1. YAZARLAR

  2. Raşid El Gannuşi

  3. Islah Görevimiz ve Değiştirme Hakkımız

Raşid El Gannuşi

Yazarın Tüm Yazıları >

Islah Görevimiz ve Değiştirme Hakkımız

Eylül 1992A+A-

Tunus'taki son duruma ilişkin olarak kendisiyle yapılan bu röportajda Hizbu'n-Nahda Lideri Raşid el-Gannuşi, Bin Ali diktatörlüğünün çıkmaz bir sokakta çırpınmaktan başka bir şey yapamayacağından ve asla geleceğinin olmadığından oldukça emin görünüyor. Tunus İslami Hareketi liderinin ümitlerini paylaşıyoruz. Bununla birlikte, gelinen su noktada dahi, Bin Ali rejimine karşı geçmişte izlenen uzlaşma arayıcı politikanın yanlışlığını açıkça ortaya koymaktan, özeleştiri yapmaktan kaçınması Tunus İslami Hareketi için ciddi bir eksiklik oluşturuyor.

- Devletin güvenliği ve Cumhurbaşkanı'nın hayatına kastetme gibi suçlamalarla Tunus'ta Nahda üyelerinin topluca yargılanmaları konusunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Bu uygulamaların amacı Tunus'ta İslami hareketi ezmek ve rejimin baskılarına ve yolsuzluklarına karşı çıkma cesaretine sahip herkesi fiziksel olarak ortadan kaldırmaktır. Rejim; devletin de, halkın da, ideolojinin de, ekonominin de, yargının da, basının da velhasıl her şeyin iktidar partisinden ibaret olduğu Nazi ve Komünist siyasi kültürlerin en berbat yönlerini bir araya getirmiştir. Parti mutlak bir hakim gibi davranan ve kendini her türlü hatadan münezzeh gören bir kişi tarafından yönetilmektedir. Devlet güvenlik kurumu bir çok alimi "sanıklar Kur'an'ı, Cumhurbaşkanı'ndan -Habib Burgiba kastedilmekteydi- farklı bir şekilde anlamayı kendilerinde hak görmüşlerdir" şeklindeki bir suçlamayla ölüm cezasına çarptırmıştır.

Burgiba'nın devrilmesi bir saray darbesi ile gerçekleşmişti ve rejime yeni bir yüz verilmesi amaçlanmıştı. Yeni yüz Bin Ali idi, fakat devletin kültürü, mutlakiyetçiliği ve despotizmi hemen hiç değişmemişti. Hatta daha bir çirkinleşmiş ve vahşileşmişti. Geriye dönüp baktığımızda Burgiba nisbeten daha medeni gözükmektedir. En azından o belli bir tarihsel meşruiyete sahipti, halbuki onu izleyen rejim varlığını tümüyle irtikapa ve baskıya dayandırmıştır.

Rejimin küçük ve gittikçe eriyen siyasi tabanına karşılık, İslami yönelişin toplumdaki yükselişi, rejimi paranoyak bir hale getirmiştir. Örgütlenme özgürlüğünü kabule ve serbest seçimler düzenleme riskini almaya rejimin cesareti kalmamıştır. 1989 seçimlerinde, iktidar partisi oyların %12'sini aldı ve "muzaffer" ilan edildi. Oyların %60 ile %80 kadarını alan İslamcı adaylar ise "mağlup" ilan edildiler. Bu itibarla, rejim kendini güvensiz hissediyor ve kendisi aleyhinde bir "komplo" senaryosuna başvuruyor, ki böylelikle kendi ürettiği düşmanlarını ortadan kaldırabilmek için meşru bir zemin oluşsun.

Bu yargılamaların bizatihi kendisi demokrasi ve insan haklarına karşı, ülkeye ve halka karşı, bu ülkenin kültürüne ve tarihine karşı bir komplodur. Yönetimde ve partide çöreklenmiş bulunan müfsid, komünist ve ateist unsurların yardımıyla güvenlik teşkilatının elleriyle ve Bin Ali'nin gözetiminde çevrilmektedir bu dolaplar. Aynı zamanda belli bazı Avrupalı odaklar da finansal katkı sağlayarak bu komploya dahil olmuşlardır.

Son gelişmelerle birlikte İslam'ın "Tüm Dünyada 1 Numaralı Düşman" ilan edilmiş olması, rejimi daha fazla cesaretlendirmiş görünüyor. Şimdi rejim, -onların İslam fundamentalizmi olarak adlandırmayı tercih ettikleri- İslam'a karşı etkili bir çözüm üretmeyi kendine vazife telakki etmiş durumda. Rejim, Lenin'in, Stalin'in, Brejnev'in, Mao'nun ve Enver Hoca'nın üç çeyrek yüzyıldır halklarının canı pahasına sahip oldukları tüm totaliter güce rağmen iflas ettikleri noktada hala iktidarını sürdürebilmeyi umuyor.

- İleri sürdüğünüz bu komplo da Nahda'nın yeri nedir?

- En başta da söylemiştim, bu komplo rejimin Nahda'ya karşı, Tunus halkının hakları ve özgürlüklerine karşı giriştiği bir komplodur, tersi söz konusu değildir. Nahda ne komplolar kurmaya, ne de şiddete inanmaz, o bizatihi rejimin şiddetinin ve komplosunun kurbanıdır. Kitlelerde kok salmış bir parti neden kestirmeden yollara ihtiyaç duysun ki?

Fakat, hadi diyelim ki Nahda şiddet yanlısı, aşırı, yıkıcı ve hepsi bir yana "fundamentalist". Ya Tunus İnsan Hakları Birliği? Ya Genel Öğrenci Birliği? Ahmed Bin Salih? Bunlar da mı şiddet yanlısı ve fundamentalisttiler? Bu yüzden mi bunlara da yasak konuldu?

Tunus'taki gerçek komplo haklara ve özgürlüklere karşı komplodur, temiz ve dürüst bir yönetim kurma mücadelesine karşı komplodur.

300'den fazla yargılanan var ve bunların bir çoğu Nahda üyesi değil. Hareketten ayrılmış kişiler var, ayrıca hareketle hiç bir zaman ilişkisi olmamış kişiler var. Nahda'dan ayrılanların kimisi Tala'a el-Fida [Kurtuluş Öncüleri] adlı bir grup kuran genç ve heyecanlı kişiler. Aynı zamanda çeşitli gruplar da mevcut, fakat bunların tümü Nahda adı altında suçlanıyor. Açıkça görüldüğü üzere plan; kışkırtma ve sızma yoluyla bir "Kızgın Tugay" oluşturmak ve Nahda'nın üzerine yıkılabilecek bir senaryo hazırlamak amacını taşıyordu. Böylelikle Nahda'nın, polis devletinin olanca gücüyle ezilmesi meşrulaştırılacaktı. Fakat Nahda komplosu teorisinin müşterisi çıkmadı ve sanıkların mahkemede daha önceki ifadelerinin ve itiraflarının kendilerine yapılan insanlık dışı işkenceler sonucu zorla alınmış ifade ve itiraflar olduğunu söylemesiyle tüm komplo boşa çıkmış oldu. Dediler ki, "biz bu rejimin değişmesini istiyoruz. Çünkü bu rejim adil bir rejim değil. Fakat suçlamalar tümüyle uydurma ve biz hiç birini kabul etmiyoruz."

- Yönetimi değiştirmek istemiyor musunuz?

- Toplumumuzu ıslah etmeye çalışmak ve ortalama Tunuslu vatandaşın hayatını kasıp kavuran müzmin sosyal ve ekonomik problemlerin çözümüne yardımcı olmak bizim görevimiz. Aynı zamanda, Tunusluları bizden soğutacak değil, bilakis bize yaklaştıracak şekilde adil ve eşit bir içerik taşıyan, kollektif sorunlara ilişkin programımızı ortaya koymak hakkımızdır. Evet Nahda bir değişim partisidir, ama müşavere ve katılım yoluyla bir değişim, rejiminki gibi zor yoluyla değil.

Tunus İslami hareketi hiç bir zaman bir İslam devleti kurma iddiasıyla ortaya çıkmadı. Elbette İslam'ın her yönüyle bir hayat biçimi olduğuna inanıyoruz. Fakat problemimizin basitçe insan yapısı hukukun dini hukukla yer değiştirmekten ibaret olmadığını da biliyoruz. Problemimiz çok temele inmekte: Hukukun olmadığı, kanunların yalnızca seçilmiş bir azınlığa hizmet ettiği ve sıradan insanların hakları ve onurlarını koruma ve savunma için hukukun bulunmadığı bir ortamda, hukuk düzenini kurmak.

- Eski bir "tavuk mu, yumurta mı" sorusu olacak ama konumuza çok uygun düşüyor: Hangisi önce geliyor, yönetimin değişimi mi, toplumun değişimi mi?

- Bu soruyu biz de Tunus'ta uzun bir süre tartıştık. 1986'daki konferansta çoğunluğun görüşü sosyal değişimi sağlayabilmek için siyasi parti yaklaşımı yerine eğitimsel ve kültürel bir yaklaşımın benimsenmesi yönündeydi. Raşid el-Gannuşi yeniden mahalle mescidinde vaaz vermeye başladı. Rejime ne saldırdı, ne de onu eleştirdi; hatta toplumu dahi eleştirmedi. İmam Gazali'nin "İslami Bilginin İhyası" yaklaşımını takip ediyordu.

Bir gün İçişleri Bakanlığı'na çağrıldı ve bir suçlama ile karşılaştı: "Resmi izin almaksızın kamuya açık bir yerde ders vermek." Konuşmaların içeriğinde ne itiraz edilebilir, ne de suç teşkil edecek hiç bir şey bulunmamıştı, o dönemde böyle bir kanun da yoktu üstelik. Bu yüzden derslerine konulan kanunsuz yasağı kabul edemezdi ve tutuklandı. Onu tutuklamak için hiç bir yasal mesned olmadığından, izinsiz bir siyasi cemiyet kurmakla suçladılar.

Aynı şekilde, suçlamanın hareketle, hareketin faaliyetleri ile bir ilişkisi yoktu, fakat rejim hareketin varlığına tahammül edemiyordu. Ve, bu suçlama yalnızca Raşid el-Gannuşi'nin kendisine yöneltilemeyeceğinden, rejim grubun lider ve bağlılarından bir çok kişiyi tutuklama kararı çıkarttı. Sekiz ay içinde gözaltına alınanların sayısı 10,000'e ulaştı; bunlardan 40 kişi gördükleri işkence yüzünden hayatlarını kaybettiler. Ülke militarizmin etkisi altına girmişti. Ve Burgiba'nın kendi yetiştirdiği Başbakan'ı Cumhurbaşkanı'nı görevden uzaklaştırdı.

Ben Ali'nin darbesi tümüyle şeytancaydı. O, Nahda'nın önünü kesmek için hareket etmekteydi. Çünkü kitlesel tutuklamalara, insanlık dışı işkencelere ve hatta liderlerin idam edilmesi tehdidine rağmen, hareket her geçen gün güçlenmekteydi. Nahda'nın iktidarı ele geçirecek kadar gelişmesinden korktular.

Bu nedenle, bu soruyu henüz cevaplamadık; hangisi önce gelir? Yönetimin değişimi mi, toplumun değişimi mi? Biz şimdi şunu soruyoruz: Biz ona karışmazsak, devlet de bizle uğraşmaktan vazgeçecek mi?

- Nahda'yı nasıl tanımlıyorsunuz? Tunus sosyal sahnesinde Nahda'nın önemi nedir?

- Nahda Tunus halkının özlemlerini dile getirmeye çalışan İslami, siyasi bir halk hareketidir. Ülkede öncü bir sosyal güç olarak ortaya çıkmıştır ve tüm sindirme ve yok etme çabalarının altında da işte bu neden yatmaktadır. Her ne kadar ülkemiz 160,000 km2 yözölçümlü ve sekiz milyon nüfuslu küçük bir ülke olmakla birlikte, Nahda'nın etkisi Tunus kıyılarını çok aşmıştır.

Burgiba rejimi nevi şahsına münhasır bir totaliter karakter taşımaktaydı, bölgemizdeki bir çok zalim rejime nazaran belki daha az gürültü çıkarıyordu, fakat çok daha etkiliydi. Onunki bir tür "liberal" diktatörlüktü, İslami eğitim kurumlan kapatıldı. Arapça'nın yerini Fransızca aldı. Ramazan ayında oruç tutmayı ve kadınların İslami hicaba uygun giyinmesini yasaklama çağrıları yapıldı. Kur'an'da çelişkiler olduğu iddiaları işlenmekteydi. Cennet ve cehennem inancıyla alay ediliyordu. Yönetici elit İslam'dan bihaber olduğundan ülkeyi İslam'dan koparmak istiyorlardı, bunun ilerleme ve kalkınma için tek yol olduğuna inanmaktaydılar.

Nahda böyle düşmanca bir ortamda doğdu ve gelişti. Gelişti çünkü hakikati temsil ediyordu, halkın fıtri yapısını temsil ediyordu. 1970'lerde filizlendi ve İslami idealler kısa zamanda özellikle gençler olmak üzere, tüm halkın tutumunu ve davranışlarını şekillendirmeye başladı. 1980'li yıllarda büyük bir sosyal güce dönüştü. Yasal çerçevede faaliyet göstermekteydi, fakat rejimin yaptığı yasalarda var olma hakkı inkar edilmişti. Mamafih, Nahda'nın örgütlenme özgürlüğünün tanınmayışı, toplumun bütün kesimleri, öğrenciler, sendikalar, kadınlar arasında sahip olduğu halk desteğinin büyümesini durduramamıştı.

Halkın iradesinin yok sayılması ve Bin Ali'nin demokrasiye karşı düzenlediği ikinci darbe sonucunda, Nahda üyeleri toplama kamplarında çürütüldü ve darağaçlarıyla karşılaştılar.

Nahda İslam'ın özgürlükçü siyasal ve sosyal boyutları içinde siyasi çoğulculuğu savunmaktadır. İhyacılık ile modernliği dengelemekte ve entellektüel açıklığı, ilerlemenin ve hakiki çağdaşlığın yolu olarak kabul etmektedir. Harekete; Muhammed Abduh, Afgani, İkbal, Malik Bin Nebi ve Hayreddin el-Tunusi'nin ekolleri ile yakınlık içindedir. Aynı zamanda, Benna, Seyyid Kutub, Mevdudi, Nedvi, Ben Aşur, Turabi gibi İslami düşünürler ve tüm insanlığın düşünce mirasından ilham almaktadır.

Nahda, mezhepler, dinler, medeniyetler ve halklar arasında diyalogu savunur ve bunu geliştirmeye çalışır. Siyasi yöntemi itibariyle kan yerine Mürekkep ve kurşun yerine seçim Sandığının kullanılmasını arzular. Nahda Tunus muhalefetinin ve muhalefet hareketi içinde sürmekte olan entellektüel ve siyasi reform çalışmasının koparılamaz bir parçasıdır.

- Yönetimi ve insan hakları dosyası Burgiba'nınkinden çok daha kara olmasına rağmen, Ben Ali'ye sürmekte olan Batı desteğini nasıl açıklıyorsunuz? Burgiba 1980'lerin başlarında iktidarı tümüyle elinde topladığında Batı, özellikle de Fransa ve ABD, verdikleri desteği geri çekip o dönemde Burgiba'nın İçişleri Bakanı olan Bin Ali'yi iktidarı ele alması için teşvik etmişlerdi. Şimdi bir değişiklik var mı?

- Güzel bir soru, fakat ne yazık ki doyurucu bir cevabım yok. Bin Ali'nin Batı'dan destek gördüğünün açık kanıtını, Dünya Bankası gibi Amerikan kuruluşları ve ekonomik çevrelerinden ve kitle iletişim araçlarından gördüğü yardım ve Bin Ali rejimine sağlanan siyasi destek ortaya koymaktadır. Bin Ali "Batı'nın İslam fobisi" kartını kullanmakta ve kendisini bölgede Batı çıkarlarının koruyucusu olarak sunmaktadır. Ve öyle görünüyor ki, rejimin alternatifi İslami hareket olduğu müddetçe, tüm günahlarına ve tuhaflıklarına karşı Bin Ali Tunus için tercihe şayan olmayı sürdürecektir.

Tunus'un FKÖ'ye ev sahipliği yapması olgusu düşünüldüğünde, Siyonizm faktörü de göz ardı edilmemelidir. Tunus FKÖ aleyhine, hem gözaltı kolaylığı ve hem de operasyon imkanı sağlamıştır. Ebu Cihad ve Ebu Hul suikastleri, Arafat'ın Paris'teki temsilcisiyle yaptığı telefon görüşmesinin dinleme cihazları ile tespit edilerek açıklanması ve en son olarak da FKÖ'yü yakından izlemekte olan İsraillilere seyahat planlarının sızdırılması sonucunda Paris'te FKÖ'nün Güvenlik Şefi Atıf Busaysu'nun öldürülmesi böylelikle mümkün olmuştur. Sosyalist Enternasyonel'de Tunus'ta işlenen insan hakları ihlalleri gündeme getirildiğinde rejim İzak Rabin tarafından savunulmuştu. Üstelik eleştiriyi getiren kişinin kendisi Tunuslu bir sosyalist olmasına rağmen. Bu kişi, Tunus Halkının Birlik Hareketi'nin lideri Bin Salih idi.

Bununla birlikte bu desteğin mutlak ve çok kesin olduğu da sanılmamalı. İnsan hakları kuruluşları ihlalleri ve baskıları sürekli gündeme getiriyorlar. Zaten bunlardan muzdarip olanlar yalnızca İslamcılar değil, laik kesim de aynı şekilde mazlum durumda. Üstelik Nahda'nın Batı'daki imajı Bin Ali'nin arzu ettiği kadar da olumsuz değil. Hareketin gerici, terörist ve fundamentalist bir hareket olduğuna Batılı çevreleri ikna etmeyi başaramadığı için de üzgün. Bu durumun nedenine gelince bir kere hareket bu niteliklere sahip değil, ayrıca hareketin yazılı ürünleri ve liderlerinin Batı'da bilinmediği de söylenemez.

Bununla beraber, hatta bu İslami hareket içinden de olsa, -elbette bu durumu pek arzu etmezler- bir alternatifi bulunana dek, biz, Batı'nın bir takım çekincelerle birlikte Bin Ali rejimini desteklemeye devam edeceğini biliyoruz.

- Yargılamalar Cemal Abdünnasır tarzı kitlesel bir baskı ve kan dökülmesine yol açabilir. Bu yeni baskı ve zulüm dalgasına Tunus toplumunun nasıl bir tepki göstereceğini düşünüyorsunuz?

- Rejimin insanlık dışı eğilimleri ve şiddeti hafife alınıyor sanılmasın, fakat Tunuslular yakın zamanda verilen mücadele ile iradeleri çelikleşmiş, olgun ve kültürlü bir halktır ve kendilerine tahmil edilen baskı ve zulüm çemberine gerekli cevabı bulmaya da mecburdurlar.

Tunus rejimi Nasır ve Esad'ın yöntemlerini de geçti, fakat hiç bir ders çıkarmadı. Nasır ve Stalin gibi Bin Ali de iflası garantilemiştir. Unutmayalım ki Komünizm kağıttan evler gibi yıkıldı, fakat İslam yaşıyor. Rejimin kesinlikle başarısız olacağından kesinlikle eminiz, fakat bizi üzen şey Tunus'un kaynaklarının, Tunus'un ilerlemesi ve kalkınmasına karşı sürdürülen sonuçsuz bir savaşta hoyratça heba edilmesidir.

- Nahda bu rahatlığı ve iyimserliğini nereden alıyor?

- Halkımıza güveniyoruz, Allah'a güveniyoruz ve iyimseriz.

Çev.: Rıdvan Kaya

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR