1. YAZARLAR

  2. Musa Üzer

  3. İran’ın Nükleer İmtihanı

İran’ın Nükleer İmtihanı

Nisan 2006A+A-

İran ve AB arasında 3 yıl süren diplomatik görüşmeler, ABD ve AB'­nin siyasi süreci tüketme stratejisiyle yeni bir boyuta girdi. 12 Ocak'ta Londra'da BM Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesi (ABD, İngiltere, Rusya, Fransa, Çin) ve Almanya'nın dışişleri bakanı ve AB dış politika şefinin katıldığı 4 saatlik toplantı sonucunda İran'ın Güvenlik Konseyi'ne sevk edilmesi kararı alındı. İran ise verdiği cevapta nükleer programıyla ilgili olarak BM ile yaptığı gönüllü işbirliğine son verdiğini açıkladı. Nükleer enerji dosyasının Güvenlik Konseyi'ne götürülmesinin yasal dayanağının bulunmadığını ve diplomatik çözümlerin hala mümkün olduğunu bildirdi.

2-4 Şubat tarihleri arasında olağanüstü toplantı yapan UAEA da İran aleyhindeki karar tasarısını kabul etti. Atom Enerjisi Kurumu'nun İran'ı BM Güvenlik Konseyi'ne sevk edebilmesi için 35 üyeli icra kurumundaki en az 18 üyenin oyunu alması gerekiyordu. Toplantıda Suriye, Küba, Venezuela ret oyu kullanırken, Cezayir, Libya, Endonezya, Güney Afrika ve Belarus çekimser kaldı. Aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 27 ülke ise evet oyu kullandı. Bu karar tasarısında İran'ın nükleer programının hedeflerinin barışçıl olduğuna ilişkin dünyada güven olmadığı ve İran'ın bundan sonra güven oluşturmak için adım atması gerektiği belirtildi. Yine aynı kararda İran'ın bütün nükleer faaliyetlerini askıya alması, BM müfettişlerinin bütün belgelere ulaşabilmelerini sağlamak ve bütün tesisleri denetleyebilmelerine imkan sağlaması isteniyor. Görüldüğü gibi UAEA'nın aldığı bu kararda İran'ın yanlışlarını, hatalarını gösteren somut bir delil söz konusu değil. Nükleer enerji programının hedeflerinin barışçıl olduğuna dair dünyada güven olmadığı şeklinde muğlak, uluslararası hukuk açısından muteber olmayan ifadelerle İran Güvenlik Konseyi'ne sevk edilmiş durumda. 3 yıllık süreç içerisinde UAEA görevlilerinin yaptığı denetlemeler 1000'i bulmasına, somut, yönetmelik dışı unsurlar, deliller bulunmamasına rağmen yine de tatmin olmuyorlar. Benzer konumdaki örneğin İsrail, Hindistan, Kuzey Kore gibi ülkelerle ile kıyaslandığında İran'ın UAEA ile yaptığı işbirliği takdir ve teşvikle karşılanması gerekiyorken cezalandırılmaya çalışılması sorunun siyasi-ideolojik olduğunun açık göstergesidir. İran bu gelişmelerle birlikte Natanz ve Arak'taki tesisler üzerindeki BM mühürlerini söktüğünü ilan etti. Rusya'nın nükleer enerji programını kendi topraklarında devam ettirmesi teklifinin ise son karar ölü bir teklif haline geldiğini bildirdi. Uluslararası güvenlik, strateji açısından bakıldığında Rusya'nın teklifinin bu haliyle hayata geçirilmesi zaten mümkün gözükmüyordu. Önemli iyileştirmeler yapıldığı taktirde Rusya'nın teklifi tekrar gündeme gelecektir.

Uluslararası istikbarın nükleer enerji çalışmaları konusunda kendilerine haksızlık yaptığını düşünen İran halkı ise bütün tehdit ve şantajlara cevap verircesine devrim kutlamalarında meydanları doldurdu. Ayetullah Humeyni'nin Paris'ten Tahran'a döndüğü 1 Şubat ile sistemin bütün kurum ve kuruluşlarının ele geçirildiği 11 Şubat tarihleri "Şafakta 10 Gün" adıyla devrim kutlamalarına sahne oluyor. 11 Şubat'ta bütün yurtta geniş çaplı gösteriler gerçekleştiriliyor. Bu gösterilerin en büyüğü ise usulen Cumhurbaşkanının da konuşma yaptığı başkent Tahran'da oluyor. Ahmedinejad konuşmasında Siyonist rejimin bölgedeki gayri meşruluğu, Hz. Peygamber'e yönelik hakaret içerikli karikatürlere ve son olarak da nükleer enerji konusunda gelinen noktaya ilişkin değerlendirmelerde bulundu. İran'ın, ABD ve AB baskılarına boyun eğmeyeceğini ve nükleer enerji çalışmalarından geri adım atmayacaklarını bir kez daha yineledi. Gösterileri izlemek için rekor sayıda yabancı basın mensubunun akredite yaptığı bu yılki gösterilere yerli-yabancı bütün gözlemcilerin de belirttiği gibi muazzam kalabalıklar katıldı. Şüphesiz bu katılımın en önemli nedeni halkın nükleer enerji konusunda devletin arkasında olduğunu gösterme isteğidir. "Kahrolsun Amerika ve İsrail" sloganıyla birlikte nükleer enerjinin en doğal hakları olduğu şeklindeki slogan, İran halkının konu hakkındaki kanaatini açıklar mahiyettedir. İran halkı bunu milli bir mesele olarak görüyor. Küçük çaplı bir araştırma, nükleer enerji programı ile petrolün millileştirilmesi hareketinin halkın zihninde özdeş olduğunu gösterecektir.

Muasır İran tarihinin İslam Devrimi'nden sonra en önemli olayı "petrolün millileştirilmesi" meselesidir. 1908'de İran'da ilk defa petrol bulunduğunda İngilizler, rüşvet ve komik denilecek rakamlarla İran petrollerini tasallutları altına aldılar. Çoğunluk hissesi İngiliz devletine ait olan İngiliz Anglo-İranian Petrol Şirketi (AL-OC) İran petrolünün tek hâkimi durumundaydı. Karizmatik siyasi önder Musaddık ve Ayetullah Kaşani gibi mücadeleci ulemanın işbirliğiyle verilen mücadeleler neticesinde dünyadaki en kârlı İngiliz şirketi Anglo-İranian millileştirildi. Daha sonra da Abadan'daki petrol rafinerisi kontrol altına alındı. İngilizlerin buna karşılık uygulattığı ekonomik ambargo, İran halkının ağır şartlarda yaşamasına sebep oldu. Fakat yine de Başbakan Musaddık, petrolün millileştirilmesi siyasetinden vazgeçmedi. Tahtını koruma sevdasındaki Şah Muhammed Rıza ise İngilizlerle işbirliği yapmaktan çekinmiyordu. Nihayetinde ise ABD başkanlarından Roosevelt'in CIA görevlisi torunlarından Kermit Roosevelt yönetiminde 16 Ağustos 1953'te Ajax Operasyonu ismiyle ABD ve İngiltere İran'da darbe yaptı. Başlangıçta darbenin başarısızlığa uğraması nedeniyle Şah Bağdat'a kaçtı. Fakat darbenin planlayıcısı Roosevelt, satın aldıkları siyasetçi, asker, gazeteci ve çeteleri bir kez daha devreye sokarak 18 Ağustos 1953'te Başbakan Musaddık'ı tutukladılar. Şah İran'a geri döndü ve ABD yönetiminde ülkede terör rejimini hakim kılmayı başardı. 1953 darbesini önemli kılan başka bir özelliği ABD'nin dünyanın değişik coğrafyalarında uyguladığı darbeler dizisinin ilki olmasıydı.

Bu çerçevede ABD ve İngiltere'nin yaptığı tarihi zulümleri unutmayan İran halkı, nükleer enerji konusunda da bu ülkelere güvenmiyor ve bu meseleyi petrolün millileştirilmesi hareketinin 21. yüzyıldaki izdüşümü olarak görüyor. Halkın bu noktadaki tarihi-siyasi hafızasının canlılığı İran yönetiminin elini güçlendiriyor. Halkın desteğini alan yöneticiler, görüşmelerde masaya daha bir özgüven içerisinde oturabiliyorlar. Dış baskılar ise caydırıcı olmadığı gibi İran içinde birliği sağlamaktan başka bir işe yaramıyor.

6 Mart'ta Güvenlik Konseyi'nde UAEA Başkanı El Baradey'in verdiği rapor doğrultusunda İran'ın durumu görüşüldü. İran'ın nükleer dosyası, UAEA'ın 27 Şubat tarihli raporuyla birlikte Güvenlik Konsey'ine sevk edildi. 5 daimi, 10 geçici üye ülkenin bulunduğu Konsey toplantılarında Rusya ve Çin'in İran lehinde tavır almasından dolayı ABD istediğini elde edebilmiş değil. Rusya ve Çin diplomatik görüşmelerin, atakların devam ettirilmesi gerektiğine inanıyor. Rusya, İran'ın nükleer enerji çalışmalarını kendi topraklarında gerçekleştirmesi teklifinin işlerlik açısından mümkün olduğuna inanıyor. Çin de bu teklifi gündemde tutmaya çalışıyor.

Dünya medyasında İran'a askeri müdahale yönünde haberler çıkmasına rağmen şimdilik bunun mümkün olduğuna ihtimal vermiyoruz. Güvenlik Konseyi'nde Londra toplantısındaki gibi bir konsensüsün çıkacağı net değil. Rusya ve Çin, İran'ın Güvenlik Konseyi'ne sevk edilmesine şerhli evet demişlerdi. Rusya ve Çin'i ikna etmek için ABD her türlü baskıyı uyguluyor. Çin, ABD baskısı ile petrol için İran'a bağımlı olması arasında sıkışmış durumda. Rusya ise İran'la yüksek rakamlı ticari ve askeri anlaşmalara imza atmış durumda. İran'ın tecrit edilmesi siyaseti en çok onları vuracaktır. İkinci bir nokta ise ABD'nin özellikle Avrasya'yı çevreleme stratejisini boşa çıkarmak için Rusya ve Çin'in geliştirdikleri işbirliği büyük darbe alacaktır.

BM Güvenlik Konseyi, Rusya ve Çin'in desteğini alırsa ilk önce her türlü nükleer enerji faaliyetini askıya alması ve müzakere masasına geri dönmesi için İran'ı uyaracak. İran'ın bu çağrıya geçmiş görüşmelerden yola çıkarak kendisinin sürekli oyalandığı gerekçesiyle olumsuz cevap vermesi durumunda Güvenlik Konseyi'nin 41. maddesine göre siyasi ve ticari yaptırımlar gündeme gelecek. İran ihracatının can damarı petrol endüstrisine yönelik kısıtlamalar ya da İran'ın Dünya Ticaret Örgütü'ne yaptığı üyelik başvurusunun askıya alınması, İranlı diplomatlara seyahat yasağı konması, İran'la yeni ticari anlaşmalara ve spor karsılaşmalarına kısıtlama getirilmesi gibi yaptırımlar söz konusu olabilir. İran'ın petrol ticaretinin engellenmesi şu aşamada mümkün gözükmüyor. Çünkü bu tür yaptırımlar, petrol fiyatlarının aşırı ölçüde yükselmesine ve dünya ekonomisinin krize girmesine yol açar. Gaz konusunda da dünyada halihazırda zaten sıkıntı yaşanıyor. İran OPEC üyesi ülkeler içerisinde ham petrol üretiminde Suudi Arabistan'dan sonra 2. sırada yer alıyor. Günlük 4,2 milyon varil ham petrol üretiyor ki bu dünya petrol rezervlerinin %8,5'ine tekabül ediyor. Aynı şekilde İran, dünya doğalgaz rezervlerinin %14,5 ine sahip. İran, Çin, Rusya ve Hindistan'la yeni enerji anlaşmaları imzaladı yakın zamanda. Yine Çin'le 25 yıllık 200 milyar dolarlık doğalgaz anlaşması imzalanmak üzere. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin petrol ve enerjiye şiddetle ihtiyaçları var. Petrol ve gaz alanında İran'a uygulanacak ambargolar kendilerinin de sıkıntıya düşmesine yol açacak.

Ekonomik ve siyasi yaptırımların işe yaramaması durumunda İran'ı tecrit politikaları yoğunlaştırılarak Güvenlik Konseyi'nin 42. maddesi yani askeri müdahale gündeme getirilecek. Nokta saldırılar, nükleer tesislerin vurulması gibi hedefler üzerinde yoğunlaşılacaktır. Bütün bu şıklar Güvenlik Konseyi'nde ABD'nin istediği doğrultuda kararlar çıktığı zaman devreye sokulabilecektir. İran, Güvenlik Konseyi'nde aleyhinde kararların alınmasını engellemek ya da alınacak kararları pasifize etmek için diplomatik ataklarını artırmış durumda.

Ekonomik ambargo zaten yıllardan beridir İran'a uygulanmakta, belli bir rakamın üzerindeki ticari anlaşmalara engel söz konusu. Ahmedinejad'ın devrim kutlamaları törenlerinde yaptığı konuşmada belirttiği gibi AB üçlüsüyle yaptıkları müzakerelerde nükleer enerji konusunda verecekleri tavizlere karşılık bu ambargoların kaldırılması teklifini dahi kabul etmediler. ABD ve AB, İran'ın koşulsuz olarak teslim olmasını istiyorlar. Ellerindeki enformasyon gücünü kullanarak müzakerelerde İran'ı haksız pozisyonda göstermeyi başarabiliyorlar. Ekim 2002'den itibaren İran üç AB ülkesiyle (İngiltere, Almanya ve Fransa) geniş çaplı müzakereleri başlattı. İran'ın nükleer programı, enerji programı konusunda diplomatik çözüme ulaşmak için masa başına oturmaları gereken üç AB ülkesi sürekli olarak nükleer enerji programının askıya alınması yönünde baskılar yaptılar. İran bu konuda alabildiğince işbirliği yapmaya ve diplomatik görüşmeleri devam ettirmeye çalıştı. 21 Ekim 2003'te İran, üç ülkenin dışişleri bakanları ile Tahran bildirgesini yayınladı ve 93+2 Ek Protokolü'nü kabul etti. Ve iyi niyetini göstermek için gönüllü olarak uranyum zenginleştirme programını geçici bir süre askıya aldı. Buna karşılık AB ise İran'ın barışçıl amaçlı nükleer teknoloji çalışmaları için yardımda bulunacaktı.

Kasım 2003'te UAEA Başkanı Baradey, İran'ın nükleer silah ürettiğine dair ellerinde delil olmadığını açıkladı ise de ABD bunu kabul etmedi. Kasım 2004'te ise Brüksel ve Paris anlaşmalarının ardından uranyum zenginleştirme faaliyetlerini gönüllü olarak askıya alma işlemine ek olarak bazı nükleer enerji çalışmalarını da askıya aldı. Bütün bu taviz ve iyi niyet çabaları karşısında üç Avrupa ülkesi UAEA'nın Haziran 2004'teki oturumunda İran'ın nükleer faaliyetinin resmen tanınması yönünde çaba sarfedeceklerdi. Ancak üç Avrupa ülkesi yükümlülüklerini yerine getirmediler. İran 13 Mart 2005'te Avrupa'nın askıya alma işlemini 2 ay daha uzatması ile ilgili talebini de kabul etti. Üç yıllık bu süre zarfında İran nükleer enerji çalışmalarını müzakerelere ve uluslararası anlaşmalara uygun bir şeffaflıkta yürüttü. Ajans yetkilileri yüzlerce kez tesisleri denetlediler. Sorun şeffaflık ya da nükleer enerji anlaşmaları kurallarına İran'ın uymaması ya da müzakerelerden kaçması değildir. Hedef bellidir, her ne pahasına olursa olsun İran'ın nükleer enerjiye sahip olmasını engellemektir. İran'ın da imzalamış olduğu Nükleer Silahların Artırılmasının Önlenmesi Antlaşması yakıt olarak uranyumun zenginleştirilmesine izin veriyor. Zenginleşmiş uranyumun nükleer silah yapımında kullanılmasının engellenmesi UAEA denetimiyle sağlanıyor. Birçok ülkede bu yolla nükleer enerji çalışmalarını devam ettiriyor. Aynı hakkı çok doğal olarak İran da kullanmak istiyor. Bütün ülkeler için meşru ve tabi sayılan bu hak İran söz konusu olduğunda uygulattırılmamaya çalışılıyor. Bu durumda İran'ın direnmesinden daha doğal ne olabilir ki?

Nükleer enerji niçin cazip ve birçok ülke bunu elde etmek için uğraşıyor? Örneğin üç yıl İran'la diplomatik görüşmeleri yürüten Avrupa son sürat nükleer enerji çalışmalarını devam ettiriyor. Dünyadaki mevcut yeraltı kaynakları başta petrol olmak üzere sınırlı bir kemiyeti ifade ediyor. Onun için alternatif enerji kaynaklarına ihtiyaç var. Bunun ilk sırasında ise nükleer enerji üretimi yer alıyor. Nükleer enerji şu anda dünya enerji üretiminin, ihtiyacının %80'ini karşılayan fosil yakıtlarına oranla çevreyi kirletmiyor, asit ve karbondioksit salgılamıyor. Dünyadaki ciddi tehlikelerden biri olan küresel ısınmaya yol açmıyor. Enerji üretimi sonucu ortaya çıkan nükleer atık ise birtakım işlemlerden geçirilerek tekrar nükleer yakıt olarak kullanılabiliyor. Yani sürekli yenilenebilen bir enerji çeşidi. Nükleer enerjinin diğer enerji türlerine oranla en sınırlandırılmış haliyle 100 milyon birim fazlası var. Bütün bunlar nükleer enerjiyi cazip kılan faktörler arasında yer alıyor. Yüksek orandaki başlangıç maliyeti dezavantajı ise nükleer reaktörün yapımıyla birlikte işletilmesindeki ucuzluk nedeniyle avantaja dönüşüyor.

İran halkının yararına olan nükleer enerji çalışmalarından vazgeçmeyecektir. Bu mesele İran için siyasi değil, stratejik bir hedeftir. Onun içindir ki iç siyasette politik rakipleri Ahmedinejad'ı siyasi tecrit pozisyonuna sokmaya çalışırken, nükleer enerji meselesinde ortak noktada buluşabiliyorlar. Ahme-dinejad'ın, Rafsancani'nin, Hatemi'nin, Kerrubi'nin ya da diğer siyasal aktörlerin nükleer enerji konusunda farklı düşünmeleri söz konusu değildir. İran'ın nükleer enerji meselesindeki dış politikasını Ahmedinejad'a bağlayanlar açıkçası yanılıyorlar. Ahmedinejad'ın söyleminin hadiseyi bu bağlama getirdiğini iddia edenler gerçekleri çarpıtıyorlar. Selefi Hatemi "medeniyetler diyalogu" meşhur sözcülerinden biri olmasına rağmen kendisinin cumhurbaşkanlığı döneminde nükleer enerji çalışmaları noktasında ABD ve AB baskılarının başlaması hadiseyi yeterince izah ediyor.

 Dünya için nükleer çalışmalar konusunda asıl tehdit ABD, İsrail ve Avrupa'dır. ABD'nin sabıkası ilk defa nükleer silahı 1945'te New Mexico çölünde deneyip bir ay sonra da Hiroşima da kullanması başta olmak üzere nükleer ve kimyasal silah kullanımından kaynaklanan cinayetlerle dolu olduğu sağır sultanın bile bildiği bir gerçek. Siyonist rejimin elindeki nükleer silahlar ise tam bir sır kutusu, uluslararası hiçbir anlaşmayı tanımıyor, elinde ne kadar nükleer silah bulunduğu dahi bilinmiyor. Erken dönem emperyalizmin beşiği Avrupa da dünya halklarının yüzüne bakacak bir geçmişe sahip değildir. Daha geçtiğimiz aylarda Fransa Cumhurbaşkanı Chirac ve diğer yetkililer ülkelerine bir saldırı olması durumunda nükleer silah kullanmayacaklarını açıklamaktan çekinmiyorlar.

Nükleer çalışmalar konusunda İran'ın geri adım atmaması gerektiğini, Bush'un Hindistan ziyareti ortaya koymuştur. ABD'nin İran'ı köşeye sıkıştırma ve kuşatma siyasetinin son ayağı Hindistan ve Pakistan ziyaretidir. NPT' yi imzalamayan ve 1974 ve 1998'de yaptığı nükleer denemelerle tecrite maruz kalan Hindistan, Bush'un ziyareti esnasında yapılan anlaşmayla nükleer tecritten kurtuldu. Bush'un imzalamış olduğu anlaşma nükleer silahlanma meselesi söz konusu olunca şartların herkes için aynı olmadığını açıkça ortaya koyuyor. Anlaşma Hindistan'a, ABD'den alacağı nükleer yakıtı enerji üretiminde kullanacak, hem askeri hem sivil amaçlı 13 reaktörü amaçlarına göre ayırması, yalnızca sivil nükleer programını BM denetimine açma imkanı sağlıyor. Batı basını tarafından dahi Bush, bu anlaşmadan dolayı ikiyüzlülükle suçlandı. Gelişmeler İran'ın nükleer programına son hızla devam etmesi gerektiğini gösteriyor.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR