1. YAZARLAR

  2. Murat Ayar

  3. Haklı Talebe Sığınmacı Savunu

Haklı Talebe Sığınmacı Savunu

Ocak 2004A+A-

Bu ülkede hayatın hemen her alanında caddelerde, dağlarda, tüm resmi binalarda Atatürk imzalı sloganlar, adeta beynimize kazınmak istercesine yazılmıştır. Örneğin, çocuklarımız okula başladığında onları ilk karşılayan Atatürk büstü, ilk ezberletilen şey okulu bitirinceye değin her gün hazır ol vaziyette iman tazelercesine söylenen "Andımız", ilk öğretilen kelime Atatürk, ilk öğretilen cümleler ise "Atatürk bizi kurtardı", "Atatürk'ü çok seviyoruz" gibi cümlelerdir.

Sisteme ve işleyişine baktığımızda, devletin böylesine yoğun bir propaganda faaliyetini anlayabiliyoruz. Devletin Atatürk propagandası anlaşılır bir şey. Ama bazı dönemlerde muhalif kesimlerin de bu yöntemi kullanarak propaganda yaptığına şahit oluyoruz. Bunun son örneklerinden birisi de Aralık ayında gerçekleşti. Rejimin en hassas olduğu sorunlardan birisi olan Kürt sorununda, AB süreciyle çıkarılan AB uyum yasaları ile kısmen yaşanan bahar mevsimi sentezci tutumlara da yol açmakta. Kürtçe üzerindeki baskı ve sınırlamaların kısmen kalkması ilginç görüntülere sebebiyet veriyor.

İşte bu süreçte İnsan Hakları Derneği de normalleşme sürecine katkıda bulunmak amacıyla 1 Eylül Dünya Barış Günü nedeniyle Atatürk'ün "Yurtta sulh, cihanda sulh" sözünü Türkçe ve Kürtçe afiş yapmıştı. İHD başkanı Hüsnü Öndül, bu çalışmalarına çok olumlu tepki aldıklarını belirtmişti. İHD bu olumlu tepkilerin üzerine de 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü için üzerinde Türkçe ve Kürtçe "Barış kazanacak" yazılı afişler bastırdı ve şubesinin bulunduğu 33 ilde afişleme yaptı. Fakat Van Sulh Ceza hakimi Cumhur Uluçınar, afişleri Türkiye'nin milli birlik ve bütünlüğüne aykırı bularak, toplatılmasına karar verdi. Ardından da Emniyet Genel Müdürü'nün talimatıyla bütün emniyet müdürlüklerine yazı yazılarak bu afişlerin toplatılması istendi.

Şüphe yok ki tamamen keyfi bir şekilde Kürtçe afişlerin toplatılması kabullenilemez. Fakat burada sorgulanması gereken bir şey daha vardır. O da egemenlere sığınarak hak kullanmak yada hak talep etmek ne kadar doğrudur? Maalesef yaşadığımız coğrafyada bu tür örneklerle sık sık karşılaşıyoruz. Bu sadece solda değil, Müslüman kesimde de sıkça karşılaştığımız hastalıklı bir tutum. Gayri hukuki ve gayri insani olan başörtüsü yasakları karşısında kimi çevrelerin "Atatürk'ün annesi, hanımı da başörtülüydü" tarzı traji-komik savunusu da İHD'nin düşmüş olduğu durumla paralellik arz etmektedir. Yine Erbakan'ın bir zamanlar söylediği "Atatürk yaşasaydı Milli Görüşçü olurdu" iddiasını da bu bağlamda değerlendirebiliriz.

Bizim burada üzerinde durduğumuz şey sığınmacı bir dille kazanımların olamayacağıdır. Bunun yanı sıra bu tarzın zamanla kişileri, hareketleri dönüştürme riskinin de bulunmasıdır. Sadece Cumhuriyet tarihine baksak bile yeterince örnek bulabiliriz. Örneğin, Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında ve öncesinde, muhafazakar diyebileceğimiz İslamcılar hiçbir şekilde Türkçü değillerdi. Cumhuriyet'le beraber yoğun baskı ortamında İslamcılar kendilerini ifade etmek için Türkçülüğü kullanmaya başladılar. Türkçülükle birlikte kendilerini ifade etmeye başladılar. Ama öyle bir dönüşüm geçirdiler ki 60'lı yıllara geldiğimizde hemen hemen hepsi Türkçü olmuşlardı. Buna benzer bir dönüşümü Aleviler de yaşadı. Tek Parti döneminde yoğun baskı ile karşılaşan, aralarında Atatürk'ün manevi kızı Sabiha Gökçen'in de bulunduğu pilotların kullandığı uçaklar tarafından bombalamalar ve katliamlarla Dersim'in haritadan silindiği bir tarihsel geçmişe sahip olan Aleviler özellikle 1940'lardan sonra belki de yükselen İslami duyarlılığa bir tepki olarak kendilerini CHP saflarında Atatürk'le ifade etmeye başladılar. Bu süreçle Alevilerin birçoğunun Kemalistleşmesi de böylesi bir yanılgıyla başladı.

Muhalif hareketlerin sığınmacı bir dil ile yaptıkları mücadele direniş hattını asla güçlendirmez. Hatta çözülmeye de neden olabilir. Bunun yanında kendi muhalif kimlikleri de ciddi erozyona uğrar. Sistemin kutsallığını kullanarak ne kadar farklı ve alternatif bir düşünce ve mücadele hattı ortaya konulabilir. Devletin ve de aynı zamanda bazı muhalif çevrelerin Atatürk'e yada sistemin diğer kutsallarına vurgu yaparak propaganda yapması başlı başına bir zaaf alametidir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR