1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. İhaleler, Yolsuzluklar ve Silahlı Kuvvetler

İhaleler, Yolsuzluklar ve Silahlı Kuvvetler

Şubat 2005A+A-

Yolsuzluklar ve suiistimaller gündemdeki ağırlığını koruyor. Siyasetin, bürokrasinin ve sermayenin üzerinde oturduğu alan adeta bir çamur deryası. Daha doğrusu bir bataklık. Kokuşmuşluk o raddede ki, artık dikkat edilirse açığa çıkan usulsüzlükler, ifşaatlar, itiraflar, "patlayan bombalar" kimseyi şaşırtmıyor. Banka dolandırıcılıklarıyla patlayan lağım kanallarından bir süredir askeri ve sivil bürokratların merkezinde yer aldığı rüşvet ve suiistimaller akmakta.

Sanki paşalar birbiri ardına resmi geçit yapıyor yolsuzluk podyumunda. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı'nın bile aile rüşvet çarkına bulaştığına ilişkin suçlamaların ardından yakın döneme kadar MGK Sekreterliği görevinde bulunmuş Tuncer Kılınç'ın sadece siyasi değil, mali ilişkilerinin de bolca spekülasyon içerdiği ortaya çıktı. Medyanın eski alışkanlığının nüksetmesiyle konu çok fazla tartışılmadı, arka plan araştırmalarına gidilmedi ama gözüken kısmıyla dahi son derece usulsüz, yoz ve şaibeli bir irtibatın mevcudiyeti açığa çıktı.

Askerlerin de adlarının karıştığı yolsuzluk, usulsüzlük iddialarının nasıl olup da gündemde yer bulabildiği herkesin merakını celbeden bir gelişme. Kısa bir süre öncesine kadar böyle bir şey düşünülemezdi bile ama şimdi açıkça tartışılabiliyor, epeyce temkinli bir dil kullanılmakla birlikte en azından gelişmelerin üzeri örtülmeye çalışılmıyor. Bunda belirleyici olan faktörlerden birinin AB uyum süreci olduğu söylenebilir. Batı'daki asker-sivil ilişkilerinin aynen benimsenmesi, daha doğrusu benimsenmek zorunda olunması askerlerle ilgili konularda seçilmişlerin işini rahatlatan bir gelişme. Bununla birlikte tüm bu ifşaatların ardındaki asıl nedenin sözü edilen değişikliklerden kaynaklandığı söylenemez. Belirleyici olan artık mızrağın çuvala sığmaz hale gelmesidir.

28 Şubat sürecinde özellikle darbe konjonktürünün yardımıyla asker-sivil bürokrasi ve finans patronları arasında kurulan sacayağının malum sürecin aldığı ağır darbelerden sonra daha fazla ayakta kalabilmesi zorlaşmıştı. Önce ekonomik krizin patlamasıyla ekonomik alanda çöken 28 Şubat zorbalığı seçimlerle de siyasi meşruiyetini zaten hepten yitirmişti. Gelişen konjonktürde bürokrasi de epeyce güç kaybetti, zayıfladı. Mesela Yargıtay Başkanı'nın adının karıştığı şaibeli ilişkilerin gündeme gelmesi bu durumun tipik bir örneğiydi.

Hatırlanacak olursa Yargıtay Başkanı gelen tepkileri, "Şahsıma yönelen tartışma ve eleştiriler yüce Yargıtay'ı yıpratıyor." türünden savunularla karşılamaya çalışmıştı. Şimdi generallerle ilgili şaibe iddialarında da benzeri tutumlar öne çıkıyor ve "Orduyu yıpratmayalım!" söylemi geliştiriliyor. Oysa son yıllarda yaşanan inanılmaz ölçülerdeki hırsızlıkların, usulsüzlüklerin ve soygunların açığa çıkartılması tüm bu çirkinliklere zemin oluşturan büyük karartmanın aydınlatılmasına bağlı. Karartmanın merkezinde ise askeri bürokrasi var. Cumhuriyeti ve laikliği koruma gerekçesiyle hukukun ayaklar altına alındığı ve her türlü şaibeli ilişkinin meşrulaştırıldığı post modern darbe süreci ve onun planlanması ve uygulamasında asıl rolü üstlenmiş ordu/askeri bürokrasi ile hiyerarşik bağlantılar atlanmaksızın gerçek anlamda bir hesaplaşma gerçekleştirilemeyecekse her şey göstermelik olarak kalmaya devam edecektir.

Sonuçta unutulmamalıdır ki, aynen önceki darbe dönemlerinde olduğu gibi 28 Şubat sürecinde de belinde silahı olanlar, tanklara, tüfeklere hükmedenler "Ben yaptım, oldu!" mantığıyla hareket etmiş ve herhangi bir engelleme ile karşılaşmamışlardır. Adeta hesap verilemez bir makamda oturdukları inancını taşıyanların ne tür yolsuzluk ve usulsüzlükler gerçekleştirmiş olabileceklerini tahmin etmek bile imkansızdır. Bir emirle sivil toplum kuruluşlarını yönlendiren, üniversitelere talimat veren, yeşil sermaye listeleri üretip ekonomiye müdahale eden, gerekli görüldüğünde andıç ve benzeri psikolojik harp araçlarıyla medyayı denetim altına alan, yargıyı ve diğer sivil bürokrasiyi brifing tezgahında yeniden şekillendiren bir mantığın her düzeyde yanlış ve usulsüzlüğe had safhada teşne bir yapı arz ettiği görülmelidir.

Bu yüzden elbette İlhami Erdil, Tuncer Kılınç ve benzeri zevata icraatlarının ve akıl almaz ilişkilerinin kokuşmuşluğunun hesabı sorulmalı ama öncelikle sisteme bir karabasan gibi hakim bulunan militarist zihniyetle hesaplaşılmalıdır. Militarizmle hesaplaşılmadan yolsuzluk ve usulsüzlük batağının temizlenmesi mümkün değildir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR