1. YAZARLAR

  2. Maha Yahya

  3. IŞİD’e Katılımın Dayanılmaz Cazibesindeki 5 Neden

IŞİD’e Katılımın Dayanılmaz Cazibesindeki 5 Neden

Aralık 2014A+A-

İslam Devleti’nin çekiciliği karşısında Arap ve Müslüman gençlerin hislerini anlamak oldukça zor bir durumdur. Irak ve Suriye’deki militanlara katılmak için hayatlarını harcamaya hazır kişilerin sayısındaki artışın temel nedeniyle ilgili olarak, çoğunlukla toplumsal veya dinî ortamın doğal bir sonucu olduğuna ilişkin sayısız tahmin bulunmaktadır. Ama hikâyenin tamamı bundan ibaret değil.

Teolojik veya teknolojik etmenler bir yana bırakacak olursak, İslam Devleti hayalinin ölümcül cazibesini beş belirgin eğilimle ilişkilendirmek mümkündür. Bu eğilimleri anlamak, aşırı ideolojilere karşı yürütülen savaşı kazanmada hayati bir öneme sahiptir.

Öncelikli neden, Arap eğitim sistemlerinin çökmüşlüğüdür. Okullarda hayati öneme sahip analitik beceriler veya sivil değerler yerine, ezbere dayalı eğitim ve eleştiri kabul etmeyen bir yönetim algısı üzerinde durulmaktadır.

Tarihsel müfredat ve din eğitiminin etnik, ideolojik ve mezhepçi çizgiler taşımasının yanı sıra düşünceyi kısıtlayıcı girişimler, gençliği dış etkilere karşı korunmasız hale getirmiştir. Bu ise Arap ülkelerinde kültürel bir algı dönüşümüne ve genç nüfusun erken yaşta beyinlerinin yıkanarak aşırı ideolojilerin yayılmasına uygun bir ortam doğmasına neden olmuştur.

İkinci neden, ekonomik fırsat eksikliği ve zayıflayan refah şartları nedeniyle vatandaşların ilgisini başka yerlere çevirmesidir. Arap devletleri, uygulanan ekonomik liberalizm nedeniyle mevcut refah sistemlerinin altını oydular ve herhangi bir alternatif sunmaksızın kamu istihdamı garantisini ortadan kaldırdılar. Aynı şekilde Arap hükümetleri üretim sektörlerindeki yatırımları desteklemediler ve ihtiyaç duyulan kalifiye iş sayısını artırmadılar. Gerçekte bugün, en yüksek işsizlik oranları, yüksek eğitim diplomasına sahip kişiler arasındadır.

Sonuç olarak, kayıt dışı ekonomiler katlanarak büyüdü. Örneğin Fas’taki ekonomik aktivitenin yüzde 33 ve Mısır’daki GDP’nin yüzde 40’ı gayri resmi olup hiçbir sosyal güvenlik hakkına erişim özelliğine sahip değildir.

Bu durum, her beş kişiden biri 15 ve 24 yaş arasındaki bir nüfusa sahip olan bölge için felakettir. Çoğu yüksek eğitimli olan Arap gençlerinin yüzde 24’ü halen işsizdir. Son tahminler ise 2020’ye kadar işgücü piyasasına yeni katılımlarla beraber 105 milyon işe daha ihtiyaç olduğuna işaret etmektedir.

Bu korkunç gerçeklik, hayatta kalmak ve daha büyük olma duygusundan dolayı Arap vatandaşları diğer yapılara -ki, bunlar çoğunlukla İslâmî yapılar olmaktadır- yönelmeye zorlamaktadır. Hükümetler ise birtakım muhafazakâr grupları, geliştirerek ve sosyal yardım sağlayarak teşvik etmektedir. Çünkü bu gruplar, siyaset dışı olarak algılandığı için hükümetlerin kuralları için bir tehlike arz etmiyorlar. Ama şimdilerde bu grupların bazıları, aktif olarak İslam Devleti (İD) adına Arap gençleri kendilerine bağlıyorlar.

Üçüncü neden, kötü yönetimin neden olduğu köklü adaletsizlik hissidir. Arap vatandaşların kendi hükümetleri tarafından maruz bırakıldıkları sistematik kötü muamele bu süreci hızlandırmıştır. On yıllardır Arap hükümetleri, kendi vatandaşlarını ulusal güvenlik adına bir tehdit olarak gördü. Bu anlayış, önemli ölçüde uygulanan baskının nedenini teşkil etmektedir.

Son bir ankete göre, Arap vatandaşların yüzde 55’i, ulusal hükümetlere ve siyasi elitlere güvenmiyor. Katılımcıların yüzde 91’den fazlası siyasi ve ekonomik yolsuzlukların yaygın olduğu kanaatinde olup sadece yüzde 21’i, vatandaşların kanun önünde eşit muameleye tabi olduklarını düşünüyor.

Dördüncü neden, Arap Baharı’nın kötü bir şekilde karşılık bulmasıdır. Zaman zaman ideolojik veya mezhepsel nedenlerle direnişlerin üzerine acımasız bir şekilde gidilmesi, toplumsal zıtlaşmayı daha da şiddetlendirmekten başka bir işe yaramadı. Bu baskılar, sosyal kutuplaşmayı ve mezhepsel gerginliği tırmandırdı.

Suriye’de varil bombaları ve kimyasal silahların kullanımı örneklerinde görüldüğü üzere çeşitli Arap ülkelerinde yargısız infazlar, ortadan kaybetmeler ve muhalif oluşumlara karşı önceden Hükmü verilmiş yargılama süreçleri gibi sivillere yönelik devlet terörü yaygındır. Bu eylemler, Arap toplumlarındaki var olan uçurumları daha da derinleştirerek direniş hissinden beslenen duygulara sahip gençlerin oy hakkını ellerinden alarak onların amaç ve kimliklerini başka alanlarda aramasına neden oluyor.

Çoğu Arap hükümeti, etnik aşırılıklara veya dinî gruplara dayalı iktidarlarını pekiştirmek için mezhepçiliği uzunca bir zamandır sürekli bir araç olarak kullanmıştır. Şu an hem Suudi Arabistan hem de İran bölgesel siyasi rekabetleri için mezhepçiliğin tüccarlığını yapmaktadır.

Bu durum Suriye, Irak ve Yemen’deki çatışmalarda kolayca anlaşılabilir. Arap ülkelerinde İran’ın artan askerî hareketliliği, Sünni ve Şiiler arasındaki 1400 yıllık eski bir çatışmaya fatura edilmektedir. Bölge genelindeki milyonlarca Sünni için bu mesaj, “Şiiler yakında seni avlamak için gelecek!” şeklinde tercüme edilmektedir.

Hoşnutsuz Sünni gençlik için, sahada muhteşem bir güce sahip militan gruplara yöneliş, onların kendi camiaları için bir dayanak noktası teşkil etmektedir. Ve İD de mezhebî gerilimi etkili bir tarzda yönlendirmekte ve Sünni gençlerin artan mağduriyet duygusunu kullanmaktadır.

Son neden ise Batı’ya hiçbir şekilde güvenin olmamasıdır. İD, uluslararası toplumun ve Batılı güçlerin çifte standart olarak görülen haberleri aracılığıyla propaganda yapmaktadır. Nitekim Filistin topraklarının devam eden işgali ve Araplara defalarca saldırmasına rağmen İsrail’in dokunulmazlığı, sadece bir Filistinli için değil, Arap hissiyatının yüzde 77’si için de iflah olmaz bir yara olarak varlığını sürdürmektedir.

Batı ve orduları Irak, Libya ve Yemen’e askerî müdahalelerde bulunurken, Suriye’deki sivil direnişin desteklenmesi, Libya’da devlet kurumlarının yeniden inşası ve Mısır’da demokrasinin tesisi konularında son derece başarısız pozisyondadırlar. Yaşanan bu olaylar, Batı’nın samimiyetsizliğinin bir kanıtı olarak algılanmaktadır. Bu gelişmeler, insanların Arap ve Müslüman haklarını elde etmede sahadaki gücünü kanıtlamış İslam halifeliğinin uygulanabilir bir alternatif olarak görülmesine neden olmaktadır.

Sonuç olarak, İD ve benzeri grupların sınırlı da olsa mevcut çekiciliğinin ve tehlikeli ideolojilerinin nihai olarak yürürlükten kaldırılması ve bu eğilimlerin tersine çevrilmesi uzun vadeli eylem gerektirmektedir. Bu süreçte Müslüman âlim ve dinî liderlerin bu anlayışları kınamasının veya askerî operasyonların devam ettirilmesinin önemi artmıştır. Arap hükümetlerinin de bu süreçte oynayacağı önemli roller bulunmaktadır.

İD’nin farklı alanlara yaydığı bu ölümcül cazibeye karşı yürütülen savaşın kazanılması, gençliğin dünyayla bütünleştirilmesi ile değişim ve ilerleme için gerçekçi alternatiflere yönlendirilmesiyle mümkün olacaktır.

Maha Yahya, Carnegie Ortadoğu Merkezi, Üst Düzey Yardımcı

Carnegieendowment / 7 Kasım 2014 / Çev: Harun Çağlayan

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR