1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. Emperyalizmin Hedefindeki Suriye Kıyamı

Emperyalizmin Hedefindeki Suriye Kıyamı

Şubat 2016A+A-

Suriye sahnesinde karşılaştığımız manzara, geçtiğimiz yüzyılda Filistin’de yaşananları her geçen gün biraz daha fazla çağrıştırırken, aynı zamanda İslam dünyasına yönelik kuşatma-bastırma siyasetinin somut ve taze bir örneği olarak da karşımıza çıkmakta. Katiller, katillerin küresel efendileri ve hainler şeytan üçgeninde esaret altına alınan Filistin halkının maruz kaldığı zulmün bir benzeri bugün Suriye’de yaşanmakta ve Suriye halkının teslim alınmak istenen iradesi özü itibariyle ümmetin esarete zorlanmasını temsil etmekte. Zulüm cephesi hep bir ağızdan “Madem İslam’ı talep ettiniz, öyleyse bedelini ödeyin!” tavrı içinde vahşeti yaygınlaştırıp sıradanlaştırmakta. 

Karşılaştığımız sorun, güçlük, dayatma Suriye ile sınırlı ya da Suriye’ye has değil elbette! Cezayir’den Afganistan’a, Filistin’den Mısır’a, Bangladeş’e, Türkiye’ye kadar her yerde aynı kuşatma-bastırma siyasetinin izlerini görmek mümkün. Aktörler, gerekçeler, taktikler değişse de temel politika değişmiyor; İslami talepler yerli zalimleri ne kadar paniğe, düşmanlığa sevk ediyorsa, küresel egemenleri de o kadar korkutuyor, endişeye sürüklüyor. Ve devamında insanlık adına utanç verici manzaraların birbiri ardına sökün edişini izliyoruz.

Katliamla Sindiremediğini Müzakereyle Teslim Almak

İşte Cenevre tiyatrosu bu kirli, vicdan yoksunu küresel tahakküm pratiğinin somut bir tezahürü olarak karşımızda. Zulmün kanıksanmasının, sıradanlaşmasının, daha ötesi zulmün işlevselliğinin bir göstergesi olarak Müslüman halkların özgürlük ve adalet taleplerinin törpülenmesi sürecini temsil ediyor. Esed-İran ortaklığının, işgalci Rus güçlerinin de desteğiyle bombalarla, füzelerle katliamlarla yürüttüğü siyasetin ABD ve ortaklarınca diplomatik adımlarla takviye edilmeye çalışıldığını söylemek belki kimilerine abartılı görünebilir ama sonuçta tüm bu güçlerin hangi ortak paydada buluştuklarına bakmak tabloyu doğru biçimde okumamıza yetecektir. 

Bugün Suriye’ye baktığımızda ne görüyoruz? Rusya tüm askerî ağırlığıyla açık bir işgal gücü olarak sürdürdüğü katliamlarla ilgili gayet pervasız bir tutum içinde. Savaşçı-sivil ayırt etmeksizin, gücünün yettiğince her yeri, okulları, camileri, hastaneleri, yardım konvoylarını bombalıyor. Yüzyıllardır İslam topraklarına ve Müslüman halklara karşı yürüttüğü emperyalist saldırganlığı bugün de Suriye’de sürdüren Rusya klasik yayılmacı, zalim kimliğiyle sahnede.

Mamafih sahnede katliamcı, zalim Rusya’dan daha çirkin yüzler de var. Emperyalist, İslam düşmanı bir gücün yürüttüğü sistematik katliamlara bel bağlamış işbirlikçilerin; Rusya’nın başarısı için ellerini göğe kaldırıp dua eden sefillerin; “Rusya gibi bir süper güce karşı koyamazsınız, direnmekten vazgeçin, teslim olun, uzlaşın!” türünden tavsiyelerde bulunan zelil mahlûkların yüzleri şüphesiz Putingillerden daha çirkin, daha iğrençtir!

Ve elbette 5. yılını doldurmak üzere olan Suriye’de icra edilen kan banyosunun asli faili olan ABD’nin bu sahnede ifa ettiği rol de asla göz ardı edilemez. Sözde Rusya’nın Suriye’deki varlığına ve işlediği cürümlere karşıymış gibi görünen ABD’nin başından itibaren izlediği siyasetle Esed rejimini muhafaza ettiği ve örtülü bir suç ortaklığı içinde olduğu görülmek, anlaşılmak zorundadır.

5 Yıllık Katliam Sürecinde ABD’nin Rolü

Ortadoğu’da meydana gelen intifada rüzgârının Suriye’de de etkisini göstermesi üzerine ABD önce diktatörlük rejimine karşı halkın iradesinden yana gözükmüş ama kısa bir süre içinde Beşşar rejiminin tek alternatifinin İslamcı kadrolar olduğunun netleşmesiyle birlikte tutumunu tashih etmiştir. Tüm çabalarına rağmen sahada etkili olacak Batıcı çizgide bir güç ihdas edemeyen ABD, mevcut muhalefeti dizayn etme çabalarının da başarısızlığa uğraması neticesinde Esed rejiminin devamından yana tavır takınmıştır.

Gerek mezhepçi fanatizmin yönlendirmesi gerekse ideolojik körlüğün etkisiyle Esed rejimini emperyalist odaklara karşı bir direniş gücü olarak görme ahmaklığına duçar olmuş çevreler ısrarla, inatla anlamak istemeseler de ABD’nin tavrı hep Suriye’de İslami bir iktidarı engellemeye yönelik olmuştur. Bu çerçevede daha sürecin ilk aşamalarından itibaren Suriye direnişinin halkı savunabilmek için ihtiyaç duyduğu nitelikli silahlara erişmesi engellenmiş; bazı bölge ülkelerinin bu yöndeki çabaları doğrudan ABD vetosu nedeniyle akim kalmıştır.

Bu tutum insanlık adına ne kadar zalimce ve ikiyüzlü olsa da İsrail’in himaye edilmesi ve İslami hareketlerin iktidarının engellenmesi şeklindeki öncelikleri düşünüldüğünde ABD’nin Ortadoğu siyasetiyle gayet uyumludur.

Bilhassa Libya ve Mısır’da yaşanan gelişmelerin de uyandırdığı tedirginlikle İslami kadroların hâkim olmasındansa Esed rejiminin iktidarını sürdürmesinden yana tavır belirleyen ABD’nin bu yaklaşımının Esed rejimini daha da pervasızlaştırdığı ve acımasızca sürdürdüğü katliamlara ivme kazandırmasına yol açtığı bilinmektedir. Bu olgu en net biçimde Ağustos 2013’te Doğu Guta’da işlenen kimyasal katliamla birlikte ortaya çıkmış ve ‘kırmızıçizgi’ vurgusuyla açılan gündem kimyasal stokların imhası anlaşması çerçevesinde Esed rejiminin partner konumuna oturtulmasıyla sonuçlanmıştır.

Suriye’de insanlık vicdanını kanatan zulümler karşısında her defasında ABD (ve diğer Batılı müttefikleri) BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya’nın vetosunun ardına saklanmıştır. Oysa Rusya vetosunun gerçekte ABD için engel değil; bir mazeret, bir bahane işlevi gördüğü o kadar açıktı ki!

Nitekim daha önce pek çok müdahalede görüldüğü gibi, istediği takdirde bu tür uluslararası hukuk mevzuatını hiç dikkate almadığı gayet iyi bilinen ABD ve ortakları, Suriye topraklarında IŞİD bahanesiyle sayısız operasyon gerçekleştirmiş ve bu arada Suriye’de muhalefetin ana gövdesini oluşturan İslami direniş gruplarını da hedef alan pek çok saldırı düzenlemiştir.

Tüm bu manzara bize küresel egemenlerin Suriye’de muarız konumunda olmadıklarını, bilakis adeta bir görev paylaşımı içinde hareket ettiklerini göstermektedir. Suriye’de Rus ordusunun yoğun bombardımanları başladığında İslami hareket karşısında emperyalistlerin ittifak içinde oldukları gerçeğini idrak etmekten uzak bazı aklı evveller ABD’nin muhalifleri Rus jetlerine karşı uçaksavarlarla destekleyeceğini ve Rusya’nın yıpratılma sürecine sokulacağını iddia etmekteydiler. Aradan geçen bunca zamana rağmen bu tür bir adımın atılmamış olması küresel egemenlerin ihtilaf değil, ittifak içinde olduklarını göstermekte değil mi?

Görev paylaşımında birilerinin daha saldırgan, diğerlerinin ise daha siyasi roller üstlenmiş olması kafa karışıklığına yol açmamalıdır. Sonuçta net biçimde ABD’siyle, Rusya’sıyla tüm emperyalistler İslami hareketin hâkim olmaması için ellerinden geleni artlarına koymamaktadırlar. Bizim asıl odaklanmamız gereken gerçek budur! Halen Filistin’de de Mısır’da da Bangladeş’te de işlenen insanlık dışı cürümler karşısında küresel güçlerin takındığı tavrın mahiyeti de zaten bu durumu açıkça ortaya koymaktadır.

Cenevre Tuzağı

İşte Cenevre görüşmeleri tam da bu zemine oturmaktadır. Suriye halkının İslami direnişini, ağır bedeller ödeme pahasına koruduğu özgür iradesini baskı altına alma, yönlendirme, biçimlendirme noktasında bir mutabakat göze çarpmaktadır. Geçiş süreci vb. ifadelerle Esed rejiminin ömrünün uzatılması konusunda küresel güçlerin ittifak içinde olduğu görülmektedir.

İslami direniş güçleri ise bir açmaza sokulmaya çalışılmaktadır. Eğer Cenevre sürecini reddedecek olurlarsa uzlaşmaya yanaşmayan, radikal, hatta terörist suçlamalarıyla yaftalanmaları işten bile değildir. Kabul ettikleri takdirde ise Esedli formüllerin dayatılmasına maruz kalacakları kesindir. Bunun bir adım sonrasında ise içeride muhalif yapıların birbirileriyle karşı karşıya gelmeleri riski çok büyüktür.

Suriye direnişinin bilhassa son aylarda Rusya’nın aralıksız hava saldırıları nedeniyle zor ve sıkıntılı bir süreçten geçtiği malumdur. Bu şekilde ağır bir yıkımla yüz yüze kalan İslami güçlere, Cenevre ile birlikte uzlaşma dayatılmakta, Esedli formülleri kabullenmeleri için baskılar artırılmaktadır. Rusya’nın saldırıları hizaya getirmeye yönelik bir tür sopa işlevi görmektedir. Bugüne kadar çok ağır bedeller ödeyen kardeşlerimizin bu dayatmalar karşısında direnmeye devam edecekleri ise açıktır.

Mücadele Varsa Umut da Vardır!

Bugün aralıksız süren vahşi hava bombardımanları yüzünden bazı cephelerde mücahidlerin geri çekilmek zorunda kaldıkları haberler ister istemez hüzne yol açmaktadır. Bilhassa Lazkiye kırsalında ve Bayır-Bucak bölgesinde yaşananlar doğal olarak moral bozucudur.

Velakin unutmayalım ki tüm Suriye gibi, bu cepheler de kısa bir müddet önce zaten rejimin elindeydi. Müslümanlar rejimin baskısı, esareti altında sessiz, pasif yığınlardan ibarettiler. Güç ve kudret sahibi Allahu Teâlâ’nın lütfuyla kıyam ettiler ve ağır bedeller ödeme pahasına hem kendilerini hem de Suriye toprağının önemli bir kısmını özgürleştirdiler. Tam 5 yıldır her türlü zorluğa, imkânsızlığa rağmen direnmeyi bildiler. Üzerlerine leblebi gibi varil bombaları yağarken dahi, sözde dostlarının sıkıştırmalarına boyun eğmediler. Bir yandan vahşice katliama uğratılırken, diğer yandan kendilerini savunma, insanlarını savunma adına ihtiyaç duydukları silahlara ulaşabilmelerinin küresel güçlerce nasıl engellendiğini gördüler.

Çeşitli sebeplerle şimdi bazı cephelerden geri çekilmek zorunda kalınması savaşın seyri içinde doğal karşılanması, çok abartılmaması gereken bir durumdur. Evet, Suriye direnişi her yönden kuşatılmaya, teslim alınmaya çalışılmaktadır ama mücahidlerin iradesi Allah’ın izniyle bu komploları boşa çıkartmaya yeter. Yeter ki gerçek güç ve kudret sahibinin kim olduğu hususunda zihnimiz, kalbimiz bulanmasın!

Tüm bu manzara karşısında Müslümanlara düşen nedir? Bir yandan varil bombalarıyla, füzelerle, açlık ve kuşatmayla imha edilmeye çalışılan, diğer yandan aşırılık, terörizm vb. dayatmalarla sindirilmek, teslim alınmak istenen Suriye direnişine karşı geliştirilen bu çok boyutlu dayatmalar, komplolar elbette vicdan sahibi herkesi düşündürmekte, moralini bozmaktadır. Ne var ki tüm bu ağır kuşatmaya rağmen güç ve kudret sahibinin sadece Rabbul Âlemin olduğuna iman eden Müslümanlar asla ümitsizliğe kapılmaz, düşmanı gözlerinde büyütmezler. Ödenen bedeller ne kadar ağır olsa da mücadelenin sürüyor olması başlı başına bir kazanımdır; Allah için mücadele edenlerin varlığı umuttur! Kendisinden başka sığınacak güç, dayanacak kudret sahibinin bulunmadığını bilenler için O ne güzel vekildir! 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR