1. YAZARLAR

  2. Ferid Esak

  3. Güney Afrika Özgürlük Mücadelesinde Üç İslami Yapılanma

Güney Afrika Özgürlük Mücadelesinde Üç İslami Yapılanma

Mart 1990A+A-

Ferid Esak: 1973-1981 yılları arasında Karaçi'de Arabiye-İslamiye, Alimiye ve Ebu Bekr üniversitelerinde İslam ilahiyatı öğrenimi gördü. Halen İslam Çağrısı'nın Genel Koordinatörlüğü'nü ve (Cape Town) Din ve Barış Üzerine Dünya Konferansının Güney Afrika departmanı yardımcı başkanlığını yürütmektedir.

 

Yeryüzünde sömürünün/yağmanın en dolaysız ve en acıklı şekilde yaşandığı yerlerden birisi de kuşkusuz Güney Afrika'dır. Avrupalı azınlık diktası altında ezilen insanlarını ise Hristiyanlar, Müslümanlar ve diğer zenci halklar oluşturmaktadır. Fakat ne yazık ki, dünyadaki egemen güçlerin çıkarları doğrultusunda işleyen kitle iletişim araçlarının çarpıtarak bize yansıttığı haberlerden -ve özellikle de Müslümanlara ilişkin olanlardan- dolayı buralar hakkındaki bilgilerimiz fazlaca duru değildir.

'İçeriden bir göz' olarak Güney Afrika İslami hareketini çözümlemeye çalışan Ferid Esak şimdiye değin pek malumumuz olmayan bu konu hakkında geniş bir malzeme sağlamaktadır bize. Aynı zamanda buradaki gruplardan birinin önde gelenlerinden olan yazar, üç farklı yapılanmadan bahsediyor. Tarihsel arka planlarını, ortak hedeflerini ve gelecekte alacakları muhtemel şekilleri irdelemeye çalışan yazar, diğer iki yapıyı çok rahatlıkla eleştiri süzgecinden geçirirken, kendi mensubu olduğu grup hakkında -belki de doğal olarak- daha çekimser kalıyor. Üstelik kendi fikirlerini, yani Afrika'ya özgü ulusalcı İslam'ı savunma pahasına İslam'ın kuşatıcılığını/evrenselliğini sınırlayıcı yorumlar da yapmıyor değil.

Makaleyi okuyunca, insan kendini çok canlı/renkli tartışmaların ortasında buluveriyor ve ülke nüfusunun sayıca çok küçük bir kesimini oluşturmasına rağmen, Müslümanların özgürlük mücadelesindeki etkin konumu ön plana çıkıyor.

Ayrıca son zamanlarda, Afrika Ulusal Kongresi Lideri Nelson Mandela'nın serbest bırakılması uluslararası konjonktürde Güney Afrika'yı canlı tartışmaların -ve yeni oyunların- nesnesi haline getirmesi de makaleyi daha önemli kılıyor. (Dünya ve İslam)


Güney Afrika tarihinin oluşumunda, başlangıçtan günümüze değin Müslümanlar oldukça önemli roller almışlardır. Her ne kadar Avrupa merkezli tarih yazımcıları Hristiyanlar'ın rollerini abartıp Müslümanlarınkini azımsalar da,1 sayılarına oranla,2 yörenin gelişimine Müslümanların katkıları oldukça fazladır. Son beş yılda (1982-1987) İslamcılar özellikle ırkçılık karşıtı mücadeleleriyle adlarından sıkça söz ettirir oldular.3 Cape Town'daki Müslüman cemaat arasındaki ırkçılık karşıtı mücadelenin sembolü ise Filistin kefyeleri ve beyaz fesler oldu. Peki ama bu Müslümanlar kimlerdi; dünya Müslümanları ile nasıl bir bağlantıları vardı ve dahası nasıl oluyor da bunlar Güney Afrika özgürlük hareketine bu denli geniş katılımda bulunuyorlardı?

Müslümanların Cape Town'a ne zaman geldikleri kesin olarak bilinmemekle beraber, Hollandalılar (1652-1662) sömürü için buraya geldiklerinde yörede yaşadıkları bir gerçektir. Yöredeki Müslümanların büyük bir çoğunluğu kölelerin torunları ve adalar ülkesi Endonezya'dan getirilen siyasi mahkumlardan oluşuyordu. Bu mahkumlardan, belki de en önemlisi, 1694'de tutuklanarak buraya sürgüne gönderilen Şeyh Yusuf idi. O'nun gelişiyle Müslümanlar arasında bir canlılık yaşanmış ve İslam açıktan açığa tebliğ edilmeye başlanır olmuştu. Oldukça güç şartlar altında devam eden ve yavaş yavaş ilerleyen süreç, 1798'de, 'Evvel Mescit' olarak bilinen camiyi açarak ilk meyvesini vermişti.5

İlk Müslümanlar çıkarları devlet tarafından tehdit edilince ya da İslami pratiklerine bir zarar gelme tehlikesi baş gösterince kesinlikle tepkisiz kalmıyorlardı. Sözgelimi 1840'ta çiçek hastalığına yakalanmış Müslümanların hastaneye yatırılmamaları ilginç bir olaydır. On dokuzuncu yüzyılda hastane düzenlemeleri Müslüman hastaların İslami kurallara göre hazırlanmış helal yiyecekleri getirmelerini yasaklamıştı.6 Aynı zamanda bu hastalıktan ölen Müslümanların defnedilmesine izin verilmiyor ve onların tabut içinde gömülmesi zorlanıyordu. Bu tür yasaklamalar Müslümanları çileden çıkarmaya yetiyordu. 1882'de Cape'deki Plein Caddesi'nde düzenlenen mitingde halk, bu yasaklamalara karşı çıkıyor ve bu itirazlarını 'bizim dinimiz onların kanunlarından daha üstündür' şeklinde dini temellere oturtuyorlardı. Liderleri Abdul Burns ise, kendi ailesinden herhangi bir kimseyi hastaneden çıkarmaya teşebbüs eden her kim olursa, onu vurmakla tehdit etmeye kadar vardırıyordu işi.7

Tana Baru'nun kapatılması, Müslümanların inançları için ayaklanmasının diğer bir örneği idi. Cape Town Müslüman cemaatinin en büyük kabristanlığı olan Tana Baru 1886'da hükümet kararıyla Kamu Sağlığı gerekçesiyle kapatılınca Müslümanlar ayaklanmış ve ölülerini buraya defnetmekte ısrar etmişlerdi. Üç gün boyunca süren ayaklanma büyük kargaşaya yol açmıştı.8 Fakat görüleceği gibi bu dönem ayaklanmaları politik kimlikten epeyce uzaktı.

1920'ler Dr. Abdullah Abdurrahman'ın liderliğinde -daha sonra Afrika Halkları Organizasyonu'na dönüşecek olan- Afrika Siyasi Organizasyonu'nun kurulmasına şahit olurken, 1940'lar Dr. Cissy Gool'un önderliğindeki Zenci işleri Bakanlığı karşıtı kampanyanın başlatılmasına tanık oluyordu.9 Fakat politikayla ilgilenen oldukça saygın ve önde gelen Müslüman şahsiyetlerin varlığına rağmen, İslam ne bu teşkilatların düşüncelerinde doğrudan bir rol alıyor, ne de kitleleri İslam toplumuna doğru yönlendirmede kullanılıyordu.

1950'lerin sonlarıyla 1960'ların başlarında ise Müslümanlar, ırkçı politikanın acımasız tutumlarıyla karşı karşıya gelmeye başladılar. Grup Alanları Yasası gerekçesiyle Müslümanların büyük bir bölümü yerlerinden yurtlarından sürüldü, fakat Müslümanlar için daha da acısı onların, merkezleri haline gelen camilerinden uzaklaştırılmalarıydı. Bu nedenle Cape Town meydanına toplanan halk, çeşitli teşkilatların ve bireylerin bir çatı altında toplandığı 'İslam Çağrısı'nı kurdu. Bunun akabinde iki miting daha düzenlendi ve 'İslam Çağrısı' başlığı altında ırkçıların zulmünü ve adaletsizliğini eleştiren binlerce bildiri dağıtıldı.10 Irkçılık karşıtı bu yeni grup Cape Town'da oldukça büyük bir kargaşaya yol açtı ve mesele, ta parlamentoda tartışılmaya kadar vardırıldı.11 İmam Abdullah Harun* tarafından örgütlenen bu protesto mitingleri ve bildiriler Müslüman cemaatin Güney Afrika tarihinde ilk defa baskılara toplumsal ve siyasal karşı çıkışlarının bir göstergesi oluyordu.

Geniş bir yelpaze görünümünde olan İslam Çağrısı -önemli bir parçası olan Claremont Gençlik Hareketi (CGH)'nin İslam'ın toplumsal ve siyasal gelişiminde önemini korusa da- hayatiyetini bir yıldan fazla sürdürememiştir. Gençlik Hareketi daha sonra Cape İslami Federasyonu (CİF) adı altında varlığını sürdürmüştür. Dönemin, Müslüman Adli Konseyi (MAK) adı altında örgütlenen geleneksel ulema ise bu hareketleri, kendi liderlik konumlarını tehdit eden, gençlik heyecanı olarak değerlendiriyordu.12 Bu değerlendirme, onları hükümetle işbirliği yapmaya götürecek kadar ileri gidiyordu. 1914'te Müslim Netos editörü şunları kaleme alıyordu:

"Devlet Allah'a ibadeti mi yasakladı, yoksa camileri mi kapattı? Eğer devlet bizden atalarımızın dininden dönmemizi istese ilk olarak ulemamız buna karşı çıkar ve bizi de karşı çıkmaya teşvik ederek, ölümüne dek direnirdi."13

Böylelikle ulemanın CİF ve CGH'ye karşı yürüttüğü başarılı kampanya sonucunda güçlü bir muhalefet oluştu ve bu muhalefet İmam Harun'la O'nun genç destekçileri arasında bir engel oluşturmaya başladı. Güney Afrika Müslüman cemaatinde politik güç sahibi olan bu muhafazakar eğilimler, gençlik hareketleri üzerinde onulmaz yaralar açtılar. Bu tutuculuğun tabanı, H. M. Kotwal'ın liderliğinde kurulan Müslüman Meclisi'nin (MM) ortaya çıkışıyla daha çok Hindistanlı üst-orta sınıftan ve yeni yeni ortaya çıkan profesyonel genç Müslüman erkek gruplarından oluşuyordu. Bir yanda Müslüman Meclisi'nin kurulması diğer yandan da MAK'ın dini tutuculuğu, CMH'nin etkinliğini tamamen kırıyordu. MAK aynı zamanda cemaatin toplumsal ve tedrisi (educational) problemlerinin üstesinden gelmek için kurulan Meclis-i Şura-i İslam'a (MŞI) da öncülük ediyordu.14 Fakat sonuçta her iki grup da ırkçılık ve özgürlük sorunu karşısında sessiz kalmayı sürdürüyorlardı.

Diğer yanda, dört aylık işkence ve tutuklama dönemi sonunda 27 Eylül 1969'da İmam Harun'un öldürüldüğü haberi, Müslümanlar arasında geniş bir şok dalgası yarattı. İmam'ın cenaze törenine katılım yöre standartlarının oldukça üstünde, 30.000 civarındaydı.15

1970-1980 arasındaki on yıl, 70'teki Müslüman Gençlik Hareketi'nin (MGH) kurulmasıyla devasa değişikliklere şahit oldu. Bu hareketten hemen sonra dengeli ve ılımlı bir politikayı hedefleyen aylık el-Kalem dergisi yayın hayatına başladı. Bu gelişmeleri 1974'te kurulan Müslüman Öğrenciler Birliği (MÖB), 1975'te kurulan Güney Afrika İslam Konseyi (GAİK) ve 1980'de kurulan Kıble izledi.

Müslüman gençler arasında yükselen hareketlenmenin ve radikalizm dalgasının sebepleri oldukça fazlaydı. Sözgelimi bunlardan biri; gençlerin, ulemanın, İmam Harun'un şehadeti karşısındaki suskunluklarını bir ihanet olarak telakki etmeleri ve bu müessif tutum karşısında oldukça tedirgin olmalarıydı. İkincisi ise; gençlerin, Pakistanlı alim Mevlana Fazlurrahman Ensari gibilerinin konuşmalarından ilham almış olmalarıydı. Ayrıca 1976'da ülke çapındaki 'çarpık eğitim' karşıtı ayaklanmalar da Müslüman gençliğin radikalizmine önemli ölçüde katkılarda bulunmuştu.

70'lerde kurulan dört organizasyonda üye sayısı en az olan GAİK dışında tüm diğer gruplar çeşitli yoğunluklarda ırkçılık karşıtı mücadele veriyorlardı. -1960'larda yayınlanmaya başlanan ve şu anda işlevsiz olan- 16 Müslim News ise 1975'e değin apolitik tavrını sürdürmüştü. Fakat 1975'e gelindiğinde Zenci Bilinçliliği Felsefesi üzerine birçok şey yazılıp söylenmeye başlayınca, onlar da İslam'ın daha radikal ve dinamik olan imajını yansıtmaya başladılar.

Bununla birlikte, 1983-1986 yılları Müslümanların gayri müslimlerle birleşerek rejim aleyhtarı gösteriler düzenlediklerine şahit oldu. 1983 Anayasasındaki değişiklikler ve üç bölümlü parlamentonun -beyazlar, melezler ve Hintliler için- oluşturulması rejim aleyhtarlığını iyice artırdı. Beyazların, Hintlilerin ve Melezlerin yeni oluşturulan Başkanlık Konseyi'ndeki dağılımı ise sırasıyla 4,2,1 oranında idi. Güney Afrikalıların büyük bir çoğunluğu bu olayı; ezilen insanlar arasındaki birliği güç kullanmaksızın bozma girişimi olarak telakki ediyorlardı. Bu düşünce zamanla, hükümet tarafından kargaşa olarak nitelenen, millet sathında bir ayaklanmaya dönüştü.

Müslüman gençlerin ırkçılık karşıtı hareketi ise muhafazakar ulema tarafından alenen lanetleniyordu, "İslam'da 'Müslüman radikalizmi' diye bir şey olamaz. Radikalizm ya da diğer bir söyleyişle anarşi, Kur'an'da fesat olarak nitelenen olgunun ta kendisidir. Günümüzde fesat, bu topraklar üzerinde komünistlerin yönlendirimiyle gerçekleştirilmektedir."17 Tüm bunlara rağmen İslam radikalizmi Güney Afrika Müslüman cemaati üzerinde etkin bir güce sahip. Bölgenin politik gerçekleri, uluslararası İslami hareketin boyutları ve İran İslam Devleti'ndeki gelişmeler bu insanları Güney Afrika'ya özgü otantik bir İslam'ın ifadesinin yollarını aramaya itiyor.

Hülasa İslam dünyasındaki tüm gelişmeler Güney Afrika İslam hareketinin dinamiklerine az ya da çok yansımaktalar. Ulemanın bu harici etkilere karşı tavrı ise pek homojen değildi; değişik arka planları ve Hint-Pakistan'daki eğitim süreçlerinde şekillenen çizgileri onları farklı farklı tavırlar almaya itiyordu. Biz burada sadece kendimize, politikalarında ırkçılıkla mücadeleyi hedefleyen, İslami hareketleri konu edineceğiz.18 Bu gruplar üç tanedir. Kronolojik sırayla: Müslüman Gençlik Hareketi (MGH) liderliğindeki ılımlılar;19 en etkin ve en güçlü üyesi Kıble olan pan-Afrikanistler ve en etkin üyesi İslam Çağrısı olan Güney Afrikacı gruplar.20

I. Ilımlı Yapılanma21

MGH İslami algılamada dini ve kültürel temelli sözlü taahhütlerle kurulmuştu. Bir bakıma sözlü taahhüt bu organizasyonu politik arenaya sürükleyen diğer faktörlerden daha etkiliydi. Örgütün politikası tehdit unsuru olmaktan öte uzlaşmacı eğilimler üzerinde kurulmuştu.22

Grubun, bir organizasyon halinden, hareket haline geçmesinde en önemli nedeni dönemin üyelerinin dünyanın diğer yörelerindeki İslamcılarla etkileşim içinde bulunmalarıydı. Bu dönemde -1970'lerin ortalarında- MGH ile uluslararası İslami hareket arasında yakın bir ilişki doğdu. Bu ilişkiler daha çok Cemaat-i İslami'den Hurşid Ahmed ve Hurrem Murat ile ihvan kökenli Cemal Bedevi ve Ahmed Sagri gibi isimlerin sık sık burayı ziyaretleriyle sağlanıyordu.23

Cemaatin kuramsal berraklığı ise, içlerinde Seyyid Kutub'un Yoldaki İşaretler ve Mevdudi'nin İslam'ı Anlamaya Doğru adlı kitaplarının da bulunduğu yakın tarih literatürü ile sağlanıyordu. Hatta bu çerçeve, ta İslami dirilişin öncüleri olan Reşid Rıza ve Muhammed Abduh'a kadar genişletiliyordu.

Öte yandan hareketin İslamizasyon politikasına tamamen adapte olduğu dönemle ırkçılık karşıtı direnişin arttığı günlerde teşkilatın kendi politikasını yeniden sorgulamaya başladığı dönem aynı zamana rast geliyordu.24

Hareket hakkında başka bir tesbit de, İslam'ın basitçe yorumlanmasının, beraberinde başkaları tarafından oluşturulan programları körü körüne uygulamasını getirmiş olmasıydı. Söz gelimi bunlardan birisi, Müslümanların sorunlarına Güney Afrika özelinde cevap aranmalıdır, diyen ve İslam'ın enternasyonalleşmesi meselesi ile ilgilenen İngiliz kökenli Hürrem Murat'tı. Şöyle diyordu Hürrem Murat:

"Biri çıkıp buraların, Güney Afrika toprağı mı, Pakistan toprağı mı yoksa İngiliz toprağı mı olduğunu düşünebilir. Oysa düşüncede tek bir yol olmalıdır. Bu kendiliğinden sağlanabilen bir yöntem değildir... Bir an önce, başka yerlerdeki modasever aydınların boyadığı gözlüklerden kendimizi izlemeyi durdurmak zorundayız."25

Bununla beraber MGH'nin örnek olarak aldığı Cemaat-i İslami ve İhvan'a yönelttikleri eleştiriler kendi dergilerinde çıkan bir kaç yazıdan öteye geçemedi:

"Hareketimiz, Hint-Pakistan alt kıtasında örgütlenen Cemaat-i İslami'nin yaklaşımlarıyla, Mısır ve Ortadoğuda örgütlenen Müslüman Kardeşler'e çok şeyler borçludur. MGH'nin gerçek yerel gücü uluslararası hareketlerle kurduğu dirsek temaslarıdır. Yine bu temaslar, ortak stratejilerin belirlenmesinden ve oralardaki yayınların aktarılması yoluyla gerçekleştirilmiştir. Fakat şurası açıktır ki, bu hareketlerin boyutlarını/sınırlılıklarını da bilmek zorundayız. Hareketlerin ulusal ve uluslararası düzlemdeki başarılarının ya da başarısızlıklarının kendi politik bağlamlarında değerlendirilmesi bizi, onlar hakkında çok farklı sonuçlara varmaya itmiştir. Örneğin Cemaat-i İslami'yi Pakistan'ın ekonomi-politik düzleminde değerlendirmek, bizi güç durumda bırakmıştır."26

Bununla beraber bu hareketler hala MGH'nin gözünde saygınlıklarını ve meşruluklarını sürdürmektedirler. Batı Cahe sorumlusu E. Musa, hareketler hakkında şu değerlendirmeleri yapmaktadır: "Sofistike altyapılar, milli serveti organize etme kabiliyeti, profesyonel müslümanları sağlık, iş, hukuk alanında örgütleme, niceliğin artmasını başarıya eş tutma.. İşte Cemaat-i İslami'nin başarılarıyla övündüğü şeyler bunlar. Oysa bunların hiçbiri kırsal yörelere ya da metropollere ulaşmaya yeterli araçlar değil ve tabi bu da Pakistanlı seçmenlerin gözünde, onların güvenilirliklerinin sarsılması için yeterli."

Politik Arenaya Giriş

MGH'nin Batı Cape sorumlusu E. Musa kendileri hakkında da şunları söylüyor: "Irkçılığa karşı etkin mücadele ve diğer politik gruplarla tutarlı birliktelikler." Tabi bu meyanda MGH'nin iddialarının fazla tutarlı olduğu söylenemez. (Irkçılık karşıtı tutumlarındaki ya da ittifak cephesindeki küçük başarılarına rağmen.) Onun için MGH'nin milli başkanı belki söyledikleriyle gerçeğe daha yakın gözüküyor: "1978'den bu yana İslami Harekette bir canlanma olduğu ve müslümanların Güney Afrika'da yaşanan krize cevap vermek istemesi gerçeğine rağmen, var olan durumun daha yoğun bir mücadele gerektirdiğini ve bu mücadelenin mevcut gerçeklikle bağdaştırılarak başlaması gerektiğini hissediyoruz."27

MGH, müslüman cemaatin karşısına etkili bir liderlik çıkaramamasından ve 1983-1986 olaylarını doğruca yorumlayamamaları yüzünden oldukça radikal değişikliklere uğradı. Bu yetersizliklerden dolayı meydanı -en iyisiyle- yetersiz, -en kötüsüyle- sahtekar ve münafık olarak değerlendirilebilecek diğer gruplara terk etmişlerdi. Bu müslümanlar için gerçektende çok acı bir sonuç olmuştu.28

MGH'nin ortak hedefi, başta bulanık bir şekilde tanımlansa da, her ne pahasına olursa olsun Güney Afrika'da Allah'ın düzenini hakim kılmaktı. Oysa bu anlamdaki taahhüt, değişken bir yapıya sahip olan Güney Afrika'nın politik arenasına şimdilik uygun değildi. Organizasyon, Güney Afrika'da siyasi çizgilerin kesin hatlarıyla ayrıldığı ve politik grupların oluştuğu dönemden önce kurulmuştu. Politik hayata göre kurulmamıştı. Böyle bir tehlikenin varlığını sezen Pakistanlı akademisyen ve bir zamanların MGH danışmanı Prof. Selman Nedvi 1983'te, eğer aktif politik hayata girerlerse eriyeceklerini ve yok olmaya yüz tutacaklarını söyleyerek onları uyarmıştı.29

Birlikçi/bütüncül İslam anlayışıyla bir araya gelmiş MGH üyeleri, kendilerini siyasete hazırlamadı ki an için, bugün dağılma noktasına gelmiş bulunmaktalar. Fakat Nedvi'nin uyarılarının tersine bazı politik hedeflere de ulaşmıyor değiller. Sürecin ikinci aşamasında -yani politik arenaya aktif biçimde katılımda- teşkilat daha homojen bir yapıya doğru gidiyor. Bu homojenlik, kısmen, üyelerin Kıble'ye, İslam Çağrısı'na ve -nadiren de olsa- seküler özgürlük hareketine kaymasının bir sonucu olarak çıkıyor karşımıza. Bu pürüzsüz geçişin diğer bir açıklaması da; teşkilatın, genelde kollektif büyüme ve istişare özelde de mevcut liderlik konusunda takındığı, yeni tavırlar.

Şimdilik, -yeni yönelişleri hakkında bir şey söylemedikleri için-aktif politik katılımın MGH'ne neleri getirip, neleri götüreceği konusunda tahmin yürütmek için çok erken. Ama açık olan bir şey var, o da şu: Artık onlar her politik alternatifle bir uzlaşmaya girmeyecekler. Aydın öncü yaratmadaki ısrarları da politik katılımdan sonra çıkması muhtemel olan iç kargaşalıkları daha da kısıtlayacağa benziyor. Onların bir başka istekleri ise bu noktadan sonra "Özgürlük Hareketi"30 ile dirsek temasına geçmek. Ama burada mesele, diğer grupların bu ilişkiye razı olup olmadıkları.

Güney Afrika'da "özgürlük" ideali gerçekleşmeye yaklaştıkça, siyasi ideolojilerin daha bir berraklaştığını, rengi belli olmayan siyasi hareketlerin hızla silinmeye yüz tuttuğunu görmek mümkün. Çok fazla eleştirel tavır takınmaya ya da belli bir siyasi çizgiye "yarım ağız" destek verir tutumlara yer yok artık. O kadar ki durum gittikçe "eğer benden değilsen, bana karşısındır" zihniyetim alıyor. Sözgelimi, 1986 da Birleşik Demokratik Cephe ile AZAPO** arasındaki düşünsel çatışmalar maalesef rejimin kurduğu komplolar sonucunda çıkan çatışmalar değil.

Kurtuluş hareketi içersinde ki siyasi ortam, şu anda ülke içinde son derece yaygın olan BDC*** (Birleşik Demokratik Cephe) ile Ülke dışında Afrika Ulusal Kongresi'nin (AUK) hakimiyeti altında. Ve her ikisi de İslam Çağrısı'nı müslüman cemaatteki müttefikleri olarak görüyorlar.31 BDC ve AUK'un üyesi olduğu milli demokratik hareketin temel özelliği/öğretisi ise "maksimum birliğin" sağlanması.32

Özgürlük mücadelesinde ulusal öğelerin fazlaca önemsenmesi, küçük burjuvazinin milli demokratik hareket içerisindeki katılımını artırdı. Dahası, bir yandan Milli Demokratik Hareket ile Anglo-Amerikan ve Afrikaner**** akademisyenler arasındaki tartışmalar için zemin oluştururken, bazı siyonist eğilimli kişilerin de BDC'ye ve AUK'ye bağlı kuruluşlarda görev almasına izin verildi. Bu değişiklikler mücadele içinde 'maksimum birliği' sağlarken hakim sınıfı bölmek amacındaki genel stratejinin bir parçasıydı.

Bu yeni gelişmelerin çoğu mevcut MGH'nin liderliğinden ve aşırı sol gruplardan sert eleştiriler aldı.33 Siz işin şu cilvesine bakın ki, MGH'nin BDC'ye girmesini sağlayan 'mücadele içindeki maksimum birlik' ilkesi, cepheye siyonistleri bile çektiği için, MGH buradan uzaklaşmak zorunda kalmasını da sağladı. MGH, onları -artık- 'ilkesiz birlik' olarak tanımlamaktadır. Ancak hareketin ilkelerini çok genel ifadeler dışında tanımlamaktan kaçınması da, İslamcıların, İslam Çağrısı kanalıyla, özgürlük mücadelesine doğrudan katılımlarını sağlıyor.

MGH'nin bazı liderleri, özellikle de genel başkanları ve başkan yardımcıları aşırı solun bazı çözümlemelerine sempatiyle bakıyorlar. Herhalde bundan daha da önemlisi; MGH'nin ve aşırı solun, milli demokratik hareketin artan hegemonyası dolayısı ile paylaştıkları ortak marjinalleşme hissi. Tabii buradan yola çıkarak MGH ile aşırı sol arasında bir tür işbirliği olacağı umulabilir. Her şeye rağmen MGH, milli demokratik hareketle işbirliği için ellerine geçen fırsatları da geri tepmeyecektir. Çünkü MGH aşın sola ne kadar yaklaşırsa yaklaşsın, ne solun ateist tutumu ve marksist devlet fikri, ne de MGH'nin milli demokratik harekete karşı takındığı pragmatik politika bu birleşmeye izin vermeyecektir,

MGH'nin siyasi hayata aktif katılımı arttıkça karşısına çıkacak sorunları halletmesi zaman alacaktır. Ancak MGH şu geçiş döneminde ihtiyaç duyduğu örgütsel tecrübe, esneklik, özgün İslam anlayışı gibi fikirsel dürüstlüklerin hepsine sahiptir.

II. Pan-Afrikanist Kıble

Kıble, 1980 yılında 'muttaki Müslümanların kitle hareketi' olmak amacıyla kuruldu. Başlangıçta hatırı sayılır bir kalabalığa sahipti ve yapı bir çok grubu bünyesinde barındırıyordu. Teşkilat, tamamıyla İran Devrimi'nin Güney Afrika Müslüman gençliği üzerinde uyandırdığı engin coşkunun ve sevincin bir ürünüydü. Onlar için devrim, Allah'ın insanlara bir inayeti ve İslam'ın insanlara sunabileceği farklı alternatifin bir göstergesiydi. Fakat maalesef, halihazırda bu fikir etrafında yapılmış ciddi hiç bir akademik çalışma yoktur. İran'ın şiddetli anti-emperyalist tutumu Güney Afrika'daki taraftarlarına artı bir puan kazandırıyor ve onların 'ilerici' olarak görülmelerini güçlendiriyordu. Ve hatta anti-emperyalist tutum, içlerinde Güney Afrika Komünist Partisi'nin de bulunduğu milli demokratik devrimin güçlenmesinin ilk safhasını oluşturuyor ve İran'dan gelen anti-Sovyet retorik bile onlar için ciddi bir mesele haline gelmiyordu.

Kıble üyelerinin büyük bir bolümü için, 'ne Doğu, ne Batı, sadece İslam' sloganının anlamı bir İran saplantısıdır ve ırkçılık karşıtı mücadeleden kaçış yöntemidir. Çünkü mücadele İslami olmayan öğeleri de içinde barındırmaktadır. Kıble'nin retoriği bazen ırkçılık karşıtı sloganlarla karıştırılsa da bunlar yüzeysel mahiyetli benzerliklerdir.

Bölgede, Kıble İslam devriminin yegane savunucusu olarak bilinir. Çünkü, onlar için devrim tek özgürlük aracıdır. MGH bir takım çekinceler ve eleştiriler koyarak devrimi desteklerken, İslam Çağrısı bu konudaki sessizliğini sürdürmektedir.

1985'ten itibaren yerel ulemanın Şiiler'i kafir diye suçlamaları, İran devrimi yanlısı kesimleri kesinlikle etkilememiştir. Çünkü onlar kendi içlerinde iyice güçlenmiş ve tabanlarını sağlamlaştırmışlardır. Fakat bu sataşmalar bir süre sonra -1985'in Ramazanı'nda- Kıble ile geleneksel dini kurumun üyelerini silahlı çatışmaya kadar sürüklemişti.

'Tek Yol İslam Devrimi'34

Güney Afrika'da İranvari bir İslam Devrimi gerçekleştirilmesi fikri Kıble'nin temel hedefiydi. Güney Afrika İslam Konseyi (GAİK) lideri A. Nazaar bunu boş bir hayal olarak nitelerken, önde gelen din adamlarından Armin Fakir de bunu delilik olduğu bahanesiyle reddediyordu. Kıble'nin iddia ettiği şeyler ise şunlardı: "İslam, mücadeleci, devrimci bir güçtür, İslam, mustazafların dinidir ve her türlü yalana dolana rağmen de böyle kalacaktır. Ve İslam devrimi, ezilen kitleler için alternatif olacaktır."35

'Güney Afrika'da (Azanya'da) bir İslam devleti' fikrini benimseyenler arasındaki genel görüş şuydu: Kitlelerin 'özgürlük hareketinin' ilkesizliğinden, tutarsızlığından ve net olmayışından ötürü hayal kırıklığına uğrayacakları bir an, mutlaka, gelecektir. İşte bu karmaşa ve bunalım ortamında İslam ideolojisi kapsamlı toplumsal ve siyasal ilkeleriyle, dengeli hayat felsefesiyle kendini alternatif dünya görüşü olarak sunacaktır. Bu yüzden dava İslamileşme sürecinde anahtar bir rol oynayacaktır.36

Fakat İslam devleti kurulmasının ön şartı olarak, MGH ve onun yan kuruluşu olan Dava Hareketi insanların İslam'la hidayet bulma sürecini benimserken Kıble Hareketi, Müslümanların toplam nüfusun yalnızca 1.32'sini oluşturduğu bir ülkede İslam devriminin nasıl gerçekleşeceğini açıklığa kavuşturma şiardır. Kıble'nin önde gelen liderlerinden Rıter'in şu yazılarından da görüleceği gibi konu etrafındaki sorular teşkilat tarafından bir kenara bırakılmaktadır:

"Müslümanlar, devrimciler olarak, bizzat kendi kardeşlerinin bazılarının ülkedeki diğer 'ilerici örgütler'le birleşmesi gerektiğinin savunulduğuna şahit olmaktadırlar. Daha da aldatıcı olan ise, ülkenin nasıl 'İslamlaştırılacağı' türündeki sorulardır. Tüm bunlar, ya tarihsel bilgi eksikliğinden ya da devrimci Müslümanlara yakışmayan sinisizmden kaynaklanmaktadır."37

Kıble'nin lideri olan yazar Ahmed Cassim'e bu soru sorulduğunda O, İslam'ın olaylara sosyolojik bakış açısındaki gibi çoğunluklar ve azınlıklar olarak değil, hatıla karşı hak şeklindeki ilahi gerçek doğrultusunda baktığını söylemiştir. Cassim'in tutuklu olduğu dönemlerde teşkilatın sözcülüğünü yapan Rıdvan Crayenstein de üç aşağı beş yukarı aynı şeylere işaret ederek şunları eklemiştir: "Onların (devletin) hesaba katmadığı bir tek unsur var. O da Allah'ın kadri (gücü)." Kıble'nin dinamizmini sağlayan düşüncelerin temeli işte bunlardı ve onlar mücadelelerini sürdürürken, sürekli şu ayete gönderme yapıyorlardı: "Nice az topluluklar vardır ki, Allah'ın izniyle çok topluluklara galip geldiler."38

Tahran'ın Gölgeleri

Cape Town sokaklarında, silahlı kuvvetler ve polis, Müslümanlarla çatışmalara girmeye başlayınca, onlardaki sarsılmaz Allah inancı ve cesaret karşısında hayretten hayrete düşüyorlardı. Gerçi olayların asıl organizatörü İslam Çağrısı idi, ama mücadeledeki devrimci coşkuyu sağlayan Kıble'den başkası değildi.

Kadr inancı Müslümanları, kısa sürede, Güney Afrika rejiminin nezdinde korkulacak ve hesaba katılacak bir güç haline getirdi. Böylece özgürlük hareketine şimdiye kadar pek bilinmeyen bir unsur daha eklemlenmiş oldu.39 Bu olay aslında ABD'nin İran'da karşılaştığı Şah rejimi karşıtı gösterilerden ya da İsrail'in Güney Lübnan'da Hizbullah'la ilk defa karşılaşmasından pek farklı değildi. BBC ise olaylar sırasında şu haberi geçiyordu: "Cape Town sokakları, Tahran sokaklarını andırıyor."40

Müslüman cemaatin en militan olduğu ve zencilerle Hintli toplulukların kasabalarından gelen acı haykırışlara cevap verildiği dönemde 'Cradock'la beraber savaş'41 şiarını destekleyen Kıble'nin militanlığı ve coşkusu olmuştu. Fakat Kıble tarafından ortaya konulan alışılmışın dışındaki militanlığın İslami doğası maalesef sadece baş düşmana -ırkçı rejime- karşı yöneltilmemiş, aynı zamanda ırkçılık karşıtı cephede yer alan Müslüman kitleye de doğrultulmuştu. Sözgelimi; 17 Haziran 1983'te İslam Çağrısı'nın bir toplantısında, Kıble üyeleri ellerinde pankartlarla olayı sabote etmeleri ve 'Merg her Münafıkıyn, merg ber Şurevi' [Farsça; münafıklara ölüm, Rusya'ya ölüm] şeklinde slogan atmaları bunlardan biriydi. Kıble, İslam Çağrısı'nın başarılı çıkışının, kendisinin olgunlaşmamış radikal İslami politika üzerindeki hegemonyasını tehdit edebileceğini -sınırlı da olsa- Müslümanları milli demokratik harekete kanalize edebileceğini düşünüyordu. 1983 Haziran olayları Müslümanlar için daha hazin olayların habercisiydi. Her ikisi de -Kıble ve İslam Çağrısı- İslam'ın daha iyi algılanması hedefinin peşinde olmalarına rağmen çatışmaya başlamışlardı.

Kıble aynı zamanda ırkçılık karşıtı teşkilatlanmada kişi kültü kullanılmasına da şiddetle karşı çıkıyordu. Mücadelede 'lider değil liderlik' gerekir ilkesini savunuyorlardı. Bu görüşü özgürlük hareketindeki Yeni Birlik Hareketi (YBH) ve Cape Eylem Birliği (CEB) ve AZA-PO gibi diğer hareketlerle paylaşıyorlardı. Onlar tarihi; bireylerin değil toplumsal güçlerin oluşturduğu görüşünü benimsiyorlar ve popülist hareketin Nelson Mandela, Allan Boesak gibi kahramanlarıyla işçi sınıfının altını oyacağı ve devrimin küçük burjuva tarafından tahrip edileceğini iddia ediyorlardı.

Fakat işin şu cilvesine bakınız ki, Kıble de kendi liderleri Ahmed Cassim'i sürekli, devrimci bir lider olarak ön plana çıkarmaya çalışmıştır ve O'nu devrimci liderliğin sembolü olan İmam Harun'un kesin halefi olarak göstermişlerdir. Sinikler, İmam Harun kimliğinin neden Ahmed Cassim'e giydirilmeye çalışıldığı sorusuna, "Kıble'nin bir dizi siyasi falsoyla cemaatin gözünde prestij kaybettiğini ve bunu tekrar sağlamak için böyle bir sembole ihtiyaçları vardı.", şeklinde cevaplıyorlardı.43

Kıble'nin etkinlikleri ve gücü hakkında dışarıdaki insanlar şimdilerde pek bir şey bilmiyorlar. 1987'deki Hac olayları sırasında, Suud polisinin İranlı hacıları katletmelerinin ardından, bir protesto mitingi düzenleyememeleri ve yıl boyunca sessizliklerini sürdürmeleri teşkilatın yetmiş kişilik beyin takımı ve iki bine yakın üyesi olduğu yolundaki iddiaları hepten rafa kaldırır nitelikte.44 Fakat bununla birlikte, Kıble'nin sadece ayak takımı insanları yönlendirdiği ve hareketin entellektüel temellerden yoksun olduğu şeklindeki iddialar da gerçeği yansıtmaktan tamamen uzak görünüyor. Çünkü Ahmed Cassim, İslamcılar arasındaki en yetkin teorisyenlerden birisidir ve bunun ötesinde Kıble de entellektüel düzeyi oldukça yüksek, içerisinde 'İslami Hareketi' çok iyi özümsemiş insanların bulunduğu bir teşkilattır.

III. Güney Afrikacı Yapılanma

Müslüman cemaat arasında dinamizmini dışarıdaki İslami hareketlerden/eğilimlerden değil, bizzat Güney Afrika deneyiminden alan en güçlü teşkilat İslam Çağrısı'dır. İslam Çağrısı'yla birlikte hareket eden diğer iki grup ise Müslüman Adli Konseyi (MAK) ve el-Cihad'tır.

el-Cihad küçük bir gruptur ve Güney Afrika'da kendini Şii olarak tanımlayan tek birliktir. Cape'in zenci köylerinde etkinliklere sahiptir. İran Devrimi'nden esinlenmiştir ve üyelerinin büyük çoğunluğu sonradan Şii olan insanlardan oluşmuştur. Bununla beraber onlar Güney Afrika deneyimine bağlıdırlar ve ırkçılık sonrası Güney Afrikası'nın çözümünün yine Güney Afrikalılarca bul anabileceği ne inanmaktadırlar.

Üç teşkilattan ikincisi olan MAK 1983'te uzun tartışmalardan sonra, bazı çekinceler koyarak Birleşik Demokratik Cephe (BDC)'ye dahil olmuştu. Zamanla MAK'ın genel başkanı, BDC'nin patronluğunu üstlendi. Önde gelen dört üyesinin çeşitli nedenlerle ayrılmalarından sonra teşkilatın zaten özgürlük mücadelesinde berrak olmayan tutumu iyice su yüzüne çıktı.45 MAK, BDC'den tamamen çekilinceye kadar başkanları patronluğa devam etti, ama mücadelede pek bir etkinlik gösteremedi.46 Zaten onların 'Güney Afrikacılığı'; İslam dünyasındaki diğer eğilimleri tanımayışları, tarihi deneyim eksikliği ve eklektik teoloji gibi tamamen olumsuz koşullardan neşet etmişti.

Hareket kelimenin geniş anlamıyla teolojik bile olmayan fıkhi bir tarihi misyona sahipti: Kuzey eyaletlerindeki meslektaşlarının (counterpart) aksine, -Natal ve Transvaal Cemaatu'l Uleması'nın- MAK farklı gruplardan ve farklı evveliyatlara sahip fıkıhçılarla, herhangi bir kelami ya da fıkhi geçmişi olmayan sıradan insanların oluşturduğu mozaik bir yapıyı temsil ediyordu. Böylece MAK üyesi olmanın şartı sadece İslam olmak ve Güney Afrika'da yaşamak şartlarına indirgeniyordu.

İslam Çağrısı

Burada Müslümanlar her zaman renkdaşlanyla aynı sömürü ve zulme maruz kalmışlardır. Batı Cape'in tekstil fabrikalarının zor çalışma şartlan ve ırkçılığın herkesi rengine göre sınıflandırdığı bir toplumda açıkça tanımlanmış bir konuma sahip olmanın yarattığı travma, zenci Müslümanların kötü deneyimlerinin ayrılmaz bir özelliği ve parçası olmuştur. Sayıları 154.000'i bulan Hintli Müslümanlar da yine zulüm ve sömürüyle karşılaşmış, Hintli soydaşları iş ve ticaret hayatında aynı sınırlamalara maruz kalmışlardı. Özcesi işsizlik, kötü eğitim ve ırkçılık altındaki insan onurunun bu denli aşağılanması Güney Afrika'da yaşayan tüm beyaz olmayan insanların yaşadığı ortak tecrübelerdi. Bu ortak tecrübe çözüm aciliyetine rağmen, Müslümanların kendi halklarının sorunlarına 'Müslümanca çözümler' arayışlarını hiç bir zaman engelleyemedi. Bu şimdi de, en az yirmi yıl önce MGH'li Batı Cape sözcüsü Yusuf Da Costa'nın şu tesbiti yaptığı zamanki kadar geçerli:

"Müslümanlar arasındaki toplumsal ve iktisadi sorunları tamamıyla 'İslami sorunlar' şeklinde değerlendirmek tarihsel olarak da geçersizdir. Biz her zaman bu ülkenin toplumsal ve iktisadi yapısının ayrılmaz bir parçası olduk ve şimdi de öyleyiz. Diğer insanlarla birlikte bu yapının büyüme ve gelişimine katkıda bulunduğumuz sürece aynı şekilde bu yapıda olup bitenlerden etkileneceğiz."47

İslami çözüm arayışları kutsal bir görev almakla birlikte diğer insanlarla 'birliğimize' önem vermeyen çözüm arayışları ise müdafaa edilemez. İslam çağrısının oluşumuna yol açan bu gerçeğin farkına varılmalıdır. 1983'ten bu yana geçen dönem, başta seçimler olmak üzere, sosyal meseleler etrafında tutarlı seferberlik kampanyalarına şahit oldu. BDC kampanyalar yoluyla insanları harekete geçirdi. BDC'nin bu geniş yelpazesi, toplumdaki değişik kesimlere özgün kimliklerini yaşatma imkanı verirken öte yandan onların mücadeleye katılmaları için gerekli ortamı hazırladı.

İslam Çağrısı büyük ölçüde BDC ve MGH'nin ittifakları sırasında çıkmaza düşen üyelerin oluşturduğu bir harekettir. Sözgelimi; İbrahim Rasul ve İmam Hasan Süleyman'ın her ikisi de hem MGH'nin, hem de BDC'nin önde gelen üyelerin dendi, fakat bir süre sonra öyle bir noktaya geldiler ki, ya BDC'yi ya da MGH'yi tercih etmek zorunda kaldılar. Başka seçenekleri yoktu. Onlar da MGH'den ayrılmaya karar verdiler. Böylelikle Rasul Süleyman, Ferid Esak (makalenin yazarı), Adli Yakub ve Şamil Manie ile İslam Çağrısı'nı ortaya çıkarmışlardı. MAK'nin tanınmış üyelerinden A. G. Gabier ve yardımcı sekreter Şeyh Faik Gamıldin'in kendilerini İslam Çağrısı ile özdeşleştirmeleri ve Süleyman'la Esak'ın bu konseyin [MAK] yürütme organında görev almaları İslam Çağrısının bu kuruluştan da destek almasını sağlıyordu. Ulemanın Müslüman halk üzerindeki muazzam tesiri düşünülürse, İslam Çağrısı'nın bu destekle ne kadar büyük bir siyasi avantaj sağladığı tahmin edilebilir.

İslam Çağrısı'nın örgütlenme yeteneği cemaatın sorunlarına karşı duyarlık göstermeleri ve alternatif iletişim vasıtalarını kullanmadaki becerileri onlara epeyce prestij kazandırmıştı. Fakat şurası da bir gerçek, hareket sınırlı üyeliği gelişmemiş altyapısı ve mali kaynaklarının eksikliği ile orantısız biçimde güç ve etki sahibi olmuştu.

Tüm bunlardan İslam Çağrısı'nın, İslam dünyasındaki uluslararası gelişmelere çok az bağlı, Güney Afrika'ya özgü bir hareket olduğu çıkarılabilir. Onun İdeolojisi, Ali Şeriati'yi ve Ayetullah Talegani'yi okumayı teşvik ettiği gibi, İran'daki Halkın Mücahitlerinin literatüründen faydalanan tek grup. (Kıble ve MGH İran rejiminin resmi tanımlamasıyla bu hareketi 'Halkın Münafıkları' olarak adlandırmaktadır.) Ancak hiç bir şey MGH ve Kıble'nin Seyyid Kutup ve Humeyni'nin düşünceleriyle yönlendiği gibi, onların da bu kişi ve hareketlerden herhangi birisiyle yönlendirildiğini iddia edemez.

İslami Esnekliğin Sınırları

Nasıl ki MGH İslami oluşumu Reşid Rıza'dan Raşid el-Gannuşi'ye,48 Libya'daki Senusilerden Endonezya'daki Mascumi hareketinin deneyiminden ve birikiminden faydalanmada ilk olmuşsa, nasıl ki Kıble, Güney Afrikalı Müslümanlara İslam'ın, mustazafların yanında olan siyasi ve devrimci kimliğini tanıtmada ilk olmuşsa, İslam Çağrısı da ilhamını evrensel barış hareketinden alan ve insanlığın özdeki birliğini vurgulayan ilk hareket olmuştur diyebiliriz. Bu gerçek, onların neden dini-temelli protestolara katılmadığını açıklar. Örneğin, Hindistan'da Müslümanların öldürülmesi gibi olayları, ancak her türlü kitlesel katliamın lanetlenmesi bağlamında kınarlar. Bu evrensellik, tanıtıcı broşürlerinden de açıkça görülebileceği gibi, özünde sosyo-politik ilgilerin de ötesindedir:

Biz topraktan geldik ve onun ayrılmaz bir parçasıyız. Maalesef kontrolsüz sanayileşme, İnsanoğlunu doğanın bir düşmanı yaptı. Biz sanki bir yarın yokmuş gibi yeryüzünü yağma ve tecavüze devam edemeyiz, insana ve ekolojik dengeye önem veren yeni bir teknolojiye muhtacız. Sanayi artıkları ile dünyayı tehdit etmeyen, insanları inorganik mekanik şeylere indirgemeyen... Doğaya, onun denizlerine, dağlarına ve diğer yaratılmışlarına hürmet ve saygı duymalıyız. Çünkü onlar 'Allah'ın işaretleri'dir.49

"Güney Afrika'nın dini sorunu yoktur, insanlık sorunu vardır" şeklindeki evrensellik vurgusu, İslam Çağrısı'nı, Müslüman dayanışmasının ateşli savunucularının ve İslam devleti fikrini besleyenlerin gözünde oldukça ılımlı hale getirdi. İslam Çağrısı daha çok 'bizim' İslam'ın özellikleri konusunda konuşmayı tercih ediyor ve bu İslam, ırk ve cinsiyet ayırımı gözetmeksizin demokratik Güney Afrika'nın kurulmasına kendini adayan bir din.50 Üstelik bu yaklaşım biçimi, İslam Çağrısı'nın MDH'deki müttefiklerinin sunduğu İslam versiyonu ile de hiç bir zaman çelişmiyor. İşte karmaşıklığın çıktığı nokta da burası. Çünkü bu bakış, İslam Çağrısı'nın İslam'a bağlılığının şahinliği konusunda şüpheler uyandırıyor. Ayrıca İslam Çağrısı özellikle ırkçılık sonrası toplum için nasıl bir program önereceği ya da en azından 'gerçek adaleti' sağlanmakta Şeriat'ın kullanılıp kullanılmayacağı hususunda bile sessiz. Bu tür sorular, İslam Çağrısı tarafından 'saptırıcı ve oyalayıcı' diye nitelenerek bertaraf ediliyor. Aslında hareketin bu ikilemi, daha genelde İslam dünyasındaki bir ikilemin yansıması "Nasıl olur da bir yandan kendi mirasımıza sahip çıkarken, öte yandan gerek eski, gerekse yeni insanlık mirasının tamamından aynı anda faydalanabiliriz."51

Bunlardan dolayı İslam Çağrısı'nın arayışı bir Güney Afrika İslamı'dır. Bu aynı zamanda, Kıble ve MGH'nin yabancı bir İslam modeli uygulama isteğine de bir cevaptır. Yabancı modellere dayanan, açık seçik çizilmiş İslamlaştırma paradigmaları olanlar için İslam Çağrısı'nın bu arayışı "İslam ahlakından bir sapma" biçiminde görünmektedir. Buna karşı İslam Çağrısı, "doğrudan olaylara katılımla ilgilenen ve ondan neşet eden bir İslam'dan" ve "eylemler neticesinde, eylem ile teolojik yansımaları arasındaki sentezden oluşan İslam'dan" söz eder. pahası, rahat odalarımızda İslamlaştırma modelleri çizmenin "ahlakdışı ve stratejik olarak haksızlık" olduğunu iddia eder. Üstelik "yeni düzen ancak oluşumu sırasında kendisiyle beraber büyüyen öğeleri içine alabilir." Dolayısı ile ancak hürriyet mücadelesi ile beraber gelir/ şen bir İslam, ırkçılık sonrası toplumda yaşayabilir.

"Eylem-teolojik, yansıma-eylem" paradigması Hıristiyan kurtuluş teolojisi ile büyük benzerlikler taşıyor, ama bunun iki ciddi eksiği var. Birincisi tüm bu eylemlerin, laik güçlerin yarattığı milli demokratik mücadele çerçevesinde gerçekleşmesi; ikincisi de gelişen İslami bilincin basitçe, kurtuluş mücadelesinin bir ürünü olduğu ve milli demokratik hareket dışında bağımsız bir varlığı olmadığı şeklinde görülmesidir. İslami kurtuluş öğretisi elbette bir mücadele içerisinde şekillenecektir, ama kimin mücadelesi? Laik bir düşüncenin hakimiyetindeki mücadele mi, yoksa İslam'ın hakimiyetindeki bir mücadele mi?

BDC, bazı muhaliflerin savunduğu gibi ideolojisiz değildir. Eğer İslam Çağrısı'nın eylemleri sadece MDH'in yapısıyla sınırlı kalacaksa sonucun bir uyum teolojisi olarak kalması kaçınılmazdır. Burada MDH'nin çıkış noktası ve konumu önem kazanmaktadır. Cepheyi destekleyen herkesin aynı ideolojiye ya da yeni bir Güney Afrika tahayyülüne sahip olması gerekmez. Hareketin tek sorumluluğu mazlumlar kesiminden kurtuluş mücadelesi saflarına mümkün olduğunca fazla insan çekmektir. İslam Çağrısının buradaki iddiası "olayın bir ilke olarak sahiplenilmesi gereğidir. Çünkü her insan karanlıktan/zulumattan nura doğru çekilmelidir ve yine strateji olarak da zalimlerin safı ne kadar parçalı ve zayıf olursa, bu özgürlük mücadelesi için o kadar avantajlı olur."52

Tabii ki tüm bunlar ortak düşmanla mücadele sırasında ideolojik farklılıkları değişik ölçülerde görmeyi gerektirir. İslam Çağrısı bu gerçeği MDH'ye dahil olmanın, en önemli meşruiyyet kaynağı olarak görüyor.

Müslümanlar diğer insanlarla ırkçılık karşıtı veya kapitalizm karşıtı bir platformda şartsız birleşmelidirler. Fakat bunu ülkenin geleceğine ilişkin, somut idealin olduğu bir platformda gerçekleştirmelidirler. Ancak cephenin geleceğe bakışı yeteri kadar ayrıntılı tanımlanırsa bir İslam toplumunun oluşturulması için alan kalabilir.53

Kıble'nin "İdeolojik bakış olmadan mücadele etmek" olarak nitelediği tutuma getirdiği eleştiriler de oldukça serttir ve dahası onlara göre "ideolojik çatışma varsa bu daha da netleştirilmelidir."54

BDC, parlamento dışı siyası hayata ne kadar hakimse, İslam Çağrısı da Müslümanların siyasi hayatlarına o kadar hakimdir. Bunu 'Cape'deki siyasi içerikli İslami cenaze törenlerini İslam Çağrısı'nın organize etmesinden anlayabiliriz.55 İslam Çağrısı bu başarısını Kıble ve MGH ile olan ilişkilerini bozma pahasına BDC ile kurduğu ittifaka borçludur. Onların kendilerini, Kıble ve MGH'deki Müslüman bacı ve kardeşlerinden çok, laik yoldaşlarına yakın hissettiklerini söylemek sanırım abartma olmaz. Ama acaba ümmetin vahdeti gayri müslimlerle izlenen politikadan ne kadar etkileniyor? Önemli olan da bu.

Irkçılığa karşı mücadelede gayri müslimlerle ittifak kurulup kurulmaması kadar, Müslümanlar arasında tartışma ve kargaşa çıkaran pek az konu olsa gerek. Sözgelimi 1983'te BDC'nin kurulması, Müslümanlar arasındaki tartışmaların ve ayrılmaların önemli sebeplerinden biriydi. BDC'ye getirilen eleştiriler daha çok duygusal içerikliydi. Bunlar gayri müslimlere duyulan antipatiden, her taşın altından komünist çıkar şeklindeki hükümet söylemine, bazı laik siyasi eylemcilerin ahlak dışı davranışlarından İslami kimliğin kaybolacağı endişesine kadar geniş bir yelpazeye yayılmıştı.

İslam Çağrısı'nın önde gelen isimlerinden bazılarının, polis tarafından öldürülen bir siyasi eylemcinin cenaze merasimine katılmalarına atfen, Meclis dergisi şunları yazmaktaydı:

"Komünist kafalı bir rahibin imamlığında inançsız birinin cenazesine katılmakla yalnızca büyük bir günah işlemekle kalmayıp, bir de peşlerinden gidenleri İslami yoldan saptırmaktadırlar, İslam'ın yolu; komünizmin ve ateizmin Allah'sız uşaklarının müziği eşliğinde dans eden münafık rahip ve piskoposların slogan, yöntem ve yollarıyla aynı paralelliğe düşmez."56

Her şeye rağmen 1983'ten bu yana Güney Afrika ırkçılığa karşı mücadele alanında müslim, gayri müslim işbirliğine şahit oldu. İşbirliği farklı inançlardan insanlara hizmet veren kuruluşların sayısının yükselmesiyle dinler seviyesinde daha da arttı. Müslüman ve Hıristiyan liderlerin, ırkçı rejimin hapishanelerinde aynı hücreleri paylaştığı bir yerde bu tür bir işbirliğinin artması gayet doğaldı.57

Dinler arası ilişkinin hukuk zemininin genişlemesi, bu kavramın muhaliflerinin çoğunun sesini kesti. Daha önce dinler arası ortak hareketin inatçı bir muhalifi olan MGH şimdilerde tüm dinlerin özünde ilahi hakikatleri barındırdığından söz etmektedir.58 Bu değişimin onların dava anlayışını nasıl değiştireceğini zaman gösterecek.

İslam Çağrısı ise gayri müslimlerle işbirliği fikri etrafında kopan fırtınayı başarılı bir şekilde dindirdi, artık onlar Müslümanların özgür sözcüleri olarak algılanıyorlar. İslam Çağrısı'nın müttefiki olan MAK İslam anlayışı açısından dünyanın diğer yörelerindeki Müslümanlardan farklı değil. Ve özgürlüğe giden yolda gün geçtikçe değişen ve esnekleşen bir toplumun ihtiyaçlarına adapte olamadığı açıkça ortada. Bu durumda İslam Çağrısı, Müslümanların gözündeki meşruiyyetini sürdürmek için başka dini müttefiklere muhtaç. Bu yeni müttefik yalnızca faydacı sebeplerle değil, kendi İslam anlayışlarının şahinliğini korumak için de gerekli.

İslami Bir Cephe mi?

MGH üyelerinin İslam Çağrısı'nı kurmak için ayrılışlarının acı bulutlarının dağıldığı ve İslam Çağrısı'nın da daha yaygın birleşme zemini aradığı şu günlerde, insan doğal olarak iki örgütün birleşme ihtimalini düşünüyor. Bu ihtimalin İslam çağrısının içice geçtiği milli demokratik harekete olan yakınlığı pahasına gerçekleşmesi beklenmemeli. Eğer bu birleşme sağlanırsa, bu konuda deneyimi oldukça fazla olan İslam Çağrısı'nın gerekli araçları sağlaması ile gerçekleşecektir.

Kıble'nin ise böyle bir cephede nasıl bir rol alacağı ayrı bir merak konusu. Ama böyle bir cepheleşmede esnekliğin ve toleransın olması gerektiği bir ön gerekliliktir. Ayrıca Kıble'nin karşılaşacağı musibetler de onları cepheye çekmede etken olabilir.

Hz. Muhammed'in ölümünden beri gerçekleşmesi mümkün olmayan ümmetin vahdeti Müslümanların en şiddetle arzu ettikleri ideal. Ama Güney Afrika özelinde düşünüldüğünde buranın politik dinamikleri Müslümanları taraf tutmaya zorlayacak gibi görünüyor. Tabii ki bu dayatmalar, yani farklı politik tavır almalar eninde sonunda Müslümanlar arası gerilimi artıracak.

Eğer İslam Çağrısı, diğer ilerlemeci yapılanmalar tarafından kabul edilecekse MDH'yi terketmeksizin onun daha da ötesine gitmelidir. Afrika Ulusal Kongresi (AUK)'nin aylık dergisi Sechabaya göre, İslam Çağrısı bu cephede yer almakla, hedefine varmada kullandığı yaratıcı potansiyelini ortaya koymuştur.

Güney Afrika'da bugün, İslam'ın anlamı ırk ayrımını ortadan kaldırmaktır. Biz bunu gayri müslim yoldaşlarla birlikte gerçekleştireceğiz. Milli demokratik mücadele ile girişilen bu yardımlaşma aynı zamanda Müslümanlar arasındaki hareketin yozlaşmasını ve dini kibirliliğe yol açmasını engelleyecektir.

Gerçekten de mücadele milli demokratik hareketinin evindedir ve bu evde Müslüman aile için de bir oda vardır.59

Fakat eğer İslam Çağrısı MDH'nin dini bir uzantısı olarak görünürse ve bunun sonucunda da onların hareket tarzlarıyla Güney Afrika'ya ilişkin çözümlemeleriyle kendilerini sınırlarlarsa, bundan kendilerini sorumlu tutmalıdırlar.

Son beş yıl, Güney Afrika Müslüman cemaatinin siyasi olgunluğuna ve ırkçılığa karşı etkin mücadelesine şahit oldu. Ama bu hiç bir zaman, Müslümanların daha önceden marjinal oldukları anlamına gelmez. Şimdiki dönemi eskisinden ayıran şey, cemaatin zulme ve ırkçılığa karşı oldukça tutarlı bir mukavemet geliştiriyor olmasıdır. Bu strateji bir yandan katılımın teolojik temellerini pekiştirirken, öte yandan mazlum Afrika halkının yanında ve onlarla birlikte olmayı da sağlıyor. Bu hareket aynı zamanda Müslümanlar arasındaki farklı eğilimleri en aza indirgerken, 'çamur atma' biçiminde gelişen ilişkileri de dondurmuştur. Ayrıca İslami düşüncede başat olan gerici (obscurantist) öğelerin de marjinalleşmesini sağlayarak, kısmen onları safdışı bırakmıştır.

Son beş yılda Güney Afrika rejiminin de tutumları değişti. Müslümanları, artık, düzeni tehdit eden, zulüm ve adaletsizliğin her türlüsüne din temelli karşı çıkışlarda bulunan bir grup olarak görüyorlar. "Eğer bir yerde zalimlerin zulmü ve mazlumların/inananların çile ve sabırları yoksa, orada İslam da yoktur."

Başbakan P- W. Botha İslami mücadele kavramını şöyle tanımlıyordu:

"Bildiğiniz gibi, geniş yelpazesi olan bir Müslüman cemaate sahibiz. Onlar içinde de diğerleri gibi küçük bir grup var ki bunlar İran'dan ve Libya'dan etkilenmiş ve Afrika Ulusal Kongresi (AUK) ve Pan Afrikan Kongresi (PAK)****** ile işbirliği yaparak kendilerini teröre ve şiddete adamışlardır."61

Ayrıca, Başbakan "bu hususta gerekli talimatları vererek, güvenlik güçlerinin ve gizli istihbaratın tezelden karşı tedbirleri almalarını sağlayacağım" diye de parlamentoyu temin etmiştir.62

Madalyonun öbür yüzünde ise, Müslümanların mücadeleye katılımı oldukça sıcak ve sempatik karşılanmıştı. Afrika Ulusal Kongresi'nin yayın organları, İslam Çağrısı'nın üyelerinin katılışına büyük ölçüde yer veriyordu. PAK başkanı Johnson Mhlambo, 5 Mayıs 1987'de Lusaka'da düzenlenen Dünya Kiliseler Birliği toplantısında heyecanı vurguluyordu. İçeride, hareket Beyers Naude, Desmond Tutu ve Allan Boesak gibi isimlerce içtenlikle destekleniyordu. (Bu isimlerin, Hollanda Reform Kilisesi'nin "İslam sahte bir dindir" diye yayımladığı broşüre karşı İslam Çağrısı'nın düzenlediği mitinge katıldıklarını da burada belirtmekte fayda var.)

Güney Afrikalı Müslümanlar bugünlere İran ve Libya'nın dışında, Müslüman dünyanın desteğini almaksızın erişmişlerdir. Diğer ülkeler ve hareketler, açıkçası, Güney Afrika'daki İslam'a kayıtsız kalmışlardır. Arap basınında Güney Afrika'yı kınayan/lanetleyen yazılar çıkmıyor değil, ama bunlar ırkçılık caniliğinin suçlanmasından çok, siyonistlerle yapılan işbirliğini merkez almaktadır. Başbakan Botha'nın İslami politik eylemlerini petro-dolarla beslendiğini iddia etmesine rağmen, İslam ülkeleri direniş hareketine önemli bir katkıda bulunmamışlardır. İran'ın en büyük finansör olduğu yolundaki ithamlar da var. Ama yardım düzeyi, İran'ın buradaki çıkarlarından elde ettikleriyle kıyas bile götürmez.

Cidde'de bulunan İslami Kalkınma Bankası, burada bulunan projelere sahip çıkmaya başladı ama bunlar daha çok misyoner kökenli faaliyetler. Güney Afrika Müslümanlarının kendilerinden pek çok öğrendiği İslami Hareketler de, buradaki gelişmelere geçici bir ilgiden fazlasını göstermediler.

Artık Güney Afrika'da insanları harekete geçiren "Allahu Ekber" nidaları, özgürlük ve adalet haykırışlarının bir ifadesi olan "Amandla" nidaları ile birleşti. İslami organizasyonların kendi konumlarını daha da güçlendirmek için giriştikleri etkinlikler göstermektedir ki, "Allahu Ekber" ırkçılık rejiminin yıkıntıları arasından sıyrılıp çıkacak olan demokratik Güney Afrika'nın ayrılmaz bir parçası olacaktır.

Çev.: Cengiz Şişman

 

Dipnotlar:

*- İmam Abdullah Harun'un hikayesi için bkz.: 'İmam'ın Öldürülüşü', Yeryüzü Yayınları, İstanbul. (Çev.)

**- AZAPO; Azania Halk örgütü ve Milli Forum: AZAPO Nisan 1978'de kuruldu. 60'lı yıllardan sarkan 'Zenci Bilinç Hareketi'nin devamı ve şu an tek temsilcisi olmakla beraber çalışan sınıfın haklarını da aynı derecede savunmaktadır. Ancak bu ikincisinde fazla etkili olamamıştır. Milli Forum bir çok örgütün koalisyonu ile oluşmuş sosyalist öğelerin daha baskın olduğu bir harekettir. AZAPO, Cape Town ve Soweto'de güçlü şekilde kabul görmesine rağmen, bugün ülke genelindeki demokratik hare ket içinde etkin bir yeri yoktur. (Çev.)

***- BDC (United Democratic Front) Birleşik Demokratik Cephe: 1983'de Botha'nın anayasal reformlarına karşı birleşik mücadele başlatan BDC, içlerinde sendikalar, kilise, kadın, genç ve öğrenci gruplarının da bulunduğu yaklaşık 600 örgütü bir araya gelirdi ve 1.000.000'un üzerinde bir kitle tabanına ulaştı. Kitlesel direniş taktikleri kullanarak güçlenen Güney Afrika toplumsal hareketinin bir parçası durumuna geldi. Son olarak artan baskılar sonucu BDC yetkililerinin bazıları hapsedildi ve kalanlar gizli olarak faaliyetlerini devam ettirmek zorunda bırakıldılar. Her türlü reform hareketine karşı olduklarını açıklayan BDC'nin amacı yönetimden acı çeken insanları kendi bünyesinde toplamak ve henüz direnişe geçmemiş milyonlarca insanı harekete geçirmektir. (Çev.)

****- AUK (African National CongressJ Afrika Ulusal Konseyi: İlk olarak 1912'de Güney Afrika Yerlileri Ulusal Konseyi adı altında orta sınıfa mensup zenciler tarafından "Afrika çıkarlarını Afrikalılar koruyabilir" sloganı ile kuruldu. 1920'ler boyunca taban bulmakla zorlandı ise de 1940'larda çalışan sınıfın ekonomik sorunlarını gündeme getirerek demokratik ve anti-semitik devlet anlayışını savunan kitle hareketine dönüştü. 1949'da Nelson Mandela ve Oliver Tambo'nun liderliğindeki Gençlik Cemiyeti ile birleşti. 1952'de çeşitli gruplarla Konsey İttifakının oluşturulmasında liderliği üstlendi. Bu ittifak tarafından 1955'de Özgürlük Bildirisi yayınlandı: Hakimiyet milletindir, herkes kanun önünde eşittir, eğitim ve öğretim herkese açıktır, ülke zenginliği halka paylaştırılmalıdır, topraklar çalışanlar arasında bölüştürülecektir... 1960'da AUK yasadışı ilan edildi ve önde gelen isimleri tutuklandı. 1960'dan beri faaliyetlerine gizli olarak devam eden örgüt, Nelson Mandela'nın serbest bırakılmasıyla birlikte yeniden açığa çıkmaya başladı. (Çev.)

*****- Afrikaner, Güney Afrika'da doğan Avrupalılara verilen isimdir. (Çev.)

******- PAK (Pan-African Congress of Azanla) Pan-Afrikan Azania Kongresi: 1959'da AUK'dan ayrılan ve aralarında 1940-1960 yıllarına sarkan eğilimin hakim olduğu zenciler Robert Sobukıve başkanlığında bir araya geldiler. Özgürlüğe ilişkin görüşleri: "Bütün diğer Afrika ülkeleri gibi bizim ülkemiz de sömürgedir ve başlıca çelişkimiz ırksaldır. Bu sebeple verilmesi gereken mücadele beyazlara karşıdır. Siyasal hareketimizin gücünü de zayıflatmaktadır." 1960'da AUK'nin ardından yasadışı ilan edilen PAK sadece üç bölgede taban bulabilmişti: Sharpeuille, Langa, Nyanga. Libya desteğinde kısa bir süre gerilla tipi mücadele veren PAK şu-an ülke içinde etkinliğini yitirmiştir- (Çev.)

1- Güney Afrika'daki Müslümanların sayısı 328,440'ür ya da toplam nüfusun % 1.32'sidir. Bunlar istatistik bölümü tarafından, bağımsız "meskun"ları hesaba katmaksızın sağlanan rakamlardır. Buradaki ırk dağılımı ise şöyledir:

Melezler            163.700            (% 49.84)

Zenciler            154.300            (% 46.98)

Asyalılar           8.260    (% 2.51)

Beyazlar           2.180    (%   0.67)

2- G. Lubbe, Robben Island: The Early Years of Muslim Resistance, Bellville: Kronos University of the Western Cape, 1987, s. 49.

3- İslamcı terimiyle, İslam'ı kuşatıcı dünya görüşü olarak benimseyen Müslümanları kastediyoruz.

4- Ahmed Davids, Mosques of the Bo Kaap, Athlone, Cape: Güney Afrika, Arap ve İslami Araştırmalar Akademesi, 1980, s. 7; Süleyman Dangor, Shaikh Yusuf, Durban: University of Durban, Westville, 1979, s. 59.

5- Dangor, Shaikh Yusuf, s. 59; Davids, Mosques of the Bo Kaap, s. 9.

6- A. Davids, The fiistory of the Tana Baru, Cape Town: Tana Baru'yu Koruma Komitesi, 1985, s. 86.

7- Cape Times, 1 Ağustos 1882; Davids, The History of the Tanu Baru, s. 86.

8- Davids, The History of the Tana Baru, s. 9.

9- C. Sounders'in derlediği Studies in the History of Cape Town adlı kitaptaki A. Davids'in 'Politics and the Muslims of Cape Town' isimli makalesi, Cape Town: University of Cape Town, 1981, s. 25.

10- Müslim News (Cape Town), 12 Mayıs 1961     Müslim News, 31 Mart 1961.

11- A. Z. Berman, 'Debates of the House of Assembly', Hansard, İlk Parlamento, 5-27 Haziran 1961. 1. ciltte A. R. Ömer tarafından alıntılanan The impact of the death in detention of imam Abdullah Haroon on Cape Müslim political attitudes', adlı basılmamış doktora tezi, University of Cape Town.

12- A. Ömer, 'The impact of the death...", s. 27-37.

13- Müslim News, 31 Haziran 1964.

14- Halen cemaatin politik problemlerine yönelik tok kelime sarf edilmiyor. Meclisi Şura-i İslami günümüzde muhafazakar dini bir gruptur. Başkanları Şeyh Şamil Gamildin, ırkçılıktan hoşnut olmayan Müslümanların hicret etmesini öneriyor.

15- Cape'in şahit olduğu en büyük cenaze merasimi, ancak katılım açısından 19 Ekim 1985'te şehit edilen Abdulkerim Fridye'nin cenaze merasimiyle kıyaslanabilir.

16- Müslim News, on beş günde bir yayınlanan dergi 25 yıldan sonra 1986'da kapandı. Kadrosunun çoğunluğu, aylık Müslim View'in çıkarılmasında etkili oldular.

17- The Majlis 7 (2) s. 12.

18- İslami Hareket, İslam dünyasında görece olarak yeni bir kavram. Batı basını tarafından, Müslüman fundamentalizm olarak değerlendirilen tüm eğilimleri içine alır. Güney Afrika'da İse bu terimi ilk kez MGH kendini tanımlamak için kullandı. Ve MGH çevresinde, Kıble'nin İslami hareketin bir parçası olup olmadığı hakkında bir çok tartışma çıktı. Öte yandan İslam Çağrısı da kendini ilerlemeci İslami Hareketin bir parçası olarak görüyordu.

19- MGH kendini ılımlılar olarak tanımlıyordu. Diğer iki tanımlama yazarın kişisel görüşüdür.

20- Bu grup İmam Harun'un 1961'de kurduğu İslam Çağrısı'ndan tamamen farklıdır. İsim benzerliği sadece bir tesadüfen ibarettir.

21- Bu çeşit yapılanmayı hedefleyen MGH'nin liderliği altında bir çok bağımsız teşkilat ve kurum vardır. Bunların başlıcaları şunlardır: Jaame Yatırımları (Pty. Ltd.), Kadınların İslami Hareketi, Müslüman Hukukçular Birliği, İslami Hareket Basını (Press), Kalem Dergisi (aylık), Assalam Eğitim Kurumu, Güney Afrika Milli Zekat Fonu, İslami Davet Hareketi, Müslüman öğrenciler Birliği.

22- S. Jeppie, Toiuards a Principled Struggle, Cape Town: Itnpress, 1987, s. 1.

23- Uluslararası hareketin etkisi, Dr. Ahmed Sagri'nin MGHyi ziyaretini aniden kesmesi olayında da görülebilir. Oldukça popüler olan bu düşünürün Müslüman Öğrenciler Birliği'nin, ABD'deki koluyla aralarında sorun çıkınca, ilişki birden kopmuştu.

24- MGH'nin 1984 yılındaki İslami eğitim programında Hurşid Ahmed'e, Müslümanların toplam nüfusun %98'ini oluşturdukları bir ülkede başarısızlığa uğrayan bir İslamizasyon programının, toplam nüfusunun %98'ini Müslüman olmayanların oluşturduğu bir ülkede ne kadar geçerli olabilecekleri sorulmuştu.

25- İslami Eğitim Programı video kaseti, Johannesburg, 1984.

26- Uluslararası hareketlerle ilişkili harici örgütlerin Güney Afrika'daki İslami deneyimden edinmeye çalıştıkları bir husus olduğuna ilişkin herhangi bir delil yok.

27- 'Thrusting the MYM into the political arena", Al Qalam, Temmuz 1987, s. 3.

28- S. P. Manzoor, 'Re-educating the Müslim intelleclual', Inquiry, Temmuz 1985.

29- Bu uyarı MGH'nin Ladysmith'deki genel toplantısında yapıldı.

30- al Qalam, Temmuz 1987, s. 3.

31- Geniş bilgi için bkz.: Sechaba-Journal of ANC, Londra, Nisan 1985 ve The African Communist-Journal of the South Africa Communist Party, Londra, c. 1 ve 2, 1986.

32- Yeni ve küçük bir parti olan Milli Demokratik Hareket'le karıştırılmamalıdır. MDH 1987'de Sabık, İlerlemeci Federal Partinin üyeleri (Peter Gastrow, Pierre Gonje, Pieter Schoemen) ile sabık İngiltere Büyükelçisi Denis Worrol'ı da içine alan bir kuruluştur.

33- A. R. Ömer'in 9 Mayıs 1986'da Kıble-MGH diyalogu sırasında yaptığı konuşma ve S. Manjira'nın Al Mizan'daki makalesi. Onlardan biri MGH'nin başkanı diğeri de başkan yardımcı idi. Aşırı soldan gelen eleştiriler ise: Yeni Birlik Hareketi, Cape Eylem Birliği, Afrika Halkları Demokratik Birliği ve Genç Güney Afrikalılar Toplumu'ndan gelmekteydi.

34- Bu başlık, Kıble'nin kullandığı bir slogandır.

35- Najaar'ın bu konudaki görüşünü öğrenmek için bkz.: Sunday Times, 12 Ekim 1985; Armin Fakirin görüşleri için 28 Ekim 1985'de düzenlediği bir konuşma; Kıble'nin pozisyonu için Riter'in 'Necessity for rovolution' isimli makalesi; Müslim News, Ağustos 1984, s. 2.

36- Inqilaab (der.), Cape Town: MSA University of Cape Town, Temmuz 1982, s. 3. Detaylı bilgi için bkz.: Al Qalam 10 (11) 1986.

37- Riter, 'Necessity for rcvolution", s. 2.

38- Cassim'in Gerrie Lubbe ile röportajı, Eylül 1984; Kuran 2:249.

39- İşin daha garip ve komik yanı ise, polisin tepkisi karşısında aldığımız çılgınca tavırlardı. Polisler genelde alt sınıftan gelme, eğitimsiz ve batıl inançları olan insanlardı. Meydana gelen olayları ve gizemli konulan Hint-Pakistanlıların 'aamil' ya da 'pir'ine yakın olan Müslümanların 'dukum'una bağlıyorlardı. İslam hala Doğu gizeminin, mistisizminin bir sembolüydü Güney Afrika'da, işte polisin korktuğu bir şey de bu gizemdi.

40- BBC International service news report, 19 Ekim 1985.

41- Cradock, şehit edilen meşhur Mattas Goniwe'nin doğum yeriydi. Duvarlara en fazla yazılan sloganlardan biriydi.

42- Kıble'nin bir bildirisinin başlığı, 'Leadership, not Leaders!' (tarihsiz).

43- Bu, Cassim'in devrimci yapısının imam Harun'u geçtiğine dair yazarın kişisel kanaatidir.

44- Arabia: The İslamic World Reviem, 'Opposing apartheid' (Londra) Ekim 1986,

45- imam Hasan Süleyman, Ağustos 1985'te polis tarafından aranmaya başlayınca ülkeyi terketti. A. G. Gabier de aynı şekilde Mart 1986'da yurt dışına çıktı. Şeyh Faik Gamildin ise o sırada İslamabad'a ilahiyat öğrenimi için gitmişti.

46- Başkanları hala ırkçılık karşıtı konuşmalar yapıyor, ama etkisi yerel camilerin resmi imamlarının ötesine geçemiyor.

47- Y. Da Costa, 'Whither Muslims in South Africa', Müslim Neıvs, 29 Aralık 1967, s. 4.

48- Gannuşi, devlet karşıtı eylemleri yüzünden hapse atılmış Tunuslu ünlü İslam düşünürü.

49- 'The Call of İslam', s. 5.

50- H. Süleyman, "I will Rotum', Soulh (Cape Town), 9-15 Nisan 1987, s. 10.

51- Gannuşi ile röportaj, Arabia: The lslamic World Reuieıv (Londra) Ekim 1986.

52- Rasul ve F. Esak, Why the National Democralic Struggle, s. 7.

53- 'Let's Debate', Campus Cali 1 (4) s. 2.

54- Riter, 'deological warfare', Müslim News, 12 Ağustos 1983, s. 2.

55- Cenaze merasimlerini düzenlemek, siyasal üstünlük mücadelesinin önemli bir sembolüdür.

56- 'Evil learned men', The Majlis 7 (2).

57- Detaylı bilgi için bkz.: 'Bericht uit de gevanggenisel', Vu-Magazine (Amsterdam), Şubat 1986, s. 54.

58- Musa, "Religion and Pollics...', s. 6.

59- F. Ali, 'Teli the Muslims I'm proud of them', Sechaba (Londra) Nisan, 1986.

60- F. Esak, The Review of Faith...', s. 199.

61- P. W. Botha, Parlners in Terror, Parrow CTD Book Printers, 1987, s. 3.

62- P. W. Botha, Republic of South Africa, Debatcs ofHouseof Assembly, Hansard, Üçüncü Birleşim-Sekizinci Meclis, 14-18 Nisan 1986 (10), s. 3590; R. Ömer'in 'The Impact of the Death...'nden alıntı, s. 3.

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR