1. YAZARLAR

  2. Bülent Gökgöz

  3. İktidar ve Özgürleşme Bağlamında “Ezilenlerin Pedagojisi"

İktidar ve Özgürleşme Bağlamında “Ezilenlerin Pedagojisi"

Ağustos 1998A+A-

Hayatını ezilen insanların eğitimine adayan Brezilyalı yazar Paulo Freire'nin, bu konudaki duyarlılığı, daha erken yaşlarda yoksulların hayatını paylaşması, mülksüzleştirilmişlerin "sessizlik kültürü" diye tanımladığı şeyi farketmesi temeline dayanır. Bu konuda birçok eser veren yazar kitabının giriş kısmında şunları söylüyor: "Ezilenlerin Pedagojisi ne girişi oluşturan bu sayfalar, siyasi sürgünde geçen son altı yıl boyunca yaptığım gözlemlerin sonucudur. Bunlar, Brezilya'daki eğitim faaliyetleri sırasında edindiğim gözlemlerle zenginleştirilmiştir" (sh. 17).

Yazar, "Eleştirel bilincin uyanması, sosyal hoşnutsuzlukların ifade edilmesinin yolunu hazırlar, çünkü bu hoşnutsuzluklar baskıcı bir durumun gerçek bileşenleridir" diyerek, toplumsal muhalefetin oluşabilmesi için önce bilinçlerin uyandırılması gerektiğini vurguluyor.

"Eleştirel bir ruhla beslenen radikalleşme ise daima yaratıcıdır; özgürleşme sürecine giren radikal, ezenin şiddeti karşısında edilgen kalamaz" derken, sorgulama yetisini kazananların sorumluluklarını hatırlatır: "Ezilenlerin pedagojisi, radikaller için bir görevdir, bu görev sekterler tarafından yerine getirilemez" (sh. 22).

Freire "Ezilenlerin Pedagojisinin bir eğitim süreci olduğunu Conscientiagao terimiyle açıklar. Bu terim sosyal, siyasi ve ekonomik çelişkileri kavramak, gerçekliğin insanları ezen koşullarına karşı harekete geçirmek için gereken öğrenme (bilinçlenme) süreci anlamına gelir.

Yazar kitabın birinci bölümünde insanlaşma ve insan dışılaşma temalarını işler, insanlaşmanın; adaletsizlik, sömürü, baskı/ezme ve ezenlerin şiddetiyle engellenemeyeceğini, ezilenlerin özgürlük ve adalet özlemiyle kaybettikleri insanlığı yeniden kazanma mücadelesiyle olumlanacağı tespitini yaparken sosyal bir gerçekliğe atıfta bulunuyor. Devamla şunları söylüyor yazar: "Daha tam insan olmanın bir tahrifi olduğundan daha az insan olmak, ezilenlerin er-geç kendilerini bu hale getirenlere karşı mücadele etmesine yol açar. Bu mücadelenin anlam taşıması için ezilenler, insanlıklarını yeniden kazanma peşinde, misilleme olarak ezenlerinin ezenleri haline gelmemelidirler..." (sh. 24). Bu tespit, muhalif olunan düzene karşı mücadelenin salt güç temelinde şekillenmemesi gerektiğini gösterir. Güç (iktidar) mücadelesi sonucunda yalnızca ezen ve ezilenler yer değiştirecek, baskı ve sömürü devam edecektir. Freire, ezenlere karşı verilecek mücadelenin taviz vermeden gerçekleştirilmesini vurgular.

Mücadele sürecinde bulanık anlayışlardan, egemenlerin oluşturduğu mitlerden arınmadan başarı sağlanamayacağı açıktır. Özellikle müslümanların Kur'anî bir arınmışlık yaşamadan mücadele hattı oluşturmaları Allah'ın razı olmayacağı bir eylemliliktir. Bu arınmışlık mücadeleden önce veya ondan ayrı bir süreci değil, mücadeleyle iç içe ve sürekli bir süreci ifade eder. Freire'ye göre ise; birşeyler dönüştürmek (devrimci tavır alarak) isteyen tüm insanlar için bir kuraldır. Bunu şöyle açıklıyor: "Devrime doğrudan ve dolaylı olarak katılan ezilenlerin çoğu -ki eski düzenin mit/eriyle koşullanmışlardır- devrimi kendi özel devrimleri haline sokmaya niyetlenirler. Eski ezenlerin gölgesi hala üzerlerindedir. Ezenin imajını içselleştirerek ezenlerin ilkelerini benimsemiş haldeki ezilenler, Özgürlükten korkar haldedirler. Özgürlük onların bu imajını reddetmelerini gerektirir" (sh. 27).

Özellikle günümüzde bazı müslümanların egemen erk karşısında özür dileyici tavırlarla özgürlük istemelerini, gayri müslim bir şahıs olan Freire şöyle kınıyor: "Özgürlük fethedilir, armağan olarak alınmaz. Özgürlüğün izini sürekli ve sorumlulukla sürmek gerekir. Özgürlük insanın dışında bir ideal değildir, mit haline gelen bir fikir de değildir. İnsanın yetkinleşme arayışının olmazsa olmaz koşuludur" (sh. 27). İçine gömülü bulundukları egemenlik yapısına uyum sağlamış ve bu yapıya teslim olmuş insanlar, kendilerini, mücadelenin gerektirdiği riskleri göze almaya yetersiz hissettikleri sürece, özgürlük mücadelesinden alıkonurlar".

Freire "Ezilenlerin Pedagojisi"nin bir bilinçlenme süreci olduğunu, bu eğitimin salt teorik değil, bizzat ezilenlerin de özgürlük mücadelesine katılmalarıyla şekillenecek bir eğitim olduğunu söyler. Ona göre bu eğitim iki aşamadan oluşur; ilk aşamada ezilenler, içinde ezildikleri düzeni deşifre ederler ve bu dünyanın dönüştürülmesine kendilerini adarlar, ikinci aşamada ise bu mücadelenin hayatın tüm alanlarına yansıması gerekir.

Sömürü ve şiddetin ezenler tarafından başlatıldığını belirten yazar, "Terörü başlatan; çaresizler, teröre maruz kalanlar değil, iktidarları sayesinde 'hayatın reddedilmişleri"ni ortaya çıkaran, somut durumu yaratan tedhişçilerdir" (sh. 35) diyor. Sömürü düzenine karşı başkaldırma ameliyesinde bulunanların, egemenler tarafından birtakım yaftalara maruz kalmaları, olagelmiş tüm mücadelelerde rastlanan bir aşamadır. Yazar kitabında ezme durumunun devam etmesinin de, ezilenlerin rıza göstermeleriyle ilişkili olduğunu belirtir.

Modern-ulus devletlerin oluşmasıyla hayatın en ince detaylarını bile kontrolü altında tutmak isteyen sömürgecilerin ve yerli kompradorların, "vatandaşlık görevi" adı altında zorunlu askerlik ve zorunlu eğitimi dayatmaları, resmi ideolojinin ezilenler tarafından içselleştirilmesini amaçlar. Bu amaçlarına ulaşabilmek için her türlü aracı hiç çekinmeden kullanırlar. Yazar şöyle söylüyor: "Ezenler, amaçları için giderek artan ölçüde, güçlü aygıtlar oldukları su götürmeyen bilim ve teknolojiyi kullanıyorlar, amaçları da ezme-ezilme düzeninin manipülasyon ve baskı yoluyla sürdürülmesidir" (sh. 40).

Oluşturulmuş birtakım mitlerle ve kadercilik anlayışıyla halkı manipüle etme ve sindirme çok eski zamanlara kadar uzanır. Özellikle Hicri I ve II. yüzyıllarda Mutezile'nin de şiddetle karşı tavır aldığı bu inançlar, egemenlerin sömürü düzenlerini devam ettirmeye katkıda bulunuyordu. İnsanın özgürlüğü sorunuyla ilintili olan bu inanışlar, ezilen ve sömürülen toplumlarda görülen ortak anlayışlardır: "Üstünkörü analiz edildiğinde bu kadercilik, kimi zaman ulusal karakterin özelliği olan bir uysallık olarak yorumlanır. Oysa uysallık kisvesindeki kadercilik tarihi ve sosyolojik bir durumun ürünüdür; bir halkın asli özelliği değildir. Hemen hemen her zaman alınyazısının, kaderin ya da talihin -kaçınılmaz güçlerin- gücüyle veya çarpık bir tanrı anlayışıyla ilişkilidir. Büyü ve mitin egemenliği altında ezilenler, sömürünün ürünü olan çilelerini, Tanrı'nın iradesi gibi görürler; sanki bu "örgütlü karışıklığın" yaratıcısı Tanrıymış gibi (sh. 41).

Kitabın ikinci bölümünde, "Ezilenlerin Pedagojisi"nin temelini oluşturan eğitim modelini tarif eden yazar, öncelikle "bankacı eğitim modelini" reddeder. Bu modelde öğrenciler (ezilenler), üzerlerine bilgi yatırımı yapılan pasif varlıklar, boş kaplardır. Bilgi onlara ihsan edilir, aktif bir araştırmanın ürünü değildir. Onlar nesne, öğretmenler (siyasi liderler) öznedir. Bu modelde dünya kapalı durağan bir düzen, verileri tamamlanmış bir gerçeklik olarak sunulur. Diyalog değil, tek yanlı bir dayatma söz konusudur. Bu, ezilenleri kaderciliğe iten, özgürlükten korkmalarına yol açan ve bu yüzden de üzerlerindeki tahakkümü pekiştiren bir modeldir. Aynı zamanda bu model düşünmeyi ve eylemi denetlemeye çalışır, sisteme, entegre edip, sistem çıkarlarına hizmet eden nesne (insandışılaşmış) konumuna sokar. Bu yüzden yazar "özgürleşmeye gerçekten bağlananlardın, bankacı eğitim modelini her yanıyla reddetmelerini, onun yerine insanları bilinçli varlıklar haline getiren eğitim modelini" (sh. 58) tercih etmeleri gerektiğini vurgular. Başta Türkiye ve dünyanın birçok ülkesinde verilen (dayatılan) eğitim sistemi yazarın tanımladığı "bankacı eğitim" modeliyle paralellik arzeder. Düşünmeyi ve düşüncelerini ifade etme yetisini askıya aldıran bu eğitim sistemi, dayatmacı düzenin olmazsa olmazıdır. Freire alternatif bir eğitim sistemi olarak "problem tanımlayıcı" modeli önerir. Bu model insanların dünyayla ilişkilerinde problemlerini tanımlamalarını sağlayacaktır. Yazar kitabın bu bölümünde "problem tanımlayıcı" eğitim modelinin genel hatlarını şekillendiriyor. Fakat daha somut örneklikler sunmuyor. Bu yüzden önerdiği eğitim modelinin tam olarak anlamlandırılamaması sorunu ortaya çıkıyor. Bu eğitime göre insan yeniden sorgulama yetisini kazanırken, ileriye doğru hareket eden varlık halini alır. Yazar devrimci geleceğin olmasını da "problem tanımlayıcı" eğitim modeline bağlar.

Üçüncü bölümde Freire, düşünme ve eylemin iç içe radikal bir etkileşimde bulunduğunu belirtiyor. Biri kısmen bile feda edilecek olsa, ötekisi dolaysızca zarar görür ya da bir söz, eylem boyutundan yoksun bırakıldığı zaman düşünme de otomatik olarak zaafa uğrar. Yazar bu bölümde "diyalog"' kavramını irdeler. Diyalog, eleştirel düşünmeyle iletişim sağlanmasına yol açar. Eğitimi üstleneceklerin, ezilen kitlelerle diyaloga girmeleri ve ezilenlerin kendilerini ifade etmelerine önderlik etmesi gerekir. Kitabın bu bölümünde ve başka yerlerinde yazar, -halk için olma, halka dayanma, halka hesap verme- gibi ifadeleri çok fazla kullanıyor. Sol kesimin aşırı kullandığı bu aşırı ifadeler yazarın da sol eğilimli olmasıyla kitabına yansımış. "Bir eğitim veya siyasi eylem programı içeriğinin örgütlenmesinde çıkış noktası varoluşsal somut durum olmalıdır ve halkın özlemlerini yansıtmalıdır" diyen yazar gayri müslim olması hasebiyle kendi değerlerini ve çıkış noktasını ölçü alıyor. Fakat böyle bir ölçü müslümanlar için çıkış noktası olamaz. Müslümanların çıkış noktası, temel kaynakları olan Kur'an'dır. Kur'an dışında ister halkın birtakım değerleri olsun ister başka kaynaklar olsun, temel kaynak olarak alınamaz. Aksi takdirde mücadele; Allah'ın razı olmayacağı ve ilahi yasaların (sünnetullah) dışında seyreden reformist tutumları kanıksayan, uzlaşmacılık batağına sürüklenen bir mücadele seyrini alır.

Freire, devamla eleştirel kavrayışın zorla dayatılamayacağını, bunun eğitim işi olduğunu belirtir. Buna karşın ezenler insanların dünyayı sorgulama yetilerini törpülerler. Ezenler törpüleme işini tam olarak başaramadıkları için dünyayı gizemleştirirler. Ezilenlerin ve boyun eğdirilmişlerin düşüncesine, yabancılaşmalarını ve edilgenliklerini arttıracak bir aldatmaca dünyası sunabilmek için ezenler, birtakım manipülasyon yöntemleri geliştirirler. Ezilenleri daha da güçsüzleştirmek, tecrit etmek, ezilenler arasında bölümler yaratmak ve bunları derinleştirmek ezenlerin yararınadır.

Manipüle yöntemleri olarak da; ezme-ezilme düzeninin bir "özgür toplum" olduğu, herkesin istediği yerde çalışmakta serbest olduğu, düzenin insan haklarına saygı gösterdiği, hukuk devleti olduğu, demokrasinin varolduğu, insanların düşüncelerine saldırılmadığı bilakis yeşertildiği, eğitim hakkının herkes için eşit olduğu, ezenlerin çalışkanlığı, ezilenlerin tembelliği, ezenlerin üstünlüğü, ülkenin sürekli geliştiği, varsa enflasyonun sürekli düştüğü, bir arada yaşama söylemleri gibi mitler oluşturulur.

Yazar, eski Roma'da egemenlerin halkı "yumuşatma" ve kendi huzurlarını sağlamak için "ekmek oyunları" (gladyatör dövüşleri, aslanlı sirk gösterileri) düzenlediklerini belirtir. Günümüzde de futbol hastalığı, müzik ve televizyon bağımlılığı, tüketim çılgınlığı, burjuvazi yaşam tarzının özendirilmesi, cinsel özgürlük adı altında fuhuşu yaygınlaştırma, sorumsuz yaşama gibi gençlere egemenler tarafından dayatılan bu marazları örnek olarak verebiliriz. Freire'nin tüm bunları "kültürel istila" olarak da tanımlaması yazarın kitap boyunca birçok doğru tespitte bulunduğunu gösteriyor. Biz de bu tespitleri Kur'an ışığında tetkik ederek paylaşabiliriz. Kitap bu açıdan okunmaya değer bir nitelikte.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR