1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. Irak’ta da Suriye’de de Temel Sorun Emperyalist İşgal ve Mezhepçi Yayılma Siyasetidir!

Irak’ta da Suriye’de de Temel Sorun Emperyalist İşgal ve Mezhepçi Yayılma Siyasetidir!

Kasım 2016A+A-

Gündemde Musul’un kurtarılması var! Küresel egemenlerin önümüze koydukları gündem bu! ABD öncülüğünde 63 ülkeden oluşan koalisyonun desteğiyle Irak ordusu, Peşmerge birlikleri ve milis güçlerin ortak harekâtıyla IŞİD’in Musul’dan çıkartılması hedefleniyor. Bu ‘büyük kurtarma operasyonu’na kimin katılıp kimin katılmayacağı, harekâtın kim tarafından yönetileceği, öncülüğün kimde olacağı, kimin nerede duracağı vb. konular bir taraftan yoğun biçimde tartışılmakta. Aktörlerin çok farklı öncüllerden hareket ettikleri ve farklı tutum ve hesaplar içinde oldukları göz önüne alındığında bu tartışmanın netleşmesinin ve bir yere evrilmesinin beklenmemesi gerektiği rahatlıkla anlaşılabiliyor.

Kaosun Mimarları Çözümün Adresi Olamaz!

Kısacası çözüm adı altında atılan adımların daha büyük bir çözümsüzlüğe kapı açacağını görmek gerekiyor. Neden? Çünkü en temelde sorunun kaynağını, sorunun üreticisini, üreticilerini çözüm diye sunmak, çözüm sanmak kaçınılmaz olarak çözümsüzlük demektir de ondan! Irak’ın bu hallere düşmesinin, mahvolmasının, perişan olmasının bir numaralı müsebbibi ABD’nin kurtarıcı rolünü üstlendiği bir tablodan başka ne beklenebilir ki? Aynı şekilde Amerikan işgaliyle birlikte palazlanan, fırsatı ganimet bilip mezhepçi/taifeci emellerini icraya döken işbirlikçilerin kurtarıcılığının ne manaya geldiği açık değil midir?

Musul’a vaat edilen kurtuluşun ne manaya geldiğini dünya bilmeyebilir, idrak edemeyebilir ama Musullular çok iyi biliyor olmalılar! O kurtarıcıların yıllar boyu kendilerine neler yaşattıklarını bizatihi yaşadılar. Felluce halkının, Ramadi halkının nasıl kurtarıldığına yakın zamanda şahitlik ettiler!  İşte böylesi bir tabloda iyimser olmanın saflıktan öte ahmaklıktan başka bir anlam ifade etmeyeceği gayet nettir!

Kuşkusuz IŞİD, temsil ettiği anlayış ve sergilediği icraatıyla kendisinden kurtulmayı gerektiren bir oluşumdur ve bütünüyle tasfiye edilmesinde büyük hayır vardır. Öyle ki her aşamada büyük zulümler icra etmiş ve bilhassa da adına hareket ettiğini iddia ettiği mazlumlar, mağdurlar için büyük bir şer kaynağına dönüşmüştür. Mamafih belli çevrelerin ısrarla propaganda ettikleri gibi ne Musul’da ne Irak’ın bütününde yüz yüze olunan sorunun kaynağı ya da merkezi IŞİD değildir. Ve ısrarla bu söylemin, bu iddianın öne sürülmesi ise sorunun asıl nedenini, IŞİD’i de doğuran kaynağını örtmeye yönelik bir manipülasyondur.

Musul Halkına Dayatılan Tercihler: Şiddete Rıza Ya da Köleliğe Teslimiyet

IŞİD’in Musul’dan çıkartılması, Musul’un kurtarılması, kurtulması vb. söylemler acaba IŞİD öncesi Musul’la ilgili ne içeriyor düşünmek, sorgulamak gerekmez mi? Musul özgür bir belde, halkı da gayet müreffeh, huzurlu bir halktı da her şey bir anda IŞİD’in sahneye çıkmasıyla mı felaket halini aldı? Adeta böyle bir tablo çiziliyor. Oysa önceki dönemde Musul’un, aynen Irak’ın Sünni nüfus yoğunluklu pek çok yöresi gibi patlamaya hazır bir barut fıçısına benzediği, IŞİD’in bu gerilim ve öfke birikiminden istifade ederek ve örgütlü olma avantajını da kullanarak süreci kendi politikası doğrultusunda yönlendirdiği bilinmektedir.

Bugün gelinen yer itibariye IŞİD elbette büyük bir sorundur ama tek sorun değildir, daha önemlisi asıl sorun değildir. Bilakis Musul ya da Irak’ta karşılaşılan sorunun asli kaynağını, bugün tüm dünyaya kurtarıcı vasfıyla pazarlanan güçler teşkil etmektedir. Nedir onlar? Öncelikli Amerikan işgali, yani emperyalizmdir! İkinci olarak da İran’ın belirleyici olduğu ve Irak’taki uzantıları eliyle icra ettiği mezhepçi/taifeci yayılma siyasetidir!

Suriye: Statüko Ya da Cehennem

Aynı tablo Suriye’de de geçerlidir. Suriye bugün vahşi bir diktatörlük düzenini devam ettirebilme adına açık bir şekilde İran ve Rusya tarafından işgal altına alınmış bir ülkedir. İnsanlık vicdanını kanatması gereken kareler yağmur gibi yağmaktadır. Tam 6 yıldır halkın özgürlük talebini kurşunla, füzeyle, kimyasal silahlarla, varil bombasıyla bastırmaya çalışan, yüz binlerce insanı katleden, kitleler halinde insanları yurtlarından süren, hicret etmek zorunda bırakan, işkenceci rejimin katliamları, zulümleri doludizgin devam ederken tüm dünya aynı Irak’ta olduğu gibi gözünü Suriye’de de aşırılık tehlikesine, IŞİD’e, ‘terör’ tehdidine dikmiş durumdadır. Halep’i hedef alan emperyalist saldırganlık ve vahşet gözler önündeyken gündemin Rakka’nın IŞİD’den temizlenmesine kilitlenmesi ilginç değil midir?

Sivillerin tepesine her gün bomba yağdıran, halkı bezdirip teslimiyete zorlamak için hastaneleri, fırınları, mescitleri, pazar yerlerini bombalayıp masum insanları katleden bu rejimi IŞİD’den daha az tehlikeli ya da daha sevimli kılan şey nedir acaba? Nasıl oluyor da dünya barışı, emniyeti vs. adına IŞİD’den kurtulmanın elzem olduğu üzerinde mutabık kalanlar tüm bu canavarca eylemleri icra eden bir rejimin suçları karşısında umursamazca bir tutum takınabiliyorlar? Kimisi doğrudan yardımına koşarken, kimisi ise bu aşağılık rejimi mahcup bir edayla eleştirir, kınar gibi gözüküp ‘teröre karşı mücadelede’ partner konumuna oturtabiliyor? Sormak gerekmez mi siz IŞİD’e neden karşısınız? Eğer iddia ettiğiniz gibi masum insanlara karşı işlediği suçlardan, canavarca eylemlerinden ötürü ise bunun kat be kat fazlasını yapan bir rejime karşı neden aynı duyarlılığı göstermiyorsunuz?

İnsanlık adına, adalet, vicdan adına çok vahim, iç karartıcı bir manzarayla karşı karşıyayız. İslam coğrafyasının pek çok bölgesinde Müslüman halklar üzerinde tesis edilmiş diktatörlük düzenleri küresel güçlerin onayı ve desteğiyle acımasızca sürerken, bu işleyişe her türlü itiraz, karşı çıkış en şedit yöntemlerle bastırılmaya çalışılmakta; bunu yaparken de IŞİD benzeri aşırı ve sapkın oluşumlar bilhassa vitrine çıkartılarak mevcut statüko meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Sorunun IŞİD sorunu olmadığı, IŞİD’den ibaret olmadığı bellidir. IŞİD sadece icraya konulan zulmü, işgali kamufle etmek için kendisinden istifade edilen bir araçtır. Ve hiç kuşkusuz IŞİD’in olmadığı zaman diliminde de aynı taktik benzeri argümanlarla ama farklı araçlarla hep sürdürüle gelmiştir.

İşte Suriye’de ABD’siyle Rusya’sıyla tüm küresel güçlerin ittifak ettikleri konulardan birinin Cephet’un Nusra’nın tasfiyesi konusu olması bu durumun göstergelerinden biridir. Dönüşüm geçirdikten sonra Cephet’ul Feth’uş Şam adını alan bu harekete ilişkin küresel zalimlerin de işbirlikçilerinin de tutumu başından itibaren nettir. Bir yandan rejimin korkunç katliamları kesintisiz devam ederken, bu hareketin hem Rusya hem de ABD tarafından doğrudan hedef alınması emperyalistlerin Suriye’de ve tüm İslam coğrafyasında İslami direniş çizgisine tahammülsüzlüklerinin net bir göstergesi olarak okunmalıdır.

Bu harekete el-Kaide ile bağlantısından ötürü özel bir konum biçildiği şeklindeki iddialar ve Suriye özelinde küresel egemenlerin bugün sorunu bu hareketle sınırlı biçimde tanımlama taktikleri kimseyi aldatmasın! Hedefe konulan şey direnişin omurgasıdır! Bugün sorunu ‘Nusra’ olarak tanımlayanların yarınlarda listeyi Ahrar’uş Şam, Ceyş’ul İslam vd. şeklinde devam ettireceklerinden kimse kuşku duymasın!

Çökertilmek İstenen İslami Direniş İradesidir! 

Bugün “ama bu örgütün geçmişi, ilişkileri” vs. diye sanki istisnai anlamda bazı yapılarla ilgili itirazlar ileri sürdükleri düşünülenlerin aslında İslami hareket olgusuna tümden düşman oldukları bilinmiyor mu? Filistin’de Hamas’a düşmanlık yapanlar bunlar değil miydi? Mısır’da İhvan’a karşı takındıkları tavır sanki farklı mı oldu? Bangladeş’te Cemaat-i İslami liderlerinin hunharca idam edilmelerine karşı en küçük bir itirazları oldu mu?

Küresel egemenlerin İslami hareketlere yönelik kuşatma ve tasfiyeye, Müslüman halkları ise sindirmeye yönelik politikaları çeşitli bölgelerde farklı şekiller alsa da statükoyu tartışmadan, zedelemeden sürdürme yaklaşımı itibariyle özünde aynı mantığı yansıtmakta. Bu minvalde emperyalist güçlerin İslam coğrafyasının bütününde olduğu gibi Irak’ta ve Suriye’de de statüko bekçiliğine soyunduklarını, işbirlikçi rejimleri ayakta tutma adına en bariz, en doğrudan biçimde işgal siyasetine yöneldiklerini görmekteyiz.

Mazeretler, gerekçeler değişmekle beraber, eli kanlı, zalim diktatörlüklerin korunmasına yönelik adımlar uluslararası hukuk, dünya barışı, teröre karşı koalisyon vb. çeşitli söylemlerle temellendirilmeye, elbirliğiyle işlenen suçların üzerine bir şal gerilmeye çalışılmaktadır. Ne var ki her geçen gün daha da netleşen, vahimleşen zulüm manzarası karşısında delik deşik olmuş bu şal ile gerçeklerin daha fazla örtülmesi, kamufle edilmesi imkânı kalmış görünmemektedir.

Öncelikli Hedefimiz İrademizi Korumak ve Mücadeleyi Sürdürmek Olmalıdır!

Evet, coğrafyamızda karşı karşıya olduğumuz gerçeklikten yakın vadede gerçek manada bir ‘kurtuluş’un mümkün olamayacağını görmek, anlamak durumundayız. Mücadele zor ve meşakkatli olmayı sürdürecektir. Buna karşın küresel ve yerel egemenlerin de çözüm adı altında sundukları, öne çıkardıkları, icraya koydukları şeyin statükonun ömrünü uzatmaya yönelik bir çaba olmaktan öteye gidemeyeceği, aslında tam bir çözümsüzlük ve açmaz teşkil ettiği de açıktır. Günü kurtarmaya yönelik bu girişimlerle, adımlarla evet Müslüman halklara daha fazla bedel ödetmeyi becerebilmektedirler belki ama arzuladıkları sükûnet ortamına asla erişemeyecekleri ve hiçbir zaman kendilerini ve düzenlerini emin hissedemeyecekleri de nettir.

Rabbimizin bizler için takdir ettiği şeyin bizim için en iyisi, en hayırlısı olduğuna iman eden müminler olarak biz mücadelenin kendisinin bizatihi kazanım olduğuna inanmaktayız. Süreç uzun ve zorlu olsa da sabredip sebat etmenin asıl hedef olması gerektiğini biliyoruz. Ve kendi dinine yardım edenleri Allah’ın yardımsız bırakmayacağına ve O’nun yardımına mazhar olanların karşısında ise hiç kimsenin duramayacağına iman ediyoruz. 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR