1. YAZARLAR

  2. Bekir Cantemir

  3. Ercümend Özkan, "İnanmak ve Yaşamak"

Ercümend Özkan, "İnanmak ve Yaşamak"

Ocak 2000A+A-

Ercümend ÖZKAN bu coğrafyada 60'lı yıllarda başlayan tevhidi bilinçlenme sürecinin gerek teorik gerekse pratik konularına kafa yormuş, emek vermiş ve hayatının sonuna kadar bu uğurda mücadele etmiş bir "tevhid eri" idi.

1938de Kırşehir'in Mucur ilçesinde doğan E. ÖZKAN 1963-69 yılları arasında Hizbu't-Tahrir hareketinin içerisinde bulunuyor. O yıllarda İslamilik iddiasıyla ortaya konulan pratikler incelendiğinde; tek parti döneminden sonra yeni yeni nefes almaya başlayan halkın gelenekteki bazı dini görevlerini yerine getirmeye çalışmaktan öte -kişi, tavır, hareket bazında- daha kuşatıcı ve dışa dönük tebliğ içerikli bir tavır görülmemekte­dir. Bu kısır ortamda Hizbu't-Tahrir gibi o dönem açısından fikri ve metodik konularda sistematik öngörüye sahip bir hareketle tanışması ÖZKAN'ın kısa sayılabilecek zaman diliminde önemli bir birikime ulaşmasını sağlıyor. Kişiliği ve davranışlarıyla ön plana çıkan ÖZKAN, kısa sayılabilecek süreç içerisinde hareketin Türkiye sorumlusu oluyor. Daha sonra Hizbu't-Tahrir'in çalışmalarının Türkiye'de bir değişimi öncelemekten ziyade; Ortadoğu'da -öncelikle Ürdün'de- yapılacak olan devrimlerde Türkiye'den gelecek tehditleri önlemek amacı ile bir sempatizan grubu oluşturmayı hedeflediğini görmesi üzerine bu hareketten kendi tabiri ile "dokuz talakla" boşanıyor. 1970'lerde hapishaneden çıktıktan sonra; kısa bir TC tarihi ile, Hizbu't-Tahrir'in fikirlerinin ve metodunun harmanlanması sonucu ortaya çıkan "Emirname" isimli kitabı oluşturuyor. Hayatının ikinci evresi olarak tanımlayabileceğimiz bu dönemde ÖZKAN, kendine has etkileyici üslubu ve etkin kişiliği ile bu kitapta ortaya konulan metod öngörüsü içinde ümmetçi bir oluşum geliştirmeye çalışıyor.

1980'li yıllara gelindiğinde ise kendisini yenilemeyi sürdürdüğünden ve daima fikrin gelişimini öncelediğinden olsa gerek Hizbu't-Tahrir'in dar kalıplarını aşmaya başlıyor. Ve 12 Eylül darbesinin olumsuz şartları altında ÖZKAN'ın ifadesi ile "Zemheri soğuğunda etrafı çatır çatır buz tutarken" 1 Ocak 1981'de bir grup arkadaşı ile İktibas Dergisi'ni çıkartmaya başlıyorlar. Doğruları müslümanın yitik malı olarak değerlendiren ÖZKAN hayatının üçüncü dönemi olarak tanımlayabileceğimiz bu dönemde geleneksel din anlayışına ve tağuti sisteme yönelik bir kimlik oluşturma bilinci ile hareket ediyor.

İslam için İslam'la yaşamış; Türkiye İslami uyanışının büyük emekçisi Ercümend Bey'in İktibas dergisinde yayınladığı makaleler Anlam Yayınları tarafından "İnanmak ve Yaşamak" serisi olarak yayınlanıyor. Serinin ikinci ve üçüncü ciltleri Aralık'99 ayında okuyucuya kazandırıldı. Kitapları okurken Ercümend ÖZKAN'ın düşüncelerini sistematik bir biçimde inceleme olanağı bulacak, ÖZKAN'ın engin birikiminin farkına varacak ve özgün üslubu ile tanışacaksınız. Karşılıklı konuşma havasında işlenen kavramlar canlı örneklemeler ve teşbihlerle hem kavramın anlaşılmasını hem de hayatla bağlantısının kurulmasını sağlıyor.

İnanmak ve Yaşamak serisinin ikinci cildi sahih düşüncenin nasıl oluşturulacağı ve bu düşünceden hareketle insan fıtratına uygun çözümlerin nasıl olması gerektiği üzerinde duruyor. İkinci cildinde sahih düşüncenin nasıl oluşturulacağı ve müslümanların bu düşünceyi günlük hayatlarına, siyasetlerine nasıl taşıyacakları işleniyor. Kitapta yer alan makaleler; Önce İnsan, İslami Siyasetin Temeli, Düşünce, Siyasi Düşüncede Netlik, İslam Dışı Siyasi düşünce Alanı, İslami Tebliğ ve Araçları, Yönetim, Terör İslam'ın Metodu Değildir, İslam ve Siyasal Sorunlar, İktisadi Sorunlar başlıkları altında dokuz bölüme ayrılmış.

Müslümanların kişileri veya grupları değil fikirleri öncelemeleri gerektiği ve fetişleştirilmiş kişilerden ziyade fikirleri önder edinmelerinin işlendiği fikri liderlik isimli makalede, "Fikrin kişi ve toplumlara varılması gerekli yeri göstericiliği, kişi ve toplumun fikrin beslendiği mantalite ve onun getirdiği davranış bütünlüğüne kavuşmada fikrin önderliği demek olduğu" belirtiliyor.

ÖZKAN'a göre, fikri önder edinenlerle beraberlik hatta fikri birinci derecede temsil edeni lider tanımak bile, asla fikri önder tanımanın önüne geçirilmemelidir. Fikri önder bilmenin hiçbir rizikosu yok iken, fikri önder edineni lider edinmenin hep rizikosu olagelmiştir. Ne kadar başarılı olursa olsun sonuçta bir insandır lider edinilen.

Okumak kavramını irdelerken "bilgilerimizin doğru olması çok olmasından önemlidir. Bilmek ve bildiğini iyi (doğru, yerli yerinde) bilmek bu bilgilerden yararlanmada hayati önemi haiz bulunacaktır diyen yazar, günümüzde birçok şey okuduğu ve bilindiği halde herhangi bir ölçü edinemediği için sapla samanı karıştıranların durumunu tahlil ediyor.

Bir Orta Anadolu deyimi olan "kanaralaşmak" kavramını incelediği makalede kanaralaşmanın anlamının kısaca işlevinin tersini görmek, görevinin tem tersine hareket etmek manasına geldiğini belirtiyor. Yazar, bu kavramın Anadolu'da sürüleri korumakla görevli köpeklerin, korumaları gereken koyunları kendilerinin yemeleri şeklinde oluşan davranış biçiminin kavramlaşması olduğunu vurguluyor. Bu konuda da 1950 öncesi tek parti döneminde tarım bakanlığı yapmış Şevket Raşit Hatipoğlu'nun başından geçen bir hikayeyi anlatıyor. Hikaye okunduğunda özellikle son yıllarda müslümanlar arasında bulunan ve kafaları kanaralaşmış yazar-çizer takımının hal-i pürmeali akla gelmektedir.

Otorite ve kollektif liderlik kavramlarının yanlış anlaşıldığına vurgu yapan yazar; liderliğin tek kişilik bir iş olduğunu, liderin danışacağı insanlar olması gerekirken bu ehil kişilere sadece danışılması gerektiğini sonuçta kararı liderin vereceğini, müslümanların ise lider adaletli olduğu sürece ona biatli olmaları gerektiğini vurguluyor. Teorik olarak liderlik kavramında sorun görülmese de bu tip bir liderliğin uygulanmasında ister istemez, liderin insan olması hasebiyle sorunlar çıkabilmektedir. Bu nedenle müslümanların oluşturacakları yapılarda bağlayıcı istişari temelli bir birlikteliğin öncelenmesi, fakat sorumluluk ve yetki alanlarında ise yöneticilere inisiyatif verilmesi müslümanların daha sağlıklı ilişkiler geliştirmesini sağlayacaktır.

Yazar vahdetin sağlanması için ise; nelerin üzerinde vahdet sağlanması gerektiğinin Kur'ani dayanakları ile birlikte açık, anlaşılır ve anlatılabilir bir biçimde ortaya konulması gerektiğini belirtiyor.

Anadolu topraklarında yaşayan halklar Abbasiler dönemi ve daha sonraki yıllarda müslüman olmuşlardır. Kitapta bu dönemlerde Rasul'un şahitliğini yaptığı Kur'an merkezli din anlayışının yerini hurafe ve bidatlarla doldurulmuş bir din anlayışının aldığı, İslam adına belirli ritüellerin yaşatıldığı, yönetimin saltanatlaştırılarak yozlaştırıldığı, kısır ve hayatı dönüştürmeyen bir anlayışının bu topraklara hakim olduğu anlatılmaktadır. Bu dine kendilerini teslim Anadolu insanı Selçuklu ve Osmanlı yönetimleri altında da tahrif edilmiş olan bu dini yaşamışlardı. Velhasıl Kur'an bu topraklarda dinin temel kaynağını oluşturan, belirleyici bir kitap hiçbir zaman olamamıştı. 1970'li yıllarda Anadolu coğrafyasında gerçekleşen İslami uyanışta etkin olan kişilerin, kurumların din telakkisi ve özlemleri de bu geçmiş tecrübeden pek farklı değildir. Bu coğrafyaya farklı kanallardan giren Kur'an merkezli bir din oluşturma gayretinin önde gelen isimlerinden biriside Ercümend ÖZKAN olmuştur. O Hizbu't-Tahrir'den edindiği din anlayışını yaşarken sürekli dingin olan aklı ile o hareketin usuli fikirlerini tartışarak kendini yenilemiş ve bu coğrafyada Emirnamede gündeme getirdiği kavramlardan ziyade Kurana daveti, Kur'an'a göre rasulün konumlandırılması ve Tasavvuf dinini insanlara tanıtış biçimi ile hafızalarda yerini almıştır.

İnanmak ve Yaşamak kitabının üçüncü cildinde işte bu din anlayışını nasıl sunulduğu bir sistematik içerisinde görülebilmektedir. Makalelerdeki bazı vurgular bugün için edindiğimiz bilgi seviyesi açısından basit olgular olarak algılanabilir. Ama ÖZKAN'ın kendi tabiriyle denizde buz kıran olmak ya da surlarda ilk gediği açmak öyle kolay değildir.

ÖZKAN hem yaygınlaştırmaya çalıştığı Kuran merkezli bir anlayışı hem de bunu gündeme getiriş formu olan kendi özgünlüğü ile tanınıyordu.

ÖZKAN; Kur'an bir hurafe çözücüdür (s. 21), Allah'a gereği gibi kul olabilmenin kitabıdır Kur'an, normal çalışan bir mantık, ters çalışmayan bir kafa Kur'an'ı anlamak için yeterlidir, (s. 20), Kur'an kafalardaki her türlü kirliliği çözer ve atar (s. 22) gibi vurgularıyla müslümanların itikadi ve ameli birikimlerini sorgulamalarını/oluşturmalarını öğütlüyordu.

Yazar, Kur'an-Sünnet ilişkisini irdelerken de; rasulün uyulması gereken en güzel örnek olduğunu, bir dini rasulünden daha iyi yaşayan olamayacağına onun şahitliğine ihtiyacımız olduğunu ama rasullerinde insan olma hasebiyle doğru konumlandırılması gerektiğinin üzerinde duruyor. Rasulün Kuranda uyarıldığı onüç ayrı ayet grubu irdeliyor ve "Dinlerin peygamber için değil peygamberlerin dinler için gönderildiğini" belirtiyor.

Din ve Mezhep kavramlarını oturtmaya çalışırken de kelimelerin anlamları incelendikten sonra mezhebin gidilen yol, bir konu hakkındaki görüş olduğunu, mezhepsizliğin mümkün olmadığını hatta dini yaşamı kolaylaştırdığını belirtiyor. ÖZKAN, dinin temelini Kur'an'dan oluşturmayıp mezhebini din edinenler için ise; "Kur'an'a çalışmayıp mezhebe çalışanlar ahiretteki sorguda sınıfta kalacaklardır" değerlendirmesini yapıyor. Ve İran İslam Devrimi sonrasında Şii-Sünni kutuplaşmasını oluşturmaya çalışanların "Emperyalizmin fahri ırgatlığını yaptıkları"nı belirtiyor.

Düşüncenin netliğine ve Kur'an süzgecinden geçmesine önem veren ÖZKAN; "Davranışlar kaynağını düşüncelerden aldıklarına göre düşüncede tutarlılık gerekir" diyor. ÖZKAN'ın Kur'an'ı öncelemesinin yada hayatını adadığı mücadelenin kişisel bir kin yada garezden ziyade Allah'ın dininin sahih bir anlayış ve tutarlı davranış kalıpları ile yaşanmasına gayret ettiği bir gerçektir.

Vefatının 5. yıldönümünde O'nu rahmet ve sevgiyle anıyoruz.

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR