1. YAZARLAR

  2. Murat Yılmaztürk

  3. İslam ve Demokrasi Bağdaşır mı?

Murat Yılmaztürk

Yazarın Tüm Yazıları >

İslam ve Demokrasi Bağdaşır mı?

Haziran 2004A+A-

Federal Almanya'da 'Frankfurter Allgemeine Zeitung'ta 29.04.04 tarihinde Rainer Hermann imzasıyla yayınlanan bir değerlendirmede aynı hafta İstanbul'da yapılan "İslam ve Demokrasi" konulu uluslararası toplantı ele alınmakta. "Müslümanların Demokrasiyle Olan İlişkilerini Sadece İslam Değil, Başka Faktörler de Belirliyormuş" başlığı ile yayınlanan yazıda yazar toplantı hakkında bilgiler yanında, tartışılan konulara da değinmekte.

İslam dünyasından İstanbul'a gelen 'Müslüman demokratlar' ile birlikte aralarında eski ABD Dışişleri Bakanı Albright'ın da bulunduğu çok sayıda Batılı diplomatın da izlediği toplantıya Bahreyn, Bangladeş, Yemen, Ürdün, Sierra-Leone ve Türkiye'den 'demokrat Müslümanlar' katılmışlar.

Yazarın toplantı hakkında verdiği bilgilere bakılırsa; katılanlar öncelikle bir 'Müslüman demokratlar ağı' oluşturarak tecrübe ve fikir alışverişinde bulunmak istiyorlar. İlk adımı üç sene önce İslam dünyasından birkaç 'Müslüman demokrat' tarafından atılmış olan bu çalışma iki yıldan beridir BM'nin Kalkınma Programı (UNDP) ve ABD'deki Demokrat Parti'ye yakınlığı ile bilinen 'National Democratic Institute for International Affairs' tarafından desteklenmekteymiş. İstanbul'da ilk kongresi gerçekleştirilen oluşum varlığını bundan böyle 'Kongre' şeklinde/statüsünde sürdürmeye karar vermiş.

Sierra-Leone'nin Devlet Başkanı Ahmad Kabbah, ülkesinde Müslümanların Hıristiyanlarla barış içerisinde yaşadıklarını anlatmış. Bir Katolik olan eşinin ölümüne kadar onunla 34 sene mutlu bir evlilik sürdürdüğünü ve büyük etkinliklerde gayet tabii hem İslami hem de Hıristiyanlığa ait duaların okunduğunu da eklemiş.

Nijer'in Meclis Başkanı Mahamane Ousmane, ülkesinde İslam ve demokrasinin bağdaşırlık sorununun 1993'te gerçekleşen ilk hür seçimlerden sonra ve 1998'de yürürlüğe geçen Anayasa ile birlikte kendiliğinden çözüldüğünü ve anayasanın tüm azınlıklara din hürriyeti ve parlamentoda temsil edilmeyi garanti ettiğini ifade etmiş.

Ev sahipliği yapan Türkiye temsilcileri ise, kendilerine hâlâ 'Demokrasi ve İslam'ın bağdaşıp bağdaşmadığının sorulmasından bıktıklarını söylemişler. Diyanet İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı ve din filozofu Mehmet Aydın, 'adalet, şeffaflık ve sorumluluk' ilkelerinin İslam'da mevcut olup olmadığı şeklindeki bir soruyu anlamsız bulduğunu ve kendisine göre asıl önemli olanın, bu ilkelerin realitede ne derecede uygulandığı olduğunu belirtmiş.

Kabine arkadaşı Cemil Çiçek de teorik tartışmaları artık geride bırakarak her Müslümanı somut adımlarla, demokrasi ve İslam'ın bağdaştığını pratik olarak da göstermeye davet etmiş. Erdoğan hükümetinin Adalet Bakanı ve sözcüsü olarak Çiçek gururlu bir şekilde Türkiye'nin, tecrübelerini diğer ülkelerle paylaşmaya hazır olduğunu, ülkesinde 54 seneden beridir devam eden çok partili demokrasinin seviyesini şimdiki hükümetin yükseltmeye çalıştığını ve özgürlükleri garanti altına almaya çalıştığını söylemiş. "Kader Yılı" olarak tanımlanan 2004'de Türkiye'nin mevcut demokrasi tecrübesiyle AB'ye giriş müzakerelerinin başlaması için randevu almayı ümit ettiğini hatırlatmış.

Türkiyeli temsilcilerin övünme çabaları karşılıksız kalmadı. Nitekim eski Ürdün Kralı Hüseyin'in kız kardeşi prenses Basma bint Talal, Türkiye'nin bir model oluşturduğunu söyledi. Ona göre; Türkiye, Müslüman kimliğini koruyarak, aynı anda demokrasi ve onun değerlerine bağlı kalmayı başardı. Batı dünyasını, İslam dünyasını tüm gerçekleriyle görmeye davet etti. Ürdün'de İslam, toplumu izah eden faktörlerden bir tanesidir. Diğer Arap dünyasında da bu durum pek farklı değildir. Zira dini kimliğin yanı sıra, devletçilik ve ulusçuluk tutumu, ayrıca etnik durum, kabilecilik ve bilhassa ideolojiler insanların uzun tarihi hafızasını etkiliyor. Tüm bu faktörler insanların davranışını belirliyor. Toplumları sadece İslam ile etiketlendirmek yerine, onları tarihi ve kültürel çevreleri içerisinde görmek gerekiyor.

Konuşkan prenses, İslam'ın içten ve dıştan istismar edildiğini itiraf etmiş. Her ne kadar özeleştiride bulunmuş olsa da, Batı'yı sert bir dille eleştirmiş. Prenses Talal'ın sözleri devamla şöyle: Batı, İslam dünyasındaki demokrasiyi sadece kısa vadeli, örneğin terörle mücadele açısından değerlendirmemelidir. Batı'nın reformlara bakışı Müslüman toplumların bakış açısıyla örtüşmek zorunda değil. Ayrıca tepeden ve dışarıdan dayatılan reformlar kalıcı olamaz. Batı'nın İslam dünyasına tavsiye ettiği demokrasi modelini monolitik ve paradoksal görmekteyim; halbuki biz, değerlere dayalı ve bölgesel farklılıkları kabul eden bir dünyadan yanayız.

Yemen'in eski Meclis Başkanı Saed Nouman ise konuşmasında, İslam Dünyasındaki baskı ve zulümden İslam'ı değil, siyasi iktidarları sorumlu tuttu. Yemen'den gelen diğer bir delege ise, bazı Müslümanların başka Müslümanları kendi rijit İslam yorumlarına uymaya ikna itmeye çalışmalarından yakındı.

Bir zamanlar İslami Gençlik Birliği'nin lideri olan Endonezyalı İmam Addarukutni, Batı'nın bir taraftan demokrasi istemesi, diğer taraftan ise tüm dünyada ekonomik dengesizlikler/eşitsizlikler oluşturduğunun nedenini bir türlü anlayamadığını ifade etti konuşmasında.

Önümüzdeki sene 'Kongre' başka bir ülkede gerçekleşecek ve o zamana kadar da 'İslam ve demokrasi bağdaşıyor mu?' sorusuna cevap bulunamayacak mı acaba? Fas'ın Tarım Bakanı Mohammed Laenser, tüm dünya bir milyar Müslüman'ı demokrat olmaya muktedir görüyor mu, görmüyor mu şeklinde kafasını yormaya devam edeceğini ifade etti.

Mohammed Laenser istediği kadar kafasını yormaya devam etsin. O, kendisine realiteyle alakası olmayan, gerçek yüzünü, içinde yaşamadığı için tanımadığı ve göremediği, yalancı sahtekarlar tarafından insanlığa şirin gösterilerek yutturulmaya çalışılan, yine insanlığın şahid olduğu en büyük yalanlardan biri olan demokrasi hayalleri kurmayı sürdürebilir. Ben ise, Almanya'da Türkiye'de gerçekleşen bir toplantı hakkında yayınlanan haberi aktardıktan sonra, sözde demokrasinin en gelişmiş ülkelerinden biri sayılan Almanya'da 35 seneden beri yaşayan bir Müslüman olarak "İslam ve demokrasi bağdaşır mı?" sorusu hakkında bir değerlendirmede bulunmak istiyorum.

Önce şunu belirtmek istiyorum ki, 'İslam ve demokrasi bağdaşır mı?' konusunu tartışan 'Müslüman demokratlar', yaptıkları açıklamalarla ya İslam ve demokrasi arasındaki temel farktan habersiz, ya da kasıtlı olarak bu temel farkı görmezlikten gelerek yine demokratlara has bir şekilde demokrasiyi İslam ile bağdaştırmaya çalışıyorlar.

Altı yaşımdan beri Almanya'da yaşadığım için vereceğim bu misal belki uygun düşmeyebilir, fakat sanki bu adamlar Müslüman mahallesinde gizlice salyangoz satmaya kalkışmış gibi görünüyorlar. Gizlice diyorum, çünkü anladığım kadarıyla Türkiye kamuoyunun bu toplantıdan pek haberi yok.

Gelelim demokrasi ve İslam arasındaki temel farka: Bilindiği gibi demokrasi halkın (çoğunluğunun) idaresi anlamına geliyor. İslam ise tevhid esasına dayalı bir inanç sistemidir. Tevhid esasına göre varlıklar aleminin tüm alanlarında yine o alemi yaratan Allah'ın kanunları hakimdir. Yani hayatın hiçbir alanından Allah'ın kanunlarını soyutlamak mümkün değildir. Trafik kurallarını, yabancılar yasasını, çevre kanununu, aile ve ceza hukukunu, sağlık ve sosyal kanunlar vs. vs., akla gelen ne varsa, hepsinin düzenlenmesinde Allah'ın Kuran'da belirtmiş olduğu sınır ve ölçüler dikkate alınmak zorundadır. Bir tarafta Allah'ın hakimiyeti, diğer tarafta halkın (çoğunluğunun) hakimiyeti.

Belki Sayın Mehmet Aydın hakimiyet konusunun son seneler Abant toplantılarında halledildiğinden veya geçen hafta Washington'da gerçekleşen Abant Toplantısı'nda ele alındığını düşündüğünden bu 'Kongre'de konuya tekrar değinmeyi gerekli görmemiş olabilir. Sayın Aydın ve onun çizgisinde olan diğer Abant alimleri belki bu mantık içerisinde ilahiyat fakültelerinde tedricen öğrencilerine 'demokrasinin İslam ile bağdaştığını' kabullendirmiş de olabilirler. Ancak bu, yüce Allah'ın böyle bir bağdaşmayı asla kabul etmediği gerçeğini zerre kadar etkilemez. Allah'ın kanunlarının hükmetmesi gereken bir kalbe, beşerin bugün doğru deyip yarın yanlış diye tekrar yürürlükten çıkardığı kanunların hükmetmesini yine Allah hükme bağlamıştır.

Teorik farklılıklara değindikten sonra biraz da realiteye dönmek istiyorum. "Demokrasi ve İslam bağdaşır mı?" sorusuna ben karşı sorular sorarak cevap vermek istiyorum: Din, inanç ve düşünce özgürlüğünün var olduğu iddia edilen bir ülkede dini emirlerin yerine getirilmesi, örneğin Türkiye'de tüm eğitim alanlarında ve kamusal alanda, Federal Almanya'da da öğretmenlere dayatılan başörtüsü yasağının uygulandığı müddetçe din, inanç ve düşünce özgürlüğünden hiç söz edilebilir mi?

Demokrasinin sözde çoğunluğun hakimiyeti anlamına gelmesine rağmen Türkiye gibi bir ülkede halkın büyük çoğunluğu (%99) Müslüman olduğu bilinmesine rağmen, o halkın ister dini, isterse kültürel veya geleneksel olarak kimliğiyle bütünleşmiş bir parçası durumunda olan başörtüsünü yasaklamak 'çoğunluğun hakimiyeti' anlayışı ile nasıl bağdaştırılıyor?

Demokrasinin gerçek manada çoğunluğun hakimiyeti anlamına gelmediğini, daha ziyade derin devletin hakimiyeti anlamına geldiğini geçmişte Cezayir'de FİS'in genel seçimlerde oyların %60'ını almasına rağmen iktidar olacağı anlaşıldığında seçimlerin iptal edilip ardından Cezayir ordusunun başlattığı katliamlara tüm dünya şahit olmamış mıydı?

Aynı yaygaralar Türkiye'de fanatik laikler tarafından RP, SP ve Ak Parti'nin ilk dönemlerinde koparılmadı mı?

Demokrasi eğer çoğunluğun hakimiyeti anlamına geliyorsa, bir gün Müslümanlar tarafından güzel bir örnek hayat olarak ortaya konulmasının neticesi olarak toplumun büyük bir çoğunluğu tarafından yaşam tarzı ve devlet düzeni olarak tercih edilecek olursa, demokratlar buna müsaade edecekler mi, bunu kendi sistemlerinin doğal sonucu olarak kabul edebilecekler mi?

En gelişmiş demokrasilerden biri sayılan Almanya'da başörtüsüyle öğretmenlik yapmak isteyen bir öğretmenin, eğitimde devletin öğrencilere ve böylece gelecek nesillere vermek istediği mesajı/misyonu vermesi mümkün değilmiş, çünkü başörtülü bir öğretmen, bir taraftan şeriat devleti taraftarı olduğunu, diğer taraftan kadının ezilebilirliğini çağrıştırabilirmiş. Senelerdir Türkiye'de milletin yüreğini dağlayan başörtüsü zulmünden AB'ye girerek kurtulacağını zanneden Türkiye'nin Müslüman halkı AB'nin ve demokrasinin vaadettiği özgürlük ve hoşgörünün gerçek çehresini acaba fark edebilirler mi?

Başkalarını bilmem; ancak içinde 35 senedir yaşadığım Alman demokrasisi ne ilkokulda, ne lisede ve üniversitede, ne de günlük hayatımda beni özgürlükler noktasında ikna edemedi. Tam aksine; ben ve benim gibi ikinci kuşak sayılan binlerce insan, mensubu olduğumuz dinimizi kendi imkanlarımızla öğrenip yaşamaya ve kendi çocuklarımıza, yani üçüncü kuşağa öğretmeye ve yaşatmaya gayret gösterdiğimiz an demokrasinin gerçek yüzünü daha da iyi anlamaya başladık.

Entegrasyon/uyum bahanesi altında hiç olmazsa üçüncü kuşaktan itibaren Müslüman ailelerin çocuklarında İslami kimlik çağrıştırabilecek zerre kadar iz bırakmak istemiyorlar. Başörtüsü yasağı, yüzme ve cinsellik derslerine ilkokuldan itibaren öğrencilerin kız erkek karışık katılmak mecburiyetinde olmaları, her yıl haftalık okul gezilerine Müslüman ailelerin çocuklarının da katılmak mecburiyetinde bulunmaları Batılı demokrasilerinde Müslümanlara çocuklarını dini değerlerine ve kurallarına göre yetiştirmelerine pek imkan ve hoşgörü tanınmadığını ortaya koyan örneklerdir.

Anladığım tek bir gerçek var: Onlar bizleri kendilerine benzetmedikleri müddetçe bizi rahat bırakmayacaklar. Allah (c) bizi Kuran'da şöyle uyarmıyor mu? "Siz onlar gibi olmadıkça onlar sizden hoşnut olmazlar."

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR