1. YAZARLAR

  2. Mukadder Değirmenci

  3. İslami Mücadele ve Müslüman Kadın

Mukadder Değirmenci

Yazarın Tüm Yazıları >

İslami Mücadele ve Müslüman Kadın

Ekim 1996A+A-

"Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim salih bir amelde bulunursa, onlar cennete girecek ve onlar, bir 'çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar' bile haksızlığa uğramayacaklardır" (4/Nisa, 124).

Tarih boyunca olduğu gibi günümüz toplumlarında da "hayatın yükü" altında ezilmekten kurtulamayan; kendisine biçilen konumun dışına çıkamayan/çıkma gayreti göstermeyen insanlar bulunmaktadır. Bu olumsuzluğun devam etmesinde, mevcut algılayış ve davranış kalıplarını, geleneği, statükoyu ve insanlara çeşitli güçler, odaklar tarafından dayatılan zindanları sorgulama alışkanlığının yerleşmemesinin etkisi büyüktür. Bunun yanı sıra, insanî melekelerin yeterince kullanılması bilincine ulaşılmamasının da elbette büyük payı vardır.

Müslümanlar olarak bizler, Yüce Allah'ın insanlara kaldıramayacakları yükü yüklemeyeceğine inanır, bu hususa yeri geldikçe vurguda bulunuruz. Fakat insanlar, hayat içerisindeki sıkıntı ve baskılara karşı kendi durdukları yeri belirlemez, nasıl bir varlık ve kimlik anlayışına sahip olduklarını gözden geçirmezlerse; dert yanma, şikâyet etme psikolojisinden öteye geçemezler. Vahiy eşliğinde sağlıklı bir imtihan bilincine ulaşmadan, zorluklara, sıkıntı ve baskılara direnmeden yaşamaya çalışmak, insanoğlunu sıradan bir izleyici mesabesine düşürecektir. Kaldı ki Kur'an, birçok âyet-i kerimede; denenmeden, göğüs germeden, sabretmeden, mücadele etmeden kurtuluş beklemeyi eleştirmektedir.

Allah Teâlâ kadın ve erkeğe kulluğun ve müslüman olmanın bir gereği olarak, ortak sorumluluklar yüklemiştir. Tebliğde, hakkın ve adaletin, tevhidi mesajın şahitliğinin yapılmasında; şirke, tuğyana, zulme karşı mücadele etmede, cins ayrımı gözetilmeksizin kadın ve erkek benzer sorumluluklara sahiptir. Nitekim ilk örnek topluluk içerisinde kadınların, o günün şartları doğrultusunda ne kadar gayretli ve dinamik olduğunu birçok müslüman söyler durur. İşkence ve baskılara karşı direnip şehit olan, Allah yolunda hicret eden ve cihada katılan, gerektiğinde zulme ve ifsada karşı haykıran müslüman kadınlardan örnekler verilir. Ancak bu olumluluğun, bu zinde örnekliğin günümüze taşınmasında büyük zaaflarla karşılaşılır inanılmaz mazeretler ileri sürülür.

İslam'ı seçen kadınlarımızın bir kısmı isimlerini Hatice, Sümeyye, Fâtıma, Sûmeyra, Zeynep vs. diye değiştirdikleri halde, asıl değişmesi gereken zihin, bakış açısı, ölçü, iffet, kimlik ve şahsiyet noktasında pek fazla değişmemektedirler. Bu sahabî hanımlardan ne yazık ki ismin dışında pek bir şey tevarüs edilmemektedir. Üstelik bu zaaf, belli bir eğitim görmüş, kimi hususlarda bir mesafe katettiği kabul edilmiş hanımlarda dahi karşımıza çıkmaktadır.

Bu olumsuzluğun kökleşmesinde; İslami duyarlılığın belli bir döneme hasredilmesinin, ilkesizliğin, bütüncül bir perspektiften uzak olmanın büyük bir rolü vardır. Hatta birçok müslüman kadının hayatının, "evlilik öncesi" ve ''evlilik sonrasında önemli değişiklikler arz ettiğini söylemek, gözlemlemek bile mümkündür. Zira mesela "okumuş" hanımlarda, okul sıralarındaki heyecan ve aktivite, evlilikten sonra yerini anlaşılmaz bir pasifliğe, bıkkınlığa bırakabilmektedir. Üniversitelerde İslami kimliği için mücadele etmeyi önemseyen kimi genç kızlar, evlendikten sonra evlerine kapanıp basit ve pasif bir ev hanımı kimliğine bürünüvermektedirler. Üstelik şikâyet etmeyi, sızlanmayı da elden bırakmayarak... Ne yazık ki bazıları da "modern" değerler ve figürler içerisinde erime tehlikesine dûçâr olmaktadırlar. Bu sebepledir ki, müslüman kadının kimlik ve kişiliğinin sembolü olan örtüsü bile defilelerde, sulu moda gösterilerinde bir bez parçasına dönüşmekte ve içeriğini kaybetmektedir. Hâsılı, geleneksel ve modern dayatmalar arasında mekik dokuyan bir bocalama ve buharlaşma zemini içten içe beslenmektedir.

Bazı müslüman kadınlar da yine evlendikten sonra -tâbiri caizse- kocalarının din anlayışına kayıtsız şartsız teslim oldukları ve iyi bir evliliği böyle davranmakla eşdeğer gördükleri için, tebliğ ve İslami mücadeleden çok uzak konumlara düşmektedirler. Öyle ki, İslami zindelik ve Kur'ani bilinç zamanla hayatlarından büsbütün çekildiği için, bu kadınların öncelikle kendileri, uyarılmaya, öğretilmeye muhtaç hale gelmektedirler. Şu halde İslami uyanışta olduğu gibi, İslami bilinç ve hassasiyetin silikleşip yitirilmesinde de yine erkek ve kadınlar olarak ortak sorumluluklar taşınmaktadır. Halbuki bu düşkünlükten ve şaşkınlıktan el birliğiyle kurtulmak, İslami ölçütler dahilinde gayret ve mücadele katkılı bir zeminde hareket etmek; bütün müslümanların temel ödevlerindendir.

Bu nedenle müslüman kadınlar kendi konumlarına öncelikle kendileri sahip çıkmalı, Kur'an'ın aydınlığında şahitliklerini yerine getirmeli ve Cihan Aktasın hikâyelerindeki bıkkın, mutsuz, dirençsiz kadın kahramanlardan biri olmamak için daha fazla gayret göstermelidirler.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR