1. YAZARLAR

  2. Mehmet Akif Ersin

  3. Gelenek ve Gelenekciler

Gelenek ve Gelenekciler

Haziran 1993A+A-

1- Cumhuriyet Türkiyesi'nin büyük bölümünde gelenekçilik, müslümanların sosyo-politik ve kültürel konumlarının en yaygın tanımı olmuştu. Bu yargıya yaklaşımınız nedir? Müslümanların kendilerini ifade biçimleri, böyle bir tanımlamayı haklı gösteriyor mu?

Cumhuriyet Türkiyesi'nde, Cumhuriyetle birlikte Devletin resmi tutumu haline gelen bir davranışla halkın değerleri doğru ya da yanlış herhangi bir ayırıma tabi tutulmaksızın toptan saldırıya uğramış ve bunların yerine halka bütünüyle yabancı bir yaşam biçimi ve dünya görüşü empoze edilmeye çalışılmıştır. Çünkü çağdaşlaşma -bu kavram sonraları modernizm olacaktı- o günkü deyimle muasırlaşma, belki düşünsel platformda değil ama halkın günlük yaşamında, onların davranış kalıplarını, yaşayış biçimlerini önemli ölçüde değiştirecek bir baskı unsuru oluyordu. Modern değerler, inanç planında, sekülarizmi, -halkın gözünde dinsizliği- siyasal planda; garip bir liberalizmi, ekonomik açıdan da ne olduğu belirsiz bir kapitalizmi temsil ediyordu.

Bu tutum karşısında halk geleneksel değerleri koruma gayreti ve telaşı içine düşmüştür. Kuşkusuz bu halk için, halka rağmen biçimindeki bir anlayışa karşı müslümanlar, çoğu kez bilinçsizce ve kimi zaman sahiplenilmemesi gereken bir takım değerler de dahil geleneksel değerlere sahip çıkarak Türkiye'nin politik ve kültürel ortamında gelenekçi bir çizgide yer almışlardır. Zira Cumhuriyet rejimi geçmişten bir kopuşu ifade ediyordu. Yani moderndi. Aslında, şiddet ve baskı kullanılarak empoze edilmeye çalışılan bu değerler karşısında müslümanların sağlıklı bir değerlendirme yaparak konumlarını belirleyebilmeleri de pek beklenemezdi.

Son dönemi hariç tutarsak, gelenekçiliğin Cumhuriyet Türkiyesi'nde müslümanların kendilerini ifade biçimi olarak kullanıldığını söyleyebiliriz. Ancak bu noktada geçmişe haksızlık etmemek için o dönemin şartlarını göz önünde bulundurmamız gerektiğine inanıyorum.

Son yirmi yıllık dönemde her ne kadar İslami modernist ya da İslami gelenekçi gibi bir takım kavramlar gündeme gelmekteyse de müslümanların daha sağlıklı bir değerlendirme yapabildiklerine ve kendilerini ifade biçimi olarak bu kavramların dışında farklı bir çerçeveye oturtacaklarına/oturtmaları gerektiğini inanıyorum.

2- Entellektüel düzlemde gelenek kavramı, modernizme karşı bir bağlamda kullanılmaktadır. Müslümanların modernizme karşıtlıklarının gelenek kavramı ile temellendirilmesini doğru buluyor musunuz?

Modernizm ve gelenek, aslında modernist bir tarih anlayışının, tarihi ve zamanı modernist bir tarzda algılamanın getirdiği tasniftir. Günümüze kadar gelen anlamıyla modernizm, Batı'da Rönesansla ve Reformasyon süreci ile başlayan ve insanların doğa ile, insan teki ve toplumla ve tanrıları ile olan ilişkilerini yorumlama ve anlamlandırma gibi bir iddiaya sahiptir ve böyle bir iddia ile geçmişten, yani hıristiyan ortaçağdan bir ayrılışı, radikal bir kopuşu ifade etmektedir.

Son beşyüz yıldır insanlar tarihin hiç bir döneminde eşine rastlanmayan modern bir deneyim geçirmektedir. Beşyüz yıl öncesinin tüm bilgi birikimi neredeyse yok sayılmakta, Bu süre içinde Batı'da bilim, kültür, siyaset ve sanayi alanında dört devrim yaşandı.

Bilimsel devrim, Newton'un fiziği ile yeni bir aşamaya girerek bilim ve teknolojide muazzam bir atılım yapar. Artık olayların arkasında hesaplanamayan gizli ve aşkın güçler yoktur; her şey bilinebilir ve hesaplanabilir bir hale gelmiştir. Bu da kaçınılmaz olarak insanı rasyonel olmaya sevk ediyordu. Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizm'in Ruhu'nda kapitalist, dolayısıyla modernist gelişmenin en belirgin karakterinin insanların buna has bir rasyonalizasyon sürecinden geçmesine bağlı olduğunu söylüyordu.

Kültürel alanda, modern insanın düşüncesi sekülerleşiyor, tüm ölçütleri rasyonelleşiyor, aydınlanma süreci insanı evrenin merkezi haline getiriyordu. Bir dine bağlılık meşruiyetini yitirirken, akıl kutsanıyordu. Kendine yeten ve başka bir kaynağa ihtiyaç duymayan evrensel bir akıl kavramı oluşuyordu.

Siyasal alanda, modern demokrasi önce İngiltere'de sonra ABD ve Fransa'da ortaya çıkar. Demokrasi diğer yönetim biçimlerinden herhangi biri değildir artık. Özel bir anlamı vardır; devletin tek rasyonel biçimidir ve iktidarın kaynağı Tanrı değil halktır artık.

Sanayi devrimi ile de makinanın günlük hayata girmesi ile birlikte üretim ilişkileri değişmiş, insana ihtiyaç duymayan kendine yeterli bir üretim tarzı geliştirilmişti. Bir bakıma modern insan kendi kendine yeterli bir tür istiğna hali içindedir.

Buna karşılık gelenek, modernizmin bir tür negatifi olarak tanımlanmaktadır. Geleneksel toplumlar modern toplumların bir icadıdır aslında. Modernizm olmasaydı gelenek de varolamazdı. Modernizm kendisinin bir şeylerden koptuğunu ve ondan farklı olduğunu göstermek için kendisinin negatifi olan geleneği kurmak zorundaydı.

Geleneksel toplum bir tarım toplumudur, pasiftir, sanayileşme, şehirleşme, bireyselleşme, akılcılık ve piyasa ekonomisi gibi özelliklere sahip değildir. Tarihsiz toplumlar olarak anılır.

Müslümanların modernizme karşı oluşlarını gelenek kavramıyla temellendirmelerini doğruluğu ya da yanlışlığı konusunda, Kur'an'ın bu konulara nasıl baktığına bakarak daha doğru bir cevap bulabiliriz.

3- Gelenek kavramının Guenon gibi özellikle Batı kökenli bazı mühtedi düşünürler tarafından itikadi bir bağlamda kullanılmasını ve bütün mistik dinleri de kapsayan bir üst-din olarak tanımlanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gelenek kavramı Kur'an'da da itikadi bağlamda kullanılmaktadır; ancak sorun burada gelenekten ne anladığımızla ilgilidir. Batı'da müslüman olanları bir kaç kategoriye ayırmak gerekiyor. Bunlardan birisi de; Batı'nın modernizmle gelen kuru rasyonalizm, sekülarizm, bireycilik, insan ilişkilerindeki tek.boyutluluk ve ahlaki çöküntü gibi bunalımlar sonucunda sistemin kendi kendini tehdit eder duruma gelmesi, bu bunalımdan kurtuluş için bir umut ışığı olarak genelde Doğu ve özelde İslam'ın görülmesi sonucunda müslüman olanlardı.

Bu bunalımı aşmak amacıyla arayışa geçen Batılılar'a, Hint ve Çin mistisizmi ve bunların İslam'daki müteradifi sufizm bir kurtuluş olarak görülmekteydi. Nitekim Guenon'la başlangıçta aynı görüşü paylaşan arkadaşlarından kimi müslüman olurken, kimi de taoist olabilmiştir. Dolayısıyla, Guenon gibi düşünürlere göre Doğu, İslam'ın da bir cüz olarak içinde bulunduğu daha genel bir anlayış ve inanışı temsil ediyordu.

Peki, Guenon ve onun gibi şahıslar İslam dünyasında niçin rağbet buluyordu? Çünkü, İslam dünyası Batı'nın ezici hakimiyetini gerek fiziki olarak, gerekse düşünsel planda damarlarında hissederek aşağılık duygusu içinde bocalayıp dururken, Batı'nın içinden çıkan ve üstelik Müslüman olduğunu söyleyen düşünürler tarafından Batı ve modernizm kıyasıya eleştiriliyordu. Bu Batılılar'ın Batı'yı eleştirmelerinden daha anlamlı ve kabul edilebilir geliyordu müslümanlara. Genelde bir tür Batılı mühtedilere teveccühün arkasında yatan nedenlerden birinin bu olduğunu sanıyorum.

Guenon ve Nasr gibi düşünürler geleneği kutsarken bir anlamda Protestanlığın Hıristiyanlıkta kilisenin otoritesini reddederek bir yorum anarşizmine yol açtığı, metnin (kutsal kitabın) öneminin azaldığı, dolayısıyla buna uygun bir pratiğin öneminin azaldığına benzer bir gelişmenin önüne geçmek ister gibidirler. Bu endişe onları tarih içinde gelenek adına ne varsa hepsine sahip çıkmaya ve onları kutsamaya sevk ediyordu. Netice itibariyle gelenek olarak kabul edilen bir 'silsile' kesinlikle İslam'ın dışında bir şey olabilmektedir.

4- Kur'an'ın kendi mesajına karşı çıkanlara yönelik eleştirisinin kilit kavramı olan "atalar dini" kavramının müslümanların geleneğe ve gelenekçilere bakışlarını belirleyen temel bir kavramsal çerçeve sağladığını düşünüyor musunuz?

Müslümanlar modemizm ya da gelenek kavramları dışında kendilerini nasıl ifade edebilirler?

'Atalar dini' kavramı ile 'bidat' kavramını incelediğimizde Kur'an bize modernizm ve gelenek konusunda önemli ipuçları vermektedir. Allah'tan gelen ilahi mesaja tabi olmalarının istenmesi karşısında atalarını üzerinde buldukları şeyden başkasına tabi olmayacaklarını (31/21) ya da babalarını üzerinde buldukları şeyin kendilerine yeteceğini (5/104) ileri süren müşriklerin bu tavrı gelenekçi bir tavırdır. Kur'an, atalarının hiç bir şey bilmemeleri veya kendilerine doğru yol gösterilmemesi (2/170) ya da atalarının 'üzerinde bulunduğundan daha iyisinin kendilerine getirilmesi (43/24) halinde ilahi mesaja karşı körü körüne karşı çıkarak geleneğe bağlı kalanları yermektedir,

Diğer taraftan, 'atalar dini' kavramı salt bağnazca bir geleneğe bağlılıktan daha ziyade, kendisi ile doğru ya da yanlışlığın test edildiği bir ölçüt, doğru bilginin kaynağı olarak da algılanmaktadır (28/36).

Ancak, buradan Kur'an'ın geleneğin tamamını mahkum ettiği sonucunu çıkarmamak gerekir. Zira, onların bu davranışları, kesin bir bilgiye ya da kendilerine verilen bir kitaba dayanmadığı (43/20) ifade edilerek yerilirken; ilahi bir kaynağa dayanan bir gelenek de olumlanmaktadır. Nitekim, Yakub'un oğullarından ataları İbrahim, İsmail ve İshak'ın dinine uyduğu ifade edilmiş (2/133), Müslümanlara da ataları İbrahim'in dinine tabi olmaları emredilmiştir (22/78). Diğer taraftan, Rasulullah'a kendisinin risalet fikrini ortaya ilk defa atan (bidatçi) olmadığını söylemesi de emredilmiştir (46/9).

Bu konuda şu ayet müslümanların modernizm ve gelenek karşısındaki tutumlarını belirlemede bir anahtar olabilir: "Yusuf:) 'Doğrusu ben, Allah'a inanmayan ve ahireti inkar eden bir kavmin dinini terk ettim. Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub'un dinine uydum." (12/37-38).

Birinci cümle ile o günkü batıl gelenekten bir kopuş, terk ediş ifade edilmekte ve dolayısıyla modernist olarak nitelendirilebilecek bir tavır sergilenmekte; buna karşılık ikinci cümle ile hak bir geleneğe bağlılık ifade edilerek gelenekçi bir tutum benimsenmektedir.

Sonuç olarak, Kur'an'ın yerdiği geleneğin kesin bir bilgiye (vahye) dayanmayan, zanna dayanan bir gelenek olduğunu, vahye dayalı bir geleneğin yerilmesinin söz konusu olmadığını söyleyebiliriz. O halde, müslümanların yaşatması gereken şey ne olursa olsun gelenek değil, Vahiy Geleneğidir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR