi şehit oldu. Birçok kişi de olaylar sırasında çıkan kargaşada yaralandı. Bu olay sonrası Hizbullah-Lübnan hükümeti ilişkilerinin yeni bir döneme girdiği yorumları yapılıyor. Konuyla ilgili olarak Hizbullah Genel Sekreteri Nasrullah'la yaptığı röportajın çevirisini sunuyoruz.

 

- Gazze-Eriha planının protestosu ardından yaşanan gerginlikten başlayalım. Bu olaylar sırasında hükümet güçlerinin işlediği kötü girişimin arka planını nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Öncelikle bu olayın arkasında Lübnan hükümetinin düşünce özgürlüğüne aykırı olarak toplantı ve gösteri yasağı getiren kararını buluruz. Uzun zamandır hükümet böyle bir yasağı getirmez için çaba sarfediyordu. Bu kararın alınma gerekçesi de geçen ay İsrail'in Lübnan'a düzenlediği -Yedi Gün Savaşı- saldırıda Güney Lübnan'dan Beyrut'a gelen çok sayıdaki insanın burada anarşi ve kargaşa çıkarmasını engellemeye yönelik bir tedbirdi. Oysa Yedi Gün Savaşı'nın meydana getirdiği bu olağanüstü haller bitmiştir. İstisnai olan bu durumun sona ermesine rağmen hükümet bu durumu genelleştirerek uygulamaya koymuştur.

- Öyleyse "Kanlı Pazartesi" geçmişte olan olaylara göre değil, gelecekteki bazı hesaplara göre gerçekleştirildi.

- Bu hükümet şu an Lübnan'daki büyük davamıza ve Arap-İsrail mücadelesine ihanet etmiştir. Böyle olunca da buradaki genel hürriyetlere tahammül gösterememektedir. Bu yönde ülkedeki çeşitli grupları hükmü altına alacak adımlar attı. Bu adımların ilki de gösteri yasağının getirilmesidir. Bu girişimlerin sonucu olarak 13 Eylül'de kanlı bir şekilde sonuçlanan "Kanlı Pazartesi" olayı vukubulmuştur. Ülkede yaşanan diğer bir siyasi gelişme de hükümetin Amerika'yla temaslarda bulunmasıdır. Bu temaslar sonucu Amerika'ya bazı yardımlarda ve taahhütlerde bulunması söz konusudur.

Bu "Kanlı Pazartesi" siyasi sultanın -kendi tabiriyle ne kadar güçlü bir askeri güce sahip olduğunu- muhalif güçleri güç kullanarak sindirebileceğini kanıtlamaya çalıştığı bir güç gösterisi olmuştur. Bu olay aynen Arafat'ın Gazze-Eriha özerk bölgesinde muhaliflerini öldürme sözü vermesine benziyor. Yani Arafat'ın Gazze-Eriha'da İntifada'yı bitirme taahhüdü ile Lübnan hükümetinin İslami Direnişi yok etmeye çalışması gibi.

- Bazıları meydana gelen "Kanlı Pazartesi" olayında Hizbullah'ı, bu olayları bastırma imkanına sahip olduğu halde bunu yapmamakla suçluyor. Sizce bu görüş doğru mu?

- Bu soruyu yanıtlamadan önce gösterinin arka planındaki sebepler üzerinde durmamız gerekir. Zira ortada Gazze-Eriha planının imzalanmasıyla ortaya çıkan tehlikeli bir durum söz konusudur. İmzalanan planla İsrail tanınmıştır ki, bu olay bölgesel ve merkezi olarak büyük tehlikeler doğuran ve Lübnan'ı doğrudan etkileyen bir girişimdir. Bizim de bu tehlikeli girişimi insanlara anlatmamız gerekiyordu. Özellikle de bazı örgütlerin ve hükümetlerin Yaser Arafat'ın Filistin'in birkaç caddesine karşılık imzaladığı bu tarihi ihanet belgesini zımnen desteklemeleri karşısında sesimizi yükseltmemiz gerekiyordu. En azından bunu siyasi, hukuki, devrimci ve milli değerler açısından yapmamız gerekliydi. Ancak Bakanlar Kurulu'nun aldığı son gösteri yasağı kararına gelince; bu karar zorla dayatılmış bir karar olup diktatörcedir. Böyle bir kararı kabul etmemiz ve bu karara teslim olmamız da mümkün değildir.

- Arafat'la düşman arasında böyle bir barış imzalanmış olmasa da mı?

- Lübnan hükümeti yeni bir yol (program) denemesindedir. Takip ettiği bu yol da diktatörlük ve zor kullanma yoludur. Hükümetin denediği bu yolla amaçladığı şey her türlü düşünce ve ifade özgürlüğünü ne şekilde olursa olsun yok etmek ve askıya almaktır. Buna karşılık biz bu kararın anayasal ve kanuni olmadığını ifade ediyoruz. Bu karar konusunda hükümetle yardımlaşmamız da mümkün değildir. Çünkü bu kararla gelecek için de bağlayıcı olan tehlikeli bir merhaleye girilmiştir. Bizim gösteri izni almakla ilgili bütün girişimlerimiz çıkarılan engeller yüzünden sonuçsuz kaldı. Zira siyasi platformdaki örfi hükümler hiçe sayılarak bütün bölgelere sanki Beyrut İsrail sultası altındaymış gibi yoğun askeri birlikler yerleştirildi. Otobüslerle gösterinin yapılacağı meydana gitmek isteyenlerin yolları kesildi ve tehdit edildiler. Bütün bunlara rağmen biz onların bu tavırlarına karşı gösterinin başka bir bölgeye alınması ile ilgili görüşmeler yaptık ve daha kolaylaştırıcı teklifler sunduk. Gösterinin yapılması için birçok teklif sunduk ve gücümüzün yeteceği en son sınıra kadar problemi çözmeye çalıştık. Ancak bütün bu girişimlerimize rağmen hükümetin aldığı bu karara boyun eğemezdik.

- Bakan Dellul'un, Lübnan hükümetinin Gazze-Eriha planına karşı çıktığını ifade etmesi ve bu çerçevede gösteri yapılmasının gereksizliğini savunması konusunda ne diyorsunuz?

- Bu siyaset dünyasındaki ve siyasi işleyişteki yeni bir felsefedir. Biz bunu daha önceden duymadık. Bütün dünyada siyasi konumların belirlenmesi ve belli görüşlerin desteklenmesi noktasında bu tip gösteriler olmaktadır. Ancak bu gösterilerin hükümetlerin aleyhine düzenlendiği ve mevcut sultanın devrilmesine yönelik olduğu sonucuna varılması yanlıştır. Gerçek olan şudur ki, bu gösteriler -bütün dünyada olduğu gibi- faydasız, boş ve herhangi bir amacı olmayan işlerden değildir. Aslında halkın ve iktidarların bu tür platformlarda tek vücut halinde aynı kaygıları paylaşmaları iktidarların gücünü pekiştirecek önemli bir unsur değil midir?

- Kanlı olaydan sonra Hizbullah'la Başkan Hariri doğrudan karşı karıya geldi. Bu karşılaşmayı kanlı olaylar meydana gelmeden önce de düşünüyor muydunuz? Yoksa son olaylar böyle bir karşılaşmayı zorunlu mu kıldı?

- Kanımca bu karşılaşma hükümetin tıkandığı olumsuz siyasi tavrın tedrici bir sonucudur. Şunu da ekleyelim ki bu karşılaşma sadece Hizbullah'la hükümetin arasındaki bir problem değildir. Bu Lübnan'da var olan bütün grupların, dolayısıyla halkın hükümetle karşı karşıya gelmesi olayıdır. Hükümetin attığı yanlış adımlar bu süreci hızlandırmıştır. Hükümetin attığı yanlış adımlar ederken birçok açıdan tehlikeli girişimleri kastediyorum. Bunu söylerken, hürriyetlerin kısıtlanmasından iktisadi, ticari, sınai kollara dek uzanan birçok alanı kastediyorum. Bu maceracı tutumun ülkenin geleceğini tehdit eder boyutlara ulaştığı artık herkesin bildiği bir konudur.

İletişim, güvenlik, ekonomik ve siyasal alanlarda yaşanan bu gelişmeler, ülkedeki gruplarla hükümet arasında çatışmanın çıkmasına doğru ilerlemektedir. Yani problem sadece Lübnan ordusuyla Hizbullah direnişi arasındaki bir problem değildir. Önemli olan belli bir azınlığın faydalanıyor olmasıdır. Bu azınlık hükümetin desteğiyle belli kazançlar ve haksız servetler kazanmakta, halk ise devletin imkanlarından mahrum bırakılmaktadır.

Tekrar gösteriye dönecek olursak, aslında gösteri normal seyrinde başlayıp devam etmiş olmasına rağmen hükümetin yeni izlediği bu siyaset hükümetle karşı karşıya gelmeyi hızlandıran bir gelişme olmuştur. Zaten olaylar tahlil edildiğinde hükümetin bunu bu şekilde istediğini daha net bir biçimde görürüz. Bütün bu gelişmeler sonrasında Lübnan'da yaşayan birinin hükümete karşı muhalefet etmemesi mümkün değildir. Sonuçta Lübnan halkının geleceğini düşünen herkesin bu hükümetin düşürülmesi ve istifası noktasında birleşeceğine inanıyorum. Zira bu hükümet bundan başkasına layık değildir.

- Bazı siyasi gözlemciler son katliamın ardından Hizbullah'ın Lübnan ordusuna bundan sonra ateşle cevap vereceğine zorlandığı noktasında birleşiyor. Bu değerlendirmelerin haklılık derecesi sizce nedir?

- "Kanlı Pazartesi" şehitlerini anma programında, isyasi hükümeti suçlayan bir konuşma yaptım. Zira bu hükümet orduyla Hizbullah'ın çatışmasını istiyor ve bunu içten içe körükleyen çalışmalarda bulunuyor. Bununla ilgili elimizde birçok delil bulunmaktadır. Az önce belirttiğim gibi son katliam hükümetin Hizbullah'la ordu arasında bu tür çatışmaları alevlendirmek istediğinin tipik bir örneğidir. Hükümet bunun gibi çatışmaların çıkması için de gece gündüz elinden gelen her şeyi yapmaktadır. Soruda belirttiğimiz -eğer bunu kastediyorsanız- hükümetin siyasi karşılaşmadan daha çok Hizbulla90h'ın orduyla karşı karşıya geleceği askeri çatışmayı desteklediği olgu ise, bu doğrudur.

- Başlangıçta gösterinin davet edilen bütün grupların katılımıyla başladığı, ancak gösteri sonunda meydanda yalnız Hizbullah'ın kaldığı ileri sürülüyor. Bu konudaki yorumunuz nedir?

- Hayır, bu doğru değil. Tabii bu sorunun cevaplanması için diğer grupların lideri arkadaşlara sorunun yöneltilmesi gerekiyor. Ancak gösteriye katılan grupların ilan ettikleri siyasi tutumlarına sadık kaldıklarını ve Hizbullah'ı yalnız bırakmadıklarını rahatlıkla söyleyebilirim.

- Bazıları Filistin davasından ayrılan Arafat ve grubunun bu tavrına karşı Hizbullah'ın Filistin davasını desteklemek için hazırlık yapmasının sebebini soruyor.

- Öncelikle böyle düşünenler basit görüşlü ve dar çerçeveli düşünüyorlar ve tehlikenin büyüklüğünü idrak edemiyorlar. Oysa her basiret sahibi kişi olayların geldiği tehlikeli boyutu rahatlıkla kestirebilir. Arafat; Arap ve İslam dünyasının kapılarını bir hiç uğruna siyonistler ve İsrail'in önüne açtı. Böyle yapmakla Arafat Filistin halkına ve İslam ümmetine ihanet etmiştir. Bize gelince; biz bu ümmetin küçük bir parçasıyız ve Lübnan halkının bu ihanet karşısında susmasının doğru bir iş olmadığına inanıyoruz. Aynı şekilde bölge halkının susması da olması gereken ve istenen bir şey midir? Caddelere çıktığımızda Amerika İsrail ve bütün müstekbir güçlerin, Arafat'ın ihaneti, hezimeti ve İsrail'i tanıdığı barış anlaşmasından dolayı şenlikler yaptığını görüyoruz. Bu manzara karşısında susmak mı, arzulanan bir şeydir? Arafat'ın hangi durumda olursa olsun bu ümmet adına bağlayıcı ve temsilci sıfatında herhangi bir anlaşma ve çözüm planı imzalaması mümkün değildir. Çünkü o, bu ümmetin temsilcisi olamaz. Bu ümmet ve direnişin isteği bu duruma son vermektir. Böyle günlerde böyle denmesi gerekir. Ancak problem daima şöyle sunuluyor: "Hizbullah hükümetle çatışmak için niçin gösteri düzenliyor?" Böyle bir sorunun tashihe ihtiyacı vardır. Aslında soru "Hükümet niçin Hizbullah'la çatışmak istiyor?" şeklinde olmalıdır. Problemin gerçek yüzü Lübnan'daki hükümetin hiçbir alanda siyasal tavır belirleyememesi -özellikle de Gazze-Eriha planının imzalanmasından sonra- hiçbir davasının ve ilerleyebileceği siyasal zeminin kalmamış olmasıdır. Yoksa problem, davaları için gösteri düzenleyen göstericilerden kaynaklanmamaktadır.

- Sebeplerden biri olarak da barış adına hükümetin alelacele oluşturulması gösteriliyor. Bununla, hükümetin amaçladığı muhaliflerini sarsmak idi. Buna karşılık Hizbullah'ın da bu yarışa katılarak mukabelede bulunmak istediği söyleniyor.

- Öncelikle biz İsrail-Lübnan ilişkilerindeki bütün ihtimalleri gözönünde tutarak tabii ve sissiz bir şekilde siyasi bir yol izliyorduk. Meydana gelecek gelişmelere ve atılan adımların tüm bu ihtimallerine rağmen siyasal sultayla çatışma ile yüzyüze geleceğimiz aceleci adımlar atmadık. Hükümetin hem direniş ve hürriyetlerin yanında yer alması, hem Gazze-Eriha planını reddetmesi ve hem de diktatörlükle hükmetmesi nasıl bağdaşır?

Amerika ve İsrail'in, uygulanması için acele ettikleri ittifakın imzalanmasından sonra hürriyetlerin nasıl uygulanacağı daha da merak konusudur. Bir örnek verecek olursak; Ürdün İsrail'le sadece görüşme programında ele alınacak konularla ilgili bir anlaşma imzaladı. Ve Amerika bir an önce Ürdün'de okutulan ders kitaplarında İsrail aleyhine olan görüşlerin çıkarılması için Ürdün'e baskı yapıyor. Buna karşılık bu ittifaktan sonra Cuma namazlarında ulemanın Yahudilerle ilgili Kur'an surelerinde yer alan ayetleri okumak istediklerinde Lübnan hükümetinin Cuma namazı ve Kur'an konusundaki tutumu ne olacaktır?

Şunu da hatırlatmamız yerinde olur: Biz sadece görünüşteki mevzularla ilgilenmiyoruz. Bununla beraber siyasi sultanın bütün icraatlarını da yakından izliyoruz. Uzun zamandır kararlaştırdığımız üzere hürriyetlerin uygulanması için hükümetle mücadele etmekten kaçınmayacağız. Ve her ne olursa olsun Lübnan'da hükümetin hürriyetlerin yok edilmesi için giriştiği her çabayı engelleyeceğiz.

- Yeni bir çatışmanın çıkması ihtimali de buna dahil mi?

- Yani yeni bir katliam yapsa da mı? Evet, bu da önemli değil. Böyle de yapsa bir şey değişmeyecek.

- Bu, İsrail'le Lübnan arasında böyle bir anlaşma imzalandığında kanlı olayların vukubulacağı anlamına mı geliyor?

- Lübnan hükümeti böylesi bağlayıcı anlaşmalara girdiğinde halkla hükümet arasında vukubulacak çatışmaları destekliyor demektir. Zira böyle bir karar halka rağmen alınmıştır ve bunun sonucunda da meydana gelecek katliamlardan da halk değil, hükümet sorumludur.

- Hizbullah'ın böyle bir sorumluluğu yüklenmesi nasıl mümkündür?

- Şu an için rejim, işlediği suçun bir kısmını ödedi. Ancak bu suçun tamamını ödeyecek. Her şey bir defada ödenmez. Bu ya hükümetin düşürülmesi ya da istifası şeklinde gerçekleşecektir. Hepimizin bildiği gibi Beyrut'ta şehitlerin cenaze töreninde -Çarşamba günü- bu hükümetin aczi ve başarısızlığı ortaya çıktı. Üstelik törene Bekaa ve Güney Lübnan'dan katılım olmadığı halde. Cenazeye katılanlar sadece Beyrut'ta yaşayanlardan oluşuyordu. Şayet Güney ve Bekaa'da yaşayanlar da cenazeye iştirak etmiş olsalardı. Lübnan, tarihinde hükümetin düşmesini isteyen en büyük gösteriye şahit olabilirdi. Bu hükümetin halk desteğini yitirdiğinin açık kanıtıdır. Bu hükümet bitmiştir. Şu an Lübnan'da bir seçim düzenlenecek olsa -sadece Kanlı Pazartesi'yle alakalı değil- insanların yarısından çoğunun hükümetin gitmesi yönünde oy kullanacaklarına şüphe yoktur.

Parlamentoda da hükümetin savunmasız ve aciz olduğu açıktır. Kendini savunacak hiçbir şey söyleyememektedir. Hatta parlamentodaki milletvekillerinin birçoğu da hükümetin istifasını istiyorlar.

Açıktır ki hükümet coğrafi ve diğer birçok siyasi sebepten dolayı şu anda hükmünü devam ettirebilmektedir. Bu sebeplerden dolayı hükümetin değiştirilmesi şu an için güç bir iş olarak gözükmektedir. Ancak hükümetin bu mevcudiyeti kamıştan ayaklar üzerinde durmaya benziyor. Hükümet bu haliyle her gün morfin alıp yaşamaya çalışan bir kişiye benziyor. Hizbullah'ın daha önce açıkladığı gibi biz savaşa zorlanmak istemiyoruz. Siyasi konumumuz gereği son olay karşısında halkımızın desteği ve dost gruplarla oluşturulan güç, hükümeti düşme derecesinde sarsmaya yetmişti.

- Başkan Hariri'ye sizin "hükümetin yönetimden çekilmesi" gerektiği şeklindeki görüşünüz sorulunca, "Biz olduğumuz yerde devam ediyoruz. Burada iki denge unsuru çizgi vardır ve asla birbirleriyle karşılaşmazlar" diye yanıt verdi. Bu konuda siz de onun gibi mi düşünüyorsunuz?

- Doğru. Bu konuda onunla aynı görüşü paylaşıyorum. Çünkü "direniş" İsrail'e karşıdır ve barış da "direnişle beraberdir." Bu ikisi (barış ve savaş) hiçbir zaman kesişmezler. Çünkü fakirlere, mustazaflara yardımla onların yurtlarından sürülmeleri kesişmezler. Çünkü; özgürlükler çizgisiyle diktatörlük çizgisi kesişmezler. Çünkü halk çocuğuyla kralların çocukları kesişmezler... Ve yine ben hükümetle Hizbullah'ın iki önemli denge unsuru olduğu sözüne inanıyorum ve hiçbir zaman da kesişmezler diyorum.

- Bazıları olayların arka planındaki esas sebebi Hizbullah'ın hükümete karşı hazırlık yaptığı ve şimdi de bunun fırsatını yakaladığı şeklinde yorumluyor.

- Geçmişte bizi öldürmediler. Her işimizi de takip ettiğimiz siyasi yolla hallettik. Ve hiç kimse de birbirini tehdit etmedi.

- Fakat daha önce olan karşılıklı anlayış artık imkansız oldu. Buradaki ayrılık nedir?

- Bugünden sonra bizimle bu hükümet arasında herhangi bir anlaşmanın olması söz konusu edilemez.

- Ancak Başkan Hariri onlar kendi konumlarında biz de kendi konumumuzdayız diyor.

- Onların kendi konumlarında kaldıkları doğrudur. Geçmişte de halka zulmeden birçok hükümet ve rejim işbaşında kalmıştı. Ancak ne zamana kadar? Bir hafta... Bir ay... İki ay... Bir sene... İki sene... Sonuçta hepsi gidiyor. Hizbullah'ın hükümetin düşmesini veya istifasını istemesi demek hükümetin bir hafta sonra gideceği anlamına gelmez. Bu bütün dünyada bu şekildedir. Öyleyse Hariri ve hükümetinin "Kanlı Pazartesi" olayından sonra bir ay veya iki ay işbaşında kalması onların zafer kazandığı anlamına gelmez. Zira mantık bütün açılardan ortamın tam anlamıyla olgunlaşmasını gerekli kılıyor.

Zamanı gelince bu hükümet tamamen hükmünü yitirecek ve düşecektir. Çünkü caddelerde uyguladığı diktatörce zihniyet sebebiyle bu ülkeyi idare edemeyecektir.

- Ya siz hükümetin şimdi değil, daha sonra düşeceğini mi söylüyorsunuz?

- Tabi. Bu bize açıktır. Şu an içini bölgesel koşullar hükümetin düşmesine izin vermemektedir. Ancak bu bizim hükümetin düşmesini istemediğimiz anlamına gelmez.

- Hükümetin düşmesi ile ilgili belli bir süre söyleyebilir misiniz?

- Şu an böyle bir süre kestirmek zor. Zira toplumsal şartların hükümetin düşmesi için olgunlaşması gerekmektedir. Ancak uzun bir süre geçmeden bunun olacağını söyleyebilirim.

- Duyduğumuza göre hükümetin düşürülmesi için geniş tabanlı her grubun temsilcisinin bulunacağı bir cephe oluşturulmasını istiyorsunuz.

- Bununla amaçlanan her akımın siyasal alanda, iletişim alanında temsilci (milletvekili) düzeyinde hükümetin düşürülmesi için birlikte hareket etmesini sağlamaktır. Zira hükümet bu ülke için her türlü davaya tehlike ve problem çıkarmaktadır.

- Bütün Lübnan Hükümetlerinin iki esas üzerine kurulduğu gözleniyor. Bölgesel ve yerel güçlerin her biri için ayrı uygulama. Siz diğer gruplarla mesela Hıristiyanlarla hükümete karşı muhalefette anlaşabiliyor musunuz?

- Bana göre yerel şartlar bütün yönleriyle büyük oranda olgunlaşmıştır. Şayet hükümet cüretkar davranıp halk seçimlerine gider veya bütün Lübnan'da insanların gösteri yapmasına izin verirse düzenlenecek gösterilerin hepsi hükümetin gitmesi için olacaktır. Hükümet böyle bir şeye cüret edemiyor. Çünkü onlar da bu gerçeğin farkındalar. Bugün hükümetin gitmesini isteyen belli bir fırka değildir. Çünkü zulüm açlık, lüks, fakirlik ve tehlikeli icraatlar had safhaya varmış ve bütün halkı tehdit eder duruma gelmiştir.

Az önce belirttiğim gibi yerel şartlar büyük oranda olgunlaşmıştır. Bu olgunluğun tamamlanması basit bir harekete bağlıdır. Öyle sanıyorum ki bütün güçler hükümet meselesinde yerel birimlerde yapacakları (hükümetin kalmasının tehlikelerini halka anlatma şeklinde) çalışmalarla Lübnan'ın geleceğini değiştireceklerdir.

- Hükümetin gitmesini tartıştığımızda karşımıza hangi hükümet işbaşına gelirse gelsin aynı uygulamalarda ve icraatlarda bulunacak gibi bir tablo çıkıyor. Bu durumda hükümetin gitmesiyle ne değişecek?

- Başa gelecek olan ikinci hükümeti de desteklemeyeceğiz. Ancak düşmesi veya gitmesi için de çalışmayacağız. İşbaşına gelecek hükümetle aramızda birçok konuda değişik düşünceler olabilir ancak bu o hükümetle anlaşmamamızı gerektirmez. Şunun altını da çizmeliyim ki, biz hükümetin düşürülmesini şahısların düşürülmesi şeklinde anlamıyoruz. Şahısların değişmesi hükümetin değiştiği anlamına gelmez. Önemli olan siyasi zihniyetin düşürülmesidir.

- O halde problem sistemin zihniyetinin değişmesinde düğümlenmekte...

- Doğru. Problemin büyük kısmını zihniyet değişikliği yani sistemin zihniyetinin değişmesi oluşturuyor. Çünkü bazen sistemin zihniyeti halkın kabul etmediği halde zorla katlanmak zorunda olduğu koşullar ortaya çıkarmaktadır. Şayet hükümet düşer ve yerine yeni bir hükümet işbaşına gelir de düşmüş olan hükümetin uygulamalarında olduğu gibi hürriyetleri kısıtlar, gazeteleri kapatır, iletişim araçlarına sınırlamalar getirirse bu hükümetin de üslup ve program olarak eski hükümetten bir farkı yok demektir. Bu durumda biz de aynı şekilde mücadelemize devam ederiz. Zira bugün problem hükümetin takip ettiği zihniyetten kaynaklanmaktadır.

- Suriye Başkan Yardımcısı Haddam, Lübnan hükümetini desteklediğini ve görev süresi bitimine dek işbaşında kalması gerektiğini açıkladı. Siz ise hükümetin değişmesi gerektiğini söylüyorsunuz. Bu sizinle Suriye arasında görüş ayrılığı anlamına gelmiyor mu?

- Zannediyorum, bu açıklama bölgede barış görüşmelerinin on birinci turuna girilmesiyle yakından ilgilidir. Çeşitli grupların elde ettikleri kazançlar ve pastadan pay kapma yarışı içeride Lübnan hükümetinin güvenliğini tehlikeye düşürmektedir. Bununla da bir ilgisi olduğu kanısındayım. Dikkat ederseniz hükümetin görev süresi sonuna kadar kalması ile ilgili açıklama durum değerlendirmesi sebebiyledir. Suriyeli kardeşlerimizin görüşlerine göre şu an için yapılacak bir hükümet değişikliği herhangi bir yarar sağlamayacaktır. Bu da açıklamanın belirli sebeplere dayanılarak Lübnan hükümetinin desteklendiğini gösteriyor. Bizim görüşümüze göre Suriyeli kardeşlerimiz de bu hükümetin iç barışı, güvenliği, istikrarı ve siyasi konumu tehdit ettiğinin farkındadırlar. Bu hal üzere devam edilmesini de onaylamamaktadırlar. Şayet, Lübnan Suriye ile barış görüşmelerinde tek vücut hareket edebilmek için anlaşma imzaladı ise neden Amerika ve İsrail'le gizli görüşmelerde bulunmak suretiyle bölgede Amerikan kuvvetlerinin yerleştirilmesinde yardımcı oldu? Bunu yaparken de Suriye'nin onayını almadan ve Suriye hükümetine danışmadan yapmışlar. Bu Suriye-Lübnan ilişkileri konusunda bizim ve herkesin bildiği en büyük delildi. İlyas Hıravi ve Refik Hariri Suriye ile aralarındaki bağlayıcı anlaşmadan kurtulmak için hazırdırlar. Nasıl ki "Havaalanı Köprüsü" altında kadınların başlarını kırdılar, paraladılarsa Suriye'yi de arkadan vurup anlaşmaları hiçe saymaktan çekinmeyeceklerdir.

Biz bu hükümetin sadece iç güvenlik açısından güvenilir olmadığını söylemiyoruz. Diğer taraftan aynı şekilde stratejik anlaşmalarına rağmen Suriye için de güvenilir değildi.

- Şu halde hükümetin gelecek üç ay içinde İsrail'le anlaşma imzalaması, Hizbullah'ın, sürdürdüğü muhalefette yalnız kalacağı anlamına mı geliyor?

- Bu konuyu kimsenin Hizbullah çerçevesinde tartışması mümkün değildir. Zira Hizbullah bu işe inanmış ve teslim olmuştur. Hiçbir güç de onu yolundan çevirmeye güç yetiremeyecektir. Lübnan'la İsrail arasında olası bir barışa gelince, bu barış hiçbir zaman Lübnan halkını bağlamayacaktır. Çünkü böyle bir ittifak her halükarda Lübnan hükümetinin düşmanın ve ortaklarının önüne fitne ve tahakküm kapılarını açması anlamına gelecektir.

Bize göre düşmanla anlaşmak fitneyle anlaşmaktır. Biz ise buna şiddetle karşıyız. Böyle bir anlaşmanın gerçekleşmesi bir şeyi halletmeyecektir. Ve böyle bir anlaşma ne hukuksal, ne anayasal, ne de milli ve siyasi olamaz. İsrail, Arapların, Müslümanların ve bütün ümmetin ortak düşmanıdır ve böyle de kalacaktır. O gasıptır ve böyle kalacaktır. Hiç kimse bizden İsrail'i tanımamızla ilgili tek bir kelime duymayacaktır. Ta ki, hepimizi darağaçlarında sallandırsalar ve meydanlarda katletseler bile. Direnişin mecrasının ve düşüncesinin değiştirilmesi çabalarının diğer konular yanında en önemli problem olduğu kanısındayım. Bu sadece Hizbullah açısından değil, ulemanın çoğu ve gayrimüslim diğer ideoloji güçlerince de en önemli problemdir. Bunlar arasında milli ve ulusal güçler zikredilebilir. Bu kuvvetler de kültürel, siyasal, iletişimsel, sosyal ve ekonomik birçok değişik konuda aynı şekilde hükümetle karşı karşıya gelmiştir.

- Hizbullah'ın İsrail'e karşı bütün muhalif grupları içine alan geniş bir cephe oluşturacak bir planı var mı?

- Direnişin gelişmesi için böyle bir cephenin kurulmasını arzulamıştık. Bugün de Lübnan'da hürriyetlerin yerleşmesi için mücadele eden, diktatörlüğe karşı çıkan bütün samimi gruplarla böyle bir cephenin oluşturulmasını arzuluyoruz.

Barış konusunda çalıştık ve bu çalışmalarımıza devam edeceğiz. Ancak barış için bir araya gelecek bütün gruplar bunun ne kadar tehlikeli sonuçlar doğuracağını bilmekte ve kendilerinin bu barış ve barıştan çıkacak sonuçların tek bir safta olduğunu zaman karşılaşacakları engellerin farkındadırlar. Biz bu açık cephenin ve programının oluşturulması için hazırız. Bunun için de tehlikenin büyüklüğünü gözönüne alarak bütün küçük hesaplarımızdan da -İslam ve Arap ümmetinin gelecek asra güvenle bakabilmeleri için- vazgeçmeye hazırız.

- Düşmana karşı oluşturulacak bu cephede Hıristiyanlarla olan ilişkilerinizde belli sınırlar ve şartlar arayacak mısınız? İsrail'le işbirliği içerisinde olmamaları. Geçmişte işbirliğine girmiş olsalar da mı?

- Önemli olan şu an böyle bir ilişkinin olmaması ve her türlü ilişkilerini bitirmiş olmaları.

- Geçmişteki Emin Cemayel hükümeti ile Sovyetler Birliği'nin dağılması Suriye'nin barış görüşmelerine katılması ile ortaya çıkan yeni gelişmeler arasında ne gibi farklılıklar görüyorsunuz?

- Kim barış imzalıyor ve kim de imzalamamak istiyorsa, bizce ikna olmuştur. Barış imzalamak istemeyip de zorla (baskıyla) ve ikna olmadan bu işe sürüklenenler de olabilir. Ancak, anlaşmayla sonuçlanacak bu girişimlere imza koyan bütün Arap devletleri anlaşmayla birlikte ortaya çıkacak ekonomik, siyasal ve güvenlik alanlarındaki sorunlarla mücadele etmek zorunda kalacaklardır. Basit bir düşünüşle; İsrail, Amerika'nın kendisine yapacağı yardımlar ve güçlü iktisadi yapısı ile kısa bir süre içinde bölgenin iktisadi gücünü ve unsurlarını eline geçirecektir. Bölge halkları bu durumun farkına vardıkları zaman İsrail'le savaşın getirdiği külfet ve zorlukların barışla beraber girilen dönemden daha tehlikeli ve güç olmadığını da anlayacaklardır. Hatta barış döneminin bölge halkına yükleyeceği bu "zorluklar" daha ağır bedeller ödemelerine sebep olacaktır. Çok geçmeden bazıları bunu aynen bu şekilde keşfedecektir. Geleceğe iyimser bir gözle baktığımızda, bu olumsuzlukların sonucu, bütün bölge ülkelerinde Amerika ve siyonist düşmanla imzalanan anlaşmanın ve planların yürürlükten kaldırılması için "İNTİFADA" hareketlerinin doğuşuna tanık olacağımıza inanıyorum. Yine inanıyorum ki ödenecek bu pahalı bedele, baskıya, alçaklığa ve zillete ümmetin iradesi ve halklar boyun eğmeyecektir. Bölgedeki çoğu bölgesel dengeler de bir daha geri dönmemek üzere bozulacaktır.

Bu büyük felaket ümmetin uyanış sürecini hızlandıracak, kötü gidişinin sona ermesi ve gelecek günler için bir umut olacaktır.

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR