1. YAZARLAR

  2. Abdurrahman Dilipak

  3. Evdeki Hesap Çarşıya Uymadı

Abdurrahman Dilipak

Yazarın Tüm Yazıları >

Evdeki Hesap Çarşıya Uymadı

Haziran 2003A+A-

"Vurun Beni Eve Gitmek İstiyorum"

Bu hiç hesapta yoktu… Çöl sıcağı hesaplanmıştı. Irak halkının Saddam'ı istemediği de doğru idi. Ama kendi ülkelerinde Amerikan askerlerini de görmek istemiyorlardı.

Irak'a ilk gönderilen 3. piyade tümeninde gerginlik had safhada. Eve dönmeleri süresiz ertelendi. Bir TV muhabirinin röportajında "vurun beni eve gitmek istiyorum" diye bağıran Amerikan askeri tek örnek değil. Bir çok asker psikolojik tedavi görüyor. Irak halkı gibi Amerikan ve İngiliz askerleri de kendilerinin kandırıldığını ve verilen sözlerin tutulmadığını düşünüyorlar. Bugüne kadar operasyonun ABD'ye maliyeti 48 milyar doları bulmuş. Her ay 3.9 milyar daha gidiyor. 10.000 kişilik Amerikan Ulusal Muhafızlarının Mart 2004'de bölgeye gelmesinden önce ABD genel anlamda güvenliğin sağlanmış olması için Bağdat'ta merkezi bir yönetimin kurularak Irak güvenlik elemanlarının şehirlerde asayişi sağlamasını hayal etse de, bunun kolay olmayacağı bilinen bir gerçek. Çünkü Irak'ta ABD askeri varlığına karşı büyüyen öfke her gün biraz daha artıyor.

Amerika şimdi, dünyadan "Barış gücü" altında, bölgede jandarma görevi yapacak "ucuz asker" arayışına girdi. Türkiye'ye de, Polonyalı bir komutanın komutasında bu birlikte devriye ve gece bekçiliği görevini vermek istiyor. Yani bu kez ABD Irak halkından gelecek saldırılara karşı "canlı kalkan" arayışına girdi. Sivillerimiz, Amerika'nın işgaline ve saldırılarına karşı canlı kalkan olarak gitmişti Irak'a, Şimdi Amerika, askerlerimizden Irak halkından gelecek saldırılara karşı askeri kampların ve stratejik hedeflerin çevresinde "canlı kalkan" olmasını istiyor.

Tabi bu ilk adım, bunun ikinci adımı, ABD eğer Irakta tutunabilirse, yeni hedeflerle ilgili saldırı planlarında bizi koç başı olarak kullanmak ve "suç ortağı" yapmak istiyor. Bunun da adı "stratejik ortaklık" olacak..

Şimdi, gelinen noktada, Amerikan ve İngiliz hükümetleri kendi kamuoylarından ciddi eleştiri alıyorlar. Blair her an istifa edebilir. Bush ise seçim şansını tamamen kaybetmiş durumda. Şiiler, Amerika ve İngiltere'ye yıl sonuna kadar süre tanıyor.. 2 Kürt lider dışında diğer Kürt gruplarından bir destek yok. Arap milislerin saldırıları ise kesintisiz sürüyor. Artık her gün bir ya da iki Amerikan askeri hayatını kaybediyor ve günde 20'den fazla saldırı gerçekleşiyor. Olayların önünü almak mümkün olmuyor.

Dünya kamuoyunda Amerikan mallarına karşı gösterilen tepki ve boykot sonucu ABD'nin dünya pazarındaki payı %20 oranında geriledi. Doların Euro ya karşı değer kaybının da aynı seviyede olduğu düşünülürse, ABD nin "Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olma" gibi bir tehlike ile karşı karşıya olduğu görülecektir. Tüketici kredilerinin hemen hemen sıfırlanmasına rağmen ekonomik durgunluğun devam ediyor olması, iç talebin canlandırılmaması da bir başka sorun. Amerikan borsası da eş zamanlı olarak durgunluktan nasibini alıyor.

Amerikan Borsası kan kaybetmeye devam ediyor. Derinlik yok ve dalgalı seyirin yönü her zaman aşağı doğru sarkmalarla devam ediyor. Tüm dünyada Amerikan kurumlarına karşı öfke çığ gibi büyürken anti-Globalist ve anti-Kapitalist / anti-Amerikancı sol hareketler, ilk kez Müslüman muhalefeti ile "Küresel barış ve adalet" sloganı etrafında  birleşerek ABD'yi köşeye sıkıştırmaya çalışıyor.

Görünen o ki, Irak'ta işler sanılandan uzun sürecek ve evdeki hesap çarşıya uymayacak.

Süleymaniye'de Ne Oldu?

Tek olay Süleymaniye'de yaşanmadı. Biz Süleymaniye'yi tartışırken Kosova'da, Prizen'den bir başka haber geldi. Bu kez Alman askerleri bir Türk subayını evire çevire dövmüşler, sokak ortasında çırıl çıplak bırakmışlardı.

Cüneyt Ülsever, geçen gün bir yazısında Süleymaniye olaylarının "Nahcivan darbesine" benzemediğini yazdı. Ardından da, Rumsfeld'in Erdoğan'a mektubunu ve iki ülke arasındaki inceleme komisyonunun mutabakat zaptını irdeledi. Sahi Rumsfeld'in mektubunda ne deniliyordu? Kuşkusuz bu mektubun niçin Dick Cheney tarafından imzalanmadığını ya da neden Savunma Bakanı'na gönderilmediğini tartışmak mümkün ama, önce içeriğine bakalım.

''...Umarım, Ortak Komisyon... bizim askerlerimiz ve subaylarımızın haklı ve acil nedenlerden dolayı Süleymaniye baskınını gerçekleştirdiği yolunda size güven verir..." ''...Bir suikast tehdidi, koalisyona karşı diğer eylemler ve bunların hızla destabilize edici sonuçlarının olabileceği, bizim askeri güçlerimizin süratle hareket etmesinin temelini oluşturdu. Ayrıca, gözaltına alınan ve hiçbiri üniformalı olmayan Türk personel ile birlikte, beklenmedik bir biçimde çok sayıda silah, patlayıcı maddeler, detonatörler ve zamanlama cihazları bulunması mevcut kuşkularımızı daha da artırdı. Bizim anlayışımıza göre, bu silahlar ve cihazların çoğu Türk güçlerinin genelde kullandıkları türden değildi..." "...Bizim askeri güçlerimiz harekete geçti, çünkü en azından gözaltına alınanlardan bazılarının, Kuzey Irak'ta koalisyon güçlerine karşı komplo içinde olduğu düşüncesini veren ve zamana duyarlı bilgimiz vardı..."

Ülsever, Çandar ve Çevik'in olay yeri izlenimlerini de aktarıyor. "8 Temmuz 2003 Salı günü, Habur Kapısı'nda, resmen olmadığı ilan edilen ama varlığını herkesin bildiği JİTEM'in (Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele) sivil giyimli ve telefon konuşmalarından astsubay olduğunu öğrendiğim mensuplarının önünde... Irak topraklarına... geçip geçmeyeceğimi bilmeden beklerken "...JİTEM'in sivil giyimli ve Habur'dan geçen herkesin yüreğine korku salan astsubayların 'Genelkurmaydan geçiş iznimiz bulunduğunu' ısrarla söylememize ve bu konuda paşa ismi vermemize rağmen, bir astsubayın bir generale alışılmadık kayıtsızlığını sergileyecek kadar fütursuz ve kendilerinden emindiler. Acaba Kuzey Irak'ın özellikleri, TSK'nın emir komuta mekanizmalarının bilinen işleyişinde istisna teşkil edecek özellikler mi taşıyordu? Eğer öyleyse, bu Süleymaniye Olayı'nı anlamamıza ipucu teşkil edecek bir ölçü olabilir miydi?"

İşin bir de paketlere sığmayan gerçek yanı olduğunu hesab etmemiz gerekiyor kuşkusuz.. Süleymaniye olayı Türkiye'nin derin gerçeği ile bizi bir kere daha burun buruna getirdi. Hani derler ya, "besle kargayı oysun gözünü". Bu derin devlet yapısının örgütlenmesinde ABD'nin büyük emeği var. Talat Turhan'ın Kontrgerilla üzerine açıklamalarına bakarsanız ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. Daha sonra bunun adı Özel Harp oldu. Jitem, BÇG hepsi bu açık kapıdan geçerek sır olan devlet içinde kendine yer bulan örgütlenmeler.

Aslında ABDliler bu işe el atmadan da benzer bir yapılanma vardı bizde. Hatta bu Cumhuriyetten öncesine de gider. "Mümtazanlar" yeni değil. İttihat Terakki böyle bir yapılanma idi. Selanik merkezli bu yapı daha sonra Cumhuriyette de yerini aldı. 1950'den sonra yeniden yapılandırıldı ve 60 sonrası bu günkü halini aldı. Asıl soru bu: Örtülü KİTleri nasıl özelleştireceksiniz? Kayıt dışı siyasetin önüne nasıl geçeceksiniz? Aslında devletteki bu yapı, partilerde de aynen var. Derin partiler ve partilerin kayıt dışı kaynakları. Sonunda "parayı veren düdüğü çalıyor…" Paketlere sığmayan gerçek burada gizli. ABDliler sistemin işleyişini biliyorlar. Kendileri kurdular çünkü. Ama bu yapı, Soğuk Savaş yıllarında Rusya'ya karşı örgütlenmişti. SSCB dağılınca BÇG bu yapıyı "Yeşil tehlike" üzerine kurmak üzere icad etti. JİTEM kayıt dışı operasyon güçleri için bir geçiş koridoru oluşturacaktı. Ama Irak olayı ile her şey değişti. ABD'nin kurdurduğu bu örgüt, Güneydoğuda PKK ile mücadelede bol bol kullanıldı. Şimdi bu da bitti. Örgüt bir türlü tasfiye edilemiyor. Bu olay patlak verince konu bir kez daha gündeme gelmiş oldu.

Rumsfeld'in mektubu bu konuda önemli ipuçları veriyor. Açıkça sivil giyimli askeri kişilerin, askeri özellik taşımayan bir takım operasyonlar için hazırlık yaptıkları konusunda zamana duyarlı bir istihbarat aldıklarını söylüyor. Onun için özür de dilemezler, üzüntülerini de beyan etmezler. "Birlikte üzülelim, neden bu hallere düştük diye" derler. Tereciye tere satamazsınız. Onlar bu işi bilirler. Çünkü bizimkilere kendileri öğrettiler.

Bu örgüt, sadece dağda terörist kovalamıyor. Medya, Mafya, Sermaye, Siyaset ve Bürokrasi içinde örgütlenmiş vaziyette. Burada sadece istihbarat amaçlı da bulunmuyorlar. Hatta sistemin bir parçası olmuş vaziyetteler. Bazı işadamı kılıklı kişiler bu derin örgütün memurları durumunda. Bu yapı içinde kimin eli kimin cebinde belli değil. Her batık kredi batık kredi değil, belki de o hesap kayıt dışı devletin finansal kaynakları ile ilgilidir. Mesela Banker Bako olayını inceleyin bakalım, ne göreceksiniz? Birileri bu sakil durumu istismar edip, kendi de bir takım işler yapıyorsa ne yapacaksınız?

Bu örgüt yapısı ile Kuzey Irak'ta varolmak mümkün değil. Orası Güneydoğu değil ve şimdi karşınızda ABD ve İngiltere var. ABD'nin benzer örgütleri var. Bu örgütlerle Komünistlere, Kürtlere, Alevilere ve Şeriatçılara karşı operasyon yapabilirsiniz sadece. Belki biraz da Ermenilere… O kadar. Zaten ülke dışına çıktığınızda tespit ederler. Daha çok iç operasyonlar için örgütlenmiş bir yapı bu. İşin ilginç yanı, ABD her zaman her iki tarafla da dirsek teması içinde olacak ve denge kuracaktır. Bizi bize kırdırma siyaseti izleyecektir.. Bu örgütlerin emekli olan personeli açısından durum hiç de iç açıcı olmasa gerek. Politik hedeflerin farklılaşması, dağınıklık, belirsizlik artık can sıkıcı olmaya başlamış olmalı.

Türk - Amerikan İlişkilerinin Geleceği

Olay Türk-Amerikan ilişkilerinin ciddi bir şekilde sorgulanmasına sebep oldu. Kamuoyu uzun bir süre Süleymaniye'de askeri bir karakolda yaşanan tek bir olay olduğunu sanıyordu. Ama gerçek şu ki, olay 4 ayrı karakolda onlarca kişiye aynı şekilde Amerikan askerlerinin eşliğinde peşmergelerin de katlımı ile gerçekleşmiş, Türk subaylarının başına plastik çuvallar geçirilip, Guantanamo'da gördüğümüz pembe elbiseler giydirilip Bağdat'a götürülerek sorgulanmışlar.

Daha önce kaymakamımızı tokatlamışlar, Jandarma Genel Komutanı'nın helikopterini indirmişler, teröristlere havadan ikmal yapmışlar, gemimizi vurup batırmışlardı ama, böylesi ilk kez başımıza geliyordu.

Bir kısım medya, Mehmed'in Mehmed'e yardımı diye, Amerikan ordusunda askerlik yaparken bölgeye gönderilen 100 kadar Türk kökenli Amerikan askerlerinden birinin  yardımını bir teselli konusu olarak gördü.

"Dost", "Müttefik" ve "stratejik ortak" ABD , bölgede askerlerimizi aşağılamıştı..

Bir gazetecinin Abdullah Gül'e yönelttiği soruda Türkiye'de aranmakta olan bir teröristin Irak'taki yeni yönetim kadrosu içinde yer aldığı ileri sürülüyordu. Kerkük'te de sular bir türlü durulmuyordu. ABD açıkça Türkiye'yi bölgede istemiyor. Türkiye ise Kerkük'e tayin edilen validen rahatsızlık duyuyordu. Eğer Türkiye bölgede varolmak istiyorsa bu kendi komutalarında ve ABD'ye yardımcı olmak, Irak'ta güvenliği sağlamak konusunda olabilirdi.

Blair Ve Bush Ortak Bir Kaderi Paylaşıyor

Eş zamanlı olarak, Amerikan ve İngiliz medyasında Bush ve Blair'e yönelik eleştiriler her gün biraz daha artıyordu. ABD'nin bütün iddiaları boşa çıkmıştı. BM silah denetçisi Blix de ABD'yi ağır şekilde eleştirdi ve yalan söylemekle itham etti. Amerikan haber alma örgütü CIA'nın da Irak konusundaki istihbaratı uydurma idi.  BM eski silah denetçisi Scot Ritter'in söyledikleri doğru çıktı.

Tam bu arada talihsiz bir olay daha gerçekleşti. "Sky televizyonu, hükümetin Irak dosyalarıyla ilgili tartışmalarda adı geçen Savunma Bakanlığı çalışanı Dr. David Kelly'nin kaybolmasının ve ölmüş olması ihtimalinin, hükümetteki en büyük krize yol açabileceği yorumunu yaptı." şeklinde duyurulan haber, BM silah denetçisi Blix'in açıklamaları ile aynı zamanda kamuoyunun gündemine düştü. Skandal, bir anda ABD ve İngiltere'yi derinden vurmuştu. Sonuç, her iki liderin siyasi geleceği açısından tam bir talihsizlikti. Saddam'ı gönderenlerin kendileri de gidiciydiler. Tek konuşan Blix değildi. "eski BM silah denetçisi olan mikrobiyolog Kelly olayının bazı bakanları koltuğundan edebileceği, özellikle Başbakan Tony Blair'in başdanışmanı Alastair Campbell'in istifa dışında seçeneği bulunmadığı" da gelen haberler arasındaydı. Olayın, "Dr. Kelly'nin adını kamuoyuna açıklayan Savunma Bakanı Geoff Hoon'un da koltuğunu sarsabileceği" yorumu yapılıyordu.

Dr. Kelly'nin, BBC'nin ''hükümetin Irak savaşını haklı çıkarmak için istihbarat bilgilerini abarttığı'' şeklindeki haberinin kaynağı olduğu iddia ediliyordu.  Haberlere bakılırsa, "İngiliz hükümetinin, Irak'ın kitle imha silahları ile ilgili çalışan danışmanlarından olan Kelly, Avam Kamarası Soruşturma Komisyonu önünde verdiği ifadede, BBC muhabiri Andrew Gillighan ile BBC'nin konuyla ilgili yayınından bir hafta önce görüşmüştü. Kelly'nin öğleden sonra eşine yürüyüş yapacağını söyleyerek evden ayrılmasından sonra bilim adamından haber alınamamıştı. Sonunda ölü bulundu. İşe bir de cinayet karıştı.

Şimdi muhalefet Blair'in gitmesini istiyor. Blair'in akıbeti Bush için de yön gösterici olacak.

Stratejik Ortaklığın Sonu mu?

Biz Amerika için neyiz? Dost mu, müttefik mi, yoksa stratejik ortak mı? Bana göre gerçek anlamda hiç bir zaman ABD Türkiye'ye dost olarak davranmadı. Türkiye'yi her zaman kullandı. Daha çok bir destek ülke olarak gördü. Bir sıçrama tahtası, ucuz asker deposu, stratejik bir üs, iyi bir pazar… Müttefikliğimiz bile "oltayı yutan balık" cinsindendi. Demokrasimiz de öyle; ABD nin arka bahçesinde örgütlenen "Bizim çocuklar demokrasisi…"

Darbeler ve terör eylemlerinin arkasında Amerikan parmağının olduğunu bilmeyen yok. Her zaman kaba ve küstah! Ankara'nın "Küçük Amerika" olma hayalleri her zaman istismar edildi. Soğuk savaş yıllarında Rusya'ya karşı yeşil kuşak projesinde gönüllü fedailik düştü bize, ABD Ankara'Moskova'ya karşı koç başı olarak kullandı. Sovyetler dağıldıktan sonra "kızıl tehdit"in yerini "yeşil tehlike" aldı.

Şu subaylarımızın başına çuval geçirme hikayesine bakın. Gerçek hala açıklık kazanmadı. Bir değil 4 karakola baskın yapılmış. Gözaltına alınan kişi sayısı da doğru değil. Operasyonda sadece Amerikan askerleri değil, Kürt peşmergeler de görev almış. Para, mühimmat, bilgisayar kayıtları, evraklar ve hatta şifre kitabı da gitmiş. Askerlerimiz aşağılanmış ve kötü muameleye maruz bırakılmış. Amerika'nın özür dilemesi şöyle dursun, üzüntü bile karşılıklı bir beyan gibi. Her şey Washington'un bilgisi altında olmuş.

Amerikan Savunma Bakanı Rumsfeld, doğrudan Başbakanı muhatap alan yazışma yapıyor. Bu da ayrı bir skandal. Basına yansıyan açıklamalar, Amerikan tarafının iddialarını tekrarladıklarını gösteriyor. Rumsfeld'in mektubu Ankara'da belli çevrelerden sert tepki aldı. Bunun bir aşağılama olduğunu söylediler. Erdoğan'ın mektubu açmadan iade etmesini istediler. Bu mektubu ya başkan yardımcısı  Dick Chenney yazmalı idi, ya da Rumsfeld'in mektubunun muhatabı Savunma Bakanı olmalı idi.

Peki Amerika Ankara'ya hangi mesajı vermek istiyor? Bana kalırsa mesaj açık; "Buranın hakimi benim, bölgeyi terkedin" diyor. "Burada kalmak istiyorsanız, benim komutamda, uluslararası barış gücü içinde size görev verebilirim" demeye getiriyor. Yerimiz belli, Irak'ta görev yapacak Polonya'nın komutasındaki askeri güçte yer alacak bir devriye görevi.

Irak'ta kurulan Ulusal Konsey'de Türkmenlerin kabul etmediği bir bayanla birlikte PKK-KADEK sempatizanı olduğu öne sürülen Dr. Mahmut Osman isimli bir şahsın görev alması, ABD'nin Türkiye'yi bölgenin geleceği üzerinde danışmalarda bulunduğu bir stratejik ortak olarak görmediğinin, aksine köşeye sıkıştırıp ortamı germek ve Ankara'yı aşağılamak istediğinin açık bir göstergesi.

ABD Kuzey Irak'ta Kürtlerle işbirliğini ön görüyor ve PKK'ya da mesaj veriyor. En azından PKK ile pazarlığını sürdürmeye ve dirsek temasını kaybetmemeye özen gösteriyor. Ankara'ya ise dirsek gösteriyor. Türkmenlere, Türkiye'ye güvenmemeleri mesajını veriyor ve onları Irak yönetimi konusunda muhatap kabul etmediğini, ikinci dereceden önem verdiğini gösteriyor.. Türkmenlere "Türkiye sizi koruyamaz, onlar kendilerini koruyamıyor" mesajını verirken Türkmen cephesinin de tasfiyesinin öngörüldüğü anlaşılıyor. Bu mesaj çok açık; Türkiye'ye "dur" deniliyor ve Türkiye'nin bölgedeki uzantısını tasfiye ederek prestijini kırmayı deniyor. Kürtlerin arkasında olduğu ve Türkiye'den korkmamaları gerektiği yönünde bir güven mesajı veriyor. PKK ile mücadele konusunda ise, Ankara'ya "Beni görmeden, hesaba katmadan hiç bir şey yapamazsın" demeye getiriyor. TSK içinde varlığı tartışılan Anti-Amerikancı kadrolara da mesaj veriliyor olabilir. Türkiye'yi masaya oturmaya mecbur etmek ve ABD ile inatlaşmanın siyasi sonuçları olacağı mesajı da çıkartılabilir bundan. Eş zamanlı olarak Ermeni iddialarının gündeme getirilmesi, Kıbrıs konusunun kaşınması bunu akla getiriyor.

Bu olay ABD'nin İsrail ve İngiltere dışında bir stratejik ortağı olmadığını, Kürt politikası konusunda Ankara'yı muhatap kabul etmediğini gösteriyor.

ABD bunu yaparken BM ve NATO'ya da umursamaz tavrı ile bir mesaj vermiş oluyor aslında.

Bunlar olurken Graham Fuller, Los Angeles Times'e verdiği mülakatında  Türk solu ve sağ milliyetçilerin, muhafazakarların yakınlaşarak Amerikan karşıtı bir safta yer almalarının ABD için tehlikesine dikkat çekmeden edemiyor. ABD'nin bu günkü politikasının Türkiye'yi Çin, Rusya, Hindistan ve AB'ye daha da yakınlaştıracağı tezini savunuyor.

Ortadoğuda Sular Ne Zaman Durulacak?

İşte cevaplanması en zor soru bu. ABD Irak'ta işini tamamladıktan sonra Suriye, Ürdün, Lübnan, Filistin ve İran'da yeni projelerini hayata geçirmek istiyordu. Ama olmadı. Bu işin sanıldığı kadar kolay olmayacağını da gördü. Bölge devletleri ABD'nin maceracı politikalarına daha fazla alet olmak istemiyordu. AB, Rusya, Çin karşı çıkıyordu. BM ve NATO isteksizdi. Dünya kamuoyunda giderek artan bir öfke vardı. Amerikan ürünleri boykot ediliyordu. Üstelik ülke içinden de eleştiriler gelmeye başlamıştı. ABD'ye en fazla destek veren İngiltere bile yeni bir maceraya girmek istemiyordu. Irak'ta karşılaşılan muhalefet ve direniş ABD'nin gözünü korkutmuştu. İran'da iç kargaşa çıkartmanın o kadar kolay olmadığı görülmüştü. Üniversite olayları dar kapsamda kalmıştı. Sanıldığı gibi Azarbeycan, Kürdistan, Huzistan ve Belûcistan'da ayaklanmalar olmamıştı..

ABD'nin planlarını zamana yayması bekleniyor. Önce Irak sorununu çözmesi ve burada asker kaybının önlenmesi gerekiyor. Bu konuda da Türkiye'nin desteğini alması şart gibi gözüküyor. Konu Türkiye ile ilişkiler çerçevesinde ele alınınca AB, NATO, Kıbrıs, Ege, Yunanistan'la ilişkiler, Ermeni, Rum meselesi, İsrail'le ilişkilere kadar bir çok konuyla irtibatlı hale geliyor.

Görünen o ki, AB öncelikle Irak ve Filistin konusu üzerine yoğunlaşacak ve Suriye ile pazarlıklarını sürdürmeye devam edecek.

Bu arada işgal altındaki topraklara sıkışmış olan Filistinli milislerin kendileri için daha geniş ve korunma imkanı sağlayan ve doğrudan Amerikan askerleri ile yüzleşecekleri Irak gibi bir operasyon alanına sahip olmaları son derece önemli. Afganistan, Bosna, Çeçenistan gibi cephelerde savaşmış bir çok gencin Irak'a geçme çabaları, bu hesaplaşmanın önümüzdeki aylarda daha kanlı olacağını göstermektedir. Anti-Emperyalist sol ve İslami direniş gruplarının Amerika'nın işgaline karşı bölgede işbirliği yapmaları ile ABD için zorlu bir dönem başlıyor..  Amerika şimdi global intifada ile karşı karşıya bulunuyor.

İsrail'in arkasındaki asıl gücün bizzat kendi adına bölgede varolması ile sanılanın ve beklenenin aksine anti-Siyonist cephe için ciddi bir güvenlik sorunu ve tehdidin patlaması sonucunu doğurdu.

Sonuç: ABD umduğunu bulamadı. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Ve bundan sonra olayların nasıl gelişeceği ise belli değil. Dolar her gün değer kaybederken, dolara bağlı petrol de ucuzluyor. Amerikan borsasındaki durgunluk devam ediyor. Boykot sürüyor. Amerikan askerlerinin morali sıfır ve savaş sonrasında Amerikan askerleri kan kaybetmeye devam ediyor…

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR