1. YAZARLAR

  2. Fevzi Zülaloğlu

  3. Gece Vakti Ansızın Gelen Baskın

Gece Vakti Ansızın Gelen Baskın

Eylül 1999A+A-

"Nice kentler yok ettik. Kahredici baskınımız (be's) onlara, gece yahut öğle vakti uyurlarken ansızın gelip çatmıştır." (7/A'raf, 4)

"Artık 'kötülüğü örgütleyip düzenleyenler' Allah'ın kendilerini yerin dibine geçilmeyeceğinden veya şuuruna varamayacakları yerden azabın gelmeyeceğinden güvende midirler? (16/Nahl, 45)

Giriş

Marmara bölgesinde meydana gelen depremle alakalı çok şey yazılıp söylenmiştir. Biz bu söylenenleri üç grupta mütalaa edebiliriz. Birinci grubu pozitivist materyalistler oluşturmaktadır. Bu kesimi temsil eden kimi konuşmacılar ve yazarlar konuyu Allah'ın kudretine tanıklık eden kanıtları görmezden gelerek sebepleri ilahlaştırıcı pozitivist yaklaşımlarla ele almışlardır.

İkinci grubu Hurifiler temsil etmektedirler. Dini bir söylem geliştirme kaygısı ile hareket eden bu yorumcular ise hurufilik tuzağına düşmüşlerdir. Harflerden, rakamların toplanıp, çarpılıp çıkarılmasından medet umarak ateist jeologlara cevap yetiştirme yanlışına düşen bu yaklaşımlar, hiç şüphesiz materyalistlerinki kadar hikmetten yoksundur.

Üçüncü grubu ise pozitivistlerin fetvacıları diye isimlendirebiliriz. Firavun gibilerin Haman'lığını ve müşriklerin Samiri'liğini meslek edinen bu zevata göre dünyada meydana gelen olayların nedenleri vardır. Ama sebebleri yarattıktan sonra tanrı dinlenmeye geçmiştir! Sürekli oluşum halindeki kevni olaylar bir saat gibi kurulmuş kendi kendisine işlemektedir!

Aralarında İlahiyatçı akademisyenlerin de bulunduğu birer Kur'an uzmanı(!) olan bu şahıslar aslında kavimlerin başına gelen musibet ve helakların kendi elleriyle yaptıkları kötülükler yüzünden geldiğini iyi bilmektedirler. Fakat onlar sadece kötülüğü müteahhitlerin yaptıklarıyla sınırlamaktadırlar. Hırsız, talana müteahhitleri yetiştiren, örgütlü suçun tuzaklarını ayarlayan sistemi görmezden gelmektedirler.

Kafirlere karşı alçak gönüllü olmayı şiar edinmiş, onursuzca hayat sürdüren kitlelerin bir sözcüsü ve terapisti durumundaki bu din uzmanları depremin bir helak şeklinde nitelendirilmesine çok sinirlenmektedirler. Çünkü onlar tuğyanın önderlerinin bu şekilde rahatsız edilmesini içlerine sindirememektedirler. Yardakçılık yapmakla yükümlü oldukları kesimlerin yaşadıkları güven bunalımını telkinlerle aşmalarını sağlamayı kendileri için bir görev saymaktadırlar.

Zalimi değil mazlumu suçlayan, Allah'ı değil tağutu razı etmeye çalışan, vesvese saçan, yetmezse ortalığı velveleye veren bu insan kılıklı şeytanlar tabii ki saçmalamaktadırlar.

Bu "bilge"lerimize göre deprem bir helak değilmiş. Çünkü helak onlara göre içinde peygamber yaşayan toplumlara gönderilirmiş. Bu peygamberlerin uyarıları olmadan helak gerçekleşmezmiş. Peygamber olmayan uyarıcı mü'minleri görmezden gelen bu din uzmanlarına sormak gerekir: 'Fil ordusu helak edildiğinde onlar arasında veya yakınlarında hangi peygamber yaşamaktaydı? Fil ashabının başlarını ekin biçer gibi biçen Ebabil kuşları gelmeden önce hangi peygamber o zalimleri uyarmıştı? Uyarıcının illa da bir peygamber olması mı gerekir?

"Bilge"lerimiz aynı zamanda helakin lokal değil bütün toplumu yok edecek şekilde gelmesi gerektiği kanaatindedirler. Uzmanlarımızın bilmiyorlarmış gibi davrandıkları bir gerçeği öğüt almak istiyorlarsa hatırlatalım. Mısır'da kurulan Firavun'lar uygarlığının sonu bir dizi musibetler ve helaklar şeklinde aşamalı bir şekilde gelmiştir. Helakin illa da toptan olması gerekmeyebilir. (Bkz. 29/Ankebut, 40) Ama Firavun ve onun suçlu toplumu küçük ikazları, uyarıları hiçe saydıkları için en sonunda helak topunu birden vurup denizin dibine gömmüştür.

Deprem vb. olayları nasıl algılamamız gerektiğine dair doğru bir perspektifi sadece Kur'an'ın rehberliğinde elde edebiliriz. Bu çalışmanın amacı konu ile ilgili sahih bir bakış açısı kazanma gayretini Kur'ani bir düzleme yöneltmektir.

Biz müminler her kafadan çıkan her sese değil, ilahi kelam ile Rabbimizin bize öğrettiklerine kulak vermek zorundayız. Allah teala vahiy yolu ile insanlara olayları doğru kavrama yeteneği bahşetmektedir.

Yaratıcımızın fıtratımıza yerleştirdiği muhakeme gücüne ve Kur'ani hikmete dayanarak ilk değerlendirme ilkemizin "bütün nedenlerin yaratanı Allah'tır" ölçüsü olduğunu öncelikli olarak belirtmek zorundayız. Depremi fay hattı hareketleriyle izah etmek tutarlı bir teori olabilir ama Allah'ın izni olmadan hiçbir çiğ tanesi de oluşamaz, hiçbir damla düşemez, hiçbir yaprak kımıldayamaz. Fay hattı bir sebeptir. Bu sebep ise her yaratılan gibi emrini ve iznini yaratanından almaktadır. Pozitivistlerin gözden ırak tutmak istedikleri gerçek budur.

Pozitivist materyalizmden kaçmak isteyen bazı yorumcular ise, yağmurdan kaçarken doluya tutulma misali, dini jargon kullanayım derken ebced hurafesinden medet ummuşlardır. Bunlara göre Zilzal Suresi'nin mushafta 99. sırada yer alması 1999'a işaret etmektedir. 8 ayetten ibaret olması da 8. ayı simgelemektedir! Oysa bu surede bahsedilen zelzele, lokal sarsıntılarla ilgili değil kıyamette vuku bulacak tüm arzın hareketleri ile alakalıdır. Kur'an'da mevzi sarsıntılar için Recfeh kelimesi kullanılmaktadır. Bu hesapçılara sormak gerekir: Bu ebcedin kafası Güneş takvimine göre mi çalışmaktadır? Niçin 99. surede 1999 yılını aramıyorsunuz; 1999. sûre olmadığı için mi?

Çağdaş hurufiler A'raf suresi 4. ayette geçen Be's kelimesini de depremle özdeşleştirip şokun şiddetini ölçmektedirler. Buna göre 7. surenin 4. ayeti; 7.4 şiddetindeki şoku önceden haber vermektedir. Be hey gafiller siz daha önce neredeydiniz. Bu kadar çok şey biliyordunuz da niçin insanları uyarmadınız?

Deprem vb. helak türleriyle ve müminleri de içine alan musibetlerle alakalı asıl söylenmesi ve öne çıkarılması gerekenin ne olduğunu, Rabbimizin rehberliğinde doğru kavrama zarureti vardır. Kısaca ifade etmek gerekirse alışılmış veya alışılmamış her olay Allah'ın sonsuz gücünün kanıtları, olağanüstü gözüken olgu ve olaylar ise Rabbini unutanlara son bir ikaz ve uyarıdır. Bu gerçeğin ayrıntılarını hikmetli Kur'an'da bize müntakim olan Allah gerektiği kadarı ile belletmektedir. Gözümüzü, gönlümüzü, kulağımızı ilahi hakikatlere açarak olayları doğru yorumlama yeteneği kazanmalıyız.

A- Ansızın Gelen(Be's)dir

Güç, şiddet, baskı, savaş, kuvvet anlamlarına gelen be's kelimesi helakla alakalandırdığında Allah'ın suçlulara aniden gelen baskını manasını kazanmaktadır.

Be's sadece deprem, tufan gibi algılanabilir somut yok etme türlerine işaret etmez. Be's'i en iyi baskın yiyenler bilmekte ve hissetmektedirler. Bu kavram, helakin felsefesinin ipuçlarını da bize öğretmektedir.

Zorlu, şiddetli, dayanılmaz azap anlamına gelen Be's, helak türlerinin genel muhtevasına işaret eden bir kelimedir. Toplumların yok edilmeden önceki aşamalarda denendiği sıkıntılara da Be's denilmektedir. (Bkz. 6/E'nam, 42-43.)

Şiddetli bir dünyevi helakten, ahiretteki bitimsiz azaptan kurtulma yollarını Rabbimiz bize Kur'an ile öğretmektedir. Kur'an'ın indiriliş gayelerinden biri de Be's'e ve azab'a karşı insanları uyarmaktır. (Bkz. 18/Kehf, 2.)

Baskın (Be's) Ne Zaman Gelir? Be's ile ilgili ayetlerden anladığımıza göre Allah kafirleri baskınla şu vakitlerde vurur: Gece uykudayken, gündüz dinlenirken, eğlence esnasında ve suçüstü olacak şeklinde...

"O halde, artık hangi toplumun insanları azabımızın geceleyin daha onlar uykudayken ansızın başlarına kopmayacağından emin olabilirler?" (7/A'raf, 97; ayrıca bkz. 6/En'am, 44; 7/A'raf,4-5, 98.)

Allah'ın diledikleri hariç hiç kimse baskından kurtulamaz. (Bkz. 21/Enbiya, 12; 40/Mü'min, 29.) Zorlu azaptan kaçıp kurtulmak mümkün değildir. Çünkü suçluları helak etmek, Allah'ın değişmez yasası olarak takdir edilmiştir. (Bkz. 6/En'am, 147-148; 12/Yusuf, 110.)

B- İlahi Yardım Ve Cezalar

Yarattıklarının özüne varoluş gayesi ile ilgili gerekli emirleri yerleştiren Allah hiçbir şeyi başıboş bırakmamıştır. Zaten kendi yarattıklarına sözü geçmeyen, kontrolü ve denetimi kaybetmiş bir ilah tasavvuru da İslam'da yoktur.

İnsan fıtratını iyiye ve kötüye meyilli yaratan Rabbimiz, gönderdiği elçilere hem Hakkın ne olduğunu göstermiş hem de başına buyruk hareket etmek isteyenleri uyarmıştır. Peygamber görevlendirmek, melek elçi ile buyruklarını indirmek Allah'ın tarihe ve topluma bir müdahale türüdür. Yüce Rabbimiz yarattıklarını bir gayeye göre yaratmıştır. Eğlence olsun diye değil.

Kenara çekilip olup biteni sadece seyreden, hiçbir müdahalede bulunmayan ilah anlayışı Kur'an akaidine aykırıdır. Rabbimiz insan yaşamına tarihin başından beri çeşitli müdahalelerde bulunmuştur. Toplumsal, siyasal, yasal ve ekonomik alanlarda ortaya çıkan Hak-Batıl mücadelesinde Allah teâla tarafsız değildir. O kendi yandaşlarının, Hakk cephesinde yer alanların yanındadır. Batıl cephesinde yer alanların yar ve yardımcısı yoktur. Ancak bunu sınav şartlarını bozacak şekilde değil, adaletli bir biçimde yapmaktadır.

Yüce Rabbimiz taraf oluşunu mü'minlere yardım etmek, kafirlere dünya ve Ahiret azabı vermek suretiyle göstermektedir.

Allah'ın elçilere ve müminlere yardım va'di olduğunu anlatan ayetlerden bir kaç örnek için bkz. 8/26,40; 12/110; 37/171-173; 40/51; 72/24-25. v.d.

Bu araştırmamızın konusu ilahi yardımlar olmadığından teferruata girmeyeceğiz. Ancak ilahi cezalarla ilgili gerekli ayrıntılar üzerinde durmak istiyoruz.

Allah'ın cezayı hakedenlere bulunduğu fiili müdahalelerle ilgili ayetlere dikkatlice baktığımızda temelde iki tür yaptırımdan söz edildiğini görmekteyiz: 1- Musibet, 2- Helak. Musibette hedef bütün insanlara yöneliktir. Ancak helakte hedef sadece suçlulara yöneliktir.

C- Musibet Mü'minlere de Dokunur, Kafirlere de

a) Mü'minlere Dokunan Musibet

Musibet, mümin kafir ayrımı gözetilmeksizin insanların başına gelen belalardır.

Eğer musibet mü'minleri buluyorsa yüzeysel bir yorumla "felaket" diye isimlendirilmemelidir. Çünkü amaç sınamaktır. Kafirleri bulan musibetlerse bu dünyada helak edilmeleri, ahirette ise azabedilmeleri şeklinde vuku bulur. Müslümanların zulme tepkisiz kalmaları da musibetin onlara erişmesine neden olabilir.

Musibetler tesadüfi değildir. Bir gayesi vardır. Çünkü hiçbir şey Allah'ın izni olmaksızın vuku bulma imkanına sahip değildir. Teğabün süresi 11. ayet, bu gerçeğe şöyle işaret etmektedir:

"Allah'ın izni olmadıkça (insanın) başına hiçbir musibet gelmez. O halde kim Allah'a inanırsa kendi kalbini açmış olur ve Allah her şeyi bilendir."

Allah'ın iradesine teslim olan müminler başlarına gelenden dolayı Rabblerine isyan etmezler. Çünkü İslam ahlakını yol edinen müminler Allah yolunda başlarına gelen ölüm vb. musibetlerin bir sınama aracı olduğunun bilinciyle hareket ederler. Çünkü Allah'ın buyruğunda öngörülmeyen hiçbir şey dünyada da ahirette de gerçekleşemez. (Bkz. 57/22)

Bu konuda vasat ölçü "eldeki ile şımarmamak ve elden kaçana üzülmemek" şeklindedir. (Bkz. 57/Hadid, 23)

Musibet Maide suresi 106. ayette ölümün işaretleri olan hastalıklar anlamında geçmektedir. Mü'minlerin başına gelen ölüm tehlikesi, açlık, mal kaybı, can kaybı birer musibettir. Fakat bunlar cezalandırmak maksadıyla değil sınanmak amacıyla başa gelmektedir. (Bkz. 2/Bakara, 155)

Allah'ın izni olmadan hiçbir şeyin yerinden dahi kıpırdamayacağı bilincini kuşanan mü'minler başlarına ölümlü bir musibet geldiğinde şöyle demelidirler: "...Doğrusu biz Allah'a aitiz ve muhakkak O'na döneceğiz..." (2/Bakara, 156)

Ali İmran suresi 165. ayette musibet hem müşriklerin başına gelen ölüm felaketi hem de mü'minlerin başına gelen ölüm gerçeği anlamında kullanılmıştır. Buna göre Bedir'de müşriklerin bozguna uğratılması esnasında öldürülmeleri onlar için bir musibettir. Uhud'da hamasi bir rahatlıkla sırf mü'min olmanın kendilerine zafer kazandıracağını zanneden İslami eğitimi yeterince sindirememiş aceleci, disiplinsiz kimselerin yaşattığı acı tecrübe de bir musibettir. Dolayısıyla bu felaket de Allah'ın bir haksız müdahalesi değil müminlerin kendi yaptıkları hatalarının sonucu olarak başlarına gelmiştir. "...0 sizin kendi eserinizdir. Doğrusu Allah dilediği her şeyi yapmaya kadirdir." (3/Al-i İmran,165)

Allah yolunda cihada çıkanların başına gelmesi muhtemel olan ölüm tehlikesi de olumlu anlamda musibet olarak nitelendirilmektedir. (Bkz. 4/Nisa, 72-73; 9/Tevbe, 50)

b- Kafirleri Vuran Musibet

Bazı musibetler müminlerin kendilerini toparlayıp ıslah etmemeleri yüzünden nasıl başlarına geliyorsa kafirlerin başlarına gelen dünyevi musibetler ve ahirette kafirlerin önceki kitapları ve Kur'an'ı bile bile inkar etmeleri neticesinde ahirette başlarına musallat olacak azap, musibet diye isimlendirilmektedir. (Bkz. 28/47) Karşılaşacakları musibetler de hak ettiklerine kavuşmak şeklinde vuku bulacaktır.

Nisa suresi 62. ayette münafıkların ahirette başlarına gelecek felaket, musibet kavramı ile izah edilmektedir:

"Fakat bu dünyada yaptıkları yüzünden (hesap günü) başlarına bir felaket geldiği zaman ne olacak (onların hali). O zaman sana (Hz. Muhammed'e) gelip niyetimiz, iyilik yapmak ve uyum sağlamaktan (uzlaşmaktan) başka bir şey değildi (diyecekler)."

Ahiret azabı anlamındaki musibet hak edenlerin başına gelmektedir. "(Hesap günü) başınıza gelecek her felaket (musibet) kendi ellerinizle yapıp ettiklerinizin bir ürünü olacaktır. Bununla beraber Allah çok bağışlayıcıdır." (42/Şura, 30)

D- Helak İle Musibet Arasındaki Fark

Musibet mü'minlere de dokunan bir muhtevaya sahiptir. Kafirleri vuran dünyevi musibetlerin en ağırı helaktir. Helak ise sadece kafirlere yöneliktir. Ancak neticelerinden mü'minler de etkilenebilmektedir.

Helak'ın gayesi suçluları cezalandırmaktır. Ancak suça ortak olmayan, teşvik etmeyen ama sessiz kalan mü'minler de suçludur. Dolayısıyla ana hedef zalimler olsa da etkileri geniş ölçeklidir. Böyle bir durumda tanımlama yanlışına düşmemek gerekir.

Aslında kafirler için gönderilen dünyevi azaptan bizim suçsuz diyebildiğimiz bazı mü'minler de etkilenebilirler. İşte bu etkilenmenin Rabbani isimlendirmesi helak değil musibettir. Konunun daha geniş açıklamasını ileriki başlıklara bırakarak önce helakin ne olduğunu daha ayrıntılı bir şekilde anlamaya çalışalım.

E- Kur'an'da Helakin Anlam Çerçevesi

H-L-K kök harflerinden türemiş bir masdar olan helak kavramı, yok olmak, perişan olmak, mahvolmak, zayi olmak, ölmek anlamlarına gelmektedir. Hemze ilavesi ile bu fiil geçişli hale gelmekte ve anlam şu şekilde genişlemektedir: Felakete uğratmak, başını belaya sokmak, toptan kökünü kazımak, felaketle cezalandırmak...

Kök anlamlarını toparlarsak Helak kavramı Kur'an-ı Kerim'de belli suçlar işleyen zalimlerin ve zulme seyirci kalan kitlelerin toplu veya ayrı ayrı felakete uğratılması anlamına gelmektedir.

Bu kelime Beled suresi 6. ayette tüketmek, harcamak anlamında geçmektedir. Diğer tüm ayetlerde ise felakete uğratmak, felakete uğramak, telef etmek, mahvetmek, öldürmek gibi olumsuz çağrışımlar içeren manalar ihtiva etmektedir.

Helak'in felakete uğratmak anlamında kullanıldığı elliye yakın ayetten bazıları için örnek olarak bkz. 6/6; 10/3; 15/4; 17/17; 19/74, 98 vd.

Kavramın öldürmek anlamında kullanıldığı ayetler ise şunlardır: 5/17; 7/155; 45/24; 67/28.

En'am suresi 26. ayette ise Allah'ın ayetlerini inkar etmek suretiyle cehennem azabını hakedenlerin kendi kendilerini mahvettikleri gerçeği helak kavramı bağlamında geçmektedir.

Münafıkların yalan yere yemin ederek iman ve ahidlerine bağlı kalacaklarına dair iddialarına Tevbe suresi 42. ayette rastlamaktayız. Burada helak kavramı ebedi hayat olan ahiret hayatındaki kurtuluşun tehlikeye atılmasını ifade için kullanılmıştır.

Helak Bir Süreç Eylemidir

İhmal etmeyen, imhal eden (erteleyip süre ve fırsat veren) yüce Rabbimiz şerre meyilli olarak yarattığı insanoğlunu hemen cezalandırmaz. Kullarına karşı son derece merhametli olan Allah, insanlara işledikleri günahlardan dolayı tevbe edecekleri kadar mühlet tanır.

Bizim tam olarak idrak edemeyeceğimiz bir zamana kadar fırsat tanır.

Nahl Suresi'ndeki bir ayet bu gerçeği bize kesin bir şekilde öğretmektedir:

"Şimdi eğer Allah yapakları kötülüklerden ötürü insanları (hemen) tepeleyecek olsaydı yeryüzünde tek bir canlı bırakmazdı. Ne var ki onları belirlenmiş bir sürenin sonuna kadar erteliyor. Süreleri dolduğu zaman sonlarını bir an olsun ne geciktirebilirler ne de öne alabilirler." (16/Nahl, 61; ayrıca bkz. 6/En'am, 133; 13/Ra'd, 32; 12/Yusuf, 110; 18/Kehf, 58,59; 35/Fatır, 45)

Bir kenti veya toplumu helak etmeden önce uyarıcılar açıkça hakkı anımsatır, anlatırlar. Buna rağmen zulmedenlere meyleden, inatla gerçeğe karşı yabancılaşma yolunu seçenler helak edilebilirler. En'am suresi 131. ayette anlatıldığı gibi:

"Gerçek şu ki, bir toplumun fertleri (doğru ile eğrinin anlamından) habersiz olduğu sürece Rabbin o toplumu yaptığı yanlışlardan dolayı asla helak etmez." (Ayrıca bkz. 28/Kasas, 59.)

Uyarıları gözardı eden, şımarık ve pervasız bir eda ile yeryüzünde çalım satıp gayesizce yaşamayı bir tarz olarak sürdüren bozguncular ıslah olmalarından ümit kesildiğinde ansızın baskına uğrarlar. En'am suresi 44. ayette belirtildiği gibi: "Sana kendilerine yapılan uyarıları gözardı ettiklerinde bütün güzel şeylerin kapılarını onlara ardına kadar açtık. Ve kendilerine bağışlanan şeylerden zevk alarak yararlanmaya devam ederlerken onları apansız yakaladık. İşte o an bütün ümitlerini kaybettiler. "

Peygamberler veya uyarıcı mü'minler toplumu uzun bir süre Hakka davet etmişse, artık ümitler tükenmişse, Allah'ın elçileri yalancılıkla damgalanmışsa, günaha gömülüp gidenlere azap hak olmuş demektir. (Bkz. 12/Yusuf, 110)

Zulüm üstüne zulüm işleyen zalimleri helak etmek Allah'ın değişmez bir yasasıdır: "Hem (bilmiyor musunuz ki) biz zulümde ısrar eden nice toplumları kırıp geçirdik de onların yerine başka toplumlar meydana getirdik. Ve onlar bizim cezalandırıcı kudretimizi hissetmeye başlar başlamaz hemen oradan kaçmaya davranırlardı." (Enbiya, 11-12; ayrıca bkz. 21/13-14)

F- Toplumların Ecelini Allah Belirler

Varolan hiçbir şey Allah'ın bilgisi dışında gerçekleşmez. O her şeyi egemenliği altında bulundurur. Olayları tesadüfle açıklamak, yüzeysel ve basit algılamayı alışkanlık haline getiren derin düşünceden ve hikmetten yoksun cahillerin bir alışkanlığıdır.

Toplumların ömrünü belirleyen kendi işledikleridir. Uyanlara rağmen İlahi kelama karşı duyarsız kalan, adaleti terk eden toplumların ömrünü sona erdirmek Allah'ın koyduğu evrensel bir kuraldır. Rabbimiz bu gerçeği bize aşağıdaki ayetlerde öğretmektedir:

"Çünkü biz hiçbir toplumu ilahi kelamdan bütünüyle haberli kılmadan helak etmedik. (Ve zaten) hiçbir ümmet kendisi için belirlenmiş sürenin bitimini öne alamayacağı gibi erteleyemez de." (15/Hicr. 4-5)

Belirli bir yaşama süresi tanınan fertler ve toplumlar Allah'ın hidayet yolunu kabul etmek veya reddetmek hususunda denenirler. Tıpkı bireyler gibi toplumların da bir eceli vardır. A'raf suresinde ifade edildiği gibi: "Ve her toplum için bir vade (ecel) belirlenmiştir. Öyle ki, vadeleri dolduğunda onu bir tek an olsun, ne geciktirebilirler ne de öne alabilirler." (A'raf, 34; ayrıca bkz. 10/Yunus, 49; 23/Müminun, 43)

G- Helake Yol Açan Sebebler

Yüce Allah helak edilmeyi hak eden kentlere ve toplumlara süreleri bittiğinde çeşitli şekillerde müdahale eder. Durup dururken, sebepsiz hiçbir olay gerçekleşmez.

Bütün işlerini adaletle yapan Rabbimiz kullarını nedensiz yere cezalandırmaz. Cezayı hak edecek kadar süre tanınanın da müddeti dolduysa artık helak ile görevli azap melekleri iner ve iş bitirilir. Bize hak ile batıl arasında ayıraç işlevi görecek düsturları Kur'an-ı Kerim ile öğreten Rabbimiz toplumların helak edilmelerine yol açan sebepleri beyan etmiştir. Bu sebepleri özetle sıralamak istiyoruz:

1- Zulüm: Adaletsiz davranmak, insanlara eşit fırsat tanımamak zulümdür. Zulüm bir şeyi olması gerektiği yerden kaydırıp dengeleri alt üst edecek şekilde kargaşa meydana getirmektir. Allah'ın kullarına tanıdığı hakları ihlal etmek, haksızlık yapmak bir helak nedenidir.

"Zulüm ve haksızlıkta onmaz düzeylere vardıkları için nice şehirleri yok ettik. Öyle ki, şimdi hepsinin yerinde yeller esiyor. Çatıları çökmüş, kuyuları kurumuş, yükselen sarayları (yerle bir olmuş." (22/Hacc, 45; ayrıca bkz. 10/Yunus, 13; 11/Hud, 77-83; 28/Kasas, 59; 27/Neml, 52; 53/Necm, 50-52.)

2- Tuğyan: Taşkınlık yapmak, Allah Tealanın ilahi hukukla belirlediği adalet sınırlarını aşıp yoldan çıkmak bir helak nedenidir. Çünkü Tuğyan Allah'ın egemenliğine meydan okumaktır. Her şeyden haberdar olan Rabbimiz ilahlığına yönelen taşkınlığı asla karşılıksız bırakıcı değildir. Tağutlar kendi azgınlıklarına halklarını da ortak ettikleri için felaket bütün toplumu etkisi altına almıştır. Ad, Semud, Firavn halkları tuğyan suçu yüzünden helak edilmişlerdir.

"(Onlar) toprakları üzerinde tuğyan işlediler. (Hak ve adalet sınırlarım aştılar) ve orada büyük bir yozlaşma ve çürümeye sebep oldular. İşte bu yüzden Rabbin onları azap kırbacından geçirdi." (89/Fecr, 11-13; ayrıca bkz. 53/52)

3- Tekzib: İlahi vahyi ve elçilerini yalanlamak da bir helak sebebidir.

"Fakat halkı onu (Şuayb 'i) yalanladı. (Tekzib). Bu yüzden bir depreme maruz kaldılar. Ve yurtlarında cansız bir şekilde yere serildiler." (29/Ankebut, 37; ayrıca bkz. 21/Enbiya, 6; 23/Müminun, 44; 38/Sa'd, 12-14; 40/Mümin. 20-22; 50/Kaf, 12-14)

4- İtraf: Varlık ve refah içinde yüzenlerin azgınlaşması. Allah'ın nimetlerine karşı şükran görevini yerine getirecekleri yerde sahip olduklarını zulüm aygıtlarına dönüştürenlerin helaki kaçınılmazdır. Kur'an'da geçen Batr kavramı da nimete karşı küfran ile nankörlük edip şımarmak demektir. Batr da itraf gibi helaka yol açan kötü bir eylemdir. Bu kötü fiilleri toplumsal konumları yüksek, nüfuzları güçlü liderlik konumundakilerin işlemesi durumun vehametini daha da artırmaktadır:

"Fakat bir toplumu yok etmeyi (helaki) irade ettiğimiz zaman o toplumun refaha gömülmüş seçkinlerine (mutrefne-sosyetesine) son uyarılarımızı iletiriz. Ve eğer onlar günahkarca yaşamaya devam ederlerse cezalandırıcı yargı artık o toplum için kaçınılmaz olur ve biz de onu darmadağın ederiz." (17/İsra, 16; ayrıca bkz. 28/Kasas, 58; 42/Şura, 27; 34/Sebe, 34)

5- Zenb: Lafzen günah demektir. Günahlar yaratıcıya karşı bir meydan okumayı içerecek kadar yaygın ve açıkça, örnek oluşturacak şekilde işlendiğinde helak şekillerinden biri kapıyı çalıyor demektir. Ankebut suresi 40. ayette belirtildiği gibi:

"Çünkü onların her birini günahlarından dolayı hesaba çektik. Kiminin tepesinde ölümcül fırtınalar estirdik. Kimini (ani) bir kasırga yok etti. Kimisini yerin dibine geçirdik ve kimisi de suda boğulup gitti. Onlara haksızlık yapan Allah değildi. Fakat onlar kendi kendilerine haksızlık yapıyorlardı." (29/Ankebut, 40; ayrıca bkz. 40/Mü'min, 21)

6- Fesat Çıkarmak (ifsad): Yeryüzünde bozgunculuk yapmak, doğal çevreye ve insan fıtratına yönelik fesat saçmak da helak edilmeyi hak eden kötü bir ameldir.

"Ve orada büyük bir yozlaşmaya (fesada) ve çürümeye sebep oldular. İşte bu yüzden Rabbin onları azap kırbacından geçirdi." (89/Fecr, 12-13; ayrıca bkz. 2/Bakara, 204-205; 29/Ankebut, 36)

7- Cürüm: Suç. Adaletten ayrılarak suçluları cezasız bırakıp suçsuzlara karşı kötü muamele yapmak demektir. Cürüm günaha batmış toplumun örgütlü bir suçudur. Zalimlerin önde gelenleri hile ve entrikalarla çeşitli suçlar işleyerek mazlumlara bütün güç ve olanaklarıyla saldırmayı bir alışkanlık haline getirdiklerinde Allah'ın azabı yola çıkmış demektir. Firavun ve yandaşlarından bahsedilen Duhan suresi 19-27. ayetler arasında Rabbimiz suçluların sonunun helak ile bittiğini bize anlatmaktadır:

"(Musa) daha sonra, 'Bunlar gerçekten günaha batmış (mücrim) bir toplumdur' diye Rabbine seslendi. (Ve Allah) 'sen kullarımla geceleyin ilerle' dedi. Çünkü mutlaka takip altında olacaksınız. Ve denizi öyle olduğu gibi bırak. Zaten onlar boğulmaya mahkum bir topluluktur." (44/Duhan, 22-24)

8- İstihza: Alay etmek. Allah'ın kelamını, elçilerini, şialarını ve simgelerini (kabe ve başörtüsü gibi) alaya almak, O'nun dinini aşağılamak, çeşitli yaftalarla dile dolamak bir helak nedenidir.

"Gerçek şu ki senden önceki elçilerle de alay edilmişti. Buna rağmen, Biz o kafirleri bir süre kendi hallerine bıraktık. Ama sonunda kıskıvrak yakaladık. Ve (böylece) benim cezalandırmam nasıl olurmuş (gördüler)." (13/Ra'd, 32; ayrıca bkz. 40/Mümin, 83; 43/Zuhruf, 7-8)

9- İsyan: Karşı çıkmak. Allah'ın dini ile ve elçileriyle bir karşı cephe açıp savaşmak, mücadeleye girişmek helak edilmeyi hak eden kötü fiillerdendir. Firavun'un isyanından söz eden Hakka Suresi'nin şu ayetinde belirtildiği gibi:

"Rabbinin gönderdiği elçilere isyan etmişlerdir. Allah şiddetli bir ceza darbesi ile onların hesabını gördü." (69/Hakka, 10; ayrıca bkz. 76/Müzzemmil, 16)

10- Fısk: Günah işlemeyi ahlak edinmek demek olan fısk, kafirlerin ve münafıkların bir eylem şeklidir. Açıktan açığa günah işleyerek sapıklıkta örnek oluşturan böylece Allah'ın emrinden çıkanlara fâsık denilir. Lut peygamberin Risalede görevlendirdiği kötü ahlaklı fasık toplumun helak edilişini anlatan Kur'an ayetlerinden bazıları şunlardır:

"Ve Lut'a da sağlam bir muhakeme yetisi ve ilim verdik. Ve onu çirkin davranışlar ortaya koyan bir toplumun elinden kurtardık. Gerçekten (onlar) günaha gömülüp gitmiş yoz fasık) bir toplumdu." (21/Enbiya, 74)

11- Hâtie: Hata diye Türkçe'ye geçen bu kelime sürekli günah işlemeyi hayat tarzı haline getirmeyi ifade eder. Suçunu itiraf ile tevbe yolunu seçmeyen, ısrarla günah işlemeye devam eden toplumun helaki kaçınılmazdır. Nice kentlerin hâtie suçu yüzünden yok edildiğini Hakka suresinden öğrenmekteyiz:

"Bir de Firavun vardı. Ve ondan önce yaşanışları, alt üst olmuş şehirler günah üstüne günah (hâtie) işlemişlerdi." (69/Hakka, 9)

12- Fitne: İmtihan, deneme, ayartı, karışıklık, ihtilaf, çekişme, kargaşalık gibi kelime anlamları vardır. Kavram olarak, insanın Allah'ın yolundan ayrılmasına yol açan kötülük yönünde ayartılması demektir. Fitneye karşı mücadele etmeyenler de Enfal suresi 25. ayetin tanıklığına göre Allah'ın azabına uğramaktadırlar.

"Ve öyle bir fitne'ye karşı uyanık ve duyarlı olun ki o sadece kafirlere musallat olmaz. Ve bilin ki Allah azapta çok çetindir." (Ayrıca bkz. 2/Bakara, 191-193)

13- Mekr: Tuzak kurmak. Allah'ın dinine ve elçilerine karşı çeşitli hile ve entrikalar çevirerek tuzaklar kuranların, planlar çevirenlerin, örgütlü suçlar tasarlayanların sonunu Neml Suresi'nden öğreniyoruz:

"Ve böylece bir tuzak kurdular. Fakat onların hiç fark edemeyecekleri biçimde biz de bir tuzak kurduk. Ve sonra, bak onların kurduğu bütün tuzakların sonu ne oldu. Onları ve onların peşinden giden toplumu, hepsini yerle bir ettik." (27/Neml, 50-51; ayrıca bkz. 40/5-6)

14- İsraf: Aşırılığa düşmek, savurganlık yapmak, boşa harcayıp tutumsuz davranmak anlamlarına gelir. Bu fiilin helake yol açan anlamı, hiçbir ahlaki endişe taşımaksızın dünyada Allah'ın kendisine lütfettiği olanakları boşa harcayıp imtihanı kazanma gayretine girmemek kendi kendini ziyana uğratmaktır. Enbiya Suresi'nde ifade edildiği gibi:

"Sonuç olarak Biz onlara verdiğimiz sözü yerine getirdik ve bunun için kendilerini ve dilediğimiz kimseleri kurtardık. Ama kendi kendilerini harcayanları (israf edenleri) ise yok ettik." (21/Enbiya, 9)

H- Kimler Helak Edilmeyi Hakederler?

Deprem, su baskını, tufan, yağmur, rüzgar gibi aslında insanların alışık olduğu bildik afetleri Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de helak gerçeğinin olağanüstü elçileri şeklinde izah etmektedir. Bu türden olağan gibi gözükenin olağanüstü bir şekilde musallat olması, felakete uğrayanlar için düşünecek zaman bırakmayacak kadar ani olmaktadır. Geride kalanlar için bir ibret, bir ders olması gereken helak biçimlerini pozitivist bir tarzda yorumlamak doğru değildir.

Dünyanın içinde ve dışında gerçekleşen bütün hareketler Allah'ın kudretine tanıklık eden ayetlerdir. Bu ayetleri doğru kavramak da ilahi hakikatin gerçekliğine delalet eden kanıtlardır. Yeraltı ve yer üstü, göklerde ve atmosferde cereyan eden olayların kendinden menkul, kendi içinde bağımsız olduklarını iddia etmek, sebepleri Allah'a ortak koşmaktır. Allah Teala yarattığı her şey üzerinde egemenliğini devam ettirmektedir. O mahlukatı kendi kontrol ve denetimi altında tutmaktadır. O halde fay hattında depreme yol açacak kadar atom bombaları etkisi yapan patlamalar olmasını Allah'ın izni dışında açıklamak doğru değildir.

Yaratılan her şey Allah'ın emri ve izni doğrultusunda belli bir gayeye yönelik olarak hareket etmektedir. Tesadüfi, amaçsız bir olgu ve oluşum düşünülemez. Öyleyse deprem, baskın vb. afetler şeklinde tezahür eden helak türlerinin de bir gaye si vardır. Amaç Allah'ın kudretine tanıklık etmektir. Amaç suçluları cezalandırmaktır.

Yüce Rabbimiz suçsuz yere hiç kimseyi helak etmez. İnsanların helak edilmelerini kendi elleriyle yaptıkları suçlar hazırlar. Bu suçluların hangi insan grupları olduğunu Allah Teala birçok ayette bize anlatmaktadır. Şimdi Rabbimizin öğrettiği bu insan gruplarını maddeler halinde sıralayalım:

1- Allah, hakikate karşı duyarsız kalarak kendi kendilerine zulmeden müşrikleri helak eder. (Bkz. 11/Hud, 101; 29/Ankebut, 40.)

2- Müstekbirler, ilahi vahye karşı şeytanın süslü gösterdiği amelleri tercih eden Karun, Firavun ve Haman gibiler Allah'ın gazabına uğrarlar. Çünkü bunlar toplumları yozlaştırıcı organize suçlar tezgahlarlar. (Bkz. 29/Ankebut, 38-39.)

3- Kendilerine uyarıcı elçiler geldiği halde nankörce bile bile hakkı inkar eden kafirler. (21/Enbiya, 6, Bkz. 64/Teğabün, 6)

4- Mücrimler günah bataklığına gömülüp giden suçlular (Bkz. 12/Yusuf, 110). Allah suçlulardan helak etmek suretiyle öç alır. (Bkz. 30/Rum, 47)

5- Allah'ın emirlerine küstahça karşı çıkıp başkaldıran ve küfürde diretenler (Bkz. 65/Talak, 8).

6- İlahi hakikatlerle, mucizelerle alay edenler. (Bkz. 21/Enbiya, 41)

7- Hakka karşı tuzak kuranlar. Gerçeği yanlış ve yanıltıcı delillerle yok etmeye çalışanlar. (Bkz. 40/Mü'min, 5-6)

8- Zorbalar: Allah'ın taraftarlarına karşı cebir kullanan inatçı hak inkarcıları. (Bkz. 14/İbrahim, 15)

9- Statükocu zalimler: Islah olmamakta direten muhafazakarlar. (Bkz. 8/Enfal, 53-54, 25/Furkan, 38-39; 29/Ankebut, 38; 21/Enbiya, 10-15)

10- Allah yolunda mücadele edenleri göçe zorlayanlar. Tehcir ile elçileri tehdit edenler. (Bkz. 14/İbrahim, 13-14)

11- Müsrifler, Allah'ın sınav alanında kendilerine bahşettiği, verdiği olanakları boşa harcayanlar. (Bkz. 21/Enbiya. 9).

12- Toplumun zulümde öncüsü, önderi olan nüfuz ve ekonomik imkan sahibi ekabiri, mütrefi. (Bkz. 6/Enam, 123; 17/İsra, 16-17)

13- Zalim liderlerin peşinden giden sessiz çoğunluk, kötülük yapmaya eğilimli olan kitleler. (Bkz. 7/Araf, 164-165; 11/Hud, 116; 27/Neml, 51)

14- Suçu örgütleyip düzenleyenler. (Bkz. 16/Nahl, 45-46)

I- Allah Kimleri Korur, Kurtarır?

Yüce Rabbimiz kafirleri ve zulümlerini bir fitne, bela kılmıştır. Onların yaptıkları kötülükleri önlemeye çalışıp çalışmamak konusunda mü'minler sınanırlar. Bu sınavdan başarılı çıkanlar, bıkmadan usanmadan hakkı ve sabrı tavsiye eden, zulmedenleri uyaran, kınanmaktan korkmayan, sessiz kalmayan, taraf olanlardır. Allah Teala helakten kurtulan salih insanlardan ve az sayıdaki taraftarlarından birçok ayeti kerime ile bizi haberdar kılmıştır. Buna göre kurtulanlar şunlardır:

1- Salihler: Yani tek başına da kalsa Allah'a kulluktan vazgeçmeyen, nefsini kirliliklerden arındıran elçileri ve mü'minleri kurtarır. (Bkz. 21/Enbiya, 9).

2- Muslihler: Toplumunu ıslah etmek için elinden gelen gayreti gösterenleri Allah helak etmez. İbrahim, Şuayb, Lut peygamberler gibi. (Bkz. 11/Hud, 75-81, 116-117)

3- Haksızlığa karşı mücadele edenler: Allah'ın koruması, zulme karşı mücadele edenler için geçerlidir. (Bkz. 7/Araf, 165).

4- Direnenler: İlahi değerleri kafirlerin saldırılarından koruyanlar, onlara meyletmeden, uzlaşmadan direnenler helaktan muhafaza edilirler. (Bkz. 14/İbrahim, 13-14)

5- Yardım Edenler: Allah'ın dininin onurunu koruyanlar, O'nun davasına arka çıkanlar, ilahi yardıma mutlaka mazhar olacaklardır. (Bkz. 22/Hacc, 40)

6- Adil Olanlar: İktidar olduklarında münkeri yasaklayan, namazı kılan, zekatı veren, maruf olanı yaygınlaştırma gayreti gösterenleri Allah helak etmez. (Bkz. 22/Hacc, 41)

J- Kur'an'da Anlatılan Helak Şekilleri

1- Racfeh (Deprem): En başta gelen helak şekillerinden biri depremdir. Racfeh, dehşet verici şiddetli herhangi bir lokal sarsıntıyı ifade eder. Bu esnada çıkan gürültüye de Kur'an'da sayha denilir. Kur'an-ı Kerim'de türevleriyle birlikte racfeh kelimesi altı ayette geçmektedir.

Semûd ve Medyen halkının helakinin deprem yoluyla olduğunu Kur'an'da Rabbimiz bize haber vermektedir. Salih peygambere meydan okuyan, istedikleri mucizeye rağmen iman etmemekte direten Semud toplumunun önde gelenleri bir de deveyi boğazlama suçu işleyince Allah'ın azabını hak eder olmuşlardır.

Liderlerinin zulmüne engel olmayan sessiz çoğunluk da önderleri gibi sünnetullah gereği Racfeh azabı ile helak edilmişlerdir. "Derken bir deprem ansızın yakalayıverdi onları. Ve kendi evlerinde cansız seriliverdiler". (7/Araf, 78)

Şuayb Peygamber'in görevlendirildiği Medyen halkı da deprem yoluyla helak edilmiştir: "Derken bir deprem onların işini bitirdi. Kendi evlerinde cansız olarak yere serilip kaldılar". (7/Araf, 91; ayrıca bkz. 29/Ankebut, 37)

Bir ayette de Racfeh (deprem) kelimesi psikolojik sarsıntı bağlamında kullanılmıştır. Hz. Musa Samiri'nin buzağı putu ile yaymaya çalıştığı şirke gerekli tepkiyi göstermeyen İsrailoğulları içinden seçtiği yetmiş iki olgun insanla beraber helaktan muhafaza duası yapmıştır. Dua esnasında Allah korkusundan kaynaklanan cemaati saran psikolojik sarsıntı bu ayette racfeh (deprem) kelimesi ile nitelendirilmiştir (Bkz. 7/Araf, 155).

Küçük Bir Kıyamettir Deprem

Depremle ilgili ayetlerin ortak mesajı, onunla meydana gelen olayların amacının tümüyle helak etmeye yönelik olmasıdır. Diğer iki ayette ise racfeh kelimesi kıyametin kopuşu esnasında vuku bulacak depremi anlatmaktadır (Bkz. 73/Müzemmil, 14; 79/Naziat, 6).

Depremin kıyametle alakalandırılması da göstermektedir ki racfeh küçük bir kıyamettir aslında ve o kıyametin habercisi, gerçekleşeceğine dair tanıklık eden kanıttır.

Racfeh Kelimesinin Müteradifleri

Racfeh ve yakın anlamlı diğer kelimelerin çağrıştırdığı manalar hep olumsuzdur. Kur'an'da deprem anlamına gelen dört kelime daha vardır. Fakat bunların hepsi de kıyametten önce değil o esnada cereyan edecek sarsıntıları anlatmak için kullanılmıştır.

Birincisi. Temûr kelimesidir. Sadece Mülk Sûresi 16. ayette geçmektedir. Kıyametin kopuşu esnasında vuku bulacak şiddetli sarsıntıyı ifade etmektir.

İkincisi, Râcifeh kelimesidir. Yine Kıyametin gerçekleşmesi sırasında olacak büyük depreme işaret etmektedir. Naziat sûresi altıncı ayette geçmektedir.

Üçüncüsü, radifeh'dir. Racifeh depreminden daha büyüğüne işaret etmektedir. Bir sonraki ayette (Naziat sûresi, 7.) geçmektedir.

Dördüncüsü Zelzele'dir. Kur'an-ı Kerim'de dört ayette geçmektedir. Bunlardan ikisi Hac suresi ve Zilzal suresi 1. ayetlerdir. Bu ayetlerde Kıyamet koparken yerin sarsılıp içindekilerin dışarı atılması gerçeği Zelzele kelimesi ile dile getirilmektedir.

Diğer iki ayette de Zelzele, mü'minlerin Allah yolunda çektikleri sıkıntıdan kaynaklanan psikolojik sarsıntıyı tanımlamak için kullanılmıştır. Manevi olarak yaşanan bu zelzele kefaret yerine geçeceğinden muvahhidler büyük kıyamette kafirlerin, müşriklerin başına geleceklerden muaf tutulacaklardır. (Bkz. 2/Bakara, 214; 33/Ahzab, 11)

2- Sayha: Büyük gürültü. Racfeh helak depremi ile birlikte işitilen, yeraltından gelen ve korku uyandıran dehşet verici bir sestir. Bu gürültüye volkanik patlamalar veya yıldırımlar sebep olabilmektedir.

Sarsıntı ile birlikte gelen şiddetli, korkunç bir ses dehşeti daha da artırmaktadır. Sayha, zalimlerin helakine yönelik Allah'ın bir azabı anlamında birçok ayette geçmektedir.

Dağlardaki kayaların içine güvenli, sağlam evler yontan Semud toplumunu yok eden depremle birlikte Sayha'dan da söz edilmiştir: "Zulmedenlere gelince onları bir sayha yakalayıverdi de kendi evlerinde cansız olarak yere yığılıp kaldılar." (11l/Hud, 67; ayrıca bkz. 15/Hicr, 83; 54, Kamer 31)

Medyen halkını yere seren depremle birlikte Sayha'nın da yürekleri titretip dehşete düşüren, insanların ödünü patlatan niteliğine işaret eden Hud suresi 94. ayet de gürültünün yeraltından gelen volkanik patlamalarla oluştuğu ihtimalini güçlendirmektedir.

Lut kavmi de Siccil denilen ve püskürtüyle gelen lav parçalarının yeraltından çıkışı esnasında oluşmuş korkunç gürültü (Sayha) ile helak edilmişlerdir. (Bkz. 15/Hicr, 73; 38/Sa'd, 15)

Nuh tufanından kurtulan mü'minlerin soyundan gelen yeni bir nesil de ahireti inkar ettikleri için sayha yöntemiyle sel süprüntüsü haline getirilmişlerdir. Ancak bu olayı dile getiren ayetlerde depremle alakalı ifadelere rastlanmamaktadır. Demek ki, Sayha depreme bağımlı değildir. (Bkz. 23/Mü'minün 31-41)

Kendilerini ilahi vahiyle uyaran iki elçinin görev yaptığı bir karye halkı da, Rabbani hakikati inkar ettikleri, peygamberleri uğursuzlukla itham ettikleri, taşlayıp işkence ile tehdit ettikleri için Sayha usulü ile helak edilmişlerdir. (Bkz. 36/Yasin, 13-29)

Allah'ın verdiği azıklardan ihtiyaç sahiplerine infak etmemekte direten istifçi (kapitalist) bir kısım insanlar da sünnetullahdaki yok etme usullerinden biri olan Sayha ile helak edilmişlerdir. (Bkz. 36/Yasin, 47-50)

3- Ölümcül fırtınalar, kasırgalar estirmek, yerin dibine geçirmek, suda boğmak, sel önünde sürüklenen çerçöpe çevirmek.

"Çünkü onların her birini günahlarından dolayı hesaba çektik. Kiminin tepesinde ölümcül fırtınalar estirdik. Kimini (ani) bir kasırga yok etti. Kimisini yerin dibine geçirdik ve kimisi de suda boğulup gitti. Onlara haksızlık yapan Allah değildir. Fakat onlar kendi kendilerine haksızlık yapıyorlardı " (29/Ankebut, 40; Ayrıca bkz. 69/Hakka, 6)

4- Siccil Yağdırmak: Lut kavminin helak şeklidir. Birbiri ardınca püskürtülen Siccilin (lav taşlarının) kentin üstüne yağarak örtmesi biçiminde vaki olmuştur. Bu durumu Hud suresi 82. ayette Rabbimiz şu şekilde tasvir etmektedir:

"Ve böylece hükmümüz vaki olunca bu (günahkar kentlerin) altını üstüne getirdik. Ve önceden yazılmış bir cezanın infazı için üzerlerine birbiri ardından püskürtü halinde sert taşlar yağdırdık." (11/Hud, 82; ayrıca bkz. 25/Furkan, 40, 53/Necm, 53-54) Fil ashabı da Ebabil kuşlarının gökten siccil yağdırması şeklinde helak edilmişlerdir. (Bkz. Fil Suresi.)

5- Karia: Beklenmedik felaketler. Kafirlerin işledikleri kötülüklerden dolayı, manevi değerleri gözardı ettikleri için sürekli sosyal felaketler kendilerini ve çevrelerini kuşatır. Huzursuzluk, emniyetsizlik, iç barışın bozulması, doğal çevrenin kirlenip yaşamı tehdit eder hale gelmesi de Allah'ın hükümlerine göre hayatı düzenlememekten kaynaklanmaktadır (Bkz. 13/Rad, 31).

6- Binaları Temellerinden Çökertmek: Beklenmedik bir azapla binaları temellerinden çökertmek tavanları başlarına yıkmak. Bu azap anladığımıza göre şirk ve kibir yüklü hileli düzenler kuranların başına çökertilmiştir.

"Onlardan öncekiler hileli düzenler kurmuşlardı da, Allah'ın azap emri onların kurdukları yapıların temellerine geldi. Böylece üstlerindeki tavan tepelerine çöktü. Azap onlara şuurunda olmadıkları yerden gelmişti" (16/Nahl, 26).

7- Tufan: Suda boğmak. Bilindiği gibi Nuh kavmi bu yöntemle helak edilmiştir. (Bkz. 69/Hakka, 11; 71/Nuh, 25)

K- Tevhid ve Adalet Açısından Helak

a- Allah Kötülük Etmeyi Dilemez

Hayrı da şerri de yaratan Allah kulları için şer dilemez: "Size gelen her iyilik Allah'tandır. Başınıza gelen her kötülük de kendinizdendir..." (4/Nisa, 79). Neyin gerçekten bizim için hayır ve şer olduğunu da olayların dış yüzeyine bakarak hemen idrak edemeyebiliriz (Bkz. 18/Kehf, 60-82).

Adaleti emreden Yüce Rabbimiz yarattıklarına zulmedici de değildir. O uyarmadan hakkı tebliğ edip gerçekleri hatırlatan elçiler göndermeden hiç kimseyi cezalandırmaz. Aşağıdaki ayetlerde ifade edildiği gibi:

"Gerçek şu ki, bir toplumun fertleri (Doğru ile eğrinin anlamından) habersiz olduğu sürece Rabbin o toplumu yaptığı yanlışlardan dolayı asla helak edici değildir. Zira herkes, ancak (kasıtlı) eylemlerinden dolayı yargılanacaktır. Ve Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir." (6/Enam, 131-132; ayrıca bkz. 15/Hicr, 4-5)

"Bununla birlikte, yine de senin Rabbin hiçbir toplumu, kendi içlerinden onlara mesajlarımızı okuyup açıklayacak bir elçi göndermedikçe yok etmez. Ve yine biz hiçbir toplumu, üyeleri birbirlerine zulmetmeyi yol olarak benimsemedikçe yok etmiş değiliz". (28/Kasas, 59; ayrıca bkz. 28/Kasas, 47)

b- Kötülük Etmeyi İnsanlar Diler: İnsanların başlarına gelen her musibet, helak ve azap kendi işlediklerinin meyveleridir.

Yüce Allah haketmeyen hiçbir şehri veya toplumu helak edici değildir. Helake yol açan en kötü amel büyük bir zulüm olan şirktir. Adalet ve ıslah ekseni üzerinde hayatını sürdüren hiçbir toplumu Yüce Allah zulüm ile yok edici değildir. Hud sûresi 117. ayette belirtildiği gibi: "Yoksa senin Rabbin halkı muslihler (dürüst davrananlar) olduğu sürece kentleri zulmetmek suretiyle yok edecek değildir. "

Yüce Rabbimiz insanları işledikleri günahlar, zulümler, haksız uygulamalar yüzünden, elleriyle kazandıklarının bir ürünü, yetiştirdikleri acı meyvelerin tattırılması amacıyla helak, musibet ve azab ile cezalandırır. Aşağıdaki ayetlerde belirtildiği gibi:

"Nice topluluk vardır ki, Rablerinin ve elçilerinin emirlerine küstahça karşı çıkmışlardır. Bunun üzerine biz tümünü çetin bir hesaba çektik ve görülmemiş bir azaba çarptırdık. Böylece onlar kendi yaptıklarının kötü meyvelerini tattılar. Bu dünyada yaptıklarının sonu yıkım oldu. (Öteki dünyada ise) Allah onlar için şiddetli bir azap hazırlamıştır. O halde siz ey basiret sahipleri, (siz) iman edenler, Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun! Allah size gerçekten bir uyarıcı indirmiştir" (65/Talak, 8-10; ayrıca bkz. 11/Hud, 101; 29/Ankebut, 29 vd.)

Mü'minlerin başına gelen helak harici musibetler de kendi elleriyle yaptıkları kötülükler yüzündendir. Ancak mü'minler hatalarını itiraf ve tevbe ile düzeltme yanlısı bir karaktere sahip oldukları için musibetten ders çıkarırlar. Helakten geride kalan kafirler ise baskını unutarak eski alışkanlıklarını sürdürmeye devam ederler. (Bkz. 3/Ali İmran, 165)

"Başımıza gelen her iyilik Allah'tan her kötülük de kendimizdendir" şeklindeki Kur'anî itikada göre olayları değerlendirmemiz gerekir. Siyasetçisinden mütahhidine kadar hırsızlığı meslek edinmiş, en küçük bir iyiliği (mâûn'u) engellemeyi vazife bilen insanların çoğunlukta olduğu bir toplumda yaşıyoruz. Mütahhitleri malzemeden çaldığı için yıkılan binaların suçunu Allah'a izafe ederek "kader" diye nitelemek son derece yanlıştır. Çünkü şer Allah'a nisbet edilemez.

Fakat bir helak yöntemi olan depremi sadece sebeplerle açıklamak, nedenler arasındaki gerçek faili, yaradanı görmezden gelmek de şirktir.

L- Helaktan Sonra Toplumların Hâli

Allah'ın suçlu topluma yaptığı âni baskından geride kalan kafirler helaktan ibret almazlar. Küstahça böbürlenip Allah'ın kudretine tanıklık eden bu olağanüstü olaydan ders çıkarmadıkları gibi kalpleri daha da katılaşır. En'am suresi 42-43. ayetler onların bu psikolojisini şöyle özetlemektedir:

"Biz senden önceki toplumlara da mesajlarımızı gönderdik ve onları sıkıntı ve zorluklara uğrattık ki tevâzü ile boyun eğsinler. Ama tarafımızdan takdir edilen bir sıkıntıya (be's) uğratıldıkları zaman tevazu göstermediler. Tersine kalplerinin katılığı arttı. Çünkü şeytan bütün yaptıklarını onlara güzel gösterdi." (20/Taha, 128; 32/Secde, 26)

Baskın esnasında ölürken hayıflanarak hatayı itiraf etmek boşunadır. Çünkü ye's imanı, normal şartlarda takınılan bir tutum değil, korkudan kaynaklanan geçici bir sığınış olduğu için geçersizdir. Böylesi tevekkül Allah katında makbul değildir. Mü'min suresinde belirtildiği gibi:

"Ve sonra verdiğimiz cezayı (Be'si) görünce de 'Tek Allah'a artık inandık ve O'na ortak koştuğumuz şeylere inancımızı terk ettik' dediler. Fakat cezamızın farkına vardıktan sonra iman etmiş olmaları kendilerine bir fayda sağlamayacaktır. Allah'ın kulları için her zaman uyguladığı yol, yöntem (sünnetullah) budur. İşte hakikati inkar etmiş olanlar, o zaman ve orada, ziyana uğramış olacaklardır" (40/Mü'min, 84-85; ayrıca bkz. 7/Araf, 5).

Sözün Özü

Geçtiğimiz günlerde Marmara bölgesini kuşatan sadece bir deprem değildir. Depremden öte bir şeydir. Çünkü depremle ilgili ayetlerde geceleyin, uykularında veya gündüz dinlenirken, suçüstü yakalarız vb. vurgular yoktur. Bu özellikler be's kavramının muhtevasında vardır. Be's, suçlu bir toplumun ansızın, suçüstü bir baskınla (hatta nokta atışı ile) vurulmasıdır. Baskının türü bu olayda daha çok deprem şeklinde tezahür etmiştir. Zaten deprem insanlık tarihi boyunca ayet-i kerimelerin anlatımlarından da anlaşılacağı gibi sıradan bir olay değildir. Helak için gönderilen bir elçidir.

Be's yerin dibine geçirmek, suda boğmak, mücrimlerin kendi yurtlarında tavanlarını başlarına çökertmek, korkunç gürültü vb. tüm helak yöntemlerinin niteliğini anlatan ortak özelliklerine işaret eden bir kavramdır.

Bölgede yaşananlar bu kavramın anlam çerçevesi içine girmektedir. Yani olayları sadece deprem olgusu ile izah etmek yeterli değildir. Kaldı ki, deprem bile daima sünnetullahın helak yöntemlerinden biri ola gelmiştir. Firavun, Karun, Haman ve avânesi de aşamalı bir şekilde ikaz edile edile birçok helak yöntemiyle yok edilmişlerdir. Mesela Karun yerin dibine çakılmıştır. Firavun boğulmuştur. Haman ve zulmedenlerin diğer ortakçıları da fırtına, sayha, siccil yöntemleriyle efsane haline getirilmişlerdir. Onların hikayesi Ankebut suresi 40. ayetin siyak sibakından okunabilir.

Peki bu ansızın gelen baskın sadece suçluları mı bulmuştur?

Bu soruyu dosdoğru cevaplayabilecek tüm veriler elimizde yoktur. Fakat bazı deprem uzmanlarının aslında Gölcük'te Fay hattının çok şaşırtıcı ilerlediğini söylediklerini biliyoruz.

Kimin vurulacağını, kimin ömür sürdüreceğini en iyi bilen Allah'tır. Körfez depreminde denizden fışkıran lav taşlarından bahsedilmektedir. Bu lavlar Kur'an'da Siccil denilen ve Lut kavmini helak eden tabloyu hatırlatmaktadır. Bilgi bombardımanına tutulmamıza rağmen sistem bazı noktaların karanlık kalmasına hassasiyet göstermektedir.

Şu kadarını söyleyebiliriz ki, Kur'an'ın öğrenilmesini ve doğru anlaşılmasını engelleyen, başörtüsü gibi Allah'ın şiarlarını tahkir eden bazı mücrimler yerin dibine gömülmüş, boğulmuş, Allah'ın kudret şamarı olan baskını yemişlerdir. Bu baskını sadece fay hattı ile izah edip olayın ibret yönünü küfr ile örtmek, olaydan dersler çıkarılmasını engellemeye dönük zalimce bir tavırdır.

Sessiz çoğunluk da be'sten etkilenmiştir. Allah indinde güçsüz olmak, sessiz kalmayı meşru kılmaz. Çünkü sessizlik gizli onaydır. Son yıllarda yaşadığımız coğrafyada yaşanan zulümlere boyun eğen, başörtüsüne, ihrama, Kur'an'a hakaretler yağdırarak Allah'a inanmaktan başka hiçbir suçu bulunmayan binlerce mü'min'i hapseden, işkence eden, işinden, gücünden, okulundan eden, geleceği ile oynayan zalimlere sessiz çoğunluk sessizce onay vermiştir. O halde zulme seyirci kalan toplumun tamamı suçlu ve sorumludur.

Yüce Rabbimiz kollektif iradeyi tıpkı bireysel irade gibi sorumlu addetmiştir. Ansızın gelen baskından mü'minlerden bazıları da etkilenmiş olabilir. Bunun nedeni de etkileri bizi de gelip bulacak bir fitneye karşı yeterince mücadele edemeyişimizden kaynaklanmaktadır (Bkz. 8/Enfal, 25). Hiçbir suçu olmayan masum küçük çocuklara gelince onlara da erişen musibettir, yani eceldir.

Musa peygamber kendisinin yokluğundan yararlanarak İsrailoğulları'nı buzağıyı ilah edinmeye ikna eden Samiri ve suç ortakları yüzünden helak edilmemeyi Yüce Rabbimizden bir dua ile niyaz etmiştir (Bkz. 7/Araf, 155). Biz de onun gibi Allah'a karşı sorumluluklarımızı yerine getirelim, mücadelede gevşeklik göstermeyelim ve Rabbimize gönülden bütün kalbimizle dua edelim.

-Ey Rabbimiz!

İçimizdeki düşük akıllı beyinsizler yüzünden bizi de helak etme!

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR